Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Ahiret_Yolu_-_Mehmet_Akif_Ersoy_-_Safahat

Ahiret Yolu - Mehmet Akif Ersoy - Safahat

Bakınız

Hüsran-ı Mübin Âhiret Yolu Bayrak
Mehmet Akif Ersoy
İstiğrak
Bir komşunun ölümü, ailesi, cenazenin teşyii, hayat sorgulaması, son serir olması, imam değil cenazede olayın sesinin çıktığı anlatılır.
Şablon:Ahiret - d
Ahiret
Ahiret yurdu - Ahiret yolu

Âhiret Yolu - Mehmet Akif Ersoy - Safahat Aslı bu 2 sütun güzel tasarımı var.

Ahiret Yurdu/AUDİO [1] - Ahiret Yurdu/VİDEO
Âhiret Yolu/İngilizce Âhiret Yolu/Osmanlıca Âhiret Yolu/1 Âhiret Yolu/2 Âhiret Yolu/3 Âhiret Yolu/4 Âhiret Yolu/Azerice
Şah beyitleri:
Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

Ahiret yurdu ayetleri
En'am 6/32 - Kasas 28/83 - 16/32

6/32 enam وَمَا الْحَيَاةُ الدُّنْيَا إِلاَّ لَعِبٌ وَلَهْوٌ وَلَلدَّارُ الآخِرَةُ خَيْرٌ لِّلَّذِينَ يَتَّقُونَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ
En’âm Suresi 32. Ayet - Türkçe okunuşu Ve mâl hayâtud dunyâ illâ leibun ve lehv(lehvun), ve led dârul âhiretu hayrun lillezîne yettekûn(yettekûne), e fe lâ ta’kılûn(ta’kılûne).
Dünya hayatı, bir oyundan, bir oyalanmadan başka nedir? Elbette dâr-i Âhıret korunan müttekıler için daha hayırlıdır, hâlâ akıllanmayacak mısınız?
Kasas 28/83
تِلْكَ الدَّارُ الْآخِرَةُ نَجْعَلُهَا لِلَّذِينَ لَا يُرِيدُونَ عُلُوًّا فِي الْأَرْضِ وَلَا فَسَادًاۚ وَالْعَاقِبَةُ لِلْمُتَّقِينَ
Tilke-ddâru-l-âḣiratu nec’aluhâ lilleżîne lâ yurîdûne ‘uluvven fî-l-ardi velâ fesâdâ(en)(c) vel’âkibetu lilmuttekîn(e)
Elmalılı Meali (Orjinal)
O Âhıret evi (son yurd) biz onu öyle kimselere veririz ki yer yüzünde ne bir kibir ne de bir fesad istemezler, ve o akıbet korunan müttekılerindir
16/32
وَقِيلَ لِلَّذِينَ اتَّقَوْاْ مَاذَا أَنزَلَ رَبُّكُمْ قَالُواْ خَيْرًا لِّلَّذِينَ أَحْسَنُواْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌ وَلَدَارُ الآخِرَةِ خَيْرٌ وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ Ve kîle lillezînettekav mâ zâ enzele rabbukum, kâlû hayrâ(hayren), lillezîne ahsenû fî hâzihid dunyâ haseneh(haseneten), ve le dârul âhıreti hayr(hayrun), ve le ni’me dârul muttekîn(muttekîne).
Allahdan korkup korunanlara ise «rabbınız ne indirdi? Denildiğinde «hayır» demişlerdir» bu Dünyada güzel iş yapanlara güzel bir mükâfat var ve elbette Âhıret yurdu daha hayırlıdır, müttekılerin yurdu da ne hoş!

Ahiret_hava_yolları_-_okuyun_lütfen_espri_amaçlı_değil

Ahiret hava yolları - okuyun lütfen espri amaçlı değil

Ahiret yolu1
Ahiret yolu2
Ahiret yolu3
Ahiret yolu4

Linkli[]

Ahiret Yolu

Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;

Denildi: "Fâtiha!´; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,
Diyordu:
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,

Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar

- İyi biliriz!

-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,

Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya

- Evet!

- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...

- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!

Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"
Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,

Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

Baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden:
-Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen!

-Yıkıldı dostlar evim, barkım... Ah gitti kocam!..
-Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!

-Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
Kızıp da "[[ey!" demiş insan değildi, hemşîre!

-Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
-Babam ne oldu
-Baban... Öldü.
-Etme Ayşe Hanım,

Bu söylenir mi ya Hicrân olur zavallı kıza...
Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın,

Sevimli bir küçücek kız... Beiinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o [£[mersiye]] yâdımda ağlıyor ebedî.

Sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,

Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana

Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.

Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını

Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.

Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.

O tahta pâre-i câmid, o iğbirârsamût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.

Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,

Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

Ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im´âna perde perde hayât.

Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

Elinden yok halâs imkânı, mâdâme´l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!´

Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ´atler.

Civârından geçer zulmettepâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!

Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can [[el´ân
Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son [[im´ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!

Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.

Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.
Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,
Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur
Kabardı toprağın altında bir an, bir [[ur!

Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun [[fecâ´at]]ini·

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak
İlel´ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!...

Linksiz[]

Ahiret Yolu

Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;

Denildi: "Fâtiha!´; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,
Diyordu:
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,

Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar

- İyi biliriz!

-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,

Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya

- Evet!

- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...

- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!

Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"
Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,

Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

Baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden:
-Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen!

-Yıkıldı dostlar evim, barkım... Ah gitti kocam!..
-Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!

-Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!

-Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
-Babam ne oldu
-Baban... Öldü.
-Etme Ayşe Hanım,

Bu söylenir mi ya Hicrân olur zavallı kıza...
Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın,

Sevimli bir küçücek kız... Beiinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.

Sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,

Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana

Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.

Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını

Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.

Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.

O tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.

Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,

Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

Ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im´âna perde perde hayât.

Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

Elinden yok halâs imkânı, mâdâme´l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!´

Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ´atler.

Civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!

Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el´ân
Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im´ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!

Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.

Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.
Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,
Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur
Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun fecâ´atini·

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak
İlel´ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!...

Linkli ve parantez kelime izahlı[]

Ahiret Yolu

Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.

Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;

Denildi: "Fâtiha!´; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,

Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.

Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,
Diyordu:
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,

Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar

- İyi biliriz!

-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,

Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya

- Evet!

- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...

- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!

Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"
Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,

Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;

Baş örtüsüyle kadınlargözüktü pencereden:
-Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen!

-Yıkıldı dostlar evim, barkım... Ah gitti kocam!..
-Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!

-Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!

-Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
-Babam ne oldu
-Baban... Öldü.
-Etme Ayşe Hanım,

Bu söylenir mi ya Hicrân olur zavallı kıza...
Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sanşın,

Sevimli bir küçücek kız... Beiinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.

Sefine pâre ki sırtında mevc-i bî-hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,

Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana

Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.

Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını

Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.

Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.

O tahta pâre-i câmid, o iğbirâr-ı samût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût

İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.

Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:

Evet bekâ ezecek cism-i zâr-ı fânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,

Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!

Ağır ağırgidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.

Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im´âna perde perde hayât.

Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!

Elinden yok halâs imkânı, mâdâme´l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!´

Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ: Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.

Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ´atler.

Civârından geçer zulmette bî pâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!

Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el´ân
Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im´ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!

Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârülar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.

Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldü taht-ı memâtın girip birer koluna.
Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.

Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,
Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur
Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun fecâ´atini·

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak
İlel´ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!...


2'li Tablo Sunum[]

Şiir Metni
Güncel Türkçesi
Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.
Sokakta sâde bir "âmin!" sesidir gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam dua ediyor.
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tabut,
Başında çınlayan avazı dinliyor, şaşkın ve suskun;
Denildi: "Fâtiha!'; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
Denildi "Fatiha!", âmini kestiler; bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.
Hüzünlü alınları bir kez okşayıp indi;
Deminki çağıldamalar bir zaman için dindi.
Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu,
Diyordu:
Duyuldu sonra imamın gamlı sesi ,
Diyordu:
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,
Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?
-İyi biliriz!
-Söyleyin Allah için şu merhumu ,
Nasıl bilirsiniz ey Müslümanlar?

-İyi biliriz!
-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,
Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

-Yarın Allah'ın huzurunda toplanıp hepiniz,

Bu yolda iyi şehadet edersiniz ya?

- Evet!
- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...
-Evet!'
-İmam efendi, hellallık da iste, merhamet et...
- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!
-Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
-Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!
Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"

Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ahderûn,
Cemaatin yüreğinden kopup "helâl olsun"
Saffetle dolu bir ünleyiş, birden cenaze, içten gelen bir ah
Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;
Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:
Gibi çıktı evden; gökyüzünde yükseldi.

İçerde başladı coşan bir ağıt şimdi; Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:

- Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?
- Yıkıldı dostlar evim, barkım... Âh gitti kocam!..
-Bıraktın öyle mi en sonra kardeşim bizi sen!'
-Yıkıldı dostlar evim barkım... Ah gitti kocam!..
- Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
- Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
-Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
-Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kere
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!
- Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, kardeşim!'
-Zavallı Remziye! Boynun büküldü evladım...
- Babam ne oldu?
- Baban... Öldü.
-Babam ne oldu?
-Baban... Öldü.
- Etme Ayşe Hanım,
Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza...

- Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

-Etme Ayşe Hanım,Bu söylenir mi ya? Unutulmaz bir acı olur sonra zavallı kıza..
-Ayol şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...
Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,
Açın da cumbayı etrafa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,
Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,
Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.

Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.
Zavallının eriyen günahsız ruhu idi.
Benim o ağıt hatırımda ağlıyor ebedi.
Sefine pâre ki: sırtında mevc-i -hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,
Bir küçük gemi ki sırtında hissiz dalganın,
Yüzer, önünde yokluğa işaret eden bir engin,
Çeker durur onu sâhil -cüdâaçıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?
Çeker durur onu sahili olmayan açıklarına;

Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlayana?

Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.
Cenaze cemaatin omzunda çalkalandıkça,

Benzerdi dalgalara düşmüş tahta parçasına.

Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?
Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetimin çağlayan göz yaşını?
Bu hây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.
Bu kıyamete benzeyen kargaşa içinde söner,

İnsanoğlunun yaratılışın kalbini yakan feryatları.

Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.
Feryadın sınırı o kadar geniş değilmiş meğer:

Sokak bitip dönülürken kesildi matemler.

O tahta pâre-i câmid, o iğbirârsamût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût
O cansız tahta parçası, o sessiz kırgınlık,

Yolu üstündeki varlıkları heybetli bir sessizlik

İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.
Etrafında toplayarak, dalgalarla seyrediyor;
Yeryüzüne bakmıyor artık, gökyüzü deyip gidiyor.
Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:
Bu tabutu yüklenip giden kişiler neden sık sık değişirler?
Sorusu fikre büyük bir gerçeği anlattı:
Evet bekâ ezecek cism-i zârfânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,
Evet beka ezecek bu inleyen ölümlü cismi,

Vücut, yükünü kaldıramayacak sonsuza dek yaşamanın.

Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!
Bu dehşetli yükün altında dizler titriyor,

İnsanoğlunun omzu buna üç adımdan fazla dayanmıyor!

Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.
Ağır ağır gidiyorken cenaze kafilesi,
Sonunda musalla taşı oldu birinci basamağı.
Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im'âna perde perdehayât.
Bu son minberin üstüne ölüm hatibi çıkınca,

Dikkatli gözler önünde açıldı hayat perde perde.

Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!
Senin en son tahtındır şu pervasız uzanmış taş,
Ki yumuşak yatağından çıkar, bir gün ona vurursun baş!
Elinde yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!'
Elinde yok kurtuluş imkânı, hayatın boyunca uğraş...

O, mutlaka yolunu kesecektir, aşılmaz... Gücün yeterse aş!

Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ:Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musalla: Yetim göz yaşlarının taşlaşmış bir dalgasıdır;
Musalla: Dünya denen matem evinin benzersiz bir âhıdır;
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.
Musalla: Dünyada ahiretin tebliğ edildiği minberdir;
Musalla: İrfan sahipleri önünde duran bir ibret dersidir.
Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler.
Bu minberden iner dünya âlemine en müthiş hakikatler,

Bu yerden yükselir ilâhî âleme en temiz kanaatler.

Civârından geçer zulmette bîpâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!
Etrafından geçer karanlıkta sayısız hayaletler:
Kefenleri omzunda geçmişler, çıplak kalan sefaletler!
Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân
Babam, kardeşlerim, evladım, annem...Belki bunlardan

Daha çok sevdiğim kıymetli bir çok can dostu şu an,

Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!
Dünyaya son kez dikkat ve ibretle bakar sanırım bu taştan.

Benim ruhum duyar sessiz bin çığlık bu taştan!

Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Saltanatların tahtı devrilir, alt üst olur dünya;
Sağlam surlar ve kaleler düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.
Durmuş alay eder zamanın yıkıp harab eden eliyle;
Bütün varlığa hükmeden bir yokluk sembolüdür güya.
Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldütahtmemâtın girip birer koluna.
Namaz kılındı, dua bitti, kervan yoluna
Düzüldü, ölüm tahtının girip birer koluna.
Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.
Yarım saat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyanın, ahiret yurdu.
Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Cenaze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura.

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur

Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur,
Kabardı toprağın altında bir çıban, bir ur!
Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini
Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkada kalandan sorun iç yakan acısını;
Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak

İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!..

Sessizlik içinde uyurken şu bir yığın toprak,
Sonsuza dek o küçük ruh çırpınıp duracak!.
Ahiret_yolu_-_mehmet_akif_ersoy_-_safahat_-_yusuf_ziya_özkan

Ahiret yolu - mehmet akif ersoy - safahat - yusuf ziya özkan

ahiret_yolu - mehmet akif ersoy - safahat - yusuf ziya özkan

Ahiret_yolu_-_mehmet_akif_ersoy_-_safahat_-_yusuf_ziya_özkan

Ahiret yolu - mehmet akif ersoy - safahat - yusuf ziya özkan

ahiret_yolu - mehmet akif ersoy - safahat - yusuf ziya özkan

3'lü Tablo Sunumu[]

Şiir Metni
Güncel Türkçesi
İngilizce Tercüme
Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.
Sokakta sâde bir "âmin!" sesidir gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam dua ediyor.
A simple Amen voice goes down the street people of the neighborhood have come together, the imam prays.
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tabut, Başında çınlayan avazı dinliyor,şaşkın ve suskun;
A flattened house,a coffin next to the inner door , listening to the sound tingling at the top, mebhut (confused and speechless).
Denildi: "Fâtiha!'; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
Denildi "Fatiha!", âmini kestiler; bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
'They were asked, "Al-Fatiha!", they stopped amen , this time chests have moaned,then the open hands have
Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.
Hüzünlü alınları bir kez okşayıp indi;
Deminki çağıldayan sesler bir zaman için dindi.
caressed the sad foreheads once and gone down; the sounds babbling previously,have dimmed for some time.
Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu, Diyordu:
Duyuldu sonra imamın gamlı sesi ,
Diyordu:
Soon the mournful cry of the imam was heard ,Said:
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,
Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar?
- İyi biliriz!
-Söyleyin Allah için şu merhumu ,
Nasıl bilirsiniz ey Müslümanlar?

-İyi biliriz!
-Tell me, for God ,How do you know this deceased muslims?- Well,we know him a good person
-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,
Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

-Yarın Allah'ın huzurunda toplanıp hepiniz,

Bu yolda iyi şehadet edersiniz ya?

Tomorrow all of you gathering in the heavenly peace, will you witnnes in this way that he was good
- Evet!
- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...
-Evet!'
-İmam efendi, hellallık da iste, merhamet et...
-Yes! "

- Master Imam, request forgiveness, have mercy ...

- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!
-Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
-Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!
So come on say halal for your rights now. Please come on-Halal Do not make the man wait!
Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"

Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,
Cemaatin yüreğinden kopup "helâl olsun"
Saffetle dolu bir nida, birden cenaze, içten gelen bir ah
Coming from the heart of the cowd,'halal' A full cry of purity was heard.Suddenly the funeral has left home like a heartfelt ah and rose in the sky
Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi; Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:
Gibi çıktı evden; gökyüzünde yükseldi.

İçerde başladı coşan bir ağıt şimdi;

Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:

..An overflowing cry has begun inside. Women with scarves have appeared at the window
- Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?
- Yıkıldı dostlar evim, barkım... Âh gitti kocam!..
-Bıraktın öyle mi en sonra kardeşim bizi sen!'
-Yıkıldı dostlar evim barkım... Ah gitti kocam!..
Finally you left us brother ,didn't you! "

My home has collapsed my fellows ... Oh, my husband is gone ..

- Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
- Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
-Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
-Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kere
My uncle was just like an angel;how don't I grieve

-Okay,we have been neighbours for thirty years

Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!
- Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, kardeşim!'
-Zavallı Remziye! Boynun büküldü evladım...
He wasn't a man who said 'o' when he got angry,-Poor Remziye!You are now an orphan my child...
- Babam ne oldu?
- Baban... Öldü.
-Babam ne oldu?
-Baban... Öldü.
-What happened to my father?-Your father ... He's dead.
- Etme Ayşe Hanım,
Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza...

- Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

-Etme Ayşe Hanım,
Bu söylenir mi ya? Unutulmaz bir acı olur sonra zavallı kıza..
-Ayol şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...
Please don't Ayşe Hanım,can this be said to a child?Soon this becomes an unforgettable grief for the poor girl..

-Console the orphan a little ...

Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,
Açın da cumbayı etrafa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,
Open the oriel let her look around.. ...the blonde fatso has apperad at the oriel, I saw
Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,
Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.

Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

A pretty little girl...She is nearly five.Shining tears on her dull cheeks
Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.
Zavallının eriyen günahsız ruhu idi.
Benim o ağıt hatırımda ağlıyor ebedi.
were the melting innocent spirit of the poor.That cry is crying in my memory eternally
Sefine pâre ki: sırtında mevc-i bî-hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,
Bir küçük gemi ki sırtında hissiz dalganın,
Yüzer, önünde yokluğa işaret eden bir engin,
A small ship,on the neck of the senseless wave ,Floats beyond the open sea pointing the absence,
Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?
Çeker durur onu sahili olmayan açıklarına;

Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlayana?

continiously pulls it to the offshore with no beaches.Does it care anybody crying on a rock?
Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.
Cenaze cemaatin omzunda çalkalandıkça,

Benzerdi dalgalara düşmüş tahta parçasına.

While the funeral was slushing on the shoulders,It resembled a piece of wood,falling into waves.
Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?
Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetimin çağlayan göz yaşını?
How can he hear the crying woman far out?How can he see the babbling tears of the orphan?
Buhây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.
Bu kıyamete benzeyen kargaşa içinde söner,

İnsanoğlunun yaratılışın kalbini yakan feryatları.

In the chaos resembling the doomsday the wail of humanbeing burning the heart of creation dies down.
Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.
Feryadın sınırı o kadar geniş değilmiş meğer:

Sokak bitip dönülürken kesildi matemler.

The scale of the squall hadn't been so large,then in fact.The mourning ended and cut when the streets emptied
O tahta pâre-i câmid, o iğbirârsamût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût
O cansız tahta parçası, o sessiz kırgınlık,

Yolu üstündeki varlıkları heybetli bir sessizlik

That lifeless piece of wood,that silent piqueThe creatures on its way,in a majestic silence
İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.
Etrafında toplayarak, dalgalarla seyrediyor;
Yeryüzüne bakmıyor artık, gökyüzü deyip gidiyor.
Gathering around, watching with the waves;Now he isn't looking at the earth, goes while saying the sky.
Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:
Bu tabutu yüklenip giden kişiler neden sık sık değişirler?
Sorusu fikre büyük bir gerçeği anlattı:
Why do the people carrying the coffin often change?The question told a great truth to the idea
Evet bekâ ezecek cism-i zârfânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,
Evet beka ezecek bu inleyen ölümlü cismi,

Vücut, yükünü kaldıramayacak sonsuza dek yaşamanın.

Yes, survivability will crush this groaning mortal body,The body can not handle the burden of living forever.
Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!
Bu dehşetli yükün altında dizler titriyor,

İnsanoğlunun omzu buna üç adımdan fazla dayanmıyor!

Knees are trembling 'under the weight of this terrible burden',Human beings shoulders can not bear this ,more than three steps!
Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.
Ağır ağır gidiyorken cenaze kafilesi,
Sonunda musalla taşı oldu birinci basamağı.
The funeral cortege was going slowly,Finally, the grave stone became the first step.
Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im'âna perde perdehayât.
Bu son minberin üstüne ölüm hatibi çıkınca,

Dikkatli gözler önünde açıldı hayat perde perde.

When the orator of death climbed on top of last pulpit,The life opened in layers in front of careful eyes.
Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!
Senin en son tahtındır şu pervasız uzanmış taş,
Ki yumuşak yatağından çıkar, bir gün ona vurursun baş!
Your most recent throne is that recklessly outstreching stone,so you get out of your soft bed,one day, you place your head on it!
Elinde yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!'
Elinde yok kurtuluş imkânı, hayatın boyunca uğraş...

O, mutlaka yolunu kesecektir, aşılmaz... Gücün yeterse aş!

No possibility of salvation in your hand,struggle in your whole life ...He certainly will cut off the path, impenetrable ...Overcome if you can !
Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ:Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musalla: Yetim göz yaşlarının taşlaşmış bir dalgasıdır;
Musalla: Dünya denen matem evinin benzersiz bir âhıdır;
Grave: is a petrified wave of orphan tears ;Grave: is a unique curse of the mourning house called 'the world';
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.
Musalla: Dünyada ahiretin tebliğ edildiği minberdir;
Musalla: İrfan sahipleri önünde duran bir ibret dersidir.
Grave: is the pulpit where the afterlife is notified in the world;Grave: Is a course standing in front of the owners of lore.
Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler.
Bu minberden iner dünya âlemine en müthiş hakikatler,

Bu yerden yükselir ilâhî âleme en temiz kanaatler.

The greatest truths come down from the pulpit to the booze of world,From here rises the clearest conclusions to the divine universe.
Civârından geçer zulmette bîpâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!
Etrafından geçer karanlıkta sayısız hayaletler:
Kefenleri omzunda geçmişler, çıplak kalan sefaletler!
Numerous ghosts pass around in the dark :shrouds on shoulders bygone, naked miseries!.
Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân
Babam, kardeşlerim, evladım, annem...Belki bunlardan

Daha çok sevdiğim kıymetli bir çok can dostu şu an,

My father, my brothers, my son, my mother ... Perhaps some more precious close friends loved more than them now,
Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!
Dünyaya son kez dikkat ve ibretle bakar sanırım bu taştan.

Benim ruhum duyar sessiz bin çığlık bu taştan!

I think he stares at the world carefully and wisely on this stoneMy soul hears a thousand silent screams from that stone!
Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Saltanatların tahtı devrilir, alt üst olur dünya;
Sağlam surlar ve kaleler düşer bir bir, bu taş hâlâ,
The throne of the reigns turn over , the world is turned upside down;Strong walls and castles fall one by one, the stone still,
Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.
Durmuş alay eder zamanın yıkıp harab eden eliyle;
Bütün varlığa hükmeden bir yokluk sembolüdür güya.
Makes fun of the destroying hands of the time .As though,it is the symbol of poverty dominating the whole presence
Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldütahtmemâtın girip birer koluna.
Namaz kılındı, dua bitti, kervan yoluna
Düzüldü, ölüm tahtının girip birer koluna.
Prayers, prayer is over, the caravan took its way linking in the arms of death throne,
Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.
Yarım saat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyanın, ahiret yurdu.
Half an hour was not yet. Passengers stopped;So,The neighbor of the world is the home of the Hereafter.
Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Cenaze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura.

Funeral landed slowly from the shoulders , then, nestled in a pit in the middle of pine trees .
Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur

Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur,
Kabardı toprağın altında bir çıban, bir ur!
Three or five shovelful of mud was thrown on "a fistula,a tumor rose under the soil!
Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini
Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkada kalandan sorun iç yakan acısını;
Yes, if the corpse doesn't feel the horror

"Return and ask from the rest the sorrow griping the soul;

Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak

İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!..

Sessizlik içinde uyurken şu bir yığın toprak,
Sonsuza dek o küçük ruh çırpınıp duracak!.
While sleeping on a pile of soil in silence, That little soul will go on fluttering forever! ...

4'lü tablo sunum[]

Şiir Metni
Güncel Türkçesi
İngilizce Tercüme
Osmanlıca
Sokakta sâde bir "âmîn!" sadâsıdır gidiyor:
Mahalle halkı birikmiş, imam duâ ediyor.
Sokakta sâde bir "âmin!" sesidir gidiyor: Mahalle halkı birikmiş, imam dua ediyor.
A simple Amen voice goes down the street people of the neighborhood has come together, the imam prays.
Osmanlıca
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tâbût,
Başında çınlayan âvâzı dinliyor, mebhût;
Basık bir ev; kapının iç yanında bir tabut, Başında çınlayan avazı dinliyor, şaşkın ve suskun;
A flattened house,a coffin next to the inner door , listening to the sound tingling at the top, mebhut (confused and speechless).
Osmanlıca
Denildi: "Fâtiha!'; âmîni kestiler bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
Denildi "Fatiha!", âmini kestiler; bu sefer,
Göğüsler inledi, derken, açık duran eller,
'They were asked, "Al-Fatiha!", they stopped amen , this time,Breasts moaned,meanwhile the open hands,
Osmanlıca
Hazîn alınları bir kerre okşayıp indi;
Deminki zemzemeler bir zaman için dindi.
Hüzünlü alınları bir kez okşayıp indi;
Deminki çağıldayan sesler bir zaman için dindi.
caressed the sad foreheads once and went down; the sounds murmuring before, stopped for a time.
Osmanlıca
Duyuldu sonra imâmın nidâ-yı mağmûmu, Diyordu:
Duyuldu sonra imamın gamlısesi ,
Diyordu:
Soon the mournful cry of the imam was heard ,Said:
Osmanlıca
- Söyleyin Allâh için şu merhûmu,
Nasıl bilirsiniz ey müslümanlar? - İyi biliriz!
-Söyleyin Allah için şu merhumu ,
Nasıl bilirsiniz ey Müslümanlar?

-İyi biliriz!
-Tell me, for God ,How do you know this decendent?-Well,we know!
Osmanlıca
-Yarın huzûr-i İlâhîde toplanıp hepiniz,
Bu yolda hüsn-i şehâdet edersiniz ya?

-Yarın Allah'ın huzurunda toplanıp hepiniz,

Bu yolda iyi şehadet edersiniz ya?

Tomorrow all of you will gather in the heavenly peace will you witnnes he was good in this way
Osmanlıca
- Evet!
- İmâm efendi, helâllık da iste, merhamet et...
-Evet!'
-İmam efendi, hellallık da iste, merhamet et...
-Yes! "

- Master Imam, request forgiveness, have mercy ...

Osmanlıca
- Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
- Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!
-Helâl edin hadi öyleyse şimdi hakkınızı.
-Helâl edin hadi bekletmeyin adamcağızı!
So come on say halal for your rights now. Please come on-Halal Do not make the man wait!
Osmanlıca
Cemâatin yüreğinden kopup "helâl olsun!"

Nidâ-yı saffeti, birden cenâze, ah-ı derûn,
Cemaatin yüreğinden kopup "helâl olsun"
Saffetle dolu bir nida, birden cenaze, içten gelen bir ah
Coming from the heart of the communitylawful for you " A full cry of purity, suddenly the funeral, uttering a heartfelt ah!
Osmanlıca
Misâli uğradı evden; fezâda yükseldi.
İçerde başladı bir cûş-i nevhadır şimdi;
Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:
Gibi çıktı evden; gökyüzünde yükseldi.

İçerde başladı coşan bir ağıt şimdi;


Baş örtüsüyle kadınlar gözüktü pencereden:

left home..An overflowing cry has begun inside Women with scarves has appeared from the window
Osmanlıca
- Bıraktın öyle mi, en sonra kardeşim, bizi sen?
- Yıkıldı dostlar evim, barkım... Âh gitti kocam!..
-Bıraktın öyle mi en sonra kardeşim bizi sen!'
-Yıkıldı dostlar evim barkım... Ah gitti kocam!..
You left us brother in the end,didn't you! "

My home has collapsed ... Oh, my husband is gone ..

Osmanlıca
- Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
- Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kerre,
-Dayım melek gibi insandı; ben nasıl yanmam!
-Tamam otuz senedir komşuyuz da bir kere
My uncle was just like an angel;how don't I grieve

-Okay,we have been neighbours for thirty years

Osmanlıca
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, hemşîre!
- Zavallı Remziye! Boynun büküldü evlâdım...
Kızıp da "ey!" demiş insan değildi, kardeşim!'
-Zavallı Remziye! Boynun büküldü evladım...
He wasn't a man who says 'oh'when he gets angry,-Poor Remziye!You are now an orphan my child...
Osmanlıca
- Babam ne oldu?
- Baban... Öldü.
-Babam ne oldu?
-Baban... Öldü.
-What happened to my father?-Your father ... He's dead.
Osmanlıca
- Etme Ayşe Hanım,
Bu söylenir mi ya? Hicrân olur zavallı kıza...

- Ayol, şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...

-Etme Ayşe Hanım,Bu söylenir mi ya? Unutulmaz bir acı olur sonra zavallı kıza..
-Ayol şu öksüzü bir parçacık avutsanıza...
Please don't Ayşe Hanım,can this be said to a child?Soon this becomes an unforgettable sorrow for her..

Console the orphan a little ...

Osmanlıca
Açın da cumbayı etrâfa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,
Açın da cumbayı etrafa baksın ağlamasın...
Göründü cumbada baktım ki tombalak, sarışın,
Open the oriel let her look around.. ...the blonde fatso has apperad at the oriel, I saw
Osmanlıca
Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.
Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,
Sevimli bir küçücek kız... Beşinde ancak var.

Donuk yanakları üstünde parlayan yaşlar,

A pretty little girl...She is nearly. five.Shining tears on her dull cheeks
Osmanlıca
Zavallının eriyen ruh-i bî-günâhı idi.
Benim o mersiye yâdımda ağlıyor ebedî.
Zavallının eriyen günahsız ruhu idi.
Benim o ağıt hatırımda ağlıyor ebedi.
Melt was the innocent spirit of the poor.That cry is crying in my memory eternally
Osmanlıca
Sefine pâre ki: sırtında mevc-i bî-hissin,
Yüzer... Önünde ademden nişâne bir engin,
Bir küçük gemi ki sırtında hissiz dalganın,
Yüzer, önünde yokluğa işaret eden bir engin,
A small ship on the neck of the senseless wave ,Floats in the front an extense pointing the absence,
Osmanlıca
Çeker durur onu sâhil-cüdâ açıklarına;
Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlıyana?
Çeker durur onu sahili olmayan açıklarına;

Bakar mı bir taşın üstünde durmuş ağlayana?

continiously pulls it to the offshore without beachesDoes it care anybody crying on a rock?
Osmanlıca
Cenâze dûş-i cemâatte çalkalandıkça,
O tahta pâreye benzerdi, düşmüş emvâca.
Cenaze cemaatin omzunda çalkalandıkça,

Benzerdi dalgalara düşmüş tahta parçasına.

While the funeral was slushing on shoulders,It resembled a piece of wood fallen into waves.
Osmanlıca
Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetîmin huruş eden yaşını?
Nasıl duyar ki uzaklarda inleyen kadını?
Nasıl görür ki yetimin çağlayan göz yaşını?
How can he hear the crying woman far out?How can he see the gurgling tears of the orphan?
Osmanlıca
Buhây ü hûy-i kıyâmet-nümûn içinde söner,
Samîm-i hilkati sûzân eden enîn-i beşer.
Bu kıyamete benzeyen kargaşa içinde söner,

İnsanoğlunun yaratılışın kalbini yakan feryatları.

Goes out in the chaos which resembles resurrectionThe wail of humanbeing which cauterizes the heart of creation.
Osmanlıca
Değilmiş öyle geniş nâlenin hudûdu meğer:
Sokak bitip dönülürken kesildi mâtemler.
Feryadın sınırı o kadar geniş değilmiş meğer:

Sokak bitip dönülürken kesildi matemler.

The limits of the wail wasn't large enough, in factLament ended and cut when the streets emptied
Osmanlıca
O tahta pâre-i câmid, o iğbirârsamût,
Güzer-gehindeki eşbâhı bir mehîb sükût
O cansız tahta parçası, o sessiz kırgınlık,

Yolu üstündeki varlıkları heybetli bir sessizlik

That inanimate piece of wood,that silent piqueThe creatures on its way,in a majestic silence
Osmanlıca
İçinde haşr ederek dalgalarla seyrediyor;
Zemîne bakmıyor artık semâ deyip gidiyor.
Etrafında toplayarak, dalgalarla seyrediyor;
Yeryüzüne bakmıyor artık, gökyüzü deyip gidiyor.
Gathering around, watching with the waves;Now he isn't looking at the earth, going while saying sky.
Osmanlıca
Bu mahmilin neye sık sık değişsin efrâdı?
Suâli fikre büyük bir hakîkat anlattı:
Bu tabutu yüklenip giden kişiler neden sık sık değişirler?
Sorusu fikre büyük bir gerçeği anlattı:
Why do the people carrying the coffin often change?The question told a great truth to the idea
Osmanlıca
Evet bekâ ezecek cism-i zârfânîyi,
Vücûd çekmiyecek ömr-i câvidânîyi,
Evet beka ezecek bu inleyen ölümlü cismi,

Vücut, yükünü kaldıramayacak sonsuza dek yaşamanın.

Yes, survivability will crush the groaning mortal body,The body can not handle the burden of living forever.
Osmanlıca
Bu bâr-ı müdhişin altında titreyip dizler,
Dayanmıyor üç adımdan ziyâde dûş-i beşer!
Bu dehşetli yükün altında dizler titriyor,

İnsanoğlunun omzu buna üç adımdan fazla dayanmıyor!

Knees are trembling 'under the weight of this terrible burden',Human beings shoulders can not bear this ,more than three steps!
Osmanlıca
Ağır ağır gidiyorken cenâze kâfilesi,
Nihâyet oldu musallâ birinci merhalesi.
Ağır ağır gidiyorken cenaze kafilesi,
Sonunda musalla taşı oldu birinci basamağı.
The funeral cortege was going slowly,Finally, the grave stone became the first step.
Osmanlıca
Çıkınca üstüne son minberin hatîb-i memât,
Açıldı dîde-i im'âna perde perdehayât.
Bu son minberin üstüne ölüm hatibi çıkınca,

Dikkatli gözler önünde açıldı hayat perde perde.

When the orator of death climbed on top of last pulpit,The life opened in layers in front of careful eyes.
Osmanlıca
Senin en son serîrindir şu bî pervâ uzanmış taş;
Ki nermin hâb-gâhından çıkar, bir gün vurursun baş!
Senin en son tahtındır şu pervasız uzanmış taş,
Ki yumuşak yatağından çıkar, bir gün ona vurursun baş!
Your most recent throne is that recklessly outstreched stone,so that you get out from your soft bed,one day ,on it, you place your head!
Osmanlıca
Elinde yok halâs imkânı, mâdâme'l-hayât uğraş...
O, mutlak sedd-i râhındır, aşılmaz.. Muktedirsen aş!'
Elinde yok kurtuluş imkânı, hayatın boyunca uğraş...

O, mutlaka yolunu kesecektir, aşılmaz... Gücün yeterse aş!

No possibility of salvation in your hand struggle during your life ...He certainly will cut off the path, impenetrable ...Overcome if you can !
Osmanlıca
Musallâ: Müncemid bir mevcidir eşk-i yetîmânın;
Musallâ:Ahıdır, berceste, mâtem-zâr-ı dünyânın;
Musalla: Yetim göz yaşlarının taşlaşmış bir dalgasıdır;
Musalla: Dünya denen matem evinin benzersiz bir âhıdır;
Grave: is a petrified wave of orphan tears ;Grave: is a unique curse of the mourning house called 'the world';
Osmanlıca
Musallâ: Minber-i teblîğidir dünyâda, ukbânın;
Musallâ-: Ders-i ibrettir durur pîşinde, irfânın.
Musalla: Dünyada ahiretin tebliğ edildiği minberdir;
Musalla: İrfan sahipleri önünde duran bir ibret dersidir.
Grave: is the pulpit where the afterlife is notified in the world;Grave: Is a course standing in front of the owners of lore.
Osmanlıca
Bu minberden iner nâsûta en müdhiş hakîkatler,
Bu yerden yükselir lâhûta en hâlis kanâ'atler.
Bu minberden iner dünya âlemine en müthiş hakikatler,

Bu yerden yükselir ilâhî âleme en temiz kanaatler.

The greatest truths come down from the pulpit to the booze of world,From here rises the clearest conclusions to the divine universe.
Osmanlıca
Civârından geçer zulmette bîpâyan hayâletler:
Kefen-ber-dûş geçmişler, kalan üryan sefâletler!
Etrafından geçer karanlıkta sayısız hayaletler:
Kefenleri omzunda geçmişler, çıplak kalan sefaletler!
Numerous ghosts passes around in the dark :shrouds on shoulders bygone, naked miseries!.
Osmanlıca
Babam, kardeşlerim, evlâdım, annem... Belki bunlardan
Muazzez bildiğim kıymetli birçok yâr-ı can el'ân
Babam, kardeşlerim, evladım, annem...Belki bunlardan

Daha çok sevdiğim kıymetli bir çok can dostu şu an,

My father, my brothers, my son, my mother ... Perhaps somemore precious close friends loved more than them now,
Osmanlıca
Bu taştan atfeder zanneylerim dünyâya son im'ân...
Benim rûhum bu heykelden duyar hâmûş bin efgân!
Dünyaya son kez dikkat ve ibretle bakar sanırım bu taştan.

Benim ruhum duyar sessiz bin çığlık bu taştan!

I think he stares at the world carefully and wisely on this stoneMy soul hears a thousand silent screams from that stone!
Osmanlıca
Serîr-i saltanatlar devrilir, alt üst olur dünyâ;
Müşeyyed bürc ü bârûlar düşer bir bir, bu taş hâlâ,
Saltanatların tahtı devrilir, alt üst olur dünya;
Sağlam surlar ve kaleler düşer bir bir, bu taş hâlâ,
The throne of the reigns turn over , the world is turned upside down;Strong walls and castles fall one by one, the stone still,
Osmanlıca
Zamânın dest-i tahrîbiyle, durmuş, eyler istihzâ;
Bütün mevcûda hâkim bir adem timsâlidir gûyâ.
Durmuş alay eder zamanın yıkıp harab eden eliyle;
Bütün varlığa hükmeden bir yokluk sembolüdür güya.
Makes a mockery of the hands of time that demolishes and ruins;As though it is the symbol of poverty dominating the whole presence
Osmanlıca
Namaz kılındı; duâ bitti. Kârban, yoluna
Düzüldütahtmemâtın girip birer koluna.
Namaz kılındı, dua bitti, kervan yoluna
Düzüldü, ölüm tahtının girip birer koluna.
Prayers, prayer is over, the caravan took its wayLinking in the arms of death throne,
Osmanlıca
Yarım sâat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyânın âhiret yurdu.
Yarım saat henüz olmuştu. Yolcular durdu;
Demek ki; komşusu dünyanın, ahiret yurdu.
Half an hour was not yet. Passengers stopped;So,The neighbor of the world is the home of the Hereafter.
Osmanlıca
Cenâze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura,

Cenaze indi omuzdan yavaş yavaş, sonra,

Sokuldu servilerin ortasında bir çukura.

Funeral landed slowly from the shoulders , then, Nestled in a pit in the middle of Cyprus pine trees .
Osmanlıca
Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur

Kabardı toprağın altında bir an, bir ur!

Atıldı üstüne üç beş kürek kemikli çamur,
Kabardı toprağın altında bir çıban, bir ur!
Three or five shovelful of mud was thrown on "a fistula,a tumor rose under the soil!
Osmanlıca
Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkadakinden sorun fecâ'atini
Evet, çıban, ki yatan duymuyorsa dehşetini,
Dönün de arkada kalandan sorun iç yakan acısını;
Yes, if the corpse doesn't feel the horror

"Return and ask from the rest the sorrow griping the soul;

Osmanlıca
Sükûn içinde uyurken şu bir yığın toprak

İlel'ebed o küçük rûh çırpınıp duracak!..

Sessizlik içinde uyurken şu bir yığın toprak,
Sonsuza dek o küçük ruh çırpınıp duracak!.
While sleeping on a pile of soil in silence, That little soul will go on fluttering forever! ...
Osmanlıca



Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

Ahiret yolu1

Mehmet Akif Ersoy'un Ahiret Yolu şiiri

Ahiret yolu2

Mehmet Akif Ersoy'un Ahiret Yolu şiiri

Ahiret yolu3

Mehmet Akif Ersoy'un Ahiret Yolu şiiri

Ahiret yolu4

Mehmet Akif Ersoy'un Ahiret Yolu şiiri

Advertisement