Yenişehir Wiki
Advertisement

Allah Yolu Sırat-ı Mustakimdir.

İnişi ve yokuşu olmayan, dümdüz, işlek, açık, doğru ve büyük yola /caddeye denir. İstiâre-i temsiliye ile emir ve yasaklarında, helal ve haramlarında, hüküm, öğüt ve tavsiyelerinde en doğru olan İslâm Dinine de sırat-ı müstakîm denmiştir. Tarîk, sebîl ve sırat kelimeleri yol demektir.

Ancak genel olarak yola, tarîk; işlek yola sebîl; işlek, doğru, büyük ve açık yola ise sırat denir. Bu doğru yolun diğer isimleri rüşd, hüdâ, minhâc, şeriat, sünnet ve dindir. Sebîl, tarîk, sırat ve din kelimeleri Kur’ân’da müstakîm, rüşd, kıyem ve sevâ kelimeleriyle nitelenmiştir. Kur’ân’da “Sırat-ı müstekîm”; “Sırâtullah”, Allah’ın yolu (İbrahim,14/1), “Sebîlüllah”, Allah’ın yolu (Bakara, 2/154), “Sırâtü’l-Hamîd”, Hamîd olan Allah’ın yolu (Hac, 22/24), “Sırâtı’l-azîzi’l-hamîd”, Azîz ve Hamîd Allah’ın yolu (İbrahim, 14/1), “Sırâtı’s-Seviyyi”, doğru yol, (Tâ-hâ, 20/135), “Sebîlür-rüşd”, doğru yol (A’râf, 7/46), “Sebîlü’r-raşâd”, doğru yol (Mümin, 40/29), “Sebîlü Rabbike”, Rabbinin yolu (Nahl, 16/125), “Sevâü’s-sebîl”, doğru yol (Mâide 5/12), “Sevâü’s-Sırât”, doğru yol (Sâd, 38/22), “Tarîk-ı müstakîm”, dosdoğru yol (Ahkâf, 46/30) ve “kendilerine nimet verilenlerin yolu” (Fâtiha, 1/7) kavramlarıyla da ifade edilmiştir.

Doğru yolun zıddı olarak Kur’ân’da; “Sebîlü’t-tâğût”, tağut yolu (Nisâ, 4/76), “Sebîli’l-mücrimîn”, mücrimlerin yolu (Mâide, 5/55), “Sebîli’l-müfsidin”, bozguncuların yolu (A’râf, 7/142), “Sebîlü’l-ğay”, sapıklık yolu, eğri yol (A’râf, 7/146), “Sırâtü’l-cahîm”, cehennem yolu (Saffât, 37/23), “Tarîk-ı cehennem”, cehennem yolu (Nisâ, 4/169), “Sebîlü’llezîne lâya’lemûn”, bilmeyenlerin yolu (Yûnus, 10/87) ve “Ğayri sebîli’l-müminîn”, müminlerin yolundan başka yol (Nisâ, 4/115) tabirleri kullanılmıştır. Sırâtı Müstakîm, bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettikleri Allah yolunun, bir tek Allah’ı kabul esasına dayalı tevhîd dininin en bariz niteliğidir; bütün peygamberlerin, sâlih, sâdık, muttakî ve Allah’ın hidâyete erdirdiği insanların izlediği yoldur. Kur’ân’da; Allah’ın (Hûd, 11/56), Hz. Muhammed (a.s.)’in (Zuhrûf, 43/43) diğer Peygamberlerin (En’âm, 6/87), îmân edip sâlih amel işleyen (Hac, 22/23), Kur’ân’a sarılan (Âl-i İmrân, 3/101) ve adaletle emreden (Nahl, 16/76) müminlerin doğru yolda oldukları; Allah’ın (Hac, 22/54), Peygamberin (Şura, 42/52-53) ve Kur’ân’ın (Ahkâf, 46/30, İsra, 17/9). insanları doğru yola ilettikleri bildirilmiştir. Gerçekte insanları hidâyete, doğru yola götüren Allah’tır. Ancak Allah, peygamberini insanları doğru yola çağırması için, Kur’an’ı da doğru yola iletmede rehber olması için göndermiştir.

Doğruyu bulmak isteyen kimse, kendine Kur’ân’ı rehber, Peygamberi (a.s.) önder edinerek, îmân edip sâlih ameller işlemesi gerekir.

"İslam; Allah'ı birlemek, tek olan ve şeriki olmayan Allah'a ibadet etmek, Allah'a, Rasulune ve Rasulün bildirdiklerine iman edip tabi olmaktır. Bunları yerine getirmeyen kul, Müslüman değildir. Şayet bunları yerine getirmeyen, bilerek inkar eden inatçı kafir değilse, o taktirde cahil kafirdir." (İbni Kayyım Tariku’l Hicreteyn s: 382)

FÎ SEBÎLİLLAH

Fîsebilillah: Allah yolunda. Allah için.

Âyette zekât verilecek yedinci grup için fî sebîlillâh terimi zikredilmektedir. Kelime anlamı "Allah yolunda" demek olan fî sebîlillâh tabirinin -biri dar diğeri geniş- iki anlamı vardır:

1. Allah Teâlâ'nın rızâsına uygun ve O'na yaklaşmak amacıyla yapılan her türlü hayırlı işte çalışan.

2. İslâm'ı yüceltmek uğruna bilfiil cihadda (sıcak harp) bulunan.

"Allah yolunda" tabirinin, zekât gelirinden Allah yolunda cihad için de bir fon ayrılması gerektiğini bildirdiği açıktır. Ancak cihad kavramının İslâm kültüründe geniş bir anlam yelpazesine sahip olması sebebiyle, âyetin bu ifadesinin kimleri ve ne tür faaliyetleri kapsadığı hususu İslâm bilginleri arasında geniş tartışmalara konu olmuştur.

"Allah yolunda" tabirinin ilk planda "Allah yolunda savaşanlar (gaziler)" şeklinde anlaşılmış olması, âyetin ifade tarzından ziyade İslâm'ın yayılış dönemindeki sosyopolitik şartlarla ve uluslararası ilişkilerle ilgili olmalıdır. O dönemde cihadın en yaygın ve etkili yolu akınlar ve sıcak savaşlar olduğundan fakihler de din ve vatan yolunda savaşanlara zekât gelirinden fon ayrılmasını elzem görmüşler, bu yorum âdeta bütün fakihlerce benimsenmiştir.

Bazı fakihler bu fondan hac ve umre yapanlara, ilim tahsil edenlere zekât verilebileceğini, hatta cami, okul, hastahane yapımı gibi işleri üstlenmiş her türlü hayır kurumuna da bu fondan ödenek ayrılabileceğini söylerler.

Çağımızda bazı âlimler "Allah yolunda" tabirine geniş bir anlam yükleyerek müslümanların yararına olan her türlü faaliyeti bu kapsamda görmektedir. Onlara göre günümüzde bütçe gelirlerinden büyük bir kısmın ülkelerin savunma giderlerine ayrılmakta olduğu bilinmektedir. İslâm dini tebliği, yani kendisini duyurmayı ve tanıtmayı hem kendisine inananlara bir borç olarak yüklemiş, hem de bunu toplumun başta gelen görevlerinden saymıştır. Ayrıca müslümanların dış saldırı ve tehlikelere karşı korunması da devletin görevlerindendir. Öyle ise zekât gelirlerinden bir fonun İslâm'ın tebliğine ve ülke savunma giderlerine ayrılması yerindedir.

FÎ SEBÎLİLLÂH

Sözlükte "Allah yolunda" demek olan bu tâbir, Kur'ân'da, Allah'ın emirlerine uygun olarak, Allah rızası için, İslâm uğruna anlamlarında kullanılmıştır. Allah yolundan maksat, hak din İslâm'dır. Allah yolunun zıddı olarak Kur'ân'da tağut yolu zikredilmiştir (Nisâ, 4/76). Tağut yolu inanç, söz, fiil, amel, iş ve davranış, kural ve hüküm itibariyle İslâm'a uymayan, Allah'ı değil nefsi ve şeytanı razı eden yol ve sistem demektir. Bu yol Kur'ân'da sebîlü'l-ğay (azgınlık yolu) (A'râf, 7/146), sebîlü'l-müfsidin (bozguncuların yolu) (A'râf, 7/142) ve sebîlü'l-mücrimîn (suçluların yolu) (En'âm, 6/55) olarak da ifade edilmiştir.

İnfâk (malından hayır için harcamak) (Bakara, 2/195), cihad (Bakara, 2/217) savaş (Bakara, 2/244), şehit olmak (Âl-i İmrân, 3/157) ve hicret (Nisâ, 4/89, 100) gibi dünyevî bir ücret, menfaat ve karşılık beklemeden, Allah rızası için ve İslâm uğruna yapılan, Allah'ın iradesine uygun olan her şey "fî sebîlillâh" kavramına dahildir.

Sebîlü'l-mü'minîn (mü'minlerin yolu) (Nisâ, 4/115) ve sebîlü'l-reşâd (doğru yol) (A'râf, 7/146) kavramları da sebîlüllâh kavramı ile eşanlamlıdır. (İ.K.)

Advertisement