Yenişehir Wiki
Advertisement

Hekimin hâzıkı bilmem nereden celbedilir.

Meselâ büdce hesâbâtını yoktur çıkaran...

Hadi mâliyyeye gelsin bakalım Mösyö Loran.

Hani tezgâhlannız nerde Sanâyi´ nerde

Ya Brüksel´de, ya Berlin´de, ya Mançester´de!

Biz ne müftî, ne imam istemişiz Avrupa´dan;

Ne de ukbâda şefâ´at dileriz Rimpapa´dan

Siz gidin bunları ıslâha bakın peyderpey;

Hocadan, medreseden vazgeçiniz, Vâlî Bey!"

Ne dedin fıkrama

-A´lâ!

Beni habtettin, İmam!

- Yola gel şöyle biraz, neydi o sözler

- Be Hocam,

Sana biz medresenin hizmeti hiç yok demedik;

Bir bedâhet bu ki inkâra çalışmak delilik.

Halkı irşâd edecek var mı ya sizden başka

Onu insan bile saymaz mütefekkir tabaka!

Köylüden milletin evlâdı kaçarken yan yan,

Sizdiniz köydeki unsurla beraber yaşıyan.

Rûhunuz halkımızın, köylümüzün rûhuna denk;

Sözünüz bir, özünüz bir, o ne mes´ûd âhenk!

Biz bu âhengi harâb etmiyecektik ettik;

Kapanır türlü değil açtığımız kanlı gedik.

Ne kadar benziyoruz şimdi sakat bir duvara...

Vahdetin tertemiz alnında ne çirkin bu yara!

Hadi iş gör bakalım, var mı ki imkân Nerde!

İkilik azmine hâil kesilir her yerde.

Ne desek dinlemiyor, nâfile, bir kimse bizi.

- Uydurun siz de, beyim, halka biraz kendinizi.

- Haklısın.

- Aykırı gitmekle bu yol hiç çıkmaz.

- Konya´daydım...

- Haberim yok, ne zaman
- Bıldır yaz.

Şehri az çok bilir, etrâfznı pek bilmezdim;

Bâri bir köyleri görsem, diye çıktım, gezdim.

Yolda duydum ki: Filân nâhiyenin a´yânı,

Üç gün evvel koyuvermiş hoca bilmem filânı;

Herkes evlâdını almış, kapatılmış mekteb.

Çok fena şey! Hele bir anlıyalım, neydi sebeb.

Hiç işim yok bu da oldukça mühim doğrusu ya,

Gidecek yolcu da var, akşama indik oraya.

Yatsıdan sonra ahâli "bize va´zet" dediler;

Çektiler altıma bir cıllığı çıkmış minder.

Tahta sordum, silinip çevre kadar yenlerle,

Geldi, tâ göğsüme yaslandı sakat bir rahle.

Evvelâ hamdeleden, salveleden başlıyarak

Girmeden maksada dîbâceyi serdim çabucak.

İlme kıymet veren âyâtı, ehâdîsi bütün,

Okudum, hâsılı bülbül gibi öttüm ben o gün.

Sonra, te´yîd-i İlâhî olacak besbelli,

Öyle bir maskara ettim ki o hâin cehli,

Hani kendim de beğendim.

- Adam, anlat, ne dedin

- Biri aklımda değil.

- Öyle mi
- Baktım, sadedin,

Tam zamanıydı, ahâlîye çevirdim yüzümü;

Açtım artık bu sefer ağzımı, yumdum gözümü:

Hiç muallim kovulur muymuş, ayol, söyleyiniz

O sizin devletiniz, ni´metiniz, herşeyiniz.

Hoca hakkıyle beraber gelecek hak var mı

Sizi mîzâna çekerken bunu sormazlar mı

Müslüman, elde asâ, belde divit, başta sarık;

Sonra, sırtında, yedek şaplı beş on deste çarık;

Altı aylık yolu, dağ taş demeyip, çiğneyerek

Çin-i Mâçin´deki bir ilmi gidip öğrenecek.

Hiç düşünmek de mi yoktur, be adamlar, bu ne iş

En büyük tâli´i Mevlâ size ihsân etmiş,

Hem de ta olduğunuz mevkie göndermişken;

Teptiniz kendi gelen ni´meti sersemlikten!

Çok zaman geçmiyecektir ki bu nankörlüğünüz,

Ne felâketlere meydan verecektir görünüz!

Köylerin yüzde bugün sekseni, hattâ, hocasız;

Siz de onlar gibi câhil kalarak anlayınız!

Bir hatâ oldu, deyip şimdi peşîmansınız a...

Ne çıkar Gitti giden, kıydınız evlâdınıza...

Buna benzer daha bir hayli savurdum, estim.

Ses, nefes hepsi tükenmişti, nihâyet kestim.

Sanıyordum ki duâdan koca mescid inler.

Umduğum çıkmadı hiç: Pek yavaş âmin dediler.

Çekiverdim o zaman ben de hemen Fâtiha´yı.

Yatacağımız odanın sâhibi Mestanlı Dayı,

Getirirken beni, sağ elde fener, mescidden;

"Gürül gürül okuyor hep, gürül gürül okuyor;

Yanıl da bir, deli oğlan, baban mezarda mı, sor!"

Deyivermez mi, ne dersin

- Ama pek hoş cidden.
- Bunu duydum zehir içmiş gibi sersemleştim...

Eve geldik herifin kalbini artık deştim.

Ne de çok şey biliyormuş, be Hocam, köylü meğer!

- Öyledir
- Sen de şaşarsın, hani, söylersem eğer:

Anladım: Bilmiyecek tilki onun bildiğini.

- Hadi naklet bakalım şimdi şu bilgiçliğini
- Dedi:
" Fetvâyı veren mahkeme, yanlış, gerçek

İki da´vâcı ne söylerse bütün dinliyecek.

O zaman kestiği parmak acımaz, âmennâ...

Ama hep bir tarafın ağzına bakmak o fenâ.

Benim arkamdaki düşman bana mevlid mi okur

Dur ki ben söyliyeyim bir de, kuzum, sen hele dur!

Köylü câhilse de hayvan mı demektir Ne demek!

Kim teper ni´meti İnsan meğer olsun eşşek.

Koca bir nâhiye titreştik odunsuz yattık;

O büyük mektebi gördün ya, kışın biz çattık.

Kimse evlâdını câhil komak ister mi ayol

Bize lâzım iki şey vaı: Biri mektep, biri yol.

Niye Türk´ün canı yangın, niye millet geridir;

Anladık biz bunu, az çok senelerden beridir.

Sonra baktık ki hükûmetten umup durdukça,

Ne mühendis verecekler bize, artık ne hoca.

Para bizden, hoca sizden deyiverdik... O zaman,

Çıkagelmez mi bu soysuz, aman Allah´ım aman!

Sen, oğul, ezbere çaldın bize akşam, karayı...

Görmeliydin o muallim denilen maskarayı.

Geberir, câmie girmez, ne oruç var, ne namaz;

Gusül abdestini Allah bilir amma tanımaz.

Yelde izler bırakır gezdi mi bir çiş kokusu;

Ebenin teknesi ömründe pisin gördüğü su!

Kaynayıp çifte kazan, aksa da çamçak çamçak

Bunu bilmem ki yann hangi imam paklıyacak

Huyu dersen, bir adamcıl ki sokulmaz adama...

Bâri bir parça alsaydı ya son son, arama!

Yola gelmez şehirin soysuzu, yoktur kolayı.

Yanılıp hoşbeş eden oldu mu, tınmaz da ayı,

Bir bakar insana yan yan ki, uyuz olmuş manda,

Canı yandıkça, döner öyle bakar nalbanda.

Bir selâm ver be herif. Ağzın aşınmaz ya... Hayır,

Ne bilir vermeyi hayvan, ne de sen versen alır.

Yağlı yer, çeşmeye gitmez; su döker, el yıkamaz;

Hele tırnakları bir kazma ki insan bakamaz.

Kafa onnan gibi, lâkin, o bıyık hep budanır;

Ne ayıptır desen anlar, ne tükürsen utanıı:

Tertemiz yerlere kipkirli fotinlerle dalar;

Kaldırımdan daha berbâd olur artık odalar;

Örtü, minder bulanır hepsi, bakarsın, çamura.

Su mühendisleri gelmişti... Herifler gâvur a,

Neme lâzım bizi incitmediler zeıre kadar;

İnan oğlum, daha insaflı imiş çorbacılar!

Tatlı yüz, bal gibi söz... Başka ne ister köylü

Adam aldatmayı a´lâ biliyor kahbe dölü!

Ne içen vardı, ne seccâdeye çizmeyle basan;

Ne deyim dinleri bâtılsa, herifler insan.

Hiç ayık gezdiği olmaz ya bizim farmasonun...

İçki yüzler suyu, ahlâkını bir bilsen onun!

Şimdi ister beni sen haklı gör, ister haksız,

Öyle devlet gibi, ni´met gibi lâflar bana vız!

İlmi yuttursa hayır yok bu musîbetlerden...

Bırakın oğlumu, câhilliğe râzıyım ben. "

- Hakkı var.

- Pek güzel amma, bu işin yok ki sonu.

Kapadck mektebi, kovduk diyelim farmasonu,

Başı boş köylünün evlâdını kimler yedecek

Adam ister ona insanlığı telkîn edecek.

Bunu nerden bulalım Kimlere ısmarlıyalım

Önce kaç tezgâhımız var, bakalım, bir sayalım...

- Pek uzun boylu hesâb etme, nedir mes´ele ki

Herkesin bildiği şey: Medrese bir, mektep iki.

- İşte arz eyliyorum zât-ı fazîlânenize:

İkisinden de hayır yok bu şerâitle bize.

- Gâlibâ sen yeniden kızdıracaksın Köse yi;

Söyle, mîrasyedi bey, kimdi yıkan medreseyi

Biz miyiz, siz misiniz Sizsiniz elbet...

- Elbet!

- Yıktınız kazmaya kuvvet, ne de sür´atle!

- Evet.
- Bir hünermiş gibi ikrâr ediyor ağzıyle...
- Çünkü mektep yapacaktık onun enkâzıyle.
- Çünkü mektep yapacakmış!.. Ne kolay söylemesi!

Bir kümes yaptığın var mı ki, bir kaz kümesi

- İnkılâb ümmetinin şânı yakıp yıkmaktır.

- Size çılgın demiyen varsa, kuzum, ahmaktır.

Yıkmak insanlara yapmak gibi kıymet mi verir

Onu en çolpa herifler de, emîn ol, becerir.

Sâde sen gösteriver "işte budur kubbe!" diye;

İki ırgadla iner şimdi Süleymâniyye.

Ama gel kaldıralım dendi mi, heyhat, o zaman,

Bir Süleyman daha lâzım yeniden bir de Sinan.

Bunların var mı sizin listede hiç benzeri, yok.

Ya ne var Bir kuru dil, siz buyurun, karnım tok!

Ötmeyin nâfile baykuş gibi karşımda, susun!

- Mürteci´sin be İmam

                   - Mürteci´im, hamdolsun.

-Hele bak hamd ediyor!

                   - Hamd ediyorsam, yeridir.

-Şâfi´î´nin mi, kimindir o şiir

- Hangi şiir

- Hani "Peygamber´in evlâdını candan sevmek,

Râfızîlikse...

                  - Evet,
                                   - "Yerde beşer, gökte melek

Râfızîdir bu, desin hepsi de hakkımda benim,

Ben oyum, işte... " diyor...

                  - Bildim, evet.
                                              - Kâili kim

- Şâfı´î zannederim, neyse, fakat maksadınız

Şunu lûtfen bana teşrîh ediniz, anlatınız.

- Yıkılan yurduma cennet diyemem, ma´zûrum;

Hani ma´mûre Harâbeyle benim neydi zonım

Heybe sırtında "adâlet" dilenirken millet,

Müsterîh olmanın imkânı mı var, insâf et

" Yaşasın!" ma´cunu a´lâ idi, yut, keyfine bak!

Tutmuyor şimdi, fakat, bin yala parmak parmak.

- Neye tiryâkisi oldun bu kadar sen de ayol

Tutmuyor, çünkü alıştın... Yemeyeydin bol bol.

Hem bizim ma´cunu pek hırpalamak doğru mu ya

- Dur canım! Ben kızarım böyle vakitsiz şakaya...

Sözü tekmîl edeyim...

                          - Sonra bitir, dinle biraz:

Bir yutar, beş yutar, afyonkeşi afyon tutmaz;

Der ki: Toprak mı, ne zıkkım bu, varıp anlamalı.

Açılır kurna başından, sıyırır peştemalı,

Nalının sırtına atlar, sürerek doğru gider,

Hangi attarsa, bulur."Tutmadı yâhu, yine!" der.

Gülmeden çatlaya dursun biriken çarşı, pazar;

"Bu kadar tuttuğu yetmez mi kuzum " der attar.


Siz de artık uzun etmektesiniz, hem pek uzun;

Üç saat esnemeden dinlediğim nutkunuzun,

" Yaşasın!" ma´cunu peymâne-i ilhâmı bütün,

Hani, sarhoş kuşa döndün, mütemâdî öttün!

- Bırak oğlum, yeter artık şakanın vakti değil.

- Sen de, öyleyse, bizim ma´cuna baş kesmeyi bil!

- Sâde bir "bal" deyivermekle ağız tatlansa,

An uçmuş diye, kaçmış diye hiç çekme tasa.

Ağlasın milletin evlâdı da bangın bangır,

Durma hürriyeti aldık diye, sen türkü çağır!

Zulmü alkışlıyamam, zâlimi aslâ sevemem;

Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem...

Biri ecdâdıma saldırdı mı, hattâ, boğarım...

- Boğamazsın ki!

                     - Hiç olmazsa yanımdan koğarım.

Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam;

Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam.

Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle,

Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle

Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum

Kesilir, belki, fakat çekmeye gelmez boyunum.

Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim,

Onu dindirnıek için kamçı yerim, çifte yerim.

Adam aldımıa da geç git, diyemem, aldırırım.

Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.

Zâlimin hasmıyım amma severim mazlûmu...

İrticâın şu sizin lehçede ma´nâsı bu mu

- Yok canım!

                    - Yok deme!
                                       - İfrât ediyorsun Köse...
                                                             - Yâ

İşte ben mürteci´im, gelsin işitsin dünyâ!

Hem de baç mürteci´im, patlasanız çatlasanız!

Hadi kânûnunuz assın beni, yâhud yasanız!

- Yasa yok şimdi.

                        - Neden, bitti mi

- Dede Cengiz ya

                        - Bırak, derdimi deştin: Gitti!

- Getirir yine lâzımsa...

- Hayır, gitti gider.

                         - Ya bizim düşmanımızmış o meğer...

Dedenizdir diye bir kahbe çıfıtmış yamayan...

- Size hâ

- Öyle ya, çok geçmedi lâkin, aradan,

Geldi bir başka gâvurcuk, dedi "Cengiz´le, ayol,

Bu hısımlık nereden çıktı ki, siz Türk, o Moğol!.. "

- Sonra ..

                  - Hiç!
                            - Hiç mi
                                          - Sönüp gitti o kızgın piyasa.

- Hem de bir püfle!

                   - Evet, şimdi ne hâkan, ne yasa!

- Kimse ma´kul kefereymiş, o herif.

                    - Sorma Köse´m...

- Çok şükür sizde de pek yok değil amma sersem!

- İğnelersin şu benim neslimi yüz buldukça,

Sana elmas gibi hürriyeti kim verdi, Hoca

Ne yaman şeydi unuttun mu o istibdâdı

Hep fecâyi´di, hayâtın hele hiç yoktu tadı.

Milletin benzi sararmış, işitilmezdi refâh;

Her nefes dört elifin sırtına binmiş bir "âh!"

O ne günler...

                     - Beni kızdırmaya söyler mahsus,

Yeter artık!

                     - Niye
                                      - Ezber bilirim hepsini, sus!

- Ne tuhafsın! Bana döktürmiyeceksin içimi...

- Yokpaşam, sizde tuhaflık o benim haddim mi

- Müstebiddin de gem almaz soyu çıktın, git git,

Sen ki hürriyet için nefyolunurdun, a tirit!

İşi yok şimdi muhâlifliğe sarmış derdi...

- Hoca rahmetli kerâmet gibi söz söylerdi...

- Bâri tuttun mu

- Ne mümkün O zaman nerde akıl

- Sonradan geldiği sâbit mi efendimce, nasıl

- Döverim ha!

- Hadi dövmüş kadar ol!

-Dur be adam,

Dinle, zevzekliği terk et!

- Sana terk ettim, İmam!

- Ne diyordum be ..

- Ya gördün mü kafan aynı kafa!

"Hoca rahmetli" dedin, öyle giriştindi lâfa.

- Evet, oğlum, Hoca sevmezdi, bilirdim, sarayı;

- Ama sövmezdi de hoşlanmadığından dolayı.

Vardı bir duygusu besbelli ki...

- Bilmem, varmış...

Pâdişah dendi mi, çokluk dil uzatmazlarmış!

- Hiç unutmam, Hocazâdem ki, sıcak bir gündü,

Bahçedeydik bana bir parça baban küskündü.


- Sana düşkündü babam, küstüğü olmazdı ama... - Boşboğazsın diye kızmıştı. - Kerâmet! - Sorma! Büsbütün kızdırayım bâri, dedim... - Ya Çok iyi: Çivi, bir an´anedir bizde, sökermiş çiviyi. - "Ortaklık şöyle fenâ, böyle müzebzeb işler, Ah o Yıldız´daki baykuş ölüvermezse eğer, Âkıbet çok kötü... " dîbâce-i ma´lûmiyle, Söze girdim. - Kızıyor muydu - Hayır. - Tekmille! - Bırakan var mı ki Rahmetli hocam doğrularak Dedi: "Oğlum, bu temennî neye benzer, bana bak: Eşeklerin canı yükten yanar, aman, derler, Nedir bu çektiğimiz dert, o çifte çifte semer! Biriyle uğraşıyorken gelir çatar öbürü; Gelir ki taş gibi hâin, hem eskisinden iri. Semerci usta geberseydi... Değmeyin keyfe! Evet, gebermelidir inkisâr edin herife. Zavallı usta göçer bir gün âkıbet, ancak Makâmı öyle uzun boylu nerde boş kalacak Çırak mı, kalfa mı kim varsa yaslanır köşeye; Takım biçer durur artık gelen giden eşeğe. Adam meğer acemiymiş, semerse hayli hüner; Sırayla baytan boylar zavallı merkepler. Bütün o beller omuzlar çürür çürür oyulur; Sonunda her birinin sırtı yemyeşil et olur: "Giden semerciyi, derler, bulur muyuz şimdi Ya böyle kalfa değil, basbayağı muallimdi. Nasıl da kadrini vaktiyle bilmedik tuhaf iş: Semer değilmiş, o rahmetlininki devletmiş!" Nasîhatim sana: Herzeyle iştigâli bırak; Adamlığın yolu nerdense, bul da girmeye bak! Adam mısın: Ebediyyen cihanda hürsün, gez; Yular takıp seni bir kimsecik sürükliyemez. Adam değil misin, oğlum: Gönüllüsün semere; Küfür savurma boyun kestiğin semercilere. " - Sen işin yoksa devir çamları paldır küldür; Neslimin şöyle dönüp bakması hattâ züldür. Gözüm ensemde değil, görmeliyim ben önümü; Kestik attık hele mâzî denilen kör düğümü! Ne zamandan beridir bağlıyız artık bıktık; Demir aldık o sizin an´anelikten çıktık. - Pupa yelken açılın şâyed oturmazsa gemi! Bu tenezzüh, cici bey, doğruca Kağıthâne´ye mi - Hayır, enginleri bir bir geçerek, gâyemize. - Hele bir kerre çıkın Marmara´dan Akdeniz´e! Fıkra gelsin mi - İşin fıkracılık zâten, İmam! Korkarım çam devirirsin yine... - Bilmem çam mam! "Bocalarken bakar üstündeki kaptan acemi, Sarılır bir kayanın boynuna bîçâre gemi. "Bu nedir, Bey Baba, bittik mi, ne olduk " derler; Kimi evrâd okur üfler, kimi lâ-havle çeker. " Yok canım!" der Hacı Kaptan, biriken yolculara: "Su tükenmiş, haberim yok, buyurıın işte kara!" Siz de, oğlum, bu mahârette, bu cür´ettesiniz: Gemi yüzdürmek için kalmadı meydanda deniz! - Dinle bir fıkra da benden bakalım şimdi. - Olur - "Dev-i sâbıkta kazâ teknesi, bir köhne vapur, Akdeniz hattına tahsîs edilir bol keseden. Eski kaptan "Gidemem, der, getirin varsa giden. " Yeni kaptan gelerek, doğru çıkar mevki´ine. Adamın tâli´i oldukça güzelmiş ki yine, Yel üfürsün, su götürsün diye bekletmez pek Gece kalkar bu adem postası İzmir diyerek. Göksu´daymış gibi fış fış yüzedursun miskin... Denizin neş´esi a´lâ, hava enfes... Lâkin, Bir taraftan verivermez mi nihâyet patlak Tekne kör kandil olur, yolcular allak bullak. Şimdi bîçâre süvârîye ne dur var, ne otur; Dinlenir farz ederek birçok emirler savurur. "Getirin haritayı!" der; baksana mâşâ´allâh: Şile, Bartın, Kızılırmak... Güzelim, Bahr-i Siyâh! - Akdeniz yok mu - Hayır yok. Bu nasıl kaptanlık - Haklısın Bey Baba, göndermediler, çok yazdık. Eğilir sonra bakar. İbresi yok bir pusula... Yürümez ezbere, yâhû, gemi, eyvahlar o1a! Bora estikçe eser, dalgalar azdıkça azar... "Getirin ibreyi!" der, bulmanın imkânı mı var "İbre yok, Bey Baba, bilmem ne getirsek " derler... O da: "Öyleyse şehâdet getirin!" der bu sefer. Verdiğin tek silik onluktu, behey aksi İmam, Olacak söz mü dokuz kubbeli, çinçinli hamam Bize devlet diye teslîm olunan şey neydi Çarpacak sâhil arar, kupkuru bir tekneydi! On sekiz mil mi gideydik Batırırdık... - Lebbey Batmadık bir yeriniz kaldı mı, bilmem, cici bey "Devr-i sâbık" mı dedin Şimdi ... Elindeyse, çevir, Ensesinden tutup eyyâmı da gelsin o deviı: Milletin beş parasız onda, emîn ol, yedisi! Gündüzün aç dolaşır, akşama kırk ev kedisi! Yatırın âlemi çavdar kaıışık mezbeleye: Ne bu Ekmek! diye dünyâyı verin velveleye. Hastalık kehle, sefâlet saradursun, kol kol, Sâde siz seyre bakın! - Harb-i umûmî bu, ayol! - Devr-i sâbıkta gebermezdi adam böyle zelîl, Diri bir yanda uzanmış, ölü bir yanda sefil. - Niye hürriyyet için sürgüne gittindi - Evet, Gittim amma bu değil beklediğim hürriyyet. Zâten i´lân edilirken işi çakmıştım ya... Çatlasan hayra yorulmazdı o miskin rü ya! Ne herifler, ne kılıklar, ne nutuklardı, düşün! - Düşünür, arz ederim sonra! - Unutmam, bir gün, Bâbıâlî yokuşundan çıkıyordum, baktım: Yolu boydan boya tutmuş eli bayraklı takım. Geziyor başlann üstünde genizden bir ses. Çömelip, salya sümük ağlayadursun herkes, Ben görür görmez öten zurnayı bir irkildim... Ay, Zuhûrî ye çıkan maskara! Bildim... Bildim... Değişen bir yeri yok dinleyemem kim ne dese. Yine bir kıl keçe altında kapanmış ense; Yine yıllarca hamamsız ki boyun musmurdar; Yine parmak gibi, âfâka batan, tırnaklar; Yine merdâne geçirıniş gibi yatkın bir yüz, Ki hayâ nâmına tek ârıza bilmez, dümdüz! Yine bir tatsız alın, yassı burun, basma çene... Hep o, hiç başka değil, gördüğüm evvelki sene. - Kimdi, anlat şunu - Kuzguncuk´a geçtim bir gün, Molla´nın köşküne yaklaşmadan etmez mi sökün, Belki kırk elli köpek havlıyarak nerdense... - Ama hiç saklama: Korkup da oturdun mu Köse - Köse dünyâda senin söylediğin haltı yemez; Parçalar, belki, fakat üstüme itler siyemez. - Hadi öyleyse, Hocam, sell-i asâ et de yanaş! - Saldıran yoktu ki... Derken kocaman bir karabaş, Karşıdan başladı ses venneye... - Lâkin bu yaman. Konağın bekçisi besbelli... - Değilmiş, dur aman! O içerden, bu yiğitler de dışardan ürüdü; Bir ağız kavgasıdır aldı, tabî´î, yürüdü. Karabaş sustu neden sonra, köpekler yattı; Şimdi âfâkı gümüş kahkahalar çınlattı. Kapıdan bir göreyim şöyle, dedim, vay canına: Adam olmuş karabaş, geçti beyin ta yanına. Ben şaşırmış bakıyordum ki sadâlar dindi; Karabaş salta dururken dönerek silkindi, Oldu bir zilli köçek, oynadı hop hop göbeği; Hani varmış gibi karnında beş aylık bebeği! Karabaş sonra Zuhûrî ye de çıksın mı sana Hem nasıl, taş çıkarır, belki, Burunsuz Hasan´a. Ne Arap kaldı, ne Lâz kaldı, ne Çerkes, ne Pomak Öyle bir kesti ki taklidleri, bittim... Çok köpek oğluymuş Evet, pek de utanmaz şeydi... - Parsa çok muydu - Bırak toplasın, oğlum, değdi... Kaçıranlar bile olmuş, o kadar gülmüştük. İşte yavrum, bu omuzlarda gezen dilli düdük, Havlayan, zil takınan, sonra Zuhûrî ye dalan, O bizim soytarının kendi değil miydi - Karabaş gel! diyecektim... - Dememiştin ya, sakın - Ne dedim, bilmiyorum, ta öteden bir çapkın, Gâlibâ sezdi ki, yekten dedi: "Halt etme sofu! Gördüğün fesli: Senin milletinin feylesofu. Bu ve emsâli dehâlar tutuyor memleketi. Sen bu şenlikleri gördünse kimin ma´rifeti " Dedim: "Ezberliyelim, saysana, oğlum, bir bir, Şu dehâlar dediğin kaç kişidir, kimlerdir " "İctimâî biri, dehşetli siyâsi öbürü; Hele mâliyyecimiz yok mu, bu ilmin pîri. " Sayı dolmuştu, fakat bende tükenmişti sıfir; Dön işin yoksa finldak gibi artık fir fir. Böyle bir korku geçinniş değilim ömrümde; Benzedim gitti o gün neşvesi kaçmış Kürd´e. - Yine bir fikra mı yerleştireceksin araya - Hani vâiz geçinen maskara şeyler var ya, Der ki bir tânesi peş tahtayı yumruklıyarak. Dinle dünya nenin üstünde durur, hey avanak! Yerin altında öküz var, onun altında balık; Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık. Öteden Kürd atılır. - Doğru mu dersin be hoca - Ne demek doğru mu dersin Gidi câhil amca! Sözlerim basma değil, yazma kitaptan tekmil; Kim inanmazsa kızıl kâfir olur böylece bil. - Rahatım yok benim öyleyse bugünden sonra; Gömülüp kurtulayım bâri hemen bir çukura. - Ne zorun var be adam - Anlatayım dur ki hocam: Ben bu dünyâyı görürdüm de sanırdım sağlam. Ne çürükmüş o meğer sen şu benim bahtıma bak. Tutalım şimdi öküz durdu, balık durmıyacak; Diyelim haydi balık durdu biraz buldu da yem. Ya deniz .. Hiç dibi yokmuş bu işin... Ört ki ölem!

Advertisement