Yenişehir Wiki
Advertisement

إِنَّا جَعَلْنَا فِي أَعْنَاقِهِمْ أَغْلَالًا فَهِيَ إِلَى الْأَذْقَانِ فَهُمْ مُقْمَحُونَ

Türkçe Okunuşu: İnnâ cealnâ fî a’nâkıhim aglâlen fe hiye ilel ezkâni fe hum mukmehûn(mukmehûne).

Türkçe Meali: Muhakkak ki Biz, onların boyunlarına, çenelerine kadar halkalar (zincirler) kıldık (geçirdik). Bu sebeple onlar, başları yukarı kaldırılmış olanlardır.

Kelime Kelime Anlamı:

  • innâ : muhakkak ki biz
  • cealnâ : kıldık, yaptık
  • fî a'nâkı-him : onların boyunlarında
  • aglâlen : halkalar, zincirler
  • fe hiye : böylece o
  • ilel ezkâni (ilâ el ezkâni) : çenelere kadar
  • fe hum : böylece onlar
  • mukmehûne : başları yukarı kalkık olanlar, başları yukarı kaldırılmış kimseler.

TEFSİRİ:

Boyunduruk Cezası

"Biz onların boyunlarına öyle bukağılar geçirdik ki, bunlar, çenelerine kadar dayandı. Şimdi onlar, kafaları ve burunlan yukarı kaldırılmış haldedirler"

(Yasin, 8).

Cenâb-ı Hak, onların iman etmeyeceklerini beyân buyurunca, bu işin kendisinden olduğunu beyan ederek, "Çünkü, biz onların boyunlarına öyle bukağılar geçirdik" buyurmuştur. Bu hususta da şu izahlar yapılabilir:

a) Bundan murad,"Biz onları, eli sıkılar, Allah yolunda infakda bulunmayanlar kıldık" demek olup, bu, Cenâb-ı Hakk´ın tıpkı, "Elini boynunu bağlama"M.29) ayeti gibidir.

b) Bu ayet, Ebu Cehil ile Manzum kabilesine mensub iki arkadaşı hakkında nazil olmuştur. Çünkü Ebu Cehil, Hz. Muhammed (s.a.s)´in başını kıracağına dair yemin etmişti. Derken onu, secde ederken buldu. Eline bir kaya parçası alarak, onun başına bırakmak için o taşı kaldırdı, ama o taş, Ebu Cehll´in eline, eli de boynuna, omuzuna yapışiverdi.

c) Bu görüş, diğerlerinden daha kuvvetli olup, önceki ifadelerle daha fazla münasebet arzetmektedir. Buna göre ayetin bu ifâdesi, Allah´ın, bu kimseleri, hidâyete ermekten men etmesinden bir kinayedir. Bu tabirle ilgili birkaç mesele vardır:

Birinci Mesele


Peki bu ifâdenin, ilk İki izah açısından önceki ayetlerle bir münasebeti var mıdır?

Cevap: Biz diyoruz ki, birinci izahın böyle bir münasebeti vardır ve bu şöyledir: "Artık bunlar, iman etmezler"(Yasin, 7) ifadesinin içine, onların

namaz kılmayacakları hususu girebilir. Çünkü Cenâb-ı Hak, "Allah imanınızı zayi edici değildir" (Bakara, 43) buyurmuştur.

Bazı müfessirlere göre, buradaki "İman" sözü ile, "namaz" manası kastedilmiştir. Zekâtın, daha önce de beyan ettiğimiz gibi, namazla münasebeti vardır. Buna göre Cenâb-ı Hak sanki, (bu iki ayet birlikte mütalaa edildiğinde), onlar namaz kılmaz, zekât vermezler" demek istemiştir.

İkinci izaha göre de, sezilmeyen şöyle bir münasebet söz konusudur. Cenâb-Hak, "Andolsun ki, bunların çoğunun üzerine o söz hak olmuştur" buyurup, biz de, bundan kastedilen mananın, "burhan" "açık delil" olduğunu beyân edince, bundan sonra Cenâb-ı Hak, "Hayır, hayır, onlar, elinin boynuna yapışıp, taşı da peygamberin boynuna atamaması, son derece kesin ve açık olan bir şeyi görüp müşahede ettiler -ki bu, aslında kişiyi, İman etmeye sevkedecek olan bir hadisedir-, ama onlar buna rağmen iman etmediler. İşte onlann, hiçbir zaman iman etmeyecekleri de, böylece anlaşılmış oldu" buyurmuştur. Fakat bu hususta esas tefsir ve açıklama, üçüncü açıklamadır. [13]


İkinci Mesele


Ayetteki zamiri, neye racidir? Cevap: Bu hususta şu iki izah yapılabilir:

a) Bu zamir, "eller"e racidir. "Eller" ifadesi, her ne kadar ayette yer almamış ise de, ancak ne var ki, malûm ve bilinmektedirler. Çünkü, bağlanmış olan şey, o kimselerin iki eli olup, bu iki eli de bir bukağı ile boynuna raptedilmiştir.

b) Zemahşerî´nin tercih ettiği görüşe göreyse, zamir, ayetteki "bukağılar" kelimesine raci olup, ayetin manası, "Biz, onların boyunlarına, çenelere kadar varıp dayanan ve böylece de boynuna bunların takıldığı kimsenin kendileri sebebiyle başını eğme imkânı bulamadığı, kalın ve ağır bukağılar ve tasmalar takdık" şeklinde olur. [14]


Boyunduruktan Maksad


Boyunda bukağıların olması hâdisesinden, onların iman etmeyecekleri hususu nasıl anlaşılabilir? Ki böylece bu boyunlarına bukağıların takılması, iman etmemeden bir kinaye olabilsin?! (Bu mümkün mü?)

Cevap: Biz diyoruz ki: Boynuna, çenesine kadar varan bukağılar takılmış ve böylece de başı dimdik yukarda kalıvermiş kimseler, ayağının Önündeki yolu iyi göremez. Cenâb-ı Hak, bu ifadenin akabinden de, bu kimsenin hem önünde hem de arkasında setler bulunduğunu beyan buyurmuştur. Binâenaleyh, bu demektir ki bu kimse, o yola girmeye ve onu görmeye muktedir olamaz. Yine Allah Teâlâ biraz önce, peygamber olarak gönderilen şahsın, dosdoğru bir yol üzere bulunduğunu belirtmiştir. Binâenaleyh, peygamberin, kendisini aklî olan bu dosdoğru yola hidayet edip çağırdığı bu kimse, tıpkı maddî yolu görmekten alıkonulan "mağlub", yani boynuna bukağılar takılmış olan kimse gibi, âdeta engellenilmiş gibi olur.

Şöyle bir izah da yapılabilir: "Boyunlarda bukağılar bulunması", o kişinin inkiyâd ve itaat etmemesi anlamındadır. Çürkü itaat eden kimse hakkında, "Onun başını eğdiği ve emre boyun büküp uyduğu" söylenilir. Halbuki boynunda, çenelere kadar varıp dayanan tasmalar bulunan kimse ise, başını eğmez ve o başını, tasdik edip hakka boyun eğen kimse gibi hareket ettiremez. Bunun böyle olduğunu "Şimdi onlar, kafaları ve burunları, yukarı kaldırılmış haldedirler" kelimesi de doğrular. Çünkü, "mukmeh" kelimesi, tıpkı bir şey hususunda direnip başını diken kimse gibi, başını diken kimsedir. Çünkü, başını dikip, böylece de su içmeyen veya başını su içmek için eğmeyen deve hakkında, pul denilir. İman da, kendisiyle hayatiyetinin sağlandığı soğuk ve tatlı bir su gibidir. Buna göre Cenâb-ı Hak, "Biz onların boyunlarına öyle bukağılar gerçirdik ki, bunlar, çenelerine kadar dayandı. Şimdi onlar, kafaları ve burunları yukan kaldırılmış haldedirler" buyurmuştur ki, bu sanki, "Onlar, Allah´ın emirlerine boyun eğmezler" demektir. (Fahruddin er-Razi, Tefsir-i Kebir)


"Biz onların boyunlarına halkalar geçirdik. Çenelere kadar dayanan o halkalar yüzünden kafaları kalkıktır."

"Önlerine ve arkalarına set çektik. Gözlerini perdelediğimizden artık göremezler."

Elleri çenelerinin altında, boyunlarına kelepçelenmiştir onların. Bundan dolayı, onların başları zorla yukarıya dikilmiştir, önlerini göremezler artık. Bu sebepten bu çarpıcı tablo içinde bakma ve görme özgürlüklerini kaybetmişlerdir. Ve üstelik, önlerine bir set, arkalarına bir set çekilerek kendileri hak ve hidayetin arasıda engellenmiştir. Artık bu kelepçeler çözülüp de bakmak isteseler, gözleri bu setlerden dolayı hak yolu göremez. Çünkü görme yetenekleri yok edilmiş, gözleri zayıflatılarak perdelenmiştir.

Bu somut tablonun çarpıcılığı ve canlılığı ile birlikte, insan bu tipten insanlarla karşılaşmaktadır. Onlar apaçık hakkı görmeyip algılamayınca gerçekten insanda, kendileri ile hak arasında yukardaki gibi çarpıcı bir engel çekilmiş olduğu kanaati uyanmaktadır. Her ne kadar bu kelepçeler ellerine vurulmuş olmasa da, başları zorla yukarı kaldırılmış olmasa da, kalplerinin ve gözlerinin böyle olduğu kararını vermektedir bu insanlar... Kalpleri hidayete ermekten zorla engellenmiş, gözleri hakkı görmekten çevrilmiştir bunların. Kalpleri ve gözleri ile hidayetin delilleri arasında; bir set burada bir set de orada vardır. İşte Kur'an'ın karşısına bu tür bir inkârcılık ve yüz çevirme ile dikilen o yaratıklar da aynen böyle idiler. Oysa Kur'an delille konuşur, konuları dayanaklarıyla açıklar. Zaten Kur'an'ın kendisi insanın karşısında duramayacağı çok güçlü bir delildir. "Onları uyarsan da uyarmasan da onlar için birdir, inanmazlar." Onların gönüllerine iman işlemez. Kalplerinin yapısını bilen yüce Allah, onlar hakkında hükmünü vermiştir. İmana hazır olamayan kilitlenmiş, imanla arasına setler çekilmiş kalplere uyarı yarar sağlamaz. Çünkü uyarı kararmış kalplere nüfuz edemez, algılamaya hazır diri kalpleri uyandırabilir. (Seyyid Kutub, Fizilal'il- Kur'an)


Çünkü biz onların boyunlarında birtakım bağlar, kelepçeler yapmışızdır.

AĞLAL: Gayının zammesiyle "gull"ün çoğuludur. Bahir'de denilir ki: Gull; zorlama tazyik, azab etmek, esirlik mânâsıyla boynu saran ve boyun ile beraber iki veya bir eli de bağlayandır. Râgıb da şöyle der: Organları ortasına alan bağdır. Bazıları da azab etmek ve şiddet göstermek için eli boyuna bağlayan bağdır, diye ifade etmişlerdir. Kâmus mütercimi de hapsedilenin ve delinin boynuna geçirdikleri demir toka ve lâleye (halka y a) denilir, diye anlatmıştır.

Demek ki gull, kelepçe ve lâle (halka) denilen demir bağlardır. Ebu Hayyan, Bahir'de diyor ki: Zâhir olan bu âyetinin, istiâre değil, hakikat olmasıdır. İman etmeyeceklerini haber verince, ahiretteki hallerinden de bir şey haber verilmiş demektir. Bununla beraber âlimlerin çoğu bunun bir istiâre olduğunu söylemişlerdir ki, hidayetlerine engel olan ruhsal ve sosyal alışkanlık ve şartların "Biz her insanın kuşunu (yaptıklarını) kendi boynuna doladık." (İsrâ, 17/13) âyet i gereğince kazanılmış bir ceza halinde tabiat ve ondan ayrılmayışını tasvirdir. Çünkü tomruk ve kelepçe gibi bağların, ceza ve azab aletlerinden olması itibariyle zorunlu olan yaratılışları değil, kazanmakla hak edişi gerektiren cezaî bir zorlamayı ifade e der. İlk bakışta çağdaş medeniyetin boyun bağlarını hatırlatır gibi görünen bu "ağlâl" hem ferdin yaratılış kabiliyetini yanlış hedeflere sevk eden toplum baskısının kötü sıkıntılarını, hem de batıl itikatlar, çirkin alışkanlıklar, kötü huylar, taklid, ta a ssub, nefsin arzuları gibi küfür ve günahlardan hoşlandırıp, imandan kaçındıran fena huylara ve durumlara nefislerin alıştırıla alıştırıla değişmez hale getirilmiş olmasını temsildir. Evet o kelepçeler "Allah onların kalblerini mühürlemiştir." (Bakara, 2 /7) ifadesi üzere çıkmaz bir şekilde boyunlarına geçirilmiş. Onlar; o demir çemberler, enli, dik yakalıklar halinde Çenelere dayanmıştır. Burunları yukarı, gözleri aşağı somurtmuş kalmışlardır. (Elmalılı Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili).

Advertisement