Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Asım VI.Bölüm Asım Bayrak
Mehmet Akif Ersoy
Asım VIII.Bölüm
Asım (1924) - Hocazade ile Köse İmam arasındaki konuşmalar şeklinde tasarlanmış tek parça eserdir. Eğitim-öğretim, ırkçılık, savaş vurgunculuğu, batıcılık, gibi pek çok konudan bahseder. Âsım, Mehmet Âkif’in sanatının önemli eseridir. Birinci Dünya Savaşı sırasında Mehmet Âkif’i temsil eden Hocazade’nin Fatih’in Sarıgüzel Mahallesi’ndeki evinde dostu ve babasının öğrencisi Köse İmam’la karşılıklı konuşmalarından meydana gelen manzum bir diyalogdur. Eser aynı zamanda Âsım’ın neslinin Çanakkale’de gösterdiği direnişin destanıdır. Bu eserinden dolayı Cenap Şahabettin’in “yalnız asrımızın değil, hatta tarihimizin en büyük destanî şairi” olarak nitelediği Mehmet Âkif’in bu eseri, Türkçenin büyük söz ustası Süleyman Nazif’i de kendisine hayran bırakmıştır. Nazif Âsım için şöyle der: “Yarabbi!.. Şair bu mısraları senin arş-ı ilhâmından birer birer yeryüzüne indirirken, ruhu, kimbilir, heyecandan ne kadar sarsılmış; dimağı, kalbi, a’sâbı ne kadar yıpranmış… ve ne kadar harâb olmuş!.. Onun yazdıklarını biz yalnız okurken, bu kadar titredik ve sarardık.”
  • NOT:Mehmet Akif'in en meşhur şiiri olan Çanakkale şehitlerine şiiri Asım şiiri içerisindedir. (Yani bu bölümde) Edebiyatçılara on puanlık uzmanlık sorusu olabilir.:)
  • Not:Of'lu şiiri de bunun içindedir.

(Safahat kitapları: Birinci Kitap Safahat , İkinci Kitap Süleymaniye Kürsüsünde(1912) - Üçüncü Kitap Hakkın Sesleri(1913) - Dördüncü KitapFatih Kürsüsünde (1913) -Beşinci Kitap Hatıralar (1917) -Altıncı Kitap Asım (1924)Yedinci Kitap Gölgeler (1933) - Safahat Dışında kalmış Şiirler)


Disambig Bakınız: Asım VII/1 , Asım VII/2, Asım VII/3, Asım VII/4, Asım VII/İngilizce , Asım VII/Farsça , Asım VII/Arapça , Asım VII/Açıklamalı


Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana kucağını açmış duruyor Peygamber
'Şiir Metni'
'Güncel Türkçesi'
'İngilizce Tercüme'
'Osmanlıca'

Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek?

Müslümanlık mı dedin? Tövbeler olsun, ne demek!

Hani Kur´an´daki rûhun şu heyûlâda izi,

Nasıl İslâm ile birleştiririz kendimizi,

Ye´si tedrîc ile zerk etmiş edenler dîne...

O ne mel´un aşı, hiç benzemiyor, hiç birine!

Dikkat et: 1000 senesinden beri, a´sâbı harâb,

Yatıyor koskoca bir âlem-i îman, bîtâb.

Pıhtı halinde yürekler, cevelânsız kanlar;

Çevirip yastığı tekrar uyuyor kalkanlar!

Gözünün gördüğü yok beynine çarpan güneşi!..


- İyi amma nasıl îkâz edeceksin bu leşi?

- Leş değil.

- Leş mi değil?

- Dipdiri... Dalgın, yalnız...

Şimdi kurtarmak için azmedelim, kurtarırız:

Verelim gel de şunun kalbine bir canlı ümîd.

- Ne kolay! Sa´y-i medîd ister ayol, sa´y-i medîd!

- Eklerim ben de mesâîyi tutar birbirine,

Al kuzum, istediğin sa´y-i medîd oldu yine.

Var mı bir başka sözün söyliyecek

- Elbet var.

Hani, tevfiki hesâb etmedin, onsuz ne çıkar?

-Ama kul neyle mükellefti ki, tevfik ile mi?

Hiç değil, sa´y ile; tevfik, o: Hudâ´nın keremi.

Sarıl esbâba da çık işte tarîk işte ref ik;

Ne vazîfen senin olmazmış, olunmuş tevfik?

Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter!

Bin çalış gâyen için, bir kazan ömründe yeter.

Mütebâki o dokuz yüz emeğin yok mu, Hocam?

- Daha doksan dokuz ister, ne demek etsene zam!

- Hadi ettik... Biri olmaz, biri hattâ, zâyi ;

Ya onun gâyede tek hissesi var, hem şâyi´.


Dinle üç beş sene evvel geçen oldukça mühim,

Bir ufak hâdiseden bahsedeyim...

- Dinliyelim.

- Hüseyin Kâzım´ı elbette bilirsin?


- Kadri Bey zâde canım?

- Hâ! Şu bizim Kâzım Bey.

- O, zirâ´atle çok uğraştı, bilir çiftçiliği...

- Gördüm: Âsân da var köylü için... Hem pek iyi.

- Bir zamanlar, hani, tenvîr edelim halkı diye,

Toplanırdık ya...

Evet, "Hey´et-i İrşâdiyye ".

- O senin söylediğin canlı eserler, sanırım,

Yeni bitmişti ki, gösterdi de bir gün Kâzım,

Dedi: "Meclisce münâsibse basılsın da hemen

Okusun taşralılargönderelim meccânen."

Biz bu teklîfi beğendik aramızdan sâde,

İ´tirâz etti Şu sûretle Recaîzâde:

"Güzel yazılmış eserler ve şüphesiz ki müfid;

Fakat, basılsa okurlar mı? Bence azdır ümîd.

Evet, beş on kişi ancak okur tenevvür eder;

Bizim mesârif i tab´iyye olmayaydı heder. "

Dedik: "Cevabını versin müellifin kendi. "

Kabûl edildi bu teklîfimiz, pek iyi, dendi.

- Ne söylemiş, bakalım, çünkü pek güzel söyler?

- Söz aldı, başladı Kâzım:

- "Efendiler, beyler,

Şu bahsi geçmiş eserler nedir? Zirâîdir.

Müdâfa´âtımı öyleyse pek tabî´îdir,

Alıp da nakledivermek bütün tabîatten,

Bütün tabîate hâkim şu´ûn-i kudretten.

Bilirsiniz ki: Hudâyî biten en ince nebat,

Döker de her sene milyonla canlı tohm-ı hayat,

Göçerse öyle göçer hilkatin bahârından.

Yabâni hardala mümkün mü olmamak hayran?

Ya bir papatyaya kâbil mi etmemek hürmet?

Ne vergi vermedelerdir. Çiçek başından, evet,

Zemînin aldığı tohmun yekûnu: Milyarlar!

Demelş tabîati icbâr eden avâmil var,

Bu ihtişâma, bu vâsi ; bu müdhiş isrâfa;

O, iktisâdı btrakmazdı yoksa bir tarafa.

İşin hakîkati: Hilkat ne kâr arar, ne zarar;

Bekâ-yı nesle bakar hep, bekâ-yı nesli sorar.

Neden mi? Çünkü hayâtın yegâne gâyesidir;

O gâye olmasa dünyâ bir âhiret kesilir. .

Saçıp savurmada fitrat bütün hazâinini,

Merâmı gâyesinin böylelikle te´mîni.

Ya önceden biliyor, binde kim bilir ne kadar

Ziyâna uğrıyacak sonradan bu milyarlar?

Kolay değil, kimi, intâş için zemin bulamaz;

Zemin bulur kimi, lâkin nedense doğrulamaz.

Bu çiğnenir, onu kurt yer, öbür zavallıyı kuş;

Bakarsınız: Çoğu bitmiş sonunda, mahvolmuş,

Sebât edip de, fakat kurtulan tohum pek azı.

Demek saçarken eteklerle saçmadan garazı,

Şu çimlenen bir avuç tohmu devşirip, ancak

Bekâ-yı nesle varan gâyesinde kullanmak.

Demek tabîat edermiş zaman zaman isrâf...

Hayır, tabîate müsrif demek bilâ-insâf,

Hatâ değil de nedir? Çünkü hayr için veriyor.


Efendiler, bize fıtrat nümûne gösteriyor,

Diyor ki: Gâyeniz uğrunda bezledin emeği;

Düşünmeyin hele hiçbir zaman esirgemeyi.

Efendiler, bu eserler de şimdi bastırılır,

Biner biner saçılır yurda, çünkü lâzımdır.

Buyurdular ki: Fakat bastınp dağıttık mı,

Ziyân olup gidecek hem büyükçe bir kısmı.

Efendiler bilirim ben de çok bu işte ziyan;

Şu var ki: Savrulan efkârı toplayıp okuyan,

Velev pek az kişi olsun zuhûr eder mutlak.

Bizim de gâyemiz ancak o nesli kurtarmak. "


- Hakîkaten diyecek yok be!Âferin Kâzım!

- Zavallı Ekrem o gün "hakka ser fürû lâzım"

Deyip rücû´ edivermişti.

-Âferin, Ekrem!

Şimdi, oğlum, sana bir vak´a da ben söylersem?

- Dinlerim, söyle Hocam.

-Âferin evlâd sana da!

- Hele bir âferin olsun diyebildin bana da!

- Kadri Bey sağdı, Trabzon´da henüz vâliydi.

Yine bir dolduran olmuştu ki Abdühamid´i,

Karakoldan dediler: "Şimdi, İmam, Erzurum´a!"

Bir de kış, bir de kıyâmetti ki artık sorma!

Tıktılar, çalyaka, bir tekneye; sırtım gevşek

Abam arkamda değil, sonra ne yorgan, ne döşek

Titredim beş gece, dört gün...

- Ne de çok! Beş gece mi?

- Hocazâdem, hele bin türlü meşakkatle gemi,

Bizi bir sâhile aktardı "Trabzon" diyerek.

Henüz inmiş bakınırken: "Bunu Vâlî görecek,

Götürün şimdi öbür Lâz´la beraber konağa;

Durmayın!" emrini vermez mi bir oldukça ağa?

Yeniden doğmuşa döndüm. Aradan geçti biraz,

Söktü Mandal Hoca´dır gürleyerek...

- Ay, o mu Lâz?

- Yeni Câmi´deki, vâiz, bileceksin belki?

- Bileceksin ne demek, Mandal´ı kim bilmez ki?"

Tacı yok tahtı da yok kendine mâlik sultan.

Gâlibâ öldü ki hiç gördüğümüz yok?

- Çoktan!

Ne güzel söyledin, oğlum, Hoca sultandı evet.

Yoktu dünyâda esîr olduğu hiçbir kuvvet.

Hele sen yoldaşımın hâlini görseydin o gün,

Eskisinden de perişandı...

- Tabî´î, sürgün.

- Başta bir dalgalı fes, ta tepesinden o ibik

Cuk oturmuş bakıyor; mâvi beş on kat iplik.

Sapı yok püskülü tutmuş da, dışından ibiğe,

Bağlamış sımsıkı ?Artık bu da kopmaz ya!? diye.

Önü çökmüş sanğın arka taraf vermiş bel;

Çağlıyor püsküle baktım, üzerinden tel tel.

Saçak altında o gözler uzanan kaşlardan;

İki şimşek dolu gök sanki, yanarsın baksan!

Sonra, hendekler açılmış gibi kat kat bir alın;

Hani, bin parça olur düşmeye görsün, nazarın!

İri burnundan inip savruluyor çifte duman,

El ayak bağlı, solurken bu kıyılmaz arslan.

Karayel indiredursun tipi,yağmur, kar, kış;

Hoca çıplak yalınız çok senelerden kalmış,

Yanı yırtmaçlı bir entârisi var sırsıklam,

Akıyor dört eteğinden hani bîçâre âdam.

Lâkin aldırdığı yok: Hem sövüyor, hem yürüyor;

Göğsünün kılları donmuş, o ateş püskürüyor!

'Oflu "hainlere lâ´net!" dağıtırken bol bol,'

Kime benzetti ki, bilmem, beni "berhurdâr ol"

Diyerek okşadı; artık ne kadar hoşlandım,

Bilemezsin... Sıcacık bir aba giydim sandım.

- Bakalım şimdi makâmında görün Kadri Bey´i;

Zorlu vâliydi herif...

- İlme de vardır emeği.

Evet, oğlum, Hoca Mandal´la tutunduk el ele,

Evvelâ Kâzım´ı gördük; bizi hürmetlerle,

Alarak durmadı vâlîye haber gönderdi;

Geliniz, emrini vâlî de serîan verdi.

Kuzum önden, hadi bizler de peşinden daldık.

- Vay İmam, sen yine düştün mü bu kışlarda? Yazık!

Ya Hocam, sen niye ta Yıldız´a çıktın bu sefer?

Otur anlat, bakalım, çünkü fenâ söylediler.

- Kim fenâ söyledi?

- İstanbul´a sormuştuk da...


Oflu tedrîc ile bağdaş kurarak koltukta,'

Dedi:

Çoktan beridir vardı benim bir derdim:

Gideyim, zâlimi îkâz edeyim, isterdim.

O, bizim câmi uzaktır, gelemez, mâni´ ne?

Giderim ben, diyerek, vardım onun câmi´ine.

Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid,

Koca Şevketli! Hakîkat bunu etmezdim ümid.

Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;

O silâhşöhrler; o al fesli herifler sayısız.

Neye mâl olmada seyret, herifın bir namazı:

Sâde altmış bin adam kaldı namazsız en azı!

Hele tebzîri aşan masrafı, dersen, sonra.

Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma,

Dedim ki: "Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?

Biraz da meydana çıksan da hisbihâl etsek.

Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören, ne eden;

Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.

Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;

Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın.

Değil mi korkudasın var kabâhatin mutlak!.. "


Bir de baktım, canavarlar pusulardan çıkarak

Koştular, tekmeye kuvvet kimi, dipcikle kimi,

Serdiler her tarafından delinen pöstekimi.

- Sonra?..

- Ben hissimi kaybetmişim artık...

- Vah! Vah!

- Sanki bir korkulu rü´yâ idi... Ferdâsı sabah,

Deniz üstü de bulup kendimi şaştım bu işe,

Dedim ki: ?Anlatırım ben, Hamid öbür gelişe.

Adam aldıkça Lâzistan kıyısından takalar,

Kurtuluş yok, seni Mandal yine birgün yakalar!?


Kadri Bey hem beni, hem vâizi tatyîb etti;

Aba giydirdi ki bizlerce birer hil´atti.

Sonra birçok paralar verdi...

- Cebinden mi?

-Evet.

'Oflu reddetti, ben aldım...'

- İyi olmuş...

-Elbet

- İşte gördün ya, Hocam, millet için lâzım olan,

Hoca Mandal´daki îman gibi sağlam îman.

Titretirsin yine dünyâyı, emîn ol, tir tir;

Hele sen Şark´a o îmanda be on sîne getir.

Zübbe vâlîye çatan hangi müderrisse, ona,

Sorarım ben ki: Açık gördüğü bir hak yoluna,

Kellesinden geçecek molla yetiştirmiş mi?

Oturup sâdece, mektepleri tenkîd iş mi?

Kuru lâftan ne çıkar? Tıngır elek, tıngır saç...

Mektebin açsa eğer, medresen ondan daha aç!

Bu da muhtâc, o da yıllarca mugaddî yemeğe.

"Neye boynun bu kadar eğri değmişler, deveye,

A kuzum, hangi yerim doğru, demiş. " Söz de budur.

Sen işin yoksa, filân mesleğe ver pâyeyi, dur.

O filân meslelş evet, bizde filândan yüksek;

Bir bıçak sırtı kadar farkı, fakat ölçersek...

Ben gördün ya, şu ben kaç paralık şâirsem,

Senin ilmin de odur, nâfile uğraşma, Köse´m.


"Bekçi hırsız yakalar bağda, koşar der ki beye,

Bağladım haydudu, zor zar, ayağından direğe.

- Ayağından mı dedin? Kolları meydanda demek!

Ulan, aptal mı nesin? Şimdi çözer...

- Kim çözecek?

- Hele bak? Kendi çözer elleri boştaysa...

-Paşam

Hiç telâş etme!

- Neden!

- Çünkü bizim köylü adam...

- Ne çıkar? Gitti gider...

- Gitmesinin var mı yolu?

Tut ki, ben bilmemişim bağlanacakmış da kolu;

Ayağından ipi gevşetmeyi akletmez o da. "


Biz de bir köylüleriz, yanlamışız bir yurda.

Öyle hiç kendini aldatmaya kalkışmamalı,

Hangimiz, başka metâız? Hepimiz Tırhallı!

Medresen var mı senin? Bence o çoktan yürüdü.

Hadi göster bakayım şimdi de İbnü´r-Rüşd´ü?

İbn-i Sînâ niye yok? Nerde Gazâlî görelim?

Hani Seyyid gibi, Râzî gibi üç beş âlim?

En büyük fâzılınız: Bunların âsârından,

Belki on şerhe bakıp, bir kuru ma´nâ çıkaran,

Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ,

İhtiyâcâtını kâbil mi telâfı?Aslâ.

Doğrudan doğruya Kur´an´dan alıp ilhâmı,

Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm´ı.

Kuru da´vâ ile olmaz bu, fakat ilm ister;

Ben o kudrette adam görmüyorum, sen göster?

Koca ilmiyyeyi aktar da, bul üç tâne fakîh:

Zevk-ı fıkhîsi bütün, fıkri açık rûhu nezîh?

Sayısız hâdise var ortada tatbîk edecek;

Hani bir tane "usûl" âlimi, yâhu, bir tek?

Böyle âvâre düşünceyle yaşanmaz, heyhât,

"Mülteka" fıkhınızın nâmı, usûlün "Mir´ât".

Yaşanır, zannediyorsan, Baba Câfer´liksin,

Nefes ettir, çabucak kendine, olsun bitsin!

Ölüler dîni değil, sen de bilirsin ki bu din,

Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin.

Niye isrâf edelim bir sürü iknâiyyât?

Hoca, mâdem ki bu din: Dîn-i beşer, dîn-i hayât,

Beşerin hakka refik olmak için vicdânı,

Beşerriyyetle berâber yürümektir şânı.

Yürümez dersen eğer, rûhu gider İslâm´ın;

O yürür, sen yürümezsen, ne olur encâmın?

'Oflu´nun ilmi de olsaydı o îmâna göre',

Şimdi baştanbaşa tevhîd ile dolmuştu küre.

O nasıl kalb, o nasıl azm, o nasıl itmînân?..

İşte tevfık-ı İlâhîye yürekten inanan;

İşte "lâ havfe aleyhim" diye Kur´ân-ı Hakîm,

Bu veli zümreyi etmektedir ancak tekrîm.

Hâlik´ın nâ-mütenâhî adı var, en başı: Hak.

Ne büyük şey kul için hakkın elinden tutmak!

Hani, Ashâb-ı Kirâm, ayrılalım, derlerken,

Mutlakâ "Sûre-i ve´l Asr"ı okurmuş, bu neden?

Çünkü meknûn o büyük sûrede esrâr-ı felâh;

Başta îmân-ı hakîkî geliyor, sonra salâh,

Sonra hak sonra sebat. İşte kuzum insanlık.

Dördü birleşti mi yoktur sana hüsrân artık.

Müslüman hakka zahîr olmaya her an mecbûr,

Sarsılır varlığı, göstermeye başlarsa fütûr,


Hele zulmün galeyânında bu mecbûriyyet,

Daha şiddetli olur başkalarından elbet.

Çünkü hak öyle zamanlarda kalır tehlikede,

Çâresizdir onu kurtarmaya bakmak sâde.

Bir adam dursa da bir zâlim imâmın yüzüne,

Adli emretse, bu zâlim de onun hak sözüne,

İnkıyâd eyliyecek yerde tutup kıysa ona,

O mücâhid yazılır ta şühedânın başına.

Hamza´da sonra gelen şanlı şehîd ancak odur.

Hak için can verenin pâyesi elbet bu olur.

Hakkı bir zâlime ihtâr, o ne şâhâne cihâd!

"En büyüktür" dedi Peygamber-i pâkîze-nihâd.

Hak zelîl oldu mu millet de, hükûmet de zelîl.

"Hangi ümmette ki müşkildir edilmek tahsîl,

Âcizin hakkı kavîlerden... O, kuvvetlenemez... "

- Ne güzel söz bu! Şümûlüyle beraber mûcez.

- Ömer´in hutbesi aklında mı bilmem?

- Bilmem...

- "Eyyühe´n-nâs, ederim taptığım Allâh´a kasem,

Yoktur aslâ şu cemâ´atte ki hiçbir âciz,

Benim indimde sizin olmaya en kâdiriniz,

Bir kavînizde olan hakkını kurtarmam için.

Bir kavî kimse de yoktur ki bu ümmette, bilin!

En zaîf olmaya nezdimde, tutup kendinden,

Âcizin hakkını ısrâr ile isterken ben... "


Ömer´in işte, Hocam, çizdiği meslek buydu.

- Lâkin akvâline ef´âli bihakkın uydu.

- Sallanan çünkü kılıçlardı; ne kuyruk ne kavuk!

Öyle bir devr-i şehâmette kolaydır ululuk.

Senin etrâfını alsın ki yığınlarca sefil,

Kimi idmanlı edebsiz, kimi ta´limli rezîl.

Kiminin fıtratı âzâde hayâ kaydından;

Kiminin iffeti ikbâline etten kalkan.

O kumarbaz, bu harâmî, şunu dersen, ayyâş.

Sonra mecmû u müzevvir, mütebasbıs, kallâş...

Bu muhîtin bakalım şimdi içinden çıkabil;

Ne yaparsın? Ömer olsan, yine hâlin müşkil.

Uğramaz doğru adam semtine, lâkin, heyhat,

Gece gündüz seni ıdlâle müvekkel haşerat!

Kulağın hak söze artık ebediyyen hasret;

Kustuğun herze: Ya hikmet, ya büyük bir ni´met!

Yutan olmazsa dedin, öyle mi? Beyhûde merak;

Dalkavuklar onu hazmetmeye candan müştak!

Geyirirsin herifin burnuna, oh, der, ne nefcs!

Aksınrsın, vay efendim, bu ne âheng-i selîs!

Tükürürsün o mülevves yüze "hak tû!" diyerek;

Sıntır: "Sorma, samîmiyyetimiz pek yüksek. "

İçiyorsan, sofu, sarhoş sana herkes sâkî...

"İşretin hurmeti hâlâ mı? O sizler bâkî!"

Irza düşmansan eğer, âileler hep mahrem...

"Ne büyük vahşet esâsen bu selâmlıkla harem!"

Bir muhâlif hava yok dinlediğin aynı sadâ:

"Zât-ı sâmînize millet de, hükûmet de fedâ. "

Menfa´attir seni tehdîd edecek tek mevcûd,

Çünkü çıksan da nebîyim diye, hasmın ma´bûd!


Sofusun farz edelim, şimdi de boy boy tesbîh...

Dalkavuklar bütün insan kesilir, lâ-teşbîh!

Taylâsan, cübbe, kavuk, hırka, hep esbâb-ı riyâ,

Dış yüzünden Ömer´in devri muhîtin gûyâ.

Kimi sâim, kimi kâim, o tavanlar, yerler,

"Kul hüvallâhu ehad" zemzemesinden inler.

Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan,

"Hüve"nin merci´i artık ne "ehad"dir, ne fılân.

Çünkü mâdem yürüyen sâde senin saltanatın,

Şimdilik heykeli sensin tapılan menfa´atın,

Kanma, hey kukla kıyâfetli adam, hey sersem,

Herifin ağzı "samed´; mi´desi yüzlerce "sanem!"

Sen de bir tekmede buldun mu, nihâyet, yerini,

Ne kılıktaysa gelen, hepsi hüviyyetlerini,

Aynı mâhiyette aktarma ederler çabucak.

Sana her gün sekiz on kerre söverler mutlak.

Hani dillerde gezen nâmın, o hiçten şerefin?

Ne de sağlammış, evet, anlasın

aptal halefin:


"Âh efendim, o ne hayvan, o nasıl merkepti"

En hayır-hâhı idik, bizleri hattâ tepti.

Bu hayâ der, bu edeb der, verir evhâma vücud;

Bilmez aptal ki değil hiçbiri zâten mevcud.

Din, vatan, âile, millet, ebediyyet, vicdan,

Sonra haysiyyet-i zâtiyye, şeref, şöhret, şan,

Daha bir hayli hurâfâta herîf olmu esîr.

Sarmısak beynine etmez ki hakâik te´sîr.

Böyle ankâ gibi medlûlü yok esmâya kanar;

Adamın sabn tükenmek değil, esmâsı yanar.

Kız, kadın hepsi haremlerde bütün gün mahbûs,

Şu telâkkîye bakın, en kötü vahşet: Nâmûs!

Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran,

Bâri yirnıinci asırdan sıkıl artık hayvan!

İçelim sıhhat-i sâmînize... Hay hay içeriz!

Biz, efendim, senin uğrunda bu candan geçeriz,

İçelim... Durmıyalım... Âfiyet olsun... Şerefe!.. "

Sonra nevbetle, uzun boylu, söverler selefe.


Halefin farz edelim şimdi öbür mektepten.

Dalkavuklar yeni bir maske takarlar da hemen,

Kuşatırlar yine etrâfını:

"Sübhânallâh!

Bu ne fıtrat, bu ne vicdân-ı meâlî-âgâh!

Zât-ı ulyâları, Hakk?ın bize in âmısınız,

Kimsiniz, söyleyiniz, Hazret-i Mûsâ mısınız?

Hele Fir´avn´ın elinden yakamız kurtuldu;

Hele mahvolmadan evvel sizi millet buldu.

Âh efendim, o herif yok mu, kızıl kâfırdi:

Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen münkirdi.

Ne edeb der, ne hayâ der, ne fâzîlet, ne vakar;

Geyirir leş gibi, mu´tâdı değil istiğfar:

Aksınr sonra, fütûr etmiyerek burnumuza...

Yutarız, çare ne, mümkün mü ilişmek domuza?

Savurur balgamı ta alnımızın ortasına,

Tüküıünnüş gibi taşlıktaki tükrük tasına!

Hezeyan, sorsanız, Allah; hezeyan, Peygamber;

Din, vatan, âile, millet gibi yüksek hisler,

Ahmak aldatmak için söylenilir şeylermiş...

Bu hurâfâtı hakîkat diye kim dinlermiş?

Âkil oymuş ki: Hayâtın bütün ezvâkından,

Durmayıp hırsını tatmîne edenniş îman.

Âhiret fıkri yularmış,yakışırmış eşşeğe;

Hiç kanar mıymış adam böyle beyinsizce şeye?

Hele ahlâka sanlmak ne demekmiş hâlâ?

Çekilir miymiş, efendim, gece gündüz bu belâ?

Zevki hakmış adamın, başkası hep bâtılmış...

Çok tuhafmış bunu insanlar için anlamayış!..

Ah, efendim, daha söylenmiyeek işler var...

Çünkü nâmûsa musallattı o azgın canavar.

- İyi amma niye sarmıştınız etrâfını hep?

- Hakk-ı devletleri var, arz edelim neydi sebep:

Tepeden tırnağa her gün donanıp sırsıklam,

Hani, yuttuksa o tükrükleri, faslam faslam,

Vatan uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün.

Biz o zilletlere katlanmamış olsaydık dün,

Memleket yoktu bugün yoktu. İyâzen-billâh...

Öyle üç balgam için millete kıymak da günah.

Herif ancak bizi bir parçacık olsun saydı;

Başıboş kalmaya gelmezdi, eğer kalsaydı,

Mülkü satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin,

Yıkmadık âile koymazdı Hudâ hakkı için.

Bulunur pek çok adam cenge koşup can verecek

Harbin en müşkili haysiyyeti kurbân etmek...

Bu fedâiliği bir biz göze aldınnıştık.

Ama Hâlik biliyor, bilmesin isterse balık.

Ey veliyyü´n-niam, artık size bizler köleyiz;

Yalınız emrediniz siz, yalınız emrediniz. "


- Şimdi, oğlum, kızacaksın ya, fakat boş ne desen;

Bu rezâlet beni me´yûs ediyor âtîden.

Hâle baktıkça adam kahroluyor elde değil;

Bizi kim kurtaracak var mı ki bir başka nesil?

- Âsım´ın nesli, Hocam,

- Nerde!

- Hayır, haksızsın!

Gâlibâ oğlana pek fazla bugünler hırsın?

- Âsım´ın nesli... diyorsun. Ne uzun boylu hayâl!

-Âsım´ın nesline münkâd olacak istikbâl.

Sana vicdânımı açtım okudum, dinlesene;

Söyleten başkasıdır, bakma, Hocam, söyleyene.

- Ne kehânet bu?

- Bilirsin ki değil mu´tâdım.

- Güzel amma, ne fazîletleri var evlâdım?

- Ne fazîlet mi? Çocuklar koşuyor, aç çıplak

Cebheden cebheye arslan gibi hiç durmıyarak.

Yine vardır bir ölüm korkusu arslanda bile;

'Yüzgöz olmuş bu çocuklar ölümün şahsıyle!'

Cebhenin her biri bir kıt´ada, etrâfı deniz;

Kara dersen daha dehşetli: Ne yol var, ne de iz.

Harekâtın görüyorsun ya, Hocam, en kolayı,

'Yalın ayak Kafkas´ı tutmak', baş açık Sînâ´yı!

Yapılır zannediyorsan, bakalım, sen de soyun...

'Kıt´a kapmak, köşe kapmak değil artık bu oyun'.

'Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?'

En kesîf ordulann yükleniyor dördü beşi,

- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya -

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!

Nerde -gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"

Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,

Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!

Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,

Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.

Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,

Ostralya´yla berâber bakıyorsun: Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, tâ´ûna da züldür bu rezîl istîlâ!

Ah o yirminci asır yok mu o mahlûk-i asîl,

Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefil,

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına;

Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz...

Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.

Sonra mel´undeki tahrîbe müvekkel esbâb,

Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.


Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a´mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam.

Atılan her lâğamın yaktığı; Yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müdhiş tipidiı:ş Savnılur enkâz-ı beşer...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak el, ayak

Boşanır sırtlara, vâdilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere,

Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyare.

Top tüfekten daha sık gülle yağan mermîleı:..

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;

Alınır kal´a mı göğsündeki kat kat imân?

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm?

Çünkü o te´sîs-i İlahî o metîn istihkâm


Sarılır, indirilir mevki´i müstahkemler,

Beşerin azmini tevkîf edemez sun´-i beşer;

Bu göğüslere Hudâ´nın ebedî serhaddî;

"O benim sun´-i bedi?im, onu çiğnetme" dedi.

Âsım´ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmiyecek.

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,

Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd´i...

Bedr´in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?

"Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın.

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...

Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.

"Bu, taşındır" diyerek Kâ´be´yi diksem başına;

Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ´yı uzatsam oradan;

Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,

Türbedânn gibi tâ fecre kadar bekletsem;

Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;

Tüllenen mağribi, akşamlan sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.


Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,

Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn´i,

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...

Sen ki, İslâm´ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a´sâra gömülsen taşacaksın... Heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...

'Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,'

'Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber'.

- Bırak Allâh´ı seversen, yine berbâd oldum!

O yanık defteri artık kapa, zîrâ doldum...

Tıkanıp dunnadayım, baksana, nevbet nevbet...

Zâten a´sâbıma hâkim değilim, merhamet et.

- Bakayım şimdi, senin neydi o müşkil derdin,

Ki sabahtan beızdir söylemedin, söylemedin?

- Âsım´ın hâli fenâ: Pek mütehevvir, ama, pek!

Ne nasîhatten alırşey, ne azar dinleyecek.

- Atak oğlandır esâsen... Demek azdırdı işi...

- Bilmem azdırdı mı, lâkin hoşa gitmez gidişi.

- Ramazan vak´ası varmış, o nedir?

- Anlatayım...

O zamandan beri zâten ne suyum var, ne sayım!

- Ne demek?

- Çıkmıyorum, sanki, berâber dışarı.

Bu, zıpır; âlemin evlâdını dersen, haşarı;

Görecek hayli mürüvvet daha var! Ben yapamam...

- Ramaz vak´ası, yâhu! Şunu anlat, be adam!

- Üsküdar´dan geliyorduk, ikimiz: Âsım, ben.

Saat on bir sularındaydı... Vapur beklerken,

Yolcular Bafra´yı tellendirivennez mi sana?

Kaçıver, belli ki çıngar çıkacak durmasana!

Hayır oğlum, nasıl olduysa, apıştım kaldım.

Çocuğun tavrı değişmişti. Dedim: "Bak, Âsım,

Dalaşırsan bu heriflerle üzersin babanı. "

İçlerinden biri, hem şüphesiz, en kaltabanı,

Üç nefes püfliyerek burnuma: "Sen söyle, Hoca!

Niye bağlanmalı hayvan gibi hâlâ oruca?"

Deyivermez mi, tabî´î senin oğlan tokadı,

Herifin yırtılacak ağzına kalkıp yamadı.

Gâlibâ pek canı yokmuş ki yuvarlandı leşi...

Asıl itler gerideymiş, koşarak dördü, beşi,

Ansızın serdiler evlâdımı karşımda yere.

Ben şaşırmış, "aman oğlum!" demişim bir kere.

Hele yâ Rabbi şükür, toplanıp oğlan birden,

Kömür almış deve kalkar gibi doğruldu hemen.

O nasıl cehd idi kurtulmak için anlamalı:

Silkinip attı belinden asılan dört çuvalı!

Dedim: Artık sizi haklar bu zıpır şimdi durun,

Ne ağız kaldı yiğitlerde, hakîkat, ne burun;

Kime indiyse, nüzûl inmişe benzetti onu!

Bu sevimsiz şakanın hayli firaklıydı sonu:

Hani, selhhâne civârında durup seyre bakan,

Karabaşlar görülür.Yüzleri kan, gözleri kan;

Bu çomarlar da o vaz´iyyete gelmişlerdi.

Hepsinin hakkını Allah için oğlan verdi!

Hele bir tânesinin beyni dağılmıştı, eğer,

İşi sulh etmemiş olsaydı gelen dört asker.

-Anlasaydık şu neden sonrakının fazla payı?

- Ya tabancayla hücûm etti uzaktan bu dayı.

Bereket versin o askerlere da´vâ bitti;

Sedyeler geldi, polislerle herifler gitti.

- Sizi haksız çıkaran yoktu ya?

- Olsun mu? Tuhaf!

Af edersin, Hocazâdem, ne kadar saçma bu laf!

Haklı, haksız diye taksîmi kim etmiş ki kabûl?

Bu cihan, baksana, baştan başa: Akil, me´kûl?

Kuvvetin sırtını kimmiş, göreyim, okşamıyan?

Ne zaman altta kalırsan, o zaman derdine yan?

"Beşerin adli masal, hak zıpırındır yalınız;

Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü: Cılız!"

Bizim oğlan bunu virdetmiş, okur her yerde...

- Doğru söz, sonra, tabî´î, efelik var serde!

- Efelik çok güzel amma, sonu çıkmaz bu yolun;

Etme oğlum, şuna bir parça nasîhatte bulun.

Çünkü ben korkuyorum, söylemiş olsam tekrar,

Yüzgöz olduk, edecek mes´ele isyanda karar

- Ne demek! Hiç sana isyan mı edermiş Âsım?

- Bence her mümkünü vaktiyle düşünmek lâzım.

- Hocam, evlâdına benzer bulamazsın arasan,

Görmedim ben bu kadar dörtbaşı ma´mûr insan.

Ne büyük hilkat o Âsım, ne muazzam heykel!

Onu, bir şi´r-i hamâset gibi, ilhâm-ı ezel,

Sana sunduysa, açıp rûhunu teşrîhe çalış...

Gâlibâ oğlanı yanlış görüyorsun, yanlış!

Yalınız göğsünün eb´âdı mı sandın yüksek?

İn de a´mâkına bir bak, ne derinmiş o yürek!

Dalgalandıkça içinden taşan îman denizi,

Dökülen hisleri gör: İncilerin en temizi,

Gövde yalçın kayadan âbide, lâkayd-i ecel;

Sanki hiç duygusu yok... Bir de fakat rûhuna gel;

O ne ifrât ile rikkat! Hani, etsen ta´mîk,

Bir kadın rûhu değildir o kadar belki rakîk.

Sonra, irfânı için söyliyecek söz bulamam;

Oğlanın bildiği, öğrendiği herşey sağlam.

Boynu dehşetli, evet, beyni de lâkin zinde;

Kafa enseyle beraber gidiyor seyrinde.

Çölde ben hayli görüştüm bu sefer Âsım´la;

Hoca, te´mîn ederek söylerim îmanımla:

İğtinâm etmeye baktım çocuğun sohbetini;

Pek yakından tanıdım çünkü husûsiyyetini.

Ne güreştirmediğim kaldı, ne koşturmadığım;

Ne de "her şeyde sıfırsın!" diye coşturmadığım.

Çölün âsûde muhîtinde geçen günlerimiz,

Bana gösterdi tamâmıyle ki: Oğlun eşsiz;

Bî tenahî safahâtıyla ayrı cihan

Bî-tenâhî safahatında da, lâkin, insan..


Hiç unutmam, büyücek bir zafer olmuş da nasib

Asker etmişti güreşlerle yazışlar tertib.

"Hadi Âsım!" dedik, "olmaz" dedi, biz dinlemedik;

Bularak bir de kalın, pırpıta benzer dizlik

Yaralıymış demedik, üç kişi tuttuk soyduk

Çıktı meydanda gezen hasmına bîçâre çocuk.

Neydi oğlandaki endâmın o âhengi fakat!

Belli her uzvu için ayrı çalışmış hilkat.

Ya kemikler ne salâbetli, ya etler ne katı:

Tepeden tırnağa, gûyâ, dolamışlar halatı,

İki üç katlı büküp bir çınarın gövdesine.

Hele taşmış dökülürken o muazzam sîne,

Öyle bâriz adelâtın ebedî dalgalan,

Ki yorar ârızalar seyrine dalmış nazan.

Girinti ve çıkıntıları yoruyor seyre dalmış bakışları. *

Bu nasıl dar, ne kadar basmakalıp bir görenek?

Müslümanlık mı dedin?... Tövbeler olsun, ne demek!

Hani Kur'andaki ruhun şu heyulada izi.

Nasıl İslâm ile birleştiririz kendimizi,

Ümitsizliği yavaş yavaş aşılamış aşılayanlar dine...

O ne lânetli aşı, hiç benzemiyor, hiç birine?

Dikkat et: 1000 senesinden (1) beri, maneviyatı bozuk,

Yatıyor koskoca bir iman âlemi, bitkin.

Pıhtı halinde yürekler, hareketsiz kanlar;

Çevirip yastığı tekrar uyuyor kalkanlar!

Gözünün gördüğü yok beynine çarpan güneşi!..


- İyi ama nasıl uyaracaksın bu leşi?

- Leş değil.

- Leş mi değil?

- Dipdiri... Dalgın, yalnız...

Şimdi kurtarmak için azmedelim, kurtarırız:

Verelim gel de şunun kalbine bir canlı ümid.

- Ne kolay! Uzun süren bir çalışma ister ayol, uzun bir çalışma!

- Eklerim ben de çalışmayı tutar birbirine,

Al kuzum, istediğin uzun çalışma oldu yine.

Var mı başka sözün söyleyecek?

- Elbet var: Hani,

Allah'ın yardımını hesaba dahil etmedin, onsuz ne çıkar?

- Ama kulun görevi zaten Allah'ın yardımnı elde etmek değil ki?

Onun yapması gereken çalışmak, yardım etmek Allah'ın cömertliği.

Sarıl sebeplere de çık, işte yol, işte yardım edecek dost;

Sana ait bir görev değil yardımın gelip gelmemesi;

Oturup dil dökecek yerde gidip döksene ter!

Bin çalış amacın için, bir kazan ömründe yeter.

Geri kalan o dokuz yüz emeğin yok mu, Hocam?

- Daha doksan dokuz ister, ne demek, etsene zam!

- Hadi ettik... Bunların boşa gitmez hiç biri;

Her emeğin amaca ulaşmada payı var ayrı ayrı.


Dinle üç beş sene önce geçen oldukça önemli,

Bir küçük olayı anlatayım...

- Dinleyelim.

- Hüseyin Kâzım'ı (2) elbette bilirsin?


- Efendim?- Kadri Bey'in oğlu canım?

- Hâ! Şu bizim Kâzım Bey.

- O, tarımla çok uğraştı bilir çiftçiliği...

- Gördüm: Eserleri de var köylü için... Hem pek iyi.

- Bir zamanlar, hani, aydınlatalım halkı diye,

Toplanırdık ya...

- Evet, "İrşad Heyeti"(3)

- O senin söylediğin canlı eserler, sanırım,

Yeni bitmişti ki, gösterdi de bir gün Kâzım,

Dedi:"Meclisçe uygun görürse hemen basılarak

Taşraya gönderilsin, okusunlar, parasız olarak.

Biz bu teklifi beğendik, aramızdan yalnızca,

İtiraz etti şu şekilde Recâizâde:(4)

"Güzel yazılmış eserler ve şüphesiz ki müfîd;

Fakat, basılsa okurlar mı? Bence ümit azdır.

Evet, beş on kişi ancak okur, aydınlanır;

Bu yüzden basım masraflarımız belki de boşa gider"

Dedik: Cevabını versin yazarın kendisi."

Kabul edildi bu teklifimiz, pek iyi, dendi.

- Ne söylemiş, bakalım, çünkü, pek güzel söyler?

- Söz aldı, başladı Kâzım:

- "Efendiler, beyler,

Şu söz konusu eserler nedir? Tarımla ilgilidir.

Savunmalarımı öyleyse bütün tabiatten,

Bütün tabiate hüküm süren Allah'ın yarattığı olaylardan,

İlham almak suretiyle yapmam çok tabiî olacaktır.

Bilirsiniz ki: Kendiliğinden biten en ince bitkiler bile

Her sene milyonla canlı hayat tohumu döker de,

Göçerse öyle göçer yaradılışın baharından.

Yabani hardala mümkün mü olmamak hayran?

Ya bir papatyaya mümkün mü etmemek hürmet?

Ne vergi vermedelerdir? Çiçek başından, evet,

Yeryüzünün aldığı tohumun toplamı: Milyarlar!

Demek, tabiatı zorlayan sebebler var,

Bu görkeme, bu geniş, bu müdhiş savurganlığa;

O, tasarrufu bırakmazdı yoksa bir tarafa.

İşin gerçeği: Yaradılış ne kâr arar, ne zarar;

Neslin devamına bakar hep, neslin devamını ister.

Neden mi? Çünkü hayatın tek amacıdır;

O amaç olmasa dünya bir âhiret kesilir.

Saçıp savurmada yaradılış bütün hazinelerini,

İsteği amacına böylelikle ulaşabilmesi.

Ya önceden biliyor, binde kim bilir ne kadar

Ziyana uğrayacak sonradan bu milyarlar?

Kolay değil, kimi, yeşermek için yer bulamaz;

Yer bulur kimi, fakat nedense doğrulamaz.

Bu çiğnenir, onu kurt yer, öbür zavallıyı kuş;

Bakarsınız: Çoğu bitmiş sonunda, mahvolmuş,

Direnip de, fakat kurtulan tohum pek azı.

Demek, etek etek saçarken saçmaktan amacı,

Şu çimlenen bir avuç tohumu devşirip, ancak,

Neslin devamını arayan amacı için kullanmak,

Demek, tabiat edermiş zaman zaman savurganlık...

Hayır, tabiatı insafsızca savurgan diye nitelemek

Hatâ değil de nedir? Çünkü iyilik için veriyor.


Efendiler bize yaradılış örnek gösteriyor,

Diyor ki: Amacınız için çokça çalışın,

Hiç bir zaman da esirgemeyi akla getirmeyin.

Efendiler, bu eserler de şimdi bastırılır,

Biner biner saçılır yurda, çünkü gereklidir.

Buyurdular ki: Fakat bastırıp dağıttık mı,

Ziyan olup gidecek, hem büyükçe bir kısmı,

Efendiler bilirim ben de, çok bu işte ziyan;

Şu var ki: Savrulan fikirleri toplayıp okuyan,

Çok az kişi bile olsa mutlaka çıkacaktır.

Bizim de amacımız yalnızca o nesli kurtarmak."


- Gerçekten diyecek yok be! Aferin Kâzım!

- Zavallı Ekrem o gün "doğruya boyun eğmek gerek"

Deyip de itirazından dönüvermişti.

- Aferin, Ekrem! Şimdi, oğlum, sana bir olay da ben söylersem?

- Dinlerim, söyle Hocam.

- Aferin oğlum sana da!

- Hele bir aferin olsun diyebildin bana da!

- Kadri Bey sağdı, Trabzon'da henüz valiydi.

Yine bir dolduran olmuştu ki Abdühamid'i,

Karakoldan dediler:

"Şimdi, İmam, Erzurum'a!"

Bir de kış, bir de kıyametti ki artık sorma!

Tıktılar, çalyaka, bir tekneye; sırtım gevşek,

Abam arkamda değil, sonra ne yorgan, ne döşek,

Titredim beş gece, dört gün...

- Ne de çok! Beş gece mi?

- Hocazadem, hele bin türlü güçlükle gemi,

Bizi bir sahile aktardı "Trabzon" diyerek.

Henüz inmiş bakınırken: "Bunu Vâlî görecek,

Götürün şimdi öbür Laz'la birlikte konağa;

Durmayın!" emrini vermez mi bir oldukça ağa?

Yeniden doğmuşa döndüm. Aradan geçti biraz,

Ortaya çıktı Mandal Hoca gürleyerek...

- Ay, o mu Lâz?

- Yeni Câmi'deki, vaiz bileceksin belki?

- Bileceksin ne demek, Mandal'ı kim bilmez ki?"

Tacı yok, tahtı da yok, kendine mâlik sultan.

Gâlibâ öldü ki hiç gördüğümüz yok?

- Çoktan!

Ne güzel söyledin, oğlum, Hoca sultandı evet.

Yoktu dünyâda esir olduğu hiç bir kuvvet.

Hele sen yoldaşımın hâlini görseydin o gün.

Eskisinden de perişandı...

- Tabî'î bu, çünkü sürgün.

- Başta bir dalgalı fes, ta tepesinden o ibik,

Cuk oturmuş bakıyor; mavi beş on kat iplik.

Sapı yok püskülü tutmuş da, dışından ibiğe,

Bağlamış sımsıkı "Artık bu da kompaz ya!" diye.

Önü çökmüş sarığın arka taraf vermiş bel;

Çağlıyor püsküle baktım, üzerinde tel tel.

Saçak altında o gözler uzanan kaşlardan;

İki şimşek dolu gök sanki, yanarsın baksan!

Sonra, hendekler açılmış gibi kat kat bir alın;

Hani, bin parça olur düşmeyegörsün, bakışın!

İri burnundan inip savruluyor çifte duman,

El ayak bağlı, solurken bu kıyılmaz arslan.

Karayel indiredursun tipi, yağmur, kar, kış;

Hoca çıplak, yalnız çok senelerden kalmış,

Yanı yırtmaçlı bir entarisi var sırsıklam,

Akıyor dört eteğinden hani zavallı adam.

Fakat aldırdığı yok: Hem sövüyor, hem yürüyor;

Göğsünün kılları donmuş o ateş püskürüyor!

'Oflu "hâinlere lanet!" dağıtırken bol bol,'

Kime benzetti ki, bilmem,beni "berhurdâr ol"

Diyerek okşadı; artık ne kadar hoşlandım,

Bilemezsin... Sıcacık bir aba giydim sandım.

- Bakalım şimdi makamında görün Kadri Bey'i;

Zorlu valiydi herif...

- İlme de vardır emeği.

Evet, oğlum, Hoca Mandalla tutunduk el ele,

Önce Kâzım'ı gördük; bizi saygıyla,

Alarak durmadı valiye haber gönderdi;

Geliniz, emrini vali de çabucak verdi.

Kâzım önden, hadi bizler de peşinden daldık.

- Vay İmam, sen yine düştün mü bu kışlarda? Yazık!

Ya Hocam,sen niye ta Yıldız'a çıktın bu sefer?

Otur anlat, bakalım, çünkü fena söylediler.

- Kim fena söyledi?

- İstanbul'a sormuştuk da...


Oflu yavaş yavaş ile bağdaş kurup oturarak koltukta,

Dedi:

Çoktan beridir vardı benim bir derdim:

Gideyim, zâlimi uyarayım, isterdim.

O, bizim cami uzaktır, gelemez, engel ne?

Giderim ben, diyerek, vardım onun camiine.

Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı

Hâmid,(5) Koca Şevketli! Doğrusu bunu etmezdim ümid.

Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;

O silahşörler; o al fesli herifler sayısız.

Neye mâl olmada seyret, herifin bir namazı:

Sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı!

Hele savurganlık sınırını bile aşan masrafı, dersen, sorma.

Gördüğüm maskaralık gitti de artık zoruma, Dedim ki:

"Bunca zamandır nedir bu gizlenmek?

Biraz da meydana çıksan da derdimizi döksek.

Adam mı, cin mi nesin? Yok ne bir gören, ne eden;

Ya çünkü saklanıyorsun bucak bucak bizden.

Değil mi saklanıyorsun, demek ki: Korkudasın;

Ya çünkü korkan adamlar gerek ki saklansın.

Değil mi korkudasın var kabahatin mutlak!..


Bir de baktım, canavar gibi muhafızlar pusulardan çıkarak,

Koştular, tekmeye kuvvet kimi, dipçikle kimi,

Serdiler her tarafından delinen pöstekimi

- Sonra?..

- Ben hissimi kaybetmişim artık...

- Vah! Vah!

- Sanki bir korkulu rüya idi... Ertesi sabah,

Deniz üstünde bulup kendimi şaştım bu işe,

Dedim ki: "Anlatırım ben, Hamid öbür gelişe.

Adam aldıkça Lâzistan kıyısından takalar,

Kurtuluş yok, seni Mandal yine bir gün yakalar!"


Kadri Bey hem beni, hem vaizi memnun etti;

Aba giydirdi ki bizlerce birer değerli kaftandı.

Sonra bir çok paralar verdi...

- Cebinden mi?

-Evet

Oflu reddetti, ben aldım...

- İyi olmuş...

- Elbet

- İşte gördün ya, Hocam, millet için gerekli olan,

Hoca Mandal'daki iman gibi sağlam iman.

Titretirsin yine dünyayı, emin ol, tir tir;

Hele sen Doğu'ya o imanda beş on sîne getir.

Züppe valiye çatan hangi hocaysa ona,

Sorarım ben ki: Açık gördüğü bir hak yoluna,

Kellesinden geçecek bir öğrenci yetiştirmiş mi?

Oturup sâdece, okulları eleştirmek iş mi?

Kuru lâftan ne çıkar? Tıngır elek, tıngır saç...

Okulun açsa eğer, medresen ondan daha aç!

Bu da muhtâc, o da yıllarca gıdalı yemeğe.

"Neye boynun bu kadar eğri demişler, deveye,

A kuzum, hangi yerim doğru, demiş." Söz de budur.

Sen işin yoksa, filân mesleğe bir üstünlük veredur.

O filân meslek, evet, bizde filândan yüksek;

Bir bıçak sırtı kadar farkı, fakat ölçersek...

Beni gördün ya, şu ben kaç paralık şairsem,

Senin ilmin de odur, boşuna uğraşma, Köse'm.


"Bekçi hırsız yakalar bağda, koşar der ki beye,

Bağladım haydudu, zor zar, ayağından direğe.

- Ayağından mı dedin? Kolları meydanda demek!

Ulan, aptal mı nesin? Şimdi çözer...

- Kim çözecek?

- Hele bak! Kendi çözer elleri boştaysa...

- Paşam

Hiç telâş etme!

- Neden?

- Çünkü bizim köylü adam...

- Ne çıkar? Gitti gider...

- Gitmesinin var mı yolu?

Tut ki, ben bilmemişim bağlanacakmış da kolu;

Ayağından ipi gevşetmeyi akıl etmez o da."


İşte biz de o köylüler gibiyiz yanlamışız bir yurda.

Öyle hiç kendini aldatmaya kalkışmamalı,

Hangimiz, başka bir değere sahibiz? Hepimiz Tırhallı (6)

Medresen var mı senin? Bence o çoktan yok oldu.

Hangi göster bakayım şimdi de Ibnü'r Rüşd'ü?(7)

İbn-i Sînâ(8) niye yok? Nerde Gazâli(9) görelim?

Hani Seyyid(10) gibi, Râzî(11) gibi üç beş bilgin?

Bunların eserlerinden, o eserleri açıklayan kitaplara bakıp da

Bir boş anlam çıkaranlar bizde büyük bilgin sırasında.

Yedi yüz yıllık eserlerle bu dînin hâlâ,

İhtiyaçlarını karşılamak mümkün mü? Asla.

Doğrudan doğruya Kur'an'dan alıp ilhamı,

Çağın anlayışına söyletmeliyiz İslâm'ı.

Boş iddialarla olmaz bu, fakat ilim ister;

Ben o güçte adam görmüyorum, sen göster?

Koca bilginler sınıfını araştır da bul, tam bir hukuk sağduyusu,

Açık fikir ve ince bir ruha sahip üçtane İslâm hukukçusu.

Sayısız hâdise var ortada tatbik edecek;

Hani bir tane "metod" bilgini, yahu, bir tek?

Böyle perişan düşüncelerle yaşanmaz, ne kadar yazık!

Hukuk kitabınızın adı "Mülteka(12), metodunki ise "Mir'at"(13)

Yaşanır sanıyorsan, Baba Câfer'liksin

Nefes ettir, çabucak, kendine, olsun bitsin!

Ölüler dîni değil, sen de bilirsin ki bu din,

Diri doğmuş, duracak dipdiri, durdukça zemin.

Buna inandırmak için fazla söz etmek gereksizdir.

Hoca, madem ki bu din insanın ve dîn-i hayât,

O halde insanın, vicdanen Hakk'a yakın olması için,

Kendine yakışan, bütün insanlıkla birlikte yürümesidir.

Bunu yapmak imkânsız dersen İslâm'ın ruhu yok olur.

Bu ruhu kaybedersen, düşün, sonun ne olur?

Oflu'nun ilmi de olsaydı o îmâna göre,

Şimdi baştanbaşa tevhid inancıyla dolmuştu dünya.

O nasıl kalp, o nasıl azim, o nasıl kendine güvendir?

İşte bunlardır Allah'ın yardımına yürekten inananlar...

İşte hikmet dolu Kur'an Onlar için korku yoktur derken

Sadece bu Hakk'a en yakın kulları yücelmektedir.

Yaratıcı'nın sayısız adı var, en önde geleni: Hak

Ne büyük şey, kul için hakkın elinden tutmak!

Hani, Ashâb-ı Kirâm(l4), ayrılalım, derlerken,

Mutlaka "Ve' 1 -Asr suresini"(15) okurlarmış, bu neden?

Çünkü o büyük sûrede gizli, sırları kurtuluşun.

Başta gerçek iman geliyor, sonra iyilik,

Sonra hak, sonra bunlarda sebat etmek. İşte kuzum insanlık.

Dördü birleşti mi yoktur sana acı ve yokluk

Müslüman her an hakkın yardımcısı olmaya mecburdur.

Bunda gevşeklik göstermeye başlarsa varlığı sarsılır.


Hele zulüm gitgide arttığında bu mecburiyet,

Daha bir önem kazanır diğerlerine göre elbet.

Çünkü hak öyle zamanlarda kalır tehlikede,

Çaresizdir onu kurtarmaya bakmak sâde.

Bir adam kalkıp da bir zâlim imamın yüzüne,

Adli emretse, bu zâlim de onun hak sözüne,

Boyun eğecek yerde tutup onu öldürse

O Allah yolunda savaşmış şehitlerin yazılır ta başına.

Hamza'dan sonra gelen şanlı şehîd ancak odur.

Hak için can verenin derecesi elbet bu olur.

Bir zalime hakkı ihtar ne kadar büyük bir cihaddır.

Bunun için "En büyüktür" demişti, pâk yaradılışlı Peygamber

Hak çiğnendi mi millet de, hükümet de alçalır

"Hangi ümmette ki alınması zordur

Acizin hakkı kuvvetliden... O ümmet kuvvetlenemez..." (*)

- Kapsamlı olmakla birlikte kısa söylenmiş ne güzel bir söz!..

- Ömer'in hutbesi aklında mı bilmem?

- Bilmem...

- "Ey insanlar, taptığım Allah'a yemin ederim ki:

Şu cema'atte hiç bir zaman hiç bir aciz yoktur ki

Benim gözümde sizin en güçlünüz olmasın,

Bir kuvvetlinizde olan hakkını kurtarmamam için.

Bu ümmette bir kuvvetli kimse de yoktur ki, bilin,

Benim gözümde en zayıf olmasın, tutup kendinden

Acizin hakkını ısrar ile isterken ben."


Ömer'in işte, Hocam, çizdiği yol buydu.

- Fakat sözlerine yaptıkları gerçekten uydu.

- Sallanan çünkü kılıçlardı; ne kuyruk, ne kavuk!

Öyle bir dürüstlük ve cesaret devrinde kolaydır ululuk.

Senin çevreni sarsın ki yığınla sefil,

Kimi idmanlı edepsiz, kimi eğitimli rezil.

Kiminin yaratılışı utanma duygusundan uzakta;

Kimi yükselme yolunda namusunu bir etten kalkan gibi kullanmakta.

O kumarbaz, bu hırsız, şunu dersen, alkolik.

Sonra hepsi bozguncu, dalkavuk, dönek...

Bu çevrenin bakalım şimdi içinden çıkabil;

Ne yaparsın? Ömer olsan, yine durumun zor.

Doğru adam semtine uğramaz, ama ne yazık ki,

Bir sürü zararlı adam gece gündüz sanki seni yoldan çıkarmakla görevli.

Kulağın hak söze artık sonsuza dek hasret;

Kustuğun saçma sözler ya hikmet, ya büyük bir nimet!

Yutan olmazsa dedin, öyle mi? Boşuna merak;

Dalkavuklar onu hazmetmeye candan istekli.

Herifin burnuna geğirirsin "Oh, ne güzel!" der!

Aksırırsın, "Vay efendim, bu ne akıcı bir ahenk" der!

Tükürürsün o pis yüze "hak tû!" diyerek;

Sırıtır, "Sorma, samimiyetimiz pek yüksek."

İçiyorsan, dindar, sarhoş herkes sana içki sunar...

"Hâlâ mı içki haram sayılacak? O haram artık sizlere ömür!"

Irza düşmansan eğer, aileler hep mahrem...

"Ne büyük vahşet aslında bu kadın-erkeğin ayrı oturması!"

Bir muhalif hava yok, dinlediğin hep aynı ses:

"Yüce zatınıza millet de, hükümet de feda."

Seni tehdid edecek tek şey şahsi çıkarlardır.

Nebiyim diye ortaya çıksan, karşında tanrı gibi tapılan çıkar vardır.


Eğer dindarsan, şimdi de boy boy teşbih...

Dalkavuklar, benzetmek gibi olmasın ama, bütün insan kesilir!

Uzun sarık, cübbe, kavuk, hırka, hep iki yüzlü şeyler,

Çevre dıştan görünüşüyle sanki Ömer'in devrine benzer.

Kimi oruçlu, kimi namazda, o tavanlar, yerler,

" Kul hüvallâhu ehad"(l6) sesleriyle inler.

Sen bu coşkunluğa istersen inan, hepsi yalan,

"O" derken kasdedilen artık ne "tek olan", Allah'tır ne filan.

Çünkü madem yürüyen sadece senin saltanatın,

Şimdilik heykeli sensin tapılan çıkarların,

Kanma, hey kukla kılıklı adam, hey sersem,

Herifin ağzında Allah'ın "samed"(17) sıfatı, midesinde yüzlerce "put"

Sen de bir tekmede buldun mu, sonunda, yerini,

Ne kılıktaysa gelen, hepsi de kimliklerini,

Onunla aynı bir kimliğe döndürürler çabucak

Sana her gün sekiz on defa söverler mutlak.

Hani dillerde gezen adın, bir hiç olan şerefin?

Evet, senin yerine geçen aptal, bunun ne kadar

sağlam olduğunu anlasın:


"Âh efendim, o ne hayvan, o nasıl eşekti!

En çok iyiliğini isteyen biz idik, bizleri bile tepti.

Utanma ve edebden söz eder, bu kuruntuları gerçek sanır

Aptal, bilmez ki bunların hiç biri de gerçekte mevcut değildir.

Din, vatan, aile, millet, sonsuzluk, vicdan,

Sonra insan haysiyeti, şeref, şöhret, şan,

Daha bir çok uydurma şeylere adam olmuş esir.

Sarmısak beynine etmez İd gerçekler tesir.

Böyle anka(18) gibi adı var kendi yok şeylere kanar.

Bu durumda adamın değil sabrı, kendi dahi tükenir.

Kız, kadın hepsi evlerde bütün gün mahpus,

Şu anlayışa bakın, işte en kötü ilkellik: Nâmûs

Herifin sofrada şampanyası hâlâ: Ayran,

Hiç değilse yirminci yüzyıldan sıkıl artık, hayvan!

İçelim çok değerli sağlığınıza... Hay hay içeriz!

Biz, efendim, senin uğrunda bu candan geçeriz,

İçelim... Durmayalım... Afiyet olsun... Şerefe!.."

Sonra nöbetleşe, uzunboylu, söverler önceki lidere.


Liderin yerine geçen diyelim ki şimdi başka bir anlayışta

Dalkavuklar hemen yeni bir maske takarlar da,

Kuşatırlar yine çevresini:

"Sübhânallâh!

Bu nasıl bir yaradılış, bu nasıl yüksek manâlar taşıyan bir vicdan!

Allah'ın bize bir nimetidir yüce zatınız,

Kimsiniz, söyleyiniz, Hazret-i Mûsâ mısınız?

Hele Firavun'un elinden yakamız kurtuldu;

Hele yok olmadan önce millet sizi buldu.

Âh efendim, o adam yok mu, kızıl kâfirdi:

Çünkü bir şey tanımaz, her ne desen inkar ederdi.

Ne terbiye der, ne utanma der, ne erdem, ne ağırbaşlılık;

Leş gibi geğirir ama, âdeti değil bağış dilemek.

Aksırır sonra, hiç çekinmeksizin, burnumuza...

Yutarız, çâre yok, mümkün mü ilişmek domuza?

Savurur balgamı ta alnımızın ortasına,

Tükürürmüş gibi taşlıktaki tükrük tasına!

Saçmalık, sorsanız, Allah; saçmalık, Peygamber;

Din, vatan, aile, millet gibi yüksek duygular,

Ahmak aldatmak için söylenilir şeylermiş...

Bu uydurma şeyleri gerçek diye kim dinlermiş?

Akıl sahibi o kişiymiş ki hayatın bütün zevklerinden,

Durmayıp, hırsını tatmine edermiş iman.

Âhiret düşüncesi yularmış, yakışırmış eşeğe;

Hiç inanır mıymış adam böyle beyinsizce şeye?

Hele ahlâka sarılmak ne demekmiş hâlâ?

Çekilir miymiş, efendim, gece gündüz bu belâ?

Zevki doğruymuş adamın, başkası hep yanlışmış...

Çok tuhafmış bunu insanlar için anlamayış!...

Ah, efendim, daha söylenmeyecek işler var...

Çünkü namusa sataşırdı o azgın canavar.

- İyi ama niye sarmıştınız etrafını hep?

- Haklısınız, arz edelim neydi buna sebep.

Tepeden tırnağa her gün donanıp sırsıklam,

Hani, yuttuksa o tükrükleri, ağız dolusu,

Vatan uğrunda efendim, vatan uğrunda bütün.

Biz o alçaklıklara katlanmamış olsaydık dün,

Memleket yoktu bugün, yoktu, Allah korusun...

Öyle üç balgam için millete kıymak da günah.

Herif ancak bizi bir parçacık olsun saydı;

Başıboş kalmaya gelmedi, eğer kalsaydı,

Memleketi satmıştı ya düşmanlara, ondan da geçin,

Yıkmadık aile koymazdı Allah hakkı için.

Bulunur pek çok adam savaşa koşup can verecek;

Savaşın en zoru haysiyeti kurban etmek...

Bu fedailiği bir biz göze almıştık.

Ama Allah biliyor, bilmesin isterse balık. (**)

Ey nimetlerin sahibi, artık size bizler köleyiz;

Yalınızca emrediniz siz, yalınızca emrediniz."


- Şimdi, oğlum, kızacaksın ya, fakat boş ne desen;

Bu rezillik beni ümitsiz ediyor gelecekten.

Duruma baktıkça adam kahroluyor elde değil;

Bizi kim kurtaracak, var mı ki bir başka nesil?

- Âsım'ın nesli, Hocam,

- Nerde!

- Hayır, haksızsın!

Galiba oğlana çok fazla bugünlerde hırsın?

- Âsım'ın nesli... diyorsun. Ne uzun boylu hayâl!

- Yarınlar Âsım'ın nesline boyun eğecek.

Sana vicdanımı açtım okudum, dinlesene;

Söyleten başkasıdır, bakma, Hocam, söyleyene.

-Ne kâhinlik bu?

- Bilirsin ki değil âdetim.

- Güzel ama, ne erdemleri var evlâdım?

- Ne Erdem mi? Çocuklar koşuyor, aç çıplak

Cepheden cepheye arslan gibi hiç durmayarak

Yine vardır bir ölüm korkusu arslanda bile;

Yüzgöz olmuş bu çocuklar ölümün kendisiyle!

Cebhenin her biri bir kıt'ada, çevresi deniz;

Kara dersen daha korkunç: Ne yol var, ne de iz.

Harekâtın görüyorsun ya, Hocam, en kolayı,

Yalın ayak Kafkas'ı tutmak, baş açık Sina'yı!

Yapılır sanıyorsan, bakalım, sen de soyun...

Köşe kapmak değil, kıta kapmak artık bu oyun.

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyada eşi?

En kalabalık orduların yükleniyor dördü beşi,

- Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya -

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne yüzsüzce bir yığmak ki ufuklar kapalı!

Nerde - gösterdiği vahşetle "bu: bir Avrupalı"

Dedirir - yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi

Varsa gelmiş, açılıp hapishanesi veya kafesi!

Eski Dünya, Yeni Dünya, insanoğlunun bütün kavimleri,

Mahşer mahşer kaynıyor kum gibi, tufan gibi,

Cihanın yedi iklimi dikiliyor karşına da,

Avustralya'yla birlikte bakıyorsun Kanada!

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;

Sâde bir olay var ortada: Vahşetler denk.

Kimi Hintli, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ...

Hani, veba mikrobunu bile utandırır bu rezil istilâ!

Ah o yirminci yüzyıl yok mu, o soylu yaratık,

Gerçekten alçak ne kadar gözdesi varsa

Kustu, aylarca dikilip Mehmetçiğin karşısına;

Döktü içinde gizlediği şeyleri utanmazcasına.

Maske yırtılmasa yine bizi felâketlere uğratacak bir güzeldi oyuz..

Medeniyet denilen kahbe, gerçekten, yüzsüz.

Sonra lanet olasının yakıp yıkmak için kullandığı araçlar,

Öyle korkunç ki her biri bir ülkeyi perişan eder.


Öteden yıldırımlar parçalıyor ufukları;

Beriden zelzeleler kaldırıyor derinlikleri;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan askerin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam

Atılan her lâğamın yaktığı; yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne korkunç tipidir: Savrulur insan parçaları...

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak el, ayak,

Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o namerd eller,

Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.

Veriyor yangını, durmuş da açık göğüslere,

Sürü hâlinde gezerken sayısız uçak.

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler...

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!

Ne çelik siperler ister, ne siner düşmanından;

Alınır kale mi göğsündeki kat kat imân?

Allah göstermesin ama, hangi kuvvet ona boyun eğdirebilir ki

Çünkü o sağlam istihkâm Allah'ın eseri.


Güçlü bir şekilde inşa edilmiş yerler bile sarılıp indirilir;

Ama insanın azminin yolunu kesemez insan yapısı eserler

Bu göğüslerse İlâhî yapının sonsuz sınırı

Allah "O benim en güzel eserim, onu çiğnetme" dedi.

Asım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek;

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.

Şehitlerin gövdesinden oluşmuş bir baksana dağlar, taşlar...

Namazdaki rükû olmasa, o dünyada eğilmeyen başlar,

Yaralanmış temiz alnında, uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!

Atalarımız gökten inerek öpse o temiz alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor birlik dinini...

Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek mezarı kimler kazsın?

"Gömelim gel seni târihe" desem, sığmazsın.

O tarih kitabı, altüst ettiğin çağlara da yetmez...

Seni ancak sonsuzluklar kapsayabilir.

"Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına;

Ruhumun ilâhi ilhamını duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, örtü diye,

Kanayan kabrine sersem bütün yıldızlariyle;

Mor bulutlarla açık türbene bir tavan çatsam,

Yedi kandilli Ülker yıldızını oradan uzatsam;

Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına,

Uzanırken, gece ay ışığını getirsem yanma,

Türbenin bekçisi gibi güneşin doğuşuna dek bekletsem;

Gündüzün avizeni güneşin taze ışıklarıyla silme doldursam;

Tüllenen gurubu, akşamları sarsam yarana...

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.


Sen ki, son Haçlı ordusunun hamlesini,

Kılıç Arslan(19) gibi kırarak, Doğunun en sevgili

Sultam Selâhaddin'i (20) büyüklüğüne hayran kıldın

Sen ki, acı ve yokluk islâm'ı kuşatmış boğuyorken

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki bütün cisimlerde dolaşır ruhun ve adın;

Sen ki, bütün yüzyıllara gömülsen taşacaksın... Yazık!..,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bütün yönler...

'Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden mezar',

'Sana kucağını açmış duruyor Peygamber'.

- Bırak Allah'ı seversen, yine perişan oldum!

O yanık defteri artık kapa, çünkü doldum...

Tıkanıp durmadayım, baksana, nöbet nöbet...

Zâten sinirlerime hâkim değilim, merhamet et.

- Bakayım şimdi, senin neydi o zorlu derdin,

Ki sabahtan beridir söylemedin, söylemedin?

- Âsım'ın hâli kötü: Pek öfkeli, ama, pek!

Öyle bir halde ki ne öğüt ne azar dinleyecek!

- Atak oğlandır aslında... Demek azdırdı işi...

- Bilmem azdırdı mı, fakat hoşa gitmez gidişi.

- Ramazan olayı varmış, o nedir?

- Anlatayım...

Zaten o olaydan beri yanıma yaklaştırmıyorum!

- Ne demek?

- Çıkmıyorum, sanki, birlikte dışarı.

Bu, zıpır; diğer gençleri dersen, haşarı;

Bunların acaba daha ne marifetlerini göreceğiz! Ben dayanamam...

- Ramazan olayı yahu! Şunu anlat, be adam!

- Üsküdar'dan geliyorduk, ikimiz: Âsim, ben.

Saat on bir sularındaydı... Vapur beklerken,

Yolcular Bafra sigarısını tellendirivermez mi sana?

Kaçıver, belli ki kavga çıkacak, durmasana!

Hayır oğlum, nasıl olduysa, apıştım kaldım.

Çocuğun tavrı değişmişti. Dedim: "Bak, Âsim,

Dalaşırsan bu heriflerle üzersin babanı."

İçlerinden biri, hem kuşkusuz, en namussuzu,

Üç nefes püfliyerek burnuma: "Sen söyle, Hoca!

Niye bağlanmalı hayvan gibi hâlâ oruca?"

Deyivermez mi, tabîî senin oğlan tokadı,

Herifin yırtılacak ağzına kalkıp yamadı.

Gâlibâ pek canı yokmuş ki yuvarlandı leşi...

Asıl itler gerideymiş, koşarak dördü, beşi,

Ansınız serdiler evlâdımı karşımda yere.

Ben şaşırmış, "aman oğlum!" demişim bir kere.

Hele yâ Rabbi şükür, toplanıp oğlan birden,

Kömür almış deve kalkar gibi doğruldu hemen.

O nasıl gayret idi kurtulmak için anlamalı:

Silkinip attı belinden asılan dört çuvalı!

Dedim: Artık sizi haklar bu zıpır şimdi durun,

Ne ağız kaldı yiğitlerde, gerçekten, ne burun;

Kime indiyse, felç olmuşa benzetti onu!

Bu sevimsiz şakanın hayli acıklıydı sonu:

Hani, mezbaha çevresinde durup seyre bakan,

Köpekler görülür: Yüzleri kan, gözleri kan;

Bu çomarlar da o duruma gelmişlerdi.

Hepsinin hakkını Allah için oğlan verdi!

Hele bir tanesinin beyni dağılmıştı, eğer,

İşi tatlıya bağlamamış olsaydı gelen dört asker.

- Anlasaydık, şu neden sonrakinin fazla payı?

- Çünkü tabancayla hücum etti uzaktan bu dayı.

Şükürler olsun ki o askerlere da'va bitti;

Sedyeler geldi, polislerle herifler gitti.

- Sizi haksız çıkaran olmadı mı?

- Olsun mu? Tuhaf!

Af edersin, Hocazâdem, ne kadar saçma bu!

Haklı, haksız ayrımını kabul eden var mı ki?

Bu dünya, baştanbaşa yiyen ve yenilen diye ikiye ayrılmamış mı?

Kuvvetin sırtını kimmiş, göreyim, okşamayan?

Ne zaman altta kalırsan, o zaman derdine yan?

"İnsanoğlunun adaleti masal, hak zıpırındır yalnız;

Dövülen mahkemelerden kovulur, çünkü: Cılız!"

Bizim oğlan bunu dilinden düşürmez, söyler her yerde...

- Doğru söz, sonra, tabîî, efelik var başta!

- Efelik, çok güzel ama, sonu çıkmaz bu yolun;

Etme oğlum, şuna bir parça öğütte bulun.

Çünkü ben korkuyorum, söylemiş olsam tekrar,

Yüzgöz olduk, bana isyan edecek diye korkuyorum.

- Ne demek! Hiç sana isyan mı edermiş Asım?

- Bence her ihtimali zamanında düşünmek lâzım.

- Hocam, oğlun gibi benzer bulamazsın araşan,

Görmedim ben bu kadar her bakımdan kusursuz insan.

Ne büyük bir yaratılış o Âsim, ne gösterişli heykel!

Onu, bir kahramanlık şiiri gibi ezelî ilham

Sana sunduysa, açıp ruhunu anlamaya çalış...

Gâlibâ oğlanı yanlış görüyorsun, yanlış!

Sadece göğsünün boyutları mı sandın yüksek?

İn de derinliğine bir bak, ne derinmiş o yürek!

Dalgalandıkça içinden taşan iman denizi,

Dökülen duyguları gör: İncilerin en temizi,

Gövde yalçın kayadan bir anıt, ecel karşısında lakayt

Sanki hiç duygusu yok... Bir de fakat ruhuna bak;

O ne aşırı derecede incelik!Hani incelesen,

Bir kadın ruhu değildir o kadar belki ince.

Sonra, irfanı için söyleyecek söz bulamam;

Oğlanın bildiği, öğrendiği her şey sağlam.

Boynu dehşetli, evet, beyni de fakat zinde;

Kafa enseyle beraber gidiyor gelişmesinde.

Çölde ben bu sefer Asım'la epey görüştüm.

Hoca, emin ol, bütün imanımla söylüyorum,

Onun sohbetinden bir şeyler kapmaya çalıştım;

Çünkü özelliklerini çok yakından tanıdım.

Ne güreştirmediğim kaldı, ne koşturmadığım;

Ne de "her şeyde sıfırsın!" diye coşturmadığım.

Çölün sakin atmosferinde geçen günlerimiz,

Bana gösterdi tamamıyla ki: Oğlun eşsiz.

Sonsuz denecek kadar çok yönlülüğüyle herif ayrı cihan;

Bütün bu yönleri içinde de, fakat, insan


Hiç unutmam, büyükçe bir zafer nasib olmuştu da,

Askerler bir güreş ve yarış düzenlemişti kendi aralarında.

"Hadi Âsim!" dedik, "olmaz" dedi, biz dinlemedik;

Bularak bir de kalın, pırpıta(21) benzer dizlik,

Yaralıymış demedik, üç kişi tuttuk soyduk,

Çıktı meydanda gezen rakibine çaresiz çocuk.

Fakat oğlanın boy bosundaki o ahenk neydi!

Yaradılış, belli ki her organı üstünde ayrı çalışmıştı.

Ya kemikler ne sağlam, ya etler ne katı:

Tepeden tırnağa, sanki, dolamışlar halatı,

İki üç katlı büküp bir çınarın gövdesine.

Hele taşmış dökülürken o gösterişli sine,

Kasları öyle belirgin ki sonsuz dalgaları,

Girinti ve çıkıntıları yoruyor seyre dalmış bakışları.

Çok geniş dersen omuzlar, boy o oranda uzun,


(1) Miladi 1591 -1592, yani 16. yüzyıl sonuna denk düşmektedir.

(2) Hüseyin Kâzım Kadri: (1870-1934) Ünlü Trabzon

Valisi Kadri Bey'in oğlu. Büyük Türk Lûgatı'mn

sahibi ve Akif in yakın dostu.

(3) İrşad Heyeti: Burada Balkan Savası sonlarında

kurulan Müdafaa-i Milliye Heyeti tarafından halk

için faydalı eserler hazırlamak amacıyla oluşturulan kurul kastedilmektedir.

(4) Recâizâde Mahmut Ekrem: (1847-1914) Tanzimat

devrinin tanınmış şâir ve yazarlarından.

(5) Hâmid: Sultan II. Abdülhamid.

(6) Hep bir halli, Tırhallı atasözündeki anlama işaret edilmektedir.

(7) İbnü V Rüşd (Hicri 514-595): Endülüs devleti zamanında yetişen

tanınmış bir İslâm filozofu.

(8) İbn-i Sina (Hicri 370-428): Ortaçağın en büyük filozoflarından

ve tıp bilginlerinden. Buharalıdır ve Batı'da Avicenna diye tanınmış ve

tıbba dâir eserleri yüzyıllarca üniversitelerde okutulmuştur.

(9) İmam-ı Gazali (ölümü Hicri 505): Tanınmış İslâm âlimi.

(10) Seyyid Şerif Cürcâni (Hicri 760-830): Tanınmış İslâm âlimi

(11) Fahreddin-i Râzi: (milâdi 1149-1209) Büyük Kuran tefsircisi ve

aynı zamanda fizik, matematik ve

(12) Mülieka: Osmanlı devrinde çok okutulan ve bir çok şerhi bulunan

bir İslâm hukuk kitabı. Yazan İbrahim b. Muhammed (1459-1549).

(13) Mir'at: Osmanlı devrinde çok okutulan islâm hukuku metodu kitabı.

Yazan Molla Hüsrev (?-1480)

(14) Ashâb-ı Kiram: Hz. Muhammed (s.a.v.) devrini idrak etmiş,

müslüman olarak peygamberimizi görmüş, onun sohbetinde bulunmuş

ve yine müslüman olarak ölmüş kimseler.

(15) Bu surenin meali şöyledir:

1- Asra and olsun ki,2- İnsan hiç şüphesiz hüsran içindedir.

3- Ancak inanıp yararlı is işleyenler, birbirlerine gerçeği tavsiye

edenler ve sabırlı olmayı tavsiye edenler bunun dışındadır."

(*) Hz. Aliden rivayet olunan bir hadisin mealidir.

(16) "De ki Allah tekdir..." İhlâs suresinin ilk ayeti.

(17) Samed: Her şeyin kendisine muhtaç olup, kendisi

hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç olmayan demektir.

İhlâs suresinin ikinci ayeti Allah 'm samed olduğunu bildirir.

(18) Anka: Efsânevi bir kus.

(**) "iyiliği et, denize at, balık bilmezse Yaratıcı bilir"

diye güzel bir sözümüz vardır.

(19) II. Kılıç Arslan: (1155 -1192): Anadolu Selçuklu Sultanı.

Gerilla harbiyle muazzam haçlı ordularını Anadolu 'da perişan etmiştir.

(20) Salâhaddin Eyyûbi: (1138 -1193): Eyyübiler devletinim kurucusu.

Haçlılara karşı İslâm dünyasını korumuş, Kudüs'ü haçlı işgalinden

kurtarmış büyük bir İslâm kahramanıdır.

(21) Pırpıt: Pehlivanların güreşte dizlerine çektikleri,

yansı bez, yarısı meşin olan kispet


This is how narrow, how much a custom stereotypes?


Did you Islam?... Repented matter, what does this mean?


Behold, the spirit's imaginary print at Kur'an.


How to combine ourselves with Islam,


Despairing is installed religion slowly by people who do it...


What a cursed installed, isn't the same others.


His spiritual was spoked since 1000.

The huge worl of faith lies, exhausted.

Hearts in clot, the blood still;

Sleeping bag shields turn again!

No eye sees the sun hitting your head.

-Good, but how will you warn the carcass?

-Not carrion.

-Isn't it?

-Energetic... Pensive, lonely...

Now, we must save to resolve, we save:

You come, let's give to him expectation.

-How easy! It wants long working, long working!

-So I hold attack the work together,

Get my lamb, you want been working long again.

Do you have to say another word?

-Surely there: behold,

You wouldn't include the help of God, what comes out without it?

But work of slave isn’t winnig the helping of God.

His work to do, to help the generosity of God.

Hold the reason out of, look way, look that will help fellow;

Coming help is not a task that belong to you;

Go and sweat instead of talking work

Thousand times for your purpose, win one time in your life, enough.

Aren't there nine hundred labors left, my Hoja?

He wants ninetynine more, no problem, increase!

We've done...None of them goes to waste;

Every labor partakes in getting aim separately.

Listen, in last three to five years ago is very important,

I want to tell a event...

Listen.

Hussain Kazim(2) of course, you know?

-Sir?-Kadri Bey's son, my dear?

-Yeah! On our Kazim Bey.

-He knows farming and farming so did he...

-I saw: There are also works for the farmer... Both very good.

-One a time, for make people illuminated,

We are gathered...

-Yes, İrşad Heyeti

-I think, they are live artifacts you said,

New was over, that, one day showed Kazim,

He said: If the Assembly immediately by pressing the appropriate

Send provinces, read the free of charge.

We liked the offer, only to us,

Recaizade protested as follows: (4)

They are good and useful works;

However,if they are printed? Are they read?

Yes, but five to ten people read, illuminated;

So perhaps the printing charges go to waste

We said:written must answer it by himself.

This offer was accepted, very good, the statement said.

-Let's see, because he says pretty?

-It got started Kazim:

-Gentlemen, gentlemen.

What is this works? They are about farming.

So I will all my defends.

All nature created by God who reigned from events,

Will of course do so by taking inspiration.

You know that: Self-ending, even the smallest plants,

Million seeds each year, live life in the dumps,

If they go, they go that form.

Is it possible not to be admire to mustard?

Or is it possible not to respect a chamomiile?

What they give tax?, flowers early, yes, The sum of the seed of the earth: Billions!

I mean, there are reasons the nature of force,

This glory, this large, this awful blustring.

He would not leave saving.

The fact is:Creation is hurling its all treasures,

Its desire is achieve its goal this form.

Maybe it knows before,who knows how much

Billions of people will perish this later?

It is nor easy, sometimes, can not find space to shoot forth;

Some finds location, but for some reason does not verify.

This is chewed, the wolf eat it, the birds eats the other helpless

You look:A lot of them finished at the end military greatcoat;

A few of grain which insisted and saved

It means, scatter aroun his purpose is to scatter

To collect the handful of seeds that germinated

To use for the purpose in search of the continuity of the generation

İt means, nature is sometimes extravagant

No, I qualify as wasteful nature ruthlessly

If it is not a mistake, then what, it gives for well-being

Example shows us the creation Gentlemen,

You can never bring to mind the spare.

Gentlemen, these works are printed

They are scattered thousand by thousand to country becase it is necessery

Here they say: But do down and distributed;

And will go to waste, and a sizeable portion of

Gentlemen I know, I also, wasted a lot of this work;

However, to collect the ideas thrown reads,

Surely, even a few people will be.

Our aim is also to recover only that generation.

-I really do not have to say, man! Kazim well done!

-Poor Ekrem that day,the need to bow to the truth

He said and he revolved the objection.

-Well done, Ekrem! Now, my son, I say to you in an event?

-I listen, tell me Sir.

-If only it could say well done to me!

Kadri Bey was alive and he was still goverment in Trabzon.

Abdülhamid had been filled again.

They said the police station:

Now, the Imam, go to Erzurum!

Also, winter and one that is no longer asking the Resurrection!

They put me into a ship, my back is loose,

My coat isn’t on my back then there isn’t a quilt, or a mattress,

Shivered in five nights, four days ...

How much! Five-night?

hodja, especially with difficulty a thousand kinds of ships,

Transferred us to a beach, "Trabzon", saying.

Not down to the see: "You will see the Governor,

now take it along with the other host laz'

Do not stop! "Does not warrant a highly networked?


I went back again born. Went a little break,

appeared to latch hodja shouting'

Is he Laz?

the vaiz in “ yeni cami “ maybe you will know'

You'll know what I mean, who does not know Mandal ? "

No crown, there is no throne, the Sultan Malik himself.

I guess I never saw that not died?

Already!

You said what a nice boy, yes , hoca was sultan '

There was no degradation in the world is a forceto be captured

Especially if you saw that day you become a companion.

Visirable than ever

''''This is needed because the exile

- Especially in a volatile fez, in the top of thecrest,

sat looking at the blue yarn in five to ten times.

No tassel on the handle kept, outside ibig,

Tied tightly, "Now that kompaz either!" diye. he.

Turban party had collapsed in front of the back waist;

I saw an immense tassel, wire on the wire.

Under the eaves of the muscles extending from the eyes;

Two lightning filled the sky as if it, burn you look!

Then, get a trench was opened in layers, such as;

The way you look should not make you know is a thousand pieces


Large double smoke flung down his nose,

Hand foot are tied, it cannot be killed when breathing this lion.


mistral oil, rain, snow, winter;

Teacher naked, only a very few years, it remained

Side slits have a entarisi dripping wet Poor guy you know is my four-slope.

But he does not care: Both he swears, and walks;

Frozen in his chest hair sprays shoot it!

The man from Of "traitor damn!" plenty of distributing,


Likened To that, I do not know me, " berhudar ol "

He stroked, now how much I liked,


You do not know ... I thought I wore a warm jacket

Let's see now, office, Kadri

He was hard to governor'

There are also contributed to science. Yes, my son, I hold onto the latch Hodja hand in hand, First, we have seen Kazim; us respectfully, Sent the governor did not stop taking notice; Come, quickly gave orders to the governor Kazim front, let us dived after him. Kazim front, let us dived after him. Pity!

Or, Sir, you're halfway out why in this time star? Sit down, tell me, let's see, because I said bad.

Who said bad? - Istanbul, had asked the ...

who from Of slowly while sitting cross-legged with the seat, He said: Since many, one would say I've got: Let me go, let me warn oppressor, I would like. He is far from our mosque, can not, what barriers? I go to I, well, I came to his mosque Cage was hidden behind the ladies, such as

Hamid, Big from şevket! Actually hoped I would not do. Maybe forty or fifty thousand soldiers wrapped in Stars; He Musketeers; that many guys get basil.

Watch in being what it costs, a guy prayers:

sixty thousand men, had a simple prayer-binding' Especially, even in excess of the limit costs splurge,

I see no longer zoruma charade went, I said: "What's that hide all this time?

In this situations, describes the problems of some'

Is the man, gin or what? what one sees, what the;

Either because they're hiding from us parish parish.

Not hiding, that is to say: fear; Either because they fear that the men need to be kept. Absolute fear is not there fault .. I also looked at the guards as the monster out of ambushes, They ran, kick some force, some butt,

They lay down my unnecessariness which is drilled on every side Then what? ..

' I no longer ... 'I've lost my feelings now

- Vah!' - Oh! Vah! Oh! It was a fearful dream ... The next morning, find myself in this business over the sea,

'.' I said: "I tell you, the other the arrival of Hamid. find myself in this business over the sea, No Independence, a day you still captures Lever! "

Kadri , both me and the preacher was pleased;

our opinion, was dressed with a precious garment jacket'

Then I gave a lot of money ...

- In his pocket? Yes Oflu refused: I bought Well done ... Certainly Here you see either, Sir, are necessary for the nation, Strong faith in faith, such as teacher Mandal'daki Vibration again, the world, be sure, tractor tractor; Especially in the East that faith you bring five to ten cine.

to him which hodja rebels to the snobby governer I ask that: Open sees a right way, Will head to a student-taught?

I sat only get, criticize business schools?


Rate in words what comes out? TINGIR sieve, TINGIR hair ...

Although it if the school, the madrasah hungry than he is!


This is also in need of nutritious eating it for years.

What the curve of the neck so the saying goes, a camel,


A lamb, which I eat right, he said. "This is the question.


You do not have the job, or something of a superiority veredur profession.

He vocational blah blah, yeah, we blah blah highest;

The difference between a knife edge, but we measure...


You saw me either, How much I'm worth,

He is also your science, do not try it is in vain, Köse.


Vineyard keeper catches the thief, says Bey runs,


Connected the bandit, hard dice, foot pole.

Did you say in the foot? Handles mean square!

what are you stupid? Now solves ...

Who will solve? Just look! Solves the idle hands of your own ...

Pasha

I do not flutter!

Also, winter and one that is no longer asking the Resurrection!


They put me into a ship, my back is loose,


My coat isn’t on my back then there isn’t a quilt, or a mattress,

Shivered in five nights, four days ...

How much! Five-night?

hodja, especially with difficulty a thousand kinds of ships,

Transferred us to a beach, "Trabzon", saying.

Not down to the see: "You will see the Governor,

now take it along with the other host laz

Do not stop! "Does not warrant a highly networked?


I went back reborn. Went a little break,

appeared to latch hodja shouting

Is he Laz?

the vaiz in “ yeni cami “ maybe you will know

You'll know what I mean, who does not know Mandal ? ".

" No crown, there is no throne, the Sultan Malik himself.

I guess I never saw that not died?

Already!

You said what a nice boy, yes , master was sultan


There was no degradation in the world is a forceto be captured.

Especially if you saw that day you become a companion.

Visirable than ever This is needed because the exile - Especially in a volatile fez, in the top of thecrest, sat looking at the blue yarn in five to ten times.

No tassel on the handle kept, outside ibig,

Tied tightly, "Now that kompaz either!" said. he.


Turban party had collapsed in front of the back waist;

I saw an immense tassel, wire on the wire.

Under the eaves of the muscles extending from the eyes;

Two lightning filled the sky as if it, burn you look!


Then, get a trench was opened in layers, such as;

The way you look should not make you know is a thousand pieces


Large double smoke flung down his nose,

Hand foot are tied, it cannot be killed when breathing this lion. mistral oil, rain, snow, winter;

Teacher naked, only a very few years, it remained


Side slits have a skirt dripping wet,


Poor guy you know is my four-slope.


But he does not care: Both he swears, and walks; Frozen in his chest hair sprays shoot it!

The man from Of "traitor damn!" plenty of distributing, Likened To that, I do not know me, " become happy "

He stroked, now how much I liked, You do not know ... I thought I wore a warm jacket

Let's see now, office, Kadri

He was hard to governor There are also contributed to science. Yes, my son, I hold onto the latch Hodja hand in hand, First, we have seen Kazim; us respectfully, Sent the governor did not stop taking notice; Come, quickly gave orders to the governor. Kazim front, let us dived after him. Imam Wow, you're still in this winter world did you fall? Pity!

Or, Sir, you're halfway out why in this time star? Sit down, tell me, let's see, because I said bad.

Who said bad? - Istanbul, had asked the ...

who from Of slowly while sitting cross-legged with the seat, He said: Since many, one would say I've got: Let me go, let me warn oppressor, I would like. He is far from our mosque, can not, what barriers? I go to I, well, I came to his mosque. Cage was hidden behind the ladies, such as

Hamid, Big from şevket! Actually hoped I would not do. Maybe forty or fifty thousand soldiers wrapped in Stars; He Musketeers; that many guys get basil. Watch in being what it costs, a guy prayers:

sixty thousand men, had a simple prayer-binding Especially, even in excess of the limit costs splurge, you say, do not ask.

I see no longer resent charade went, I said: "What's that hide all this time?


In this situations, describes the problems of some

Is the man, gin or what? what one sees, what the;

Either because they're hiding from us parish parish. Not hiding, that is to say: fear; Either because they fear that the men need to be kept. Absolute fear is not there fault .. I also looked at the guards as the monster out of ambushes,


They ran, kick some force, some butt,


They lay down my unnecessariness which is drilled on every side


Then what? ..


I no longer ... I've lost my feelings now




- Vah! - Oh! Vah! Oh!


It was a fearful dream ... The next morning,


find myself in this business over the sea,


. I said: "I tell you, the other the arrival of Hamid.


As the man gets vessels from the shore of Lâzlands


No Independence, a day you still captures Lever! "


Kadri , both me and the preacher was pleased;


our opinion, was dressed with a precious garment jacket


Then I gave a lot of money ...


- In his pocket?


-Yes


Oflu refused, I bought ...


Well done ...


Certainly


Here you see either, Sir, are necessary for the nation,


Strong faith in faith, such as teacher in the Mandal.


Vibration again, the world, be sure, tractor tractor;


Especially in the East that faith you bring five to ten cine.


to him which hodja rebels to the snobby governer


I ask that: Open sees a right way,


Will head to a student-taught?


I sat only get, criticize business schools?


Rate in words what comes out? TINGIR sieve, TINGIR hair ...


Although it if the school, the madrasah hungry than he is!


This is also in need of nutritious eating it for years.


What the curve of the neck so the saying goes, a camel,


A lamb, which I eat right, he said. "This is the question.


You do not have the job, or something of a superiority veredur profession.


He vocational blah blah, yeah, we blah blah highest;


The difference between a knife edge, but we measure...


You saw me either, How much I'm worth,


He is also your science, do not try it is in vain, beardless.


Vineyard keeper catches the thief, says Gentleman runs,


Connected the bandit, hard dice, foot pole.


Did you say in the foot? Handles mean square!


what are you stupid? Now solves ...

Who will solve?

Just look! Solves the idle hands of your own ...

Pasha

I do not flutter!



-Why?

- Because of our peasant man ...

- What is? Went to the expense ...

- Is there a way to go?


For example,I don’t know and his arm will been combined.


He doesn’t mind that loosing the rope from his foot.

Here we are like the villagers became a home.

So any attempt to deceive himself,

Who has a different value? All we are Tırhallı.

Do you have a madrasa with you? I think he was already gone.



Show Ibnü’r Rüşd’ü.


Why Ibn-i Sînâ isn’t here?Where is Gazâli?


Where are three to five scholars such as Seyyid, such as Râzî?





Look their boks that explain the works,


We have a great scholar in bringing empty of meaning.



Is it possible to meet these religon’s needs by seven hundred years of the works?


Taking inspiration directly from the Qur'an,


We sould make the understanding of the age to say İslam.


This is not empty claims, but whether science; I can’t see a man who is powerful, show you?

Search the great scholars and find them,It is a complete legal common sense

There Islam lawyers who have free idea and kind spirit.

There are numerous incident will apply in the middle;

Where is a "method" scholar, say! a single?

You can’t live miserable thoughts, what a pity!


Your law book’s name is” Mülteka”, its method’s name is “Mir’at”.

If you hope to live, you are like Baba Câfer.

Make yourself have bright swiftly let it be.

This religion isn’t deads’s religion,you know too,

It was born alive,will stay alive forever the ground stays stil.

It is unnecessary to convince more to talk about.


Hodja, seeing that this religion and religious life is human’s,

So people have to be near the God.

The right is walking with all humanity.



If you say it is impossible to do this, the spirit of Islam will die.


If you lose this spirit , think about the ending, what happens?


Now across the world was filled with the belief that tawhid.


How is it the heart,how is it perseverance,how is it self-confidence?


Here are people who believe help of God from the heart.


Here while the Koran that is full of wisdom is saying there is no fear.


Here is Koran full of strenght there is no fear fort hem as we say


Koran sublimites the people of nearest the God.


There are numerous name of God, most prominent: Right. That’s great thing, having right for people.


They were reading “Ve’ Asr sura,why?


Because secret of salvation is hidden in the great sura.


First, the real faith is coming,then goodness is coming,


Then right and then persevering with them.Oh son, that’s humanity.


When the four of them combine, there’s no pain and absence


The Muslim is always forced to help of right


If he begins to throw to the winds,he will be shaken.


When cruelty increases gradually,this obligation,


It wins more importance than the others


Because due is in danger in that time


Looking the rescuing it is helpless


A man stands up and at the face of a cruel imam


Law orders to cruel man and cruel man


Doesn’t submit its right saying and he kils him


It is written on the martyr who combated on the way of Allah


He is only glorious sehid after Hamza


Certainly,He has got the grade,who die for God


It is a how big war


The best Peygamber said ‘this is the biggest profit for heaven


The nations and the goverments will sink who are unjust


Which natiıns who coldn’t be destroyed


'It is short very beautiful saying with be 'comprehensive


I don’t know do you remember Omer’s promis


I don’t know…


‘Hey people,I swear to God who I worship,


"There is never no feckless man in this crowd,

In my sight, he would be the strongest,

To require my assist for giving his rights,

Realise, there is no stronger one,

He is the weakest, as I demand

The poor's rights with insistance."

That was, master, that was Ömer's path.

-But he had acted as he spoken

-Because swords were swang, not tails, not turbans!

Being great is easy in the ages of honesty and courage like that. If lots of wretches surrounded you,

Some of them are trained shameless, Some of them are educated villainous'.

Some of their genesis is far away from the emotion of shame;

Some of them are consuming their honor on the path to a higher class.

That is a gambler, this is a thief, if you ask him, he is an alcoholic.

Then, all of them are defeatists, flatterers, traitors...

Now, get out of this society, if you can;

What do you do? İf you were in Ömer's shoes, the situationis still hard.


Right man doesn’t visit the district, but unfortunately.


A lot of harmful men are as if on duty for bringing you from the road round the clock.


Your ear is longing for right voice forever.


The words you puked are wisdom or blessing!


You said”If nobody believe” didn’t you? Looking in vain;


Flatterers are cordially willing to digest it.


You burp to guy’s nose “Ow,how beautiful1 he says.

You sneeze "Oh, sir, what a smooth harmony," he says!


You spit to the dirty face by saying “hak tu!”


He grins,”Don’t ask, our sincerity is very good.


If you wants alcoholic drink,religious or drunk offer alcoholic drink.


Should alchol still be forbidden? That rule is dead now.


If you are enmy to chastity, families are always private.


“What a great atrocity that the women and men sit separately.


There is no opposing atmospheric,the voice you listen is same.


If you are religious,

Flatters,

The long sari,turban,rope,cardigan are always two-faced things.

Its appearance is like Ömer’s period.

Someone is fasting,someone is on prayer, the ceiling,the places

If you wants , believe this enthusiasm, all of them is lie.

While he is saying “God”,

Because,only your sultanate processes

The bad civilizaton is really brazen

After burning tools used to break down the damn civilization

So terrible that every one ravages a country

Lightning break out all along the horizon;

Since removing the depths of earthquake;


The brain of each trench down the lightning bomb


Lion on his chest that the soldier dies.


Thousands war ball like eel under the earth


Burned every battle thrown ball , hundreds of man


Death downloading the heavens, in the dead outbursts;


İt is the type of what is terrible: the human parts thrown ...


Head, eye, body, leg, arm, jaw, finger hands, feet,


Divorce from the ridges, valleys, a storm.


It is not manly hands, clad in armor shine


Incssant rains,floods from the flame burned every battle thrown ball


Allows the fire, stood in the open chest,


While traveling in many numerous aircraft


Roll more often than guns,bullets shot-pouring


Watch this threat that the army hero laughs!


What you like steel fenders, afraid of what the enemy


Belivers castle many times to obtain his chest?


But god forbid, in which the force of her neck that


Because it is a work of God's strong fortification.



Even places that are constructed to a strong hug downloaded;


But people can not break the way human nature works tenacity


The breasts, the limit of infinitive divine structure


God, "It is my most beautiful work of my,protect it," said.


Asim generation ... I was saying ...generation was true;


That honor maintained,to protect


A look at the mountains formed from the body of the martyrs, stones ...


Not bow in prayer,it heads the world not lean


Clean the wounded on his forehead, lying down;


For the sake of a crescent, O Lord, what is the suns goes down!


Oh, this land has fallen to the ground, soldier!


Our ancestors descend from the sky for use in kissing his forehead it clean.


Bigger is what the religion of unity of blood saves ...


Bedr'in lions were just so glorious.


Who dig grave which you will not be a narrow


"I come to bury history," say, will not fit.


That history book, or not enough times and you're upset ...


You can include only the eternities


"This is the cornerstone," says,I put the Kâ'be on the peak


I hear the divine inspiration of my soul could spend the stone;


Though the firmament that cover


With all the stars stunned bleeding grave;


Constitutes a ceiling whit purple clouds, the open grave


Stretches from the star of seven hot ülker


You are under the chandelier, clad in blood,


Lying, bringing the moonlight night, burning


As the guardian of the tomb until the birth of the sun wait


Delete a fresh light of the sun during the day you fill your candelier


Tulle groups, to your wound rocked the evening ...


However, I can not say anything to your souvenir more manageable.



You're that last of the crusader army's move,


Such as breaking, the most beloved of the East the size of the fan made


That you, the pain and the absence of Islam besieged while choking


The broke to pieces of iron çenberi his chest;


You name it and all the bodies of the soul wanders;


Goms you all the centuries,break.., Pity! ..


These horizons do not you, does not take you all the aspects ...


O!Martyrs son, requesting met o the grave


I embrace the Prophet seems to have opened.


- Let you love God, yet I was miserable!


The no longer burn book cover, because it filled with ...


I have suffocated stuck, look, seizure, seizure ...


Already my nerves I'm not a judge, have mercy.


- Let me see now, what was your problem, it is difficult,


Ever since that morning to say, did not you tell?


- Poor state of Asim: Not angry, but many!


So what advice do little in a state that will listen!


- Actually attacking boy… ... exaggerated to say that the event ...


- Idon’t know exaggerating, but the course does not go pleasant.


- Ramazan event there, what is it?


- Let me tell you ...


Already since the incident don’t closer to me!


- What does this mean?


- Not go, like, out together.


This madcap; other young people say, naughty;


I wonder what abilities we will see more of them! I can not stand ...



- Ramazan event, man! Last Tell me, man!


- Üsküdar were coming, the two of us: Asim, I.


Seemed to eleven hours ... ferry, waiting for


Passengers who drank more than one cigarette Bafra


Just run away, obviously will be a fight, don’t stop


No, my son, somehow, I had like a fool


The child's attitude had changed. I said: "Look, Asim,


" these guys if you are traveling bout your dad


One of them,and certainly one,an done rogue


Three beath by blowing my nose "You tell me, teacher!


" Why are you still connected to the animal, such as fasting? "


Don’t say, of course, your boy, slap,


Slap hit guy blackest tears stood in her mouth.


I think there is much soul fell dead man ...


Real dog vas behind, running four, five,


Suddenly down in front of me all of a sudden my kid


I'm surprised, "Oh my son!" I said no


Especially O my Lord God, gathered more than one boy,




Coal had straightened up immediately, such as the camel gets up.


He was trying to get rid of how to understand:


Shakes and took four sacks hanging from the waist!


I said: Now, this madcap rights you now stand,


What remained in the mouth heroes, really, what the nose;


Without consulting anyone likened him paralyzed


This is the end was pathetic rather unpleasant joke:


Behold, to stop and sail around the slaughterhouse facing


The dogs are: faces, blood, eyes, blood;


This dogs is also the case came


He gave the boy for it all right!


Especially in the brain of one of them dispersed, if,


The four soldiers were to work out the problem


- Understood the, now more than why the share of the latter?


- Because the distance of this uncle pistol rushed.


Thank God that it is over da'va soldiers


Stretchers arrived, the police went to guys.


- We Do not issuing unfair?


- Get Do? Strange!


Would amnesty, my valuable teacher, no matter how ridiculous it!


He's right, we have to accept an unfair distinction?


This world is separated into two overall eating and edible?


Who is back on the force, let me see, stroking?


When you stay at the bottom, then worry about the side?

‘Human justice fairytale, rights does not only belong to;


The one beaten is fired from the courts because he is thin!

Our boy keeps on saying, he says everywhere ...

- the correct words, then, of course, he has a particularly swagger

- Swagger, it is very nice, but as soon as it is the end of this road,

Don’t do, my son, admonish of him.

Because I'm scared, if I tell him again,

We are too familiar, I'm afraid he will rebel.

- What do you mean! Has Asım ever rebelled you?

- I think you ought to think of every possibility on time.

- Sir, you can not find such a similar to your son if you search,

I have never seen any people so perfect in all respects.

What a great creation that Asim is, what spectacular sculpture he is!

If he presents himself, open him and try to enter his spirit

Like a heroic poem, the eternal inspiration,

I think you are wrong to see the boy, wrong!

Do you only think his breast size is high ?

Go down and take a look at the depth of it. How deep the heart is!

By waving, it is an overflowing sea of faith out of it,

See the emotions spilled on: Pearls of the cleanest,

The body is a monument of steep rock, He is indifferent in the face of death ...

As though he has no emotion, but see the spirit of him as well;

What extreme delicacy he is! If you behold to examine,

A woman’s spirit is not maybe so fine.

Then, I can not find any words for his wisdom;

Everything the boy knew and learned is solid.

His neck is dread, yes, but his brain is vigorous as well,

The head goes along with the development of nape.

This time I talked to Asım a lot in the desert.

Hodja, make sure I’m telling all faithfully,

I tried to grab something to chat to him;

Because I knew his characteristics very closely.

It wasn't left neither I made him wrestle nor I made him run;

Nor I made him uplift that "You are all zero in everything!"

Our days that were spent in the quiet atmosphere of the desert,

Showed me completely that your son is unique.

The guy is a separate universe with his infinite versatility,

In all these aspects as well, but he is a man

I never forget, a sizeable portion of the victory has also been vouchsaved,

The soldiers staged a wrestling and racing among themselves.

"Come on, Asim!" We said, "no," he said, we did not listen,

By finding a thick kneepad similar to coarse homemade cloth,

We did not say he’s wounded, three of us took him undressed,

The helpless child came forward to the opponent browsing in the square.

But what harmony was in the boy's stature!

Disposition, He obviously worked separately on each organ.

Both what strong bones are and what solid meat is:

Top to toe, as if they wound the rope,

To the body of a plane tree by twisting two or three-story


'örnek osmanlıca مقدمة'
Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

'Latin harflerine transkriptli metin Sadeleştirilmiş metin İngilizce Tercümesi


.

Advertisement