Yenişehir Wiki
Advertisement

İstiğrak - Mehmet Akif Ersoy - Safahat[]

thumb|300px|right|istiğrak - mehmet akif ersoy - safahat - yusuf ziya özkan
Kendinden Geçme
thumb|300px|right|istiğrak - mehmet akif ersoy - safahat - yusuf ziya özkan

Düşün ki karanlık bir gece , yıldızları doğmamış

Yatar heybetli kucağında uzayıp giden bir çöl

Düşen gümrâh için yol bulma yok emvâc-i zulmetten;
Bu çöle düşüp yolunu şaşırmış kişinin karanlık dalgalarından yolunu bulması imkansızdır.
Gidilmez... Her adım attıkça bir girdâb olur rehzen;
Gidilmez...Her adımda bir girdap yolunu keser;
O rîkistâna batmış, çalkanan seyyâh-i âvâre
O kum deryasına batmış, çalkalanan avare gezgin
Nasıl müştâk ise bir nûra, bir necm-i rehâkâre;
Nasıl arzu ederse bir nuru, bir yol gösterici yıldızı,
Sana ey lem'a-i ümmîd ben de öyle müştâkım;
Seni ey ümit parıltısı, ben de öylesine arzu etmekteyim;
Görün bir kerre zîrâ pek karanlık oldu âfâkım!
Görün bir kere, çünkü pek karardı ufuklarım!
Coşkun bir okyanusu hayal et zihninde
Nişandır yükselen her mevc-i tûfan-hîzi bir dağdan;
Yükselip tufanlar koparan her dalgası bir dağı andırır;
Ölüm var, kurtuluş yok sâhil-i imdâd uzaklarda;
Ölüm var, kurtuluş yok, yardıma yetişecek sahil uzaklarda;
Demâdem rûh titrer korkudan donmuş dudaklarda.
Ruh sürekli titrer korkudan donmuş dudaklarda.
O coşkun unsurun savletleriyle uğraşan kimse,
O coşkun suların hücumlarıyla uğraşan kimse,
Nasıl eyler tehâlük bir kenârtesliyet görse
Nasıl heyecanla atılır tutunacak bir kıyı görse,
Muhâtlücce-i ye's olduğum bir böyle hâlimde
Ümitsizlik dalgalarıyla kuşatıldığım böyle bir halimde,
Senin tayfın da aynıyle o sâhildir hayâlimde.
Senin hayalin de tıpkı o sahildir hayalimde.
Düşün âvâre bir mâder ki: Evlâdından olsun dûr;
Zavallı bir anne düşün ki: Uzak kalmış yavrusundan;
Tahayyül eyle yâhud bir yetîm-i hânüman-mehcûr
Veya bir yetim hayal et, ayrı düşmüş yuvasından;
O bedbahtın nasıl evlâdı hiç gitmezse yâdından;
O talihsizin nasıl hiç çıkmazsa yavrusu aklından;
Nasıl çıkmazsa mâder, öksüzün bir dem fuâdından;
Öksüzün nasıl çıkmazsa annesi bir an bile kalbinden;
Benim yâdım da, ey ârâmcan, yâdgüzînindir.
Ey ruhu dinlendiren varlık, yüksek hatıran işte böyle hep aklımdadır.
Ne yapsam çünkü manzûrum, senin feyz -i mübînindir:
Çünkü ne yapsam gördüğüm senin apaçık feyzindir.
Sularda yankılanan ise hiç son bulmayacak güzelliğindir.
Nazlı salınışındır, o oynak dalgalar, ırmakta;
Taze kokundur gizlenen, hoş kokulu çiçeklerde.
Gecelerin koynunda uykuya dalmış nazlı seherler,
Eder gîsûna yaslanmış cebîn-i pâkini ihtâr.
Saçlarına yaslanmış temiz alnını hatırlatır.
Yeryüzü senin eserlerinle dolu; gök nurlarının altındadır;
Alemler hep bakışları süsleyen yüzünün aynasıdır
Çekilmek istemiş de subh-dem bir câytenhâya,
Sabah vakti tenha bir yere çekilmek istemiştim,
Oturmuş sâhil-i deryâya, dalmıştım temâşâya.
Deniz kenarına oturmuş, seyre dalmıştım.
Henüz âfâk açılmıştı: Semâ mahmûr idi hâttâ
Ufuklar henüz açılmıştı: Gök uykulu idi hattâ,
Nümâyân olmamıştı hâb-gâhından güneş hâlâ.
Güneş yattığı yerden kalkıp görünmemişti hâlâ.
Derin bir samte müstağrak leb-i deryâda hiç ses yok...
Derin bir sessizliğe dalmış, sahilde hiç çıt yok...
Sabâ durgun, sular durgun, bütün eşyâda durgunluk!
Rüzgâr durgun, sular durgun, bütün eşyada durgunluk.
O ferş-i nîlgûn üstünde, tıflnâzenin-vâri,
Masmavi yatağı üstünde nazlı bir çocuk gibi,
Uyurken dâye-i bîdarsubhun tıflenvârı;
Uyurken uyanık sabah dadısının nur çocuğu;
Güneş, pîşinde dağlar perde-dâr olmuş, harîmindan
Güneş, dağların önünde perde çektiği hareminden
Görünmüş, sonra şehrâhında yükselmişti tedrîcen.
Görünmüş, sonra yavaşça yükselmişti yörüngesinde.
Teâlî eyleyince birzaman bâlâ-yı kudrette,
Bir süre yükselince Kudret'in yücelerinde,
Işıklar dalga dalga oldu o durgun genişlikte.
Bu cûşişler o dagın havzsimîni uyandırdı;
Bu dalgalanış o dagın gümüşten havuzu uyandırdı;
Sabâ enfâssevdâ perveriyle dalgalandırdı.
Sabâ rüzgârı sevdalı nefesleriyle onu dalgalandırdı.
Açıklardan gelen emvâcpeyderpeyle, sâhilden
Açıklardan gelen art arda dalgalarla sahilden
Bir nağme, hüzünlü bir nağme git gide vecdimi artırdı.
Kulak verdim o âhenge: Meğer âheng-i şi'rinmiş!
Güneş: Rûhun imiş; bir huzme şeklinde inen nûru:
Güneş ruhun imiş; bir demet şeklinde inen nuru:
O menba'dan hurûşan sânihanmış doğrudan doğru.
O kaynaktan fışkıran fikirlerinmiş doğrudan doğruya.
Tecellî etti artık anladım: Sensin bütün dünyâ..
Ortaya çıktı artık, anladım: Bu dünya sensin...
Bu senlikte fakat ey yârgaib, ben neyim âyâ?
Bu senlikte fakat ey görünmez sevgili, acaba ben neyim?
Advertisement