Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

Şablon:KTFbakınız - d


Kur'an Terimleri Fihristi Kur'an Fihristi/Görsel Eşbah Ve Nezair EL-EŞBÂH VE'N-NEZÂİR Fİ'L-QUR'ÂNİ'L KERÎM
Online Mucem : http://kuranmeali.com/mucem.asp
KTF
KKF [1] {{KTF}}
A B C Ç D E F G H I İ K Kef Q Qaf L M N O Ö R S Ş T U Ü V W Y Z
Amaç: Ülkemizin online en zengin Kur'an terimleri fihristini oluşturmaktır.
Her Kur'ani terime iç link verilecek ve terimle ilgili ansiklopedik madde oluşturulacak ve ansiklopedik maddenin içerisine ilgili ayetler link olarak verilecek.Böylece her bir Kur'anİ terimin geçtiği tüm ayetlere ve ayetlerin tüm meal ve tefsirlerine aynı anda ulaşılabilecektir. Hatta önlerimin geçtiği hadislere ve önemli sözlere aynı anda aynı sayfada ulaşılacaktır.
Yöntem : 1. KTF nde bulunan kavramlara iç link verielerek sayfa oluşturulacak . 2. O konu ile ilgili izah sayfaya eklenecektir. 3. HDKD tefsirinden bulunacak Kur'an terimlerina ait izahlar kavramla ilgili ansiklopedik sayfaya eklenecek, 4. KTF de olmayan kavramlar için yeni sayfa oluşturularak ve fihrsitin olduğu sayfaya alfabetik sıra gözetilerek eklenerek fihrist geliştirilecektir. 5. Ayrıca Mu'cemül Müfehresden alınan ayetler bu sitede ilgili kuran teriminin ansiklopedik sayfasına eklenecektir. aşağıda ayetlerin alınacağı link bulunuyor. http://www.kuranmeali.com/%5Cmucem.asp
sonuç:Böylece internetteki en zengin "Kur'an terimleri fihristi" kollektif ve kollebratif bir usulle oluşturulmuş olacaktır. başta öğretmenlerimiz olmak üzere emeği geçenlerden Allah razı olsun. Bursa Valiliği'nde görevli hizmetli Mustafa'ya da teşekkürlerimizi de unutmayalım.
Mu'cem-ul Müfehres - Kur'an Kelimeleri Fihristi - Mucem
ا ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ل م ن ه و ؤ ى ي ئ ة

Ebâ :[]

Kaçındı.

  • İbâ, birşeyi yapma imkânı olduğu halde yapmaktan kaçınmak demektir.

Ebabil :[]

Ebâbîl, bölük bölük, alay alay, gurup gurup, peş peşe, birbiri ardınca, katar katar, fırtına gibi, cemaat, topluluk demektir.

Cevheri şöyle der:

  • Bu kelime, tekili olmayan çoğul kelimelerdendir. "Develerin grup grup geldiler" mânâsında "Câet ibilike ebâbile" denir.

Şâir şöyle der:

  • "Yeryüzünde çekirgeler gruplar halinde akıp giderken, seslerden devem neredeyse yere yıkılacaktı.[1]Bahr, 8/511

Ebb :[]

Ebb, çayır, otlak, sebze, alef, çerez ve yeryüzünün bitirdiği, hayvan yiyeceklerinden ot ve yeşil bitki gibi her şey.

  • Misbah yazarının ve Râgıb'ın açıklamasına göre bu kelime aslında hazırlanmak, tedarikte bulunmak mânâsında olup, yaz ve kış için ot biçmeye ve hayvan beslemeye elverişli olduğu için ota ve otlak araziye ebb denilmesi bundandır.
  • Yine bu kelimenin yüklenmek, sorumluluk almak ve çeşit anlamına geldiği de ifade edilmiştir.

Ebeka :[]

Kaçtı.

Ebremû :[]

Sağlam yaptılar.

  • Bir kavim, işlerini sağlam yaptığında "Ebreme’l-kavmu emruhum" denir. "İbrâm" Sağlam yapmak demektir.

Ebter :[]

Ebter, her türlü hayırdan yoksun demektir.

  • Kesmek mânâsına gelen ["el-beter]" kökündendir. "Bir şeyi kestim" mânâsında "Betertu’ş-şey’e" denir.
  • Mastarı "Betr"dir. "es-seyfu’l-bâtir" keskin kılıç demektir.
  • Nesli olmayan kimseye "ebter" denir.
  • Çünkü onun soyu kesilmiştir. Ziyad [2] Emevîlerin Irak valisidir. hutbesinde Allah'a hamd etmediği ve Rasulullah (s.a.v)'a salât ve selâm getirmediği için, onun hutbesine "el-hutbetu’l-betrâu" denilmiştir.
  • Ebter, "uyûb"tan olduğu için ef'ali tafdil değil, sıfatı müşebbehedir.
  • Münnesi "betrâ " gelir. Kesiklik manasına "betr"den türemiştir. Esas anlamı kesik demek ise de örfte, kuyruk kesilmesi anlamında yaygınlaşmıştır. Bu nedenle kuyruğu kesik hayvana ebter denildiği gibi kuyruğu kesik olarak yazılan küçük "ayn" harfi de "betrâ " tabir olunur.
  • Türkçe'de müzekkerine de müennesine de "güdük" denilir.
  • Bu itibarla, arkası olmayan, nesebini, soyunu devam ettirecek kimsesi bulunmayan, kendisinden sonra eseri kalmayan kimselere ve sonundan hayır olmayan işe de istiare suretiyle "ebter" denilir.
  • Ebter ayrıca, hakir, zelil, manasına da gelir.
  • Kevser Sûresi'nde Allah, bu özelliklerin hiç birisinin Rasulullah'ta bulunmadığını, aksine bu iddiada bulunanların ebter olduğunu söylemiştir.

Ebu Leheb :[]

Ebû Leheb[3]Leheb: 111/1., şahsı gösteren bir künye olmakla birlikte, deyim olarak, "alev babası" anlamına gelmektedir.

  • Ebû Leheb ifadesi, İslâm'a ve Peygamber'e karşı ateş/alev püskürmesi dolayısıyla Peygamberimizin amcalarından Abdü'1-Uzzâ İbni Abdu'l-Muttalib'in bir lakabı olarak bizzat Allah tarafından verilmiştir.
  • Bu lakab, Abdu'l-Uzzâ'nın bir lakabı olmakla birlikte, İslâm'a ve Peygamber'e ateş püsküren, düşmanlık eden, cehenneme atılan kâfirlerin bütününü kapsar.
  • Ebû Leheb isminin "ateş babası" anlamına gelmiş olmasından kinaye olarak, cehennemin vasfına işaret ettiği ve bu özellikteki tüm kâfirleri kapsadığı da açıktır.
  • Ebû Leheb'in yanaklarının/yüzünün çok kırmızı olmasından ve İslâm düşmanlığı yapmasından dolayı kendisine cehennemi çağrıştıran bu lakabın takıldığı da ifade edilmiştir. [4]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 106. (6258-6259)

Ecdâs :[]

Ecdâs, kabir mânâsına gelen "Cids" kelimesinin çoğuludur.

Ecel :[]

Ecel[5]En’am: 6/2., bir vakit, bir zaman dilimi, süre veya bir vaktin sonu demektir, örneğin, "şu borç bir sene süreyle sınırlandırılmıştır" denildiğinde, bir sene bir eceldir. Sonra "ecel geldi" denildiği zaman da senenin sonunun geldiği anlaşılır.

  • Şu halde, insanın dünyadaki eceli demek, ölümüne kadarki ömrünün müddeti veya o müddetin sonu, ölüm vakti demektir.
  • Öldüğü anda, bu ecel gelmiş ve ecel yetmiş olur.
  • Ölüm, hangi sebeple gerçekleşirse gerçekleşsin, ecel yetmiş, ömür bitmiş olur.
  • Ona ecelsiz öldü demek, çelişkiden başka bir şey değildir.
  • Ecel, insan için kullanıldığı gibi, bir ümmet için, bir topluluk için de kullanılabilir.
  • Bir insanın eceli olduğu gibi bir toplumun da eceli vardır.
  • Ayrıca insanın ölümüyle dirilişi arasında geçen süreye de ecel denmiştir. "Ecelen müsemmâ" da takdir edilmiş, belirlenmiş ecel demektir.[6]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 106-107. (1784-1785)

Ecinne :[]

Ecinne, ana rahminde bulunan çocuk mânâsına gelen "cenîn" kelimesinin çoğuludur.

  • Orada gizlendiği için buna "cenîn" denilmiştir.


Ecnihâ:[]

Ecnihâ, "cenah"ın çoğuludur.

  • Maruf olan budur, "cenah" da kanat demektir. Bir şeyin kanat ve kol gibi şubeleri.

Edğan :[]

Edğan, gizli kinler.

Cevherî şöyle der:

  • "Eddeğiynetu ve’dğanu" kin demektir. cümlesi "Tedâğane’l-qavmu: Kavim kinleri gizledi" mânâsına gelir.[7]Cevherî, Sıhah “Dağane” maddesi.

Ed'ıye :[]

Ed'ıye[8]Ahzab: 33/37., "deiyy"in çoğuludur. Deiyy, çağrılan çocuk demektir.

  • Dilimizde "evlatlık" tabir olunur.
  • Ebu's-Suûd; "takıyy" kelimesinin "etkiya" şeklinde çoğul yapıldığı gibi, "ef'ıla" vezninin de tekilinin "feil" olup manası fail olan sıfatlar içindir dedikten sonra "deiyy" kelimesinin fail manasında değil, meful manasında olduğunu söylemiş ve çoğulunun "ed'ıye" şeklinde gelmesi kural dışıdır demiştir. [9] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 107. (3869)

Edhâ :[]

Edhâ, büyük ve garip olay mânâsına gelen "Dâhiyetun" kökünden olup "çok korkunç şey" manasınadır.


Ednâ/İdnâ:[]

Ednâ , daha düşük, daha âdi demektir.

  • Âdı işler peşinde koşan kimeseye de denî adam denir.
  • Ednâ yakın, az veya hafif demektir.
  • "Ednâ" ayrıca yaklaştırmak anlamına da gelir. "Alâ" ile sılalandığı zaman, tazmin sureti ile sarkıtmak mânâsını da ifade eder.
  • Böylece üzerinden sıkı şekilde örtmek anlamına gelir.


Ednâ, dört manada tefsir edilir:


1. Daha uygun, daha layık, daha elverişli

  • "Bu... şehâdet için daha sağlam ve şüphe hususunda ednâdır (şüpheye düşmemeniz için daha uygundur)." [10]Bakara: 2/282
  • "Bu, sapmamanız için ednâdır (daha uygundur)." [11]Nisâ: 4/3
  • "Bu, şâhidliği gerektiği şekilde yerine getirmeleri... hususunda ednâdır (daha uygundur)." [12]Mâide: 5/108

2. Daha yakın

  • "Andolsun ki Biz onlara en büyük azâbtan (âhiretteki ateş azabından) önce, ednâ azâbtan (daha yakın olan dünyadaki açlık azabından) tattıracağız." [13]Secde: 32/21
  • "Onlar açık bir ****** işlemedikçe (serkeşlik-itaatsizlik-isyankârlık etmedikçe), kendilerine verdiğinizin bir kısmını geri almak için onları sıkıştırmayın!" [14] Nisâ: 4/19
  • "Açık bir ****** işlemedikçe (serkeşlik-itaatsizlik-isyankârhk etmedikçe) onları evlerinden çıkarmayın, onlar da çıkmasmlar!" [15]Talâk: 65/10
  • "Qâbe qavseyni (bir yayın iki ucu/iki yay kadar) oldu, hatta ednâ (daha yakın)." [16]Kamer: 54/9

3. Daha az

  • "Üç kişi aralarında konuşmasınlar ki O onların dördüncüleri olmasın. Beş kişi olmasınlar ki O onların altıncısı olmasın. İster bundan ednâ (daha az), ister daha çok olsunlar, O (Allah'ın ilmi), mutlaka onlarla beraberdir." [17]Mücâdele: 58/7

4. Aşağı, düşük İsrâîloğulları kendilerine, menn ve selva yerine, yerin bitirdiği bakliyat ve benzeri şeylerin verilmesini taleb ettiklerinde, onlara yapılan hitabta bu manada kullanılmıştır:

  • "Dedi ki: "Siz hayırlı olanı, ednâ (daha aşağı/daha düşük) olanla (arzın nebatıyla) değiştirmek mi istiyorsunuz?
  • Öyle ise Mısr'a inin; sizin için istedikleriniz var." [18]Bakara: 2/61.

Efetetmeune :[]

Şiddetle istiyor musunuz? Tama nefsin bir şeyleri şiddetle istemesidir. İstek az olursa bına reca ve rağbet denir.

Effâk :[]

Effâk, çok yalancı demektir.

  • "İfk" Yalan manasınadır.

Efleha :[]

Efleha, iki şekilde tefsir edilir:


1. Mutlu, bahtiyar


2. Fevz (umduğunu ele geçirmek/umduğuna nail olmak, kurtuluşa ermek)

  • "Hakikat şu ki, mücrimler felah bulmaz/iflah olmaz (âhirette kurtuluşa ermez, umduğuna nail olmazlar)." [21]Yûnus: 10/17
  • "Hakikat şu ki, zâlimler felah bulmaz/iflah olmaz (kurtuluşa ermez, umduğuna nail olmazlar)." [22]Yûsuf: 12/23. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 424-425.

Efnan :[]

Efnân, dal mânâsına gelen "fenen" kelimesinin çoğuludur.

Şâir güvercini tanıtırken şöyle diyor:

  • Sabahleyin nağmelerle dalda yüksek sesle öten nice güvercin vardır ki,
  • Dostu ve geçmiş zamanı hatırlayıp özlediği için ağladı da benim hüznümü artırdı.
  • Efnân, "fenn" veya "fenen"in çoğuludur. "Fenn", nevi, çeşit demektir. İlmin çeşitlerine de gelenekte (örfte), "fen" *denilir.
  • "Fenen" de, ince ve yumuşak dal, filiz ve fidan anlamına gelir.

Eğtaşa :[]

Kararttı.

  • Gece karardığında; Ğataşe’l-leyl, "Allah onu kararttı" mânâsında ise "Eğtaşehu’llahu" denir.

Ehad :[]

Ehad kelimesi, bir tek, yalnız bir demektir.

  • Ehad, "bir" demek olan "vahid" anlamında kullanılırsa da aralarında önemli farklar vardır.
  • Ehad, zâtında kesre dahil hiçbir edat kabul etmeyen, hiçbir vesile ile iki olması mümkün olmayan hakiki birdir.
  • Hep bir, daima bir, maadası/kendisinden başkası hiç olan birdir.
  • Ezherî, "raculun ehadün", "dirhemün ehadün" denilmez, "racülün vâhidün", dirhemün vâhidün" denilir, "ehadiyat" yalnızca Allah için kullanılır, demiştir.
  • "Ehad", Allah'ın yalnızca kendisine özgü olan sıfatlarından bir sıfattır.
  • Râgıb ise, "mâ fi'd-dâri ehaden" "evde ehad yok" demek evde hiç kimse yok demektir, demiş, "fi'd-dâri ehad" şeklinde kullanımın yanlış, sakat ve anlamsız olduğunu da ifade etmiştir.

Ehad, üç şekilde tefsir edilir:

1. Âllah vasfedilmiştir

  • "O, hiç kimsenin (ehad) (yani, Allah'ın! kendisine güç yetiremeyeceğini mi sanıyor?! "Ben yığın yığın mal tükettim" diyor.
  • Hiç kimsenin (ehad) (Allah'ın) kendisini görmediğini mi sanıyor?!" [23]Beled: 90/5-7


2. Nebi (s.a) kasdedilmiştir

  • "(Münafıklar), "Sizin (Yahudiler) aleyhinize hiçbir kimseye (ehad) (Muhammed'e) ebediyyen itaat etmeyiz" dediler." [24]Haşr: 59/11
  • "Hiç kimseye (ehad) (Nebi'ye) dönüp bakmadan uzaklaşıyordunuz." [25]Âl-i İmrân: 3/153


3. Mevlâ (azadlı köle) olduğu esnada Bilal kasdedilmiştir; [26]Âyetin, Hz. Ebû Bekr'in Hz. Bilal'i azad etmesiyle ilgili olduğu iddiası, dayanaktan yoksundur. (Redaktör)

  • "Onun yanında hiçbir kimsenin (ehad) karşılığı verilmesi gereken bir nimeti yoktur (Ebû Bekr'in yanında, Bilal'ın bir nimeti yok ki, Ebû Bekr onu, o nimete karşılık olarak azad etmiş olsun. Aksine Ebû Bekr, Bilal'i, Allah'ın rızasını kazanmak için azad etmiştir)." [27]Leyl: 92/19. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 338-339.

Ehıllâ :[]

Ehıllâ, samîmi arkadaş mânâsına gelen "Halil" kelimesinin çoğuludur.

Ehille :[]

Ehille, hilalin çoğuludur. Hilal, ayın insanlara ilk göründüğü sıradaki halidir.

  • Bu tanımdan anlaşılmaktadır ki rü'yet (görme) anlamına da gelmektedir.
  • Öyle ki, görülmesi üzerine haykırıldığından dolayı bu isim ile isimlendirildiği ifade edilmiştir.
  • Zira bu kelimenin esas manası sesi yükseltmektir. Türkçe'deki "Ay!" sesi bu kullanıma uygundur.
  • Bu nedenle henüz görülmeyene gerçekte hilal denmez.
  • Ay'ın öncesinde iki gece hilal adını alır. İlk görünüşü bunlardan birinde olur.
  • Sonra kamer (ay) adını alır.
  • Ebu'l-Heysem; "Ay'a, başından ilk iki gece, sonundan da son iki gece hilal, arasına da kamer (ay) denilir." demiştir.

Ehsu :[]

Sayarak tesbit edin.

Ehva :[]

Ehvâ karamsı esmer, koyu yeşil, isli gibi renklere denir.

  • A'lâ Sûresi'ndeki kullanımında esved/siyah, esmer, yeşil manalarıyla tefsir edilmiştir.
  • "Ğuşâen ehvâ " ifadesi, kapkara veya esmer, kupkuru ota çevirdi demektir.

Ehvâehum :[]

"Onların arzuları": Ehvâ, kelimesinin çoğuludur. Nefsin hevâsı, nefsin istediği ve arzu ettiği şey demektir.

Eqberahu :[]

Ona kabir yaptı ve gömülmesini emretti.

Ekdâ :[]

Yardımı kesti.

  • Bu kelime "Kidyetun" mastarından alınmıştır.
  • Kuyu kazarken, bu kazma işini tamamlamaya engel olacak bir kayaya rastlayan kimse için "Qad ekdâ" kayaya çarptı, denir. *Daha sonra Araplar bu kelimeyi bir şeyi tam vermeyen ve bir şeye girişip de sonuna varamayan kimse için kullandı.

Hutay'a şöyle der:

  • Az verdi, sonra ikramını kesti. Kim, insanlara çokça iyilikte bulunursa övülür.[28] Bahr, 8/155

Ekinne :[]

Ekinne, örtü mânâsına gelen "Kinân" kelimesinin çoğuludur.

  • Ekinne "kenânet"in çoğuludur.
  • Kat kat örtüler anlamına gelir.
  • Tenvini de tenkirdîr.
  • Herkesin tanımadığı garip ve müstenker (çirkin) örtüler demektir.

Ekmam :[]

Ekmâm, meyvenin çiçeğinin üzerindeki kabuk veya tomurcuk demektir.

  • "Kemm" veya "Kimm" kelimesinin çoğuludur. Örtmek demek olur.

Eqnâ :[]

Yetecek kadar mal verdi ve onu verdiği şeyle razı etti.

Cevherî şöyle der:

  • Allah, bir kimseye yetecek kadar mal verdiğinde "Qanâ’r-raculu" denir.
  • Geniş zamanı "Yuqni" dir.
  • "Ğanâ, yuğni" kalıbmdandır. Allah, bir kimseyi razı ettiğinde "Eqnâhu’llahu" denir.[29] Kurtubî, 17/119

Ekvâb :[]

Ekvâb, kulpsuz kadeh mânâsına gelen "Kûb" kelimesinin çoğuludur.

Elbâb :[]

Elbâb, akıllar demektir.

  • Tekili "lübb" dür. Bir şeyin lübbü, onun özü ve hülasası demektir. Bundan dolayı akla "lübb" adı verilmiştir.

Elem ye’n :[]

Vakti gelmedi mi? Zamanı geldiğinde, “Ennâ” denir. Geniş zamanı “Ye’nî” dir, “Remâ, yermî” kalıbındadır.

Şair şöyle der:

  • Ey gönül! Benim için cehaleti bırakma zamanı gelmedi mi? Şu görünen ihtiyarlığın bize akıl verme zamanı gelmedi mi?[30]Kunubî. 17/247

Eletnâhum :[]

Onları eksilttik.

Elhâ :[]

Elhâ, "lehiv"den if'aldır. Eğlence demek olan "lehv"in asıl manası gaflet demek olduğunda, "elha", eğlenmek, işgal etmek, boş bir şey ile oyalamak, ifğal etmek, işinden alıkoymak mânâlarına da gelir.

  • Sizi oyaladı.
  • İlhâe: Önemli şeyi bırakıp nefsin istediği şeyle meşgul olmak.
  • "Lehv"in aslı "gaflet" demektir.
  • Daha sonra, meşgul eden her şey için kullanılır olmuştur.

Râğıb şöyle der:

  • Lehv, seni ilgilendiren ve senin için mühim olan şeyden seni alıkoyandır.

Elhût :[]

Elhût[31]Saffat: 37/142., "hût" kelimesinin elif lamlı şeklidir. "Hût" kelimesi, balık demektir.

  • Saffât Sûresi'nde ifade edildiği gibi "elhût"
  • Yunus aleyhisselamdır. Ayrıca, zü'n-nûn" da denilmiştir.
  • "Zü'n-nûn" balık sahibi anlamındadır.
  • "Zü" sahip, "nûn" da balık demektir Aynı şekilde "sahibu'l-hût" da balık sahibi demektir. peygamberin balık tarafından yutulup, bir müddet sonra karaya çıkarılmasına atıf vardır. [32]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 109. (5302)

Elletî /Ellezî :[]

"Elletî", "ellezî, "men" ve "ma" gibi belirsiz isimlere ism-i mevsul denir.

  • Tesniyesi "ellezâni", çoğulu "ellezîne", müfred müennesi "elletî", tesniye müen¬nesi "elletâni", cemi müennesi "ellâti" gelir.
  • Eskiden bunun tercümesine "şol ki" denilirdi.
  • Günümüzde bunun yerine "ol ki" diyoruz. Halbuki "o", hem gaib zamiri hem işaret ismi olarak kullanıldığından, bir de mevsul ismi olarak kullanılması dilde darlık oluşturuyor.
  • Gerçi Türkçe'de asıl bağlaç anlamını ifade eden edat "ki" ifadesidir. Fakat "ki" isim olmayıp sadece bir bağlaç harfi olduğundan, cümlenin asıl bir öğesi olmaz.
  • Yalnız önündeki cümleyi üst tarafına sıfat yapar.
  • Bu yüzden mevsul ismin yerini tutmaz.
  • Bu nedenle "ellezî" ve türevleri kullanılarak, sıla ile sıfatın arası açılmamış olur.
  • Arapça'da ise sıla ile sıfatın belagat açısından önemli farkları vardır.
  • Bundan dolayı Kur'ân'da hoş ve ince zevkler ifade eden "ellezî" gibi mevsullerin tatlı tekrarları, o ki, bu ki, şu ki, tercümelerle anlatılırken tatsız tekrarlara sebebiyet verildiği gibi, bir çok yerlerde mevsul kaybedilerek mevsuf haline getirilmiş olunuyor.
  • Öyle ki bunlar dillerin birbirinden zorunlu olan farklılıklarıdır.
  • Cümlenin mevsufu belirsiz olur, fakat mevsul muhakkak belirlidir.
  • Sılanın muhatap için belirli olması şarttır. [33]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 109-110. (3562)

Em :[]

"Yoksa" mânâsına gelen “Bel” ile aynı mânâdadır.

  • Bir cümleden diğer cümleye geçişte kullanılır.
  • Nitekim, "Yoksa Kur'an'ı kendisi mi uydurdu diyorlar?"[34] mealindeki âyette de mânâsına kulanılmıştır.


Em, üç şekilde tefsir edilir:

1. Em lafzındaki mim harfinin sıla (yani, hemzenin soru edatı anlamı alınarak, mim harfini?! ulama edatı) olması

  • "Yoksa (em) bir şeysiz mi/bir sebeb olmadan mı halkedildiler?!" [35]Tûr: 52/35
  • Burada mim harfi sıladır; dolayısıyla em huliqû min-ğayri şey'in ibaresi, e huliqû min-ğayri şey'in (yoksa bir şeysiz mi/bir sebeb olmadan mı halkedildiler?!) anlamındadır.
  • "Yoksa (em) kızlar O'nun mu?!"[36]Tûr: 52/39
  • Burada da mim harfi, sıladır; (dolayısıyla em lehu'l-benâtu ifadesi, e lehu'l-benâtü (yoksa kızlar O'nun mu?!) demektir)

2. Hattâ, bilakis/aksine

  • "Em (aksine) sözden bir zahir (söylüyorsunuz)."[37]Ra'd: 13/33
  • Em, burada, Yoksa ... mü ...? manasında değil, aksine (bel) manasında olup, ibare "Aksine sözden bir zahir söylüyorsunuz" manasındadır.
  • "Em (aksine) ben o'ndan daha hayırlıyım."[38]Zuhruf: 43/52

Em burada, "Yoksa ... değil miyim?" manasında değil, aksine (bel) manasında olup, ibare "Aksine ben o'ndan daha hayırlıyım" anlamındadır.

  • "Onlar, "Em (aksine) biz birbirine yardım eden bir topluluğuz" diyorlar."[39]Kamer: 54/44
  • Em burada da, Yoksa ... mu? manasında değil, aksine (bel) manasında olup, ibare "Aksine biz birbirine yardım eden bir topluluğuz" diyorlar anlamındadır.


3. Veya/ya da/yahut manasında soru edatı olarak

  • "Em (yahut) sema hakkında emin mi oldunuz; üzerinize ölümcül bir fırtına göndermesinden?!"[40]Mülk: 67/17
  • "Em (yahut) sizi tekrar oraya iade edip de..."[41]İsrâ: 17/69.Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 273-274.

Em'a :[]

Em'a, "mia"nın çoğuludur. "Mia", mideden sonra yemeğin gittiği bağırsağa denir.

Emed :[]

Emed, müddet veya zaman demektir.

Emanet :[]

Emanet[42]Ahzab: 33/72., "mim"in zammı ile "emene", "ye'münü " fiilinden mastar olup, eminlik yani başkasının hukukuna emniyyet edilip inanılabilir anlamındadır.

  • İnançlı olmak, inançlılık huyu demektir. Sonra emniyyet edilip inanılan şeye de isim olmuştur.
  • Emanet, "vedîa "dan daha geniş bir anlama sahiptir.
  • Nîsâ Sûresi 58. ayeti de bu anlamdadır.
  • Müfessirler çoğunlukla, "emanet" kelimesini "teklif" ve "farzlar" diye tefsir etmişlerdir. [43]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 110. (3934)

Emânin :[]

Emânî, ümniye kelimesinin çoğulu olup, insanın istediği ve arzu ettiği veya kendi nefsinde var kabul ettiği kuruntudur.

  • Bundan dolayı bu kelime yalan mânâsında da kullanılır.

Bedevinin birisi, birine şöyle demiştir: "Bu dediğin gördüğün bir şey mi? Yoksa uydurduğun bir yalan mıdır?

  • Bu kelime, bazan da "okumak" mânâsında kullanılır.

Nitekim şâir Hassan "İlk gece Allah'ın kitabını okudu" diyerek, bu kelimeyi okumak mânâsında kullanmıştır.

  • Emânin, ümniyyenin çoğuludur. Aslı "üf'ule" vezninde "umnuye" olup temennisinin sülasisi olan takdir veya tilavet manasına, "mana"dan alınmış bir isimdir.
  • İnsanın kendi içinde ve hayalinde tasarlayıp varlığını kabul ettiği ve olmasını temenni edip durduğu veya diline dolayıp durduğu şeylerdir.
  • Frenkler buna "ideal" derler."Mefkure" diye tercüme ederler.
  • "Emâniy", insanın kendi gönlünden geçirdiği, saplanıp kaldığı ve durmadan arkasından koştuğu bir düşünce, bir hayal, bir kuruntu demektir.
  • Bunun bazılarının gerçekleşmesi mümkün olsa da çoğunlukla hiçbir delile dayanmayan kuru ve şahsî temennilerden ibarettir. *Bundan dolayı "emâniy" batıl idealler, evham ve boş hayaller anlamında kullanılır.
  • Frenkler ahlâkiyet konusunda bunu esas olan görüşe idealizm derler. [44]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 110-111. (393)

Emanîyyuhum :[]

"Onların arzuları"

  • Emanî, Ümniye kelimesinin çoğuludur. Ümniye ise, insanın temenni ve arzu ettiği şeydir.

Emhil :[]

Emhil[45]Tarık: 86/17., "mehhil"den bedeldir. Mehil, mühlet manasınadır.

  • Bir mühletçik, azıcık mühlet, acele etmemek gibi anlamlara gelir. [46] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111. (8/5732)

Emin :[]

Emîn[47]Tekvir: 81/21., emanetten fail mânâsına feil, hıyanetten uzak, kendine bırakılan bir şeyi iyi koruyan, emniyetli kişi demektir.

  • Korkusu olmayan, emanet veren, emanet edilen bir beldenin liderine, başkanına da denir. [48]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111. (8/5934)

Emn :[]

Emn, korkudan selamet bulmak, kendi ve ehli hakkında huzur ve sükûna ulaşmak demektir.


Emr[]

Emr, iki manada tefsir edilir:


1. Emr bi'l-ma'rûf, tevhidi emretmek/tevhîd ile emretmek; nehy 'ani'l-münker, şirkten nehyetmek

  • "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; ma'rûfu (Allah'ın tevhidini/Allah'ı birlemeyi) emreder, münkerden (şirkten) nehyedersiniz." [49]Âl-i İmrân: 3/110
  • "Tevbe edenler, ibâdet edenler... ma'rûfu (tevhidi) emredenler, münkerden (şirkten) nehyedenler..." [50]Tevbe: 9/112
  • "(Lokman oğluna şöyle tavsiye etti): "Ey oğulcuğum! Salâtı ikâme et, ma'rûfu (tevhidi) emret, mün¬kerden (şirkten) nehyet!" [51]Lokmân: 31/17


2. Emr bi'l-marûf, Nebi'ye -Allah'ın salât ve selâmı o'na ve alîne olsun- ittiba etmek ve o'nu tasdik etmek; münker, tekzib etmek/yalanlamak

  • "(Ehl-i Tevrat'ın) hepsi bir değildir. Ehl-i Kitap'tan... ma'rûfu (Muhammed'e îmânı) emrederler, münkerden (Muhammed'i tekzib etmekten/ya¬lanlamaktan) nehyederler..." [52] Al-i İmrân: 3/113-114
  • "Mü'min erkeklerle, mü'min kadınlar birbirlerinin velîleridir; ma'rûfu (Muhammed'e îmânı) emrederler, münkerden (Muhammed'i tekzib etmekten/yalanlamaktan) nehyederler." [53]Tevbe: 9/71. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 140-141.

Emr :[]

Emr; on üç şekilde tefsir edilir:


1. Dîn

  • "Nihayet hak geldi ve hoşlanmamalarına rağmen Allah'ın emri (Allah'ın Nebisi'ne emr olarak verdiği, fakat kendilerinin dahil olmadıkları İslâm Dîni) üstün oldu." [54]Tevbe: 9/48
  • "Onlar emrlerini (kendisiyle emr olundukları halde başkasını kabul ettikleri dînleri olan İslâm'ı) aralarında parça parça ettiler." [55]Enbiyâ: 21/93


2. Qavl/söz

  • "Hani aralarında emrlerini (qavllerini/sözlerini) tartışıyorlardı (konuşuyorlar/söz alış-verişinde bulunuyorlardı)..." [56]Kehf: 18/21
  • "Emrlerini (qavllerini/sözlerini) aralarında tartıştılar (kendi aralarında konuştular/söz alış-verişinde bulundular)." [57]Tâhâ: 20/62
  • "Nihayet emrimiz (qavlimiz/sözümüz) gelip de tandır kaynayınca..." [58]Hûd: 11/40
  • Hûd ve Salih hakkında da böyle (buyurulmuş)dur.


3. Azâb

  • "Emr kaza edilince (ateş ehli hakkında azâb vâcib olunca) şeytan da der ki... " [59]İbrâhîm: 14/22
  • "Emr'in kaza edileceği (azabın vâcib olacağı)..." [60]Meryem: 19/39
  • "Su çekildi, emr kaza edildi (suda boğulmak su¬retiyle azâb vâcib/gerekli oldu)." [61]Hûd: 11/44


4. İsâ

  • "O münezzehtir. Bir emri kaza ettiğinde (İsa'nın babasız doğmasına hükmettiğinde -ki İsa'nın babasız doğacağı O'nun ilminde olan bir şeydi-) ona yalnızca 'Ol!' der, oluverir." [62]Meryem: 17/35


5. Bedir'de katledilecekler

  • "Allah'ın emri (Bedir'de öldürülecek olanlara dair hükmü) geldiğinde hak ile hükmolunur." [63]Mü'min: 40/78
  • Bu buyruk Mekke'de inmişti. Allah Mekke’lilerin öldürülmesi hakkındaki emrini Medine'de gerçek¬leştirdi.

*Enfâl süresindeki şu âyet işte bunu anlatmaktadır:

  • "Hani karşılaştığınız o vakit onları sizin gözlerinize az gösteriyor, sizi de onların gözlerine az gösteriyordu ki Allah emri kaza etsin." [64]Enfâl: 8/44
  • Bununla Mekke kâfirlerinin Bedir'de öldürülmesi kasdedilmektedir. İşte Mü'min süresindeki, Allah'ın emri geldiğinde hak ile hükmolunur [65]Mü'min: 40/78 âyetiyle kasdedilen budur.


6. Mekke'nin fethi

  • "O halde Allah'ın emri (Mekke'nin fethi) gelinceye kadar tarabbus edin (gözetleyip bekleyin)." [66]Tevbe: 9/24


7. Benî-Kurayz'nın öldürülmesi ile Benî-Nadîr'in sürülmesi

  • "Afv ve safh ile davranın, Allah'ın emri gelinceye (Yahudilerden Benî-Kurayza'nın öldürülmesi, Beni-Nadîr'in sürülmesi gerçekleşinceye) kadar." [67]Bakara: 2/109. Müstensih, buradaki emri, "Benî-Kurayza'nın Benî-Nadîr'den bir adamı öldürmesi" şeklinde açıklamıştır. Ancak Mukâtil, Tefsiri'nde âyeti şu şekilde açıklamaktadır: "Allah'ın emr'i gelinceye kadar... Yüce Allah'ın Benî-Kurayza hakkındaki emri, erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir alınması; Benî-Nadîr hakkındaki emri ise Şam topraklarındaki Ezriat ve Eriha'ya sürülmeleri şeklinde gerçekleşti." Görülüyor ki yazma nüshadaki, "Benî-Kurayza Benî-Nâdir'den bir adamı öldürmüşlerdi" şeklindeki ifade bir tahriftir. Doğrusu ise, "Ve Benî-Nadîr'in sürülmesi..." şeklindedir.
  • Bunun bir benzeri de Mâide sûresinde yer almaktadır.


8. Kıyamet

  • "Allah'ın emri (kıyamet) geldi." [68]Nahl: 16/1
  • "Ama siz Allah'ın emri (kıyamet) gelinceye kadar tarabbus ettiniz, şüphe ettiniz, kuruntular sizi aldattı." [69]Hadîd: 57/14


9. Kadâ'/hükm

  • "Emr'i tedbir eder (kazasına dair hükmü yalnızca O verir), Hiç kimse şefaat edemez; meğer ki O'nun izninin ardından ola." [70]Yûnus: 10/3
  • "İyi bilin ki, halk ve emr (yarattıkları hakkında dilediği şekilde hükm vermek) O'na aittir." [71]A'râf: 7/54


10. Vahy

  • "Semadan arza (gök ile yer arasında) emr'i (vahyi) tedbir eder (indirir)." [72]Secde: 32/5

11. Bizatihi emr/iş

  • "İyi bilin ki, emr'ler (mahlukâta ait işler) Allah'a varır." [73]Şûrâ: 42/53

12. Nasr (zafer, yardım)

  • "O emr'den (zaferden) bize birşey var mı?" diyorlardı. De ki: "Doğrusu bütün emr Allah'ındır." [74]Âl-i İmrân: 3/154

13. Zenb/günah

  • "Böylece emrinin vebalini (günahının cezasını) tattı." [75]Talâk: 65/9
  • "Emr'lerinin vebalini (günahlarının cezasını) tatmışlardı." [76]Haşr: 59/15
  • "Emr'inin vebalini (günahının cezasını) tatsın." [77]Mâide: 5/95.

Emşâc :[]

Emşâc Karışık mânâsına gelen "Meşc" ve "Meşic" kelimelerinin çoğulu olup karışık şeyler demektir.

  • Bunlar, kalıp bakımından "Şerif" ve "Eşrâf" kelimelerine benzerler.
  • Bir şey başkasıyla karıştığında ona "Meşic: karışık" denir lafız ve mânâ bakımından "Halit: karışık" kelimesine benzer.
  • Emşâc, nutfeye sıfat yapılan bir kelimedir.
  • Bir şeyi, bir şeye karıştırmak, meze etmek manasınadır.
  • "Meşc" maddesinden gelmiştir. Ancak, tekil mi çoğul mu olduğu kesin olarak belli değildir.
  • Keşşaf sahibi Zemahşerî, "emşâc"ı, müfred olan nutfeye sıfat olduğu için "bürdan ekyaşe" (yırtılmış aba) ve "berimetü e'şare"(on parça olmuş çömlek) tabirleri gibi müfred bir lafız olacağını ve "nutfetin emşâcin" denilmekle, "nutfetin meşcin" denilmesi arasında bir fark bulunmadığını, ikisinin de "mahlut", "memzuc" gibi karışık demek olduğunu ifade etmiştir.
  • Ancak, "emşâc" lafzının, "sebeb", "esbâb", "ketif", "ektâf", "şehîd", "eşhâd" örneklerinde görüldüğü gibi açık olanın çoğul olmasıdır.
  • Bu nedenle müfessirlerin çoğunluğu, "emşâc"ı "ahlat" (karışım/alaşım) diye tefsir etmişlerdir.
  • Yani, her biri karışık karışımlardan meydana gelen karışımların toplamı olan nutfe demek olur. [78]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111. (5494-5495)

Enâbu :[]

Döndüler.

En'am :[]

Enâm, mahlukat ve yeryüzünde hareket eden her şey demektir.

  • En'âm kelimesi "ne'ame"nin çoğulu olup En'am Sûresi'nde 142-144'te açıklandığı üzere, ehil hayvanlaradan deve, sığır, davar (koyun ve keçi)a denir ki, yumuşaklık manasına gelen "nu'umet"den alınmadır.
  • Pençeliler bir tarafa, beygir, katır, eşek gibi "hafir" denilen tek tırnaklılar bile "en'âm"a dahil değildir.
  • "Behîmetü'l-en'âm" deyimi "çam ağacı" gibi izafeti beyaniyye olup "en'âm denilen behîmeler" demektir.
  • Hac: 22/30 ayetinde de belirtildiği gibi, "en'âm"ın ne oduğu ve helalliği ayetlerle bildirilmiştir.
  • Bunlara benzeyen ceylan, geyik ve benzeri av hayvanları da "en'âm"a dahil edilerek helal kılınmış olur. "Behîme"den maksat, "en'âm"ın dışındakiler demek olur.
  • İzafet-i lâmiyye teşbihiyle "en'âm" gibi olan "behâim" demektir.
  • Bu şekilde, geviş getirmeleri ve köpek dişlerinin olmaması bazı vahşi hayvanların helal olduğunun işaretleri sayılmıştır.
  • Ayrıca "en'âm"ın, Kâmûs'ta, halk, cin, ins yahut yeryüzündeki mahlukât anlamına geldiği de ifade edilmiştir.[79]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111-112. (1549-1551)

Enbiuni :[]

Bana haber verin" demektir.

  • Nebe' de, büyük faydası olan önemli haber manasınadır. "O, büyük bir haberdir."[80]Sâd: 38/67 mealindeki âyette de bu manayadır.

Endâd :[]

Endâd, putlar demektir.

  • Endâd, denk, benzer ve nazir manalarına gelen nidd kelimesinin çoğuludur.
  • Kelâm âlimleri, "Allah'ın benzeri ve zıddı yoktur" derler.

Şâir Hassan da şöyle der:

  • "Sen onun dengi olmadığın halde onu hiciv mi ediyorsun? İkinizden kötü olanı iyi olana fedadır.[81]Kurtubi, 1/230

Zemahşerî bu kelimeyi şöyle açıklar:

  • Nidd, misil yani benzer demektir. Bu kelime ancak muhalif ve muarız için kullanılır.

Cerir şöyla der:

  • Teym'i bana denk mi sayıyorsunuz?[82]Keşşaf, 1/ 72

Enfal :[]

Enfâl[83]Enfâl: 8/1., "nefel"in çoğuludur. "Nefîl" ve "nafile" bir asıl üzere ziyade, fazla olan şey demektir.

  • Namaz, oruç gibi ibadetlerin farz olanlarına, ziyade bulunanlara, yani farz ibadetlere eklenenlere nafile denildiği gibi, (örneğin, öğle namaznın dört rekatının farz, geri kalan altı rekatın nafile olması gibi) cihadda elde edilen ganimete de "nefel" denir.
  • Enfâl Sûresi birinci ayetindeki "enfâl"den kasdın genel anlamdaki ganimetler değil, "humus" olduğu söylenmiştir.
  • Aynca "enfâl"in, savaş olmadan müşriklerden Müslümanlara geçen mal olduğu da ifade edilmiştir.[84]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 112. (2364)
  • Kur'ân'da tek âyette iki defa zikredilen bu kelimenin müfredi "nefl”dir.
  • "Nefl", bir asıl üzerine yapılan ziyade, yani artırmadır.
  • Farz ve vacip üzerine zaid olan namazlara da bu itibarla "nafile" denmiştir.
  • Kur'ân'da bu kelime harp ganimetleri manasında kullanılmıştır.
  • Bu ismin verilmesinin sebebi; ganimetin, i'layı kelimatullah için yapılan muharebeye zaid olarak bir de Allah'ın atıyyesi (bağışı) ve fazlı olmasındandır.[85] Çantay, Hasan Basrî, Kur'ân-ı Hakim ve Me’al’i-Kerim, İst., 1976, 1, 253.
  • Kısaca "enfâl" asıl itibariyle savaşta ölen kişilerin arta kalan mallarıdır.
  • İslâm'dan önceki dönemde bu kelime, ziyade bağış anlamında kullanılmıştır.

Buna yakın manada Ebu Zueyb el-Huzeli şöyle der:

"Eğer sen Ma'ad'dan gelen bize karşı şerefli ve cömert bir kadın olsaydın, fazlalıktan ek bir iyilik olarak üstünlük belirtisi olan bağışları verebilirdin."[86]el-Huzeliyyîn, a.g.e., I, 37.

  • Enfâl kavramı Kur'ân'da bu lügat manalarının yanında daha özel bir mana da kazanmıştır.
  • Şöyle ki, Allah yolunda cihada çıkıp bu gayeyi gerçekleştirdikten sonra, müslumanlara bir bağış ve hediye babından verilen ganimet manasını almıştır.[87]'Ûde, a.g.e., s. 256. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 107-108.

Enfus :[]

Enfus, altı şekilde tefsir edilir:

1. Kalbler

  • "Başka değil, zanna ve enfusun/nefslerin (kalblerin) hevasına tâbi oluyorlar." [88]Necm: 53/23
  • "Bununla beraber, ben nefsimi (kalbimi) tebrie etmiyorum. Doğrusu nefs, (bedene) daima kötülüğü emreder."[89]Yûsuf: 12/53
  • "Nefsinin (kalbinin) ona ne vesvese verdiğini iyi biliyoruz." [90] Kaf: 50/16
  • "Rabbiniz, nefslerinizdekini (kalblerinizdekini) en iyi bilendir." [91]İsrâ: 17/25


2. İnsan/insanın kendisi

  • "Nefse nefs (insana insan/cana can)..." [92]Mâide: 5/45
  • "Kim bir nefsi (insanı), bir başka nefse (insana) karşılık olmaksızın öldürürse..." [93]Mâide: 5/32

3. Dîninize mensub olanlar

  • "Nefslerinizi (birbirinizi: dîninize mensub olanları) katletmeyin!" [94]Nisâ: 4/29


4. Sizden/kendinizden, (kendi cinsinizden)

  • "Andolsun ki size, nefsinizden (sizden/kendinizden, kendi cinsinizden) öyle bir Rasûl geldi ki..." [95]Tevbe: 9/128


5. İnsan ruhu: ruhunun kabzedildiği sıradaki hayatı

  • "O zalimleri, ölüm dalgaları içerisinde boğulurken ve meleklerin de ellerini uzatarak, "Nefslerinizi (ruhlarınızı/canlarınızı) çıkarın!" derken bir görsen." [96]En'âm: 6/93
  • Burada ruhlarının kabzedileceği vakit, "Ruhlarınızı/canlarınızı, çıkarın!" denileceği kasdedilmektedir.
  • "Allah ölümleri vaktinde nefsleri vefat ettirir (ruhunu, kabzettiğinde insanın hayatını/canını alır)." [97]Zümer: 39/42


6. Birbiriniz

  • "Sonra, nefslerinizi katlediyorsunuz (birbirinizi öldürüyorsunuz)." [98]Bakara:2/85
  • "Nefslerinizi katledin (birbirinizi öldürün)!" [99]Bu âyetteki, faqtulû enfusekum ibaresinin, "kendinizi ya da birbirinizi öldürün" şeklinde anlaşılması, İsrâîliyyâttan kaynaklanmaktadır. (Redaktör) Bakara: 2/54


7. Kendiniz

  • "Şayet onlara, "Nefslerinizi katledin (kendinizi öldürün) veya yurtlarınızdan çıkın!" diye yazsaydık, pek azı müstesna bunu yapmazlardı." [100]Nisâ: 4/66.

Enkâl :[]

Enkâl, suçluya vurulan ağır kelepçe mânâsına gelen "nikl" kelimesinin çoğuludur.

  • Enkâl, nefsin cismanî alakalar ve bedenî lezzetler tarafından bağlanıp kalmasıdır.
  • Çünkü o, dünyada bunlara rağbet ve muhabbet melekesini kazanmış olduğu için bedenden sonra hasret ve kaygısı artar, çalışma aletleri harab olduğu için de, o meleke onun ruh ve safa alemine geçmesini engelleyen tomruklar halini alır.
  • Sonra o ruhanî bağlantılardan ruhanî ateş çıkar.
  • Çünkü nefsin bedenî zevklere şiddetli meyli yüzünden nur-u ilahînin tecellisinden ve mukaddesler safına dizilmekten mahrum kalır.
  • Bu nedenle "enkal" tomruk ve bukağı anlamına da gelir.

Enşernâ :[]

Dirilttik.

  • "Nuşur" öldükten sonra diriltmek demektir.

Eraeyte :[]

"Eraeyte" deyimi, Arapça'da benzeri bulunmayan bir soru ve taaccub kelimesidir. Derin bîr hayret ortaya koymak suretiyle "ahbirunî" (bana haber veriniz) anlamına gelir.

  • Kurala göre bunun tam manası "sen kendinizi gördün mü, söyle?" demek gibi görünse de, nahiv ilminde bu şekilde fail ve mef'ul olmadığından kıyasa uymayan bir terkip olarak ifade edilir.
  • "Eraeyteke " nin (sen seni gördün mü?) "Eraeytekum " (sen sizi gördünüz mü?) yerinde bir te'kit ve tefsir manasında bulunduğu ve tümüyle "acaip, haydi haber ver" veya "haber veriniz" mealinde kullanıldığı ifade ediliyor.
  • "Eraeyte"de hemze soru içindir ki, taaccub ve haber verme bunun gereğidir.
  • Bu fiil, gözle gördükten veya "görmeye isabet etmek ciğere nüfuz etmek" manasına re'y ve itikaddan veya iki mef'ulüne teaddi eden, ef’âli kulûb'dan, babında bakî ilim manasına görüş, yahut baki olmayıp haber verme manasına olan ilmî görüş olmak üzere dört iştikak (türeme) ile kullanılır.
  • İlk üçünde kelimenin aslından olan ikinci hemze, ya tahkik, beyne beyne teshil ile okunur ve hazfı caizdir. Muhatabın değişmesine göre "eraeyte", "eraeytuma", "eraeytum" gibi "te" harfi ile değişir ve faili gösterir.
  • Buna "erayteke", "eraeytukum" gibi "kafin bitişmesi caiz olmaz.
  • Ancak haber verme manasına olduğu zaman hemzenin tahkiki ve beyne beyne teshili, harfi ve elife ibdal ile meddi caiz olur.
  • Nitekim, kıraatlerin çoğunluğunda, tahkik ile, Nafi ve Ebû Ca'fer de teshil ile, Kisaî'de ıskat ile, Verş'de, hemzenin (ibdal) elife çevrilmesi ile okunmuştur ki, bu ibdal sarf ilmi kaidesine aykırı olmakla beraber Arap kelamında kullanılmaktadır.
  • "Ahbirunî" (bana haber verin) manasında, muhatabın değişmesine göre "erayte", "eraytumâ", "eraytum" gibi "te"nin önceki gibi değişmesi caiz olduğu gibi ,"te" müfred müzekkerdeki hali üzere meftuh kalmakla beraber muhatabın değiştiğine işaret için sonuna "eraeyte" "eraytekum" gibi çeşitli şekilde bitişik "kafin katılması da caizdir ki, bu durum bu fiile mahsustur.
  • Buna göre "eraytekum" kelimesi "eraeytum" yerinde olmak üzere "ehbiruni" (bana haber veriniz) demektir.
  • Yani "küm" zamiri, mef'ul değil failin değiştiğine delalet eden bir harftir. Basralıların izahı budur.
  • Bu şekil ile mana yine "ahbirunî" (bana haber verin) olmakla beraber "eraeyteke" ile "eraeyte", "eraeytekum" ile "eraeytum" arasında esas itibariyle ince bir zevk farkı vardır.
  • "Eraeytekum" kalbte gerçekleştiğinde, kişinin kendisinde ve kendi nefsinde ve özünde meydana gelen şeylerle ilgili vicdanında oluşan sorular, "eraeytum" ise mutlak bir vicdanî şuur ile "sormak" ve "soruşturmak" demek olur.
  • Nitekim En’am: 6/40 ayetinde "eraeytekum" sorusu bu şahsî, enfusî bir fiil olan dua ile ilgili vicdana yönelmiş, "eğayrallahi ted'ûne" (Allah'tan başkasına mı yöneliyorsunuz) buyurulmuştur. [101]En’am: 6/46 ayetinde "kul eraeytum...." "Allah'tan başka bunları size geri verecek tanrı kimdir", buyurulmuş, nefislere dışlarından vaki olacak gelmelerle ilgili vicdana yöneltilmiştir ki, Kisaî mezhebi hem nahve ait kıyasa uygun hem de bu ince farkı açığa çıkarması bakımından bizce daha çok dikkate şayandır.

Eratibtum :[]

Şüphelendiniz, şüpheye düştünüz.

Erdâkum :[]

Sizi tehlikelere düşürdü ve yok etti.

Erhâm-Rahm :[]

Erhâm, aslında, kadının rahmi mânâsına gelen "Rahm" kelimesinin çoğuludur.

  • Daha sonra yakınlık mânâsında kullanılmış, neticede akrabalık için hakiki mânâsında kullanılır hale gelmiştir.
  • Rahim, "ha"nın esresi ile bilindiği gibi kadında çocuk yatağı olan özel organdır.
  • Ancak, yakınlık ve akrabalık sebeplerine de denilir.
  • Nitekim, sıla-ı rahim; akrabaya iyilik, kat-i rahim; yakınlık ilişkisini kesmek demektir.
  • Rahim kelimesi, her zaman, sevgi, merhamet, şefkat ve acıma manasına gelir.

Erîke :[]

Erîke, hecele, yani gelin odasına konan koltuk, kanepe, döşenen süslü yatak demektir.

Ersâhâ :[]

Ersaha, iki şekilde tefsir edilir:


1. Tesbit etmek/sabitleştirmek, sağlamlaştırmak

  • "Dağları irsa' etti (ersâhâ ) (yeryüzü, üzerindekilerle birlikte zeval bulmasın diye yerleri dağlarla sağlamlaştırdı)."[102]Nâziât: 79/32
  • "Ve râsiyât (sabit) kazanlar..." [103]Sebe’: 34/13
  • "Onda/orada revâsî (arzı, kendileriyle tesbit etmek/sağlamlaştırmak için dağları ona ağır baskılar olarak) bıraktık." [104]Kaf: 50/7


2. Demir atma/gerçekleşme zamanı

  • "Sana Saat'i, onun ne zaman irsah edeceğini (mursâhâ ) (ne zaman demir atacağın/gerçekleşeceğini) soruyorlar." [105]A'râf: 7/187
  • "Sana Saat'i, onun ne zaman irsah edeceğini (mursâhâ) (ne zaman demir atacağını/gerçekleşeceğini) soruyorlar."[106]Nâziât: 79/42.

Esâre :[]

Esâre, bir şeyin artığı, kalıntısı demektir.

Esâtîr :[]

Esâtîr[107]En’am: 6/25. "satere" kökünden alınmış çoğul bir sığadır, tekili "üstûr" ve "ustûre" veya "estir" veyahut "estare"dir. Yahut "satere" çoğulu, "sütûr", "sütûr"un çoğulu "estâr", "estâr"ın çoğulu da "esâtır"dir. Bunun kendi lafzından çoğulu olmayan "abâdid" veya "şemâtit" gibi bir çoğul ismi olduğu da söylenmiştir.

  • Fahreddîn Râzî bunu "çoğunluk" "mâ satterahu'l-evvelûne" yani öncekilerin yazdıkları şeyler diye tefsir etmiştir. *Bazıları "esâtir"in "turrehat" (hurafeler) olduğunu söylemişlerdir.
  • Fakat bu tefsir değil manadır.
  • Esatir saçma sapan şeyler oldukları için değil, öncekilerin faydasız sözleri/hikâyeleri olduğu için esâtîru'l-evvelin diye tefsir edilmiştir.
  • "Esâtîr"in tekili olarak zikredilen ustur, usture, estir, estire, estere kelimelerinin Yunanca "isturya" kelimesiyle ilgisi olduğu açık- Frenkler de buna istuvar=histoire demişlerdir.
  • Biz de bugün bunu tarih" diye tercüme ediyoruz.
  • Şu halde "esâtîr" in asıl manası bugünkü tabirimizle "tarihler" demektir.
  • Arapça'da usture, estire gibi tekil kelimelerin kullanılması nadirattandır.
  • Genellikle "esâtîr" kullanılmış, bunun için de takdirî çoğulluk gösterilmiştir.
  • Kelimenin Arapça olmayan bir kelimeden Arapçalaştırıldığı açıklanmıştır.
  • Esâtîr Arapça'dır. Ancak "usture"nin Arapça olup olmadığı şüphelidir. Usture, Yunanca "doğru haber verme ve alma" diye tarif edilen "isturya"nın aynı değilse ikisi ortak bir asla döner. Nitekim Farsça'da "muhkem" (sağlam) demek olan "üstuvar" da bu asla dahildir.
  • Ancak "esâtîru'l-evvelîn" ile "tarih" arasında bir fark vardır.
  • Tarih, kelimesi aynı zamanda, bir vakiti, zamanı da ifade etmektedir.
  • "Esâtîru'l-evvelîn"de vakit anlamı yoktur.
  • Genel anlamda mazi, yani, önceki zamanlar anlamı vardır. Çünkü bir vakit belirtmesiyle tarih İslâmî bir kelimedir. *Frenklerin "ustuvar" kelimesinde bu anlam yoktur.
  • Esâtîr içinde birçok efsane bulunduğundan, daha doğrusu "esâtîru'l-evvelîn" bir efsane olarak kaldığından, hurafeler "esâtiru'l-evvelîn"in bir gereği olmuş, bunun sonucu olarak, "esâtîr" Araplarca hurafelerden kinaye olarak kullanılmıştır.
  • Bunun için Kâmûs'tâ "esâtîr", "nizamsız kelam" yani "saçma söz" anlamına geldiği ifade edilmiştir.
  • Bir şey tarihe karışmış denildiği zaman, yalan olmuş, masal olmuş, sadece lafta kalmış, payidar olmuş anlamında kullanılmaya başlanmıştır.
  • Bu nedenle Araplarca, "mesturât-ı evvelin" demek olan "esâtiru'l-evvelîn", Türkler'in "masal", Yunanlılar'ın "misus" Frenklerin "mit" dedikleri eski kahramanlık hikayeleri, evvel zaman efsaneleri, destanları olarak mülahaza edilmiş, uydurma ve hurafeler anlamında kullanılmıştır.

Esbât :[]

Esbât, "sıbt" kelimesinin çoğuludur. Torunlar demektir.

  • Ya'kup (a.s.)'m on iki oğlu vardı. Bunların İsrail oğulları içerisindeki durumu, Araplar içerisinde kabilelerin durumu gibidir.

Esef :[]

Esef, hüzünün şiddetli olanı demektir.

  • Bu anlamda Türkçe'de "gam" sözü kullanılır.
  • A’raf: 7/150'de Musa'nın üzüntüsü aynı kelime ile ifade edilmiştir.
  • Gadap ve öfkelenme ile de ilgisi vardır.
  • Sonundaki elifi maksure mütekellim "ya"sından bedel, "ey esefim, üzüntüm" demektir.
  • Yahut nübde eliftir ki, musibetin şiddetiyle "ah" gibi hüzünlenme ve acı çekmede bir yardım umma ifade eder.
  • Yûsuf: 12/84'te "Yûsuf'un gamı, üzüntüsü" anlamındadır.

Eserne :[]

Harekete geçirdiler.

Esfâr :[]

Esfâr, büyük kitap mânâsına gelenSifr kelimesinin çoğuludur.

Şair şöyle der:

  • Onlar kitap hamallarıdır.
  • Onların, kitapların iyisi hakkında bilgileri yoktur.
  • Onların bilgisi eşeklerin bilgisine benzer.
  • Yemin olsun ki, eşek sabah akşam yük taşır, fakat çuvalların içinde ne olduğunu bilmez. [108]Bahr, 8/266

Esfel-i Sâfilîn :[]

Esfel-i sâfilîn ifadesi, sefillerin en sefili, en murdarı, en kötüsü, cehennemin alt tabakası, "sâfilin" de üzerindeki tabakalarda bulunan cehennem ehlidir, şeklinde tefsir edilmiştir.

  • Esfel-i sâfilîn, alçak emellerine, şehvetine düşkün, aşağılık, alçak kimselerin, şeytanların esiri oyuncağı olan, en aşağı derekelere düşenlere işaret eder.

Esfera :[]

Aydınlandı, açıldı.

Eshantumuhum :[]

Onlardan çokça öldürüp, yaralayıp esir ettiniz.

Misbâh yazarı şöyle der:

  • Bir kimse düşman üzerine gidip deonlardan çokça adam öldürdüğünde, "Eshane fi’l-erdi" denir. Mastarı "İshân"dır. Yara, bir kimseyi gevşetip zayıf düşürdüğünde "Eshantehu’l-cirâhati" denir.[109]Misbâh, maddesi

Esîm :[]

Esîm, çok günah işleyen, günankâr.

  • Bir kimse günah işleyip kötülük yaptığında "Esime’r-raculu" denir.
  • Geniş zamanı "Ye’semu" gelir. Esîm, bu kökten alınmıştır.

Esîr :[]

Esir, köle olup olmamaktan, müslim gayri müslim olup olmamaktan öte, genel anlamda herhangi bir esir, özgürlüğü elinde olmayan demektir.

  • Köle, kadın erkek ayrımı yapılmadan herhangi bir köle anlamında.

Eskal :[]

Eskâl, tahrik ile cebel vezninde "sekal"ın çoğuludur.

  • Râzi’nin ifadesi ile, sekal; ev eşyasıdır. Kâmûs'ta, yolcunun ağırlığı yani eşyasına daha çok kıymetli eşyaya dendiği ifade edilmiştir.
  • Ağırlık anlamındaki "Sekaleyn" ifadesi de aynı köktendir.
  • Eskâl'ın "sikal"ın çoğulu olabileceği de söylenmiştir.
  • Bu durumda, karın bölgesinin taşıdığı yük mânâsı da vardır.
  • "Eskâl"ın esrar, gizlilik anlamına gelebileceğini Râzî ifade etmiştir.

Eskâlehâ :[]

Eskâlehâ, "içinde bulunan ölüleri" demektir.

  • Bu kelime, "ağır şey" mânâsına gelen "siql " kelimesinin çoğuludur.
  • "Vetahmilu esqâlekum: Hayvanlar ağırlıklarmızı taşır"[110]Nahl, 16/7 mealindeki âyette de bu mânâda kullanılmıştır.

Ahfeş şöyle der.

  • "Ölü, yerin içinde olduğunda, bu onun ağırlığı olur.
  • Üstünde olursa ona ağırlık olur.[111]Tefsîr-i kebîr, 31/58

Esleme :[]

Teslim oldu ve boyun eğdi demektir.

Eslemu :[]

Boyun eğiyorum, itaat ediyorum.

Esr :[]

Esr, aslında bağlamak ve raptetmek demektir.

  • Daha sonra yaratılış mânâsında kullanılmıştır.
  • "Güzel yarattı ve sağlam meydana getirdi" mânâsına "şedde esrahu" denir.

Şâir Ahtal şöyle der:

  • Yaratılışı sert, yedmesi kolay, kibirli sandığın her attan...[112]Kıırtubî, 19/149.

Esri :[]

Geceleyin yürü.

Es-Selâm :[]

Es-selâm, Allah'ın esmâi'l-hüsnâ'sından (güzel isimlerinden) birisidir.

  • İsim veya selamet manasına masdar veya "selâmun aleykum, aleykum selâm" selam verip almanın ismidir.
  • Öyle kî, "dâru's-selâm" bu manalardan her biriyle her korkudan berî olan, salim olan, "selâmet evi" "selâmet vatanı" (barış vatanı) demektir.

Eşhâd :[]

Eşhâd, "Şâhid" kelimesinin çoğuludur.

  • Buradaki Şâhid, başkasının aleyhine delille şahitlik edendir.


Eşhâd, altı şekilde tefsir edilir:

1. Tebliğe şâhidlik eden (nebiler)

  • "Her ümmetten birer şâhid (risaleti tebliğ ettiklerine dair onlara karşı şâhidlik edecek nebilerini) getirdiğimiz, seni de (ey Muhammed), onların üzerine (risaleti tebliğ ettiğine dair) şâhid getirdiğimiz zaman halleri nasıl olacak?!"[113]Nisâ: 4/41
  • "O gün her ümmetten birer şâhid çıkaracağız (nebilerini üzerlerine şâhid olarak getireceğiz)." [114]Nahl: 16/84
  • "İçlerinde bulunduğum müddetçe onlar üzerinde şâhid idim." [115]Mâide: 5/117
  • "Şâhidler (nebiler) de, "İşte şunlar (kavimlerinin kâfirleri), Rabb'leri üzerine yalan söyleyenlerdir" (Allah'ın ortağı olduğunu iddia edenlerdir)." [116]Hüd: 11/18


2. Ademoğlu'nun amelini yazan hıfzedici melek

  • "Her kişi beraberinde bir sürücü ve bir şehîd (amellerini yazan melek) bulunduğu halde gelecektir." [117]Kaf: 50/21
  • Bu âyetteki şehîd lafzıyla, "dünyadaki amellerini yazan hıfzedici melek" kasdedilmektedir ki âhirette de ameli hususunda ona karşı şâhidlik edecektir.
  • "Nebiler ve şühedâ (amelleri hususunda onlara karşı şâhidlik edecek hafaza melekleri) getirilmiş..." [118]Zümer: 39/69
  • "Muhakkak Biz rasûllerimize ve mü'minlere dünya hayatta ve şâhidlerin (hıfzedici meleklerin/hafaza meleklerinin) dikileceği gün yardım ederiz." [119]Mü'min: 40/51


3. Nebilerin tebliğde bulunduklarına şâhidlik edecek olmaları hasebiyle Ümmet-i Muhammed

  • "Böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, insanlar üzerine şühedâ (rasûllerin, risaleti onlara tebliğ ettiklerine şâhidler) olasınız..." [120]Bakara: 2/143
  • "Bundan önce ve bunda... ta ki Rasûl sizin üzerinize şehîd olsun, siz de insanlar üzerine şühedâ (rasûllerin kavimlerine risaleti tebliğ ettiklerine şâhidler) olasınız." [121]Hacc: 22/78
  • "Bizi şâhidler (ümmet-i Muhammed) ile beraber yaz." [122] Mâide: 5/83


4. Allah yolunda şehâdet eden kimse

  • "İşte onlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddîklar, şühedâ (Allah yolunda şehâdet edenler) ve salihler ile beraberdir." [123]Nisâ: 4/69
  • "Rabb'lerinin indinde şühedâdır (onlar Allah yolunda şehâdet edenlerdir; onlar için ecir ve nurları vardır)." [124]Hadîd: 57/19


5. Bir kişinin hakkına veya insanların haklarına dair şâhidlik etmek /şehâdette bulunmak

  • "Erkeklerinizden iki şehidi şâhid tutun (haklara dair olan bu işleme); eğer iki erkek olamıyorsa, razı olacağınız şühedâdan bir erkek ile iki kadın..." [125]Bakara: 2/282
  • "Sizden adl sahibi iki şâhid (boşama ve müracaat hallerinde iki şâhid) tutun; şehâdeti de Allah için dosdoğru yapın!" [126]Talâk: 65/2


6. Hâzır bulunmak, hâzır bulunan

  • "Size bir musibet isabet ederse, "Allah bana lütfetti de onlarla beraber şehîd (hâzır) bulunmadım" der."[127]Nisâ: 4/72
  • "Biz Musa'ya o emr'i kaza ettiğimizde sen batı tarafında değildin; şâhidlerden (orada hâzır bulunan kimselerden) de değildin." [128]Kasas: 28/44
  • "Şuhûden (Mekke'de hâzır bulunan) oğullar..." [129]Müddessir: 74/13
  • "Onlar ki, zûr'a şâhidlik etmezler (orada/ona hâzır bulunmazlar)." [130]Furkân: 25/72
  • "Yoksa siz Ya'kûb'a ölüm geldiği zaman şühedâ mıydınız (orada hâzır mı bulunuyordunuz)" [131]Bakara: 2/133
  • "O ikisinin azâblarına şâhid olsunlar (onlar cezalandırılırken hâzır bulunsunlar)."[132]Nûr: 24/2.

Eşir :[]

Eşir, şımarık demektir.

  • Nimetin şımarttığı kimseye "Raculun eşirun" denilir.

Eşmeezzet :[]

Nefret etti, tiksindi.

Eşrât :[]

Eşrât, "ra" harfinin fethalanması ile "şarat"ın çoğulu olarak alametler, işaretler, emareler, belirtiler demektir. Kıyametin işaretleri olarak da kullanılır.


Eştât:[]

Eştât, "Şette"nin çoğulu olup, "Dağınık olarak" demektir.

  • "Dağınık olarak gittiler" mânâsında "Zehebu eştâten" denir.

Etkâ :[]

Etkâ[133]Hucurat: 49/13., takvadan ismi tafdildir. Takva: Gayet iyi korunup sakınmaktır.

  • "vaka"dır. Vav'ı kalbedilmiştir/ düşmüştür.
  • Nefsi korkulacak şeylerden korumak, sipere girip korunmaktır.
  • Korkuya da takva denir. [134]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 117. (4479)

Etrâb :[]

Etrâb[135]Vakıa: 56/37., "tırb"ın çoğuludur. Hep bir yaşta demektir.

  • Bazı tefsirlerde, kızların on altı erkeklerin otuz üç yaşında oldukları ifade edilmiştir. [136] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 117. (5545)

Etuhâccunenâ: Mücadele mânâsına olan Muhâcce mastarından olup "bizimle mücadele mi ediyorsunuz?" demektir.

Ev :[]

Ev, üç şekilde tefsir edilir:

1. Bilakis/aksine, hattâ

  • "Biz o'nu yüzbine, ev (hattâ) daha ziyadesine gönderdik."[137]Sâffât: 37/147
  • "Saat'in emr'i ise başka değil, bir göz kırpma gibi, ev (hattâ) o daha yakındır/kısadır."[138]Nahl: 16/77
  • "Qâbe qavseyni (bir yayın iki ucu/iki yay kadar) oldu, ev (yani, hattâ) daha yakın."[139]Necm: 53/9


2. Ve


3. Muhayyerlik

  • "...on miskini-fakiri doyurmak, ev (veya) giydirmek, ev (veya) bir köle-cariye azad etmektir. (bunlardan birini seçmekte muhayyersiniz)."[144]Mâide: 5/89
  • "Katledilmeleri ev (veya) asılmaları ev (veya) ellerinin kesilmesi (bunlardan birini seçmekte muhayyersiniz)…"[145]Mâide: 5/33
  • "Ona oruçtan, ev (veya) sadakadan, ev (veya) kurbandan fidye vardır (o, bunlardan birini seçmekte muhayyerdir)." [146]Bakara: 2/196. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 271-272.

Evceftum :[]

Hızlı sürdünüz.

  • "Vecîf" hızlı gitmek demektir. Kişi, deveyi hızlı gitmeye teşvik ettiğinde "Evcefe’l-baîru" denilir.

Evcese :[]

Hissetti.

Evfu :[]

"Yerine getiriniz" Vefa, bir şeyi tam ve mükemmel bir şekilde yapmak demektir.

  • Bir kimse birşeyi tam olarak yerine getirdiğinde "evfâ" ve "veffâ" denilir.

Evlâ Leke :[]

Evlâ leke[147]Kıyamet: 75/24 tabiri "gerekti sana bu bela, oh olsun" demek gibi beddua ve teşeffi makamında kullanılır.

  • "Ula leke elveyl" ifadesi, evla ve en layıktır sana o veylü helak, demektir. "Evlâ" kelimesi "veyl" anlamındadır.
  • En büyük veyl başına olsun, demektir. [148]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 117-118. (5487)

Evliya :[]

Evliya, dost ve yardımcı mânâsına gelen “Veliyy” kelimesinin çoğulu olup dostlar ve arkadaşlar demektir.

Evsan :[]

Evsân[149]Ankebut: 29/17. kelimesinin tekili "vesen"dir. Taş ve benzeri şeylerden yapılıp tapılan bir fetiş ki, "asnâm" (sanemler) den daha geneldir.

  • Heykeller, putlar, haçlar hep "evsân"dır. [150] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 118. (3771-3772)

Evtad :[]

Evtâd[151]Fecr: 89/10., yere veya duvara çakılan çivi ve kazık demek olan "vetede"nin çoğuludur.

  • Kazık ve çiviyi kuvvetle, hiddet ve şiddetle çakmak vasıtasıdır.
  • Genellikle, sebat ve ikametten kinayedir.
  • Nitekim bizde de çivi çakmak bina yapmaktan kinaye olarak kullanıldığı gibi, kazık kakmak, kazık çakmak da ikametten kinaye olarak, ebediyet manasına bile kullanılır.
  • "Sanki dünyaya kazık çakacak!" denildiği zaman, ebedî yaşamak istiyordan kinaye olarak kullanılır.
  • Bunun için Araplar'da kazık çakılmadan ev kurulamayacağı meseldir.

Nitekim şair Efveh:

  • "Direkler olmadan ev kurulamaz,
  • Direkler sağlam çakılmadan da direkler durmaz" demiştir. [152] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 118. (5531)

Evvâb :[]

Evvâb, Allah'a çok dönen.

  • Bir kimse, geri döndüğünde "Âbe" denir.
  • Geniş zamanı "Yeubu" mastarı "Evb" dir.
  • Bu kelime, bundan türemiştir.
  • Evvâb, "tevvâb" vezninde "evb"den mübalağalı ismi faildir.
  • "Evb" Râgıb'ın belirttiğine göre, dönmenin bir türü, isteğe bağlı olan kısmıdır.
  • Dönülmesi gereken yere dönmektir.
  • Bu anlamda "evvâb" "tevvab" gibi "Allah'a çok dönen" demektir.

Evvâh :[]

Evvâh, kök itibariyle çok ah eden demektir.

  • Bilindiği gibi "ah" ve "oh" bir hüzün ve teessüre delalet eder.
  • İnsan şiddetli bir hüzün ve üzüntü duyduğu zaman adeta ta kalbinin içinden yanar, nefesi daralır, boğulacak gibi olur. *Yanan nefesini çıkarırken, mecburen bir "ah" çeker.
  • Bunun için çok ah çekmenin üzüntünün ve kalp yanıklığının şiddetiyle ilişkisi vardır.
  • Tevbe: 9/114'te, Hz. İbrahim'in "ah" çekmesi de bu manayadır.[153]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 119. (2629)

Evvel :[]

Evvel, bütün varlıklardan önce var olan manasınadır.

Evvel, dört şekilde tefsir edilir:

1. Nebi döneminde, Yahudilerden Nebi'yi (Hz. Muhammed'i) inkâr edenlerin evveli/ilki

  • "Ona kâfir olanların evveli (Yahudilerden Nebi'yi [154]Âyetteki hî zamiri, -Nebi'ye değil- İsrâîloğulları'nın beraberindekini tasdikleyici olarak Allah'ın indirdiğine [Kur'ân'a] gitmektedir. Bunu anlamak için, âyetin başının okunması yeterlidir. (Redaktör) inkâr edenlerin evveli/ilki) olmayın (.....) ve yalnız Bana ittiqa edin!"[155]Bakara: 2/41

2. Mekke ahalisinden Allah'a îmân eden kimselerin evveli[156]Bu bir vecih/anlam farklılığı değildir. Çünkü Kur'ân'da de¬falarca kullanılan evvel kelimesi, hep aynı anlamda kullanılmıştır. Buna göre evvelu mü'min [ilk mü'min] en eski mü'min, evvelu kâfir [ilk kâfir] de en eski kâfir demektir. Burada evvel lafzının anlamı herhangi bir değişiklik göstermemektedir. Değişiklik ona izafet olunanın medlulünde sözkonusudur.

  • "De ki: "Rahmân'ın çocuğu olsaydı, ben ibâdet edenlerin evveli olurdum" (Mekke ahalisinden muvahhidlerin evveli/ilki olurdum)."[157] Zuhruf: 43/81
  • "De ki: "Doğrusu ben (Mekke ahalisiden) teslim olanların evveli [158] Asıl nüshada, evvelu men esleme [teslim olanların evveli/il¬ki] yerine, evvelu'l-müslimîn [teslim olan kimselerin evveli/ilki] şeklinde yazılmıştır. (ilki) olmakla emrolundum." [159]En'âm: 6/14

3. Allah'ın dünyada görülemeyeceğine îmân edenlerin evveli/ilki

  • "Dedi ki: "Rabbim bana göster de Sana bakayım."
  • Buyurdu ki: "Beni asla göremezsin, fakat şu dağa bak: eğer o yerinde durabilirse, sen de Beni görebilirsin."
  • Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti ve Mûsâ da baygın düştü.
  • Ayılınca dedi ki: "Seni tenzih ederim, Sana döndüm ve ben mü'minlerin (dünyada Senin asla görülemeyeceğini tasdik edenlerin) evveliyim (ilkiyim)."[160]A'râf: 7/143

4. İsrâîloğulları arasından Mûsâ ve Harun'a imân eden kimselerin ilki

  • "(Musa'ya îmân ettikleri için, Fir'avn tarafından katledilmekle tehdit edildikleri vakit sihirbazlar dediler ki): *"Biz gerçekten mü'minlerin evveli (Musa'nın getirdiklerini, İsrâîloğulları arasından [161]Sihirbazların, İsrâîloğulları'ndan olduğu iddiasının, hiçbir dayanağı yoktur. (Redaktör) tasdik edenlerin ilki) olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını ümit ederiz."[162]Şu'arâ: 26/51. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 386-388.

Evvibî :[]

Tesbih et. Te’vîb: Tesbih demektir.

Evzârahâ :[]

Evzârahâ, "âletlerini ve ağırlıklarını" manasınadır.

  • Yani, silahlar ve diğer harp levâzımatı.
  • Harp bitip sona erdiğinde "Vedeati’l-harbe evzârahâ" denir.
  • Evzâr, aslında, silah ve at türü ağırlıklar demektir. Şair şöyle der:
  • Savaş için, ağırlıklarını hazırladım. Uzun mızraklar ve erkek atları...[163]Beyit, A'şâ'nındır. Bkz. Kurtubî, 16/229

Evzi’ni :[]

Bana ilham et.

Eyâmâ :[]

Eyâmâ, "eyayim"den değişmiş olarak, "eyyim"in çoğuludur. Hiç evlenmemiş, dul kadın ve erkeğe denildiği gibi, hür kadına, bir kimsenin, kızı, kız kardeşi, teyzesi gibi yakın akrabasına da "eyyim" denir.

  • Müfessirler daha çok "hiç evlenmemiş" deyimini tercih etmişlerdir.

Eyd :[]

Eyd, ibadet ve itaatte kuvvet manasınadır.

  • Eyd, yed'in çoğulu olabilirse de, tey'idin aslı olan kuvvet mânâsına olması daha uygundur.

Eynel Meferr :[]

Eynel meferr[164]Kıyamet: 75/10., nereye kaçmalı anlamındadır.

  • "Meferr" firar, kaçma manasına mimli masdardır.
  • Ye's, korku ve ümitsizlik ifade eden bir deyimdir.
  • Aynı zamanda şaşkınlık ifade eden bir deyimdir de.


Eyyamu'l-lah:[]

[165]İbrahim: 14/5; Casiye: 45/14.Onları kendilerinden önceki milletlerin başından geçenlerle uyar:

  • Nuh, Ad, Semud gibi... Savaş ve çatışmalarından dolayı Eyyamü'l-Arab[166]Eyyamü'l-Arab (eyyam: günler, müfredi yevm). Arab an'anesinde Cahiliyye devrinde (ve İslamiyet'in ilk zamanlarında) kabileler arasındaki savaşlara delâlet eden bir tabirdir. Bu "günlerin" her birinin adı yevm kelimesiyle başka bir kelimeden mürekkeptir; yevm-i Bu'as (Bu'as günü), yevm-i Zi Kar (Zu Kar günü) gibi. Bu günlerin sayısı pek çoktur; yalnız içlerinde Zu Kar günü gibi birçoğu bütün kabilelerin iştirak ettiği hakiki bir muharebeye değil, birkaç ai¬le hatta birkaç kişi arasındaki ufak tefek çarpışmalara delâlet eder. (İslam Ans. c. 4 s. 421-422' den özet. MEB İst. ME Basımevi 1964) da bunlardandır:
  • Zikar, ficar, kudde vd. günler gibi. Bu(nlar ayetin) zahiri yönüdür,

lbn-i Abbas (ra)dan şöyle rivayet edilmiştir:

  • Allah'ın nimet ve musibetleri ... Nimetleri: (Allah'ın) onları bulutla gölgelendirmesi, onlara bıldırcın eti ve kudret helvası ikram etmesi ve kendileri için denizi yarmasıdır. Musibeti ise: Nesilleri helak etmesidir. [167] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. 2, s. 508.
  • Yani iman etmeleri için onları geçmiş milletlerin başından geçenlere benzer şeylerle korkut. Mücahid: "Nimet günleri" demiş.
  • Katade ve Süddi de böyle demişler.
  • Yani bana iman etmeleri için onlara nimetlerimi hatırlat.
  • Bir haberde ise, Allah'ın, Musa'ya "Beni kullarıma sevdir!" diye vahyettiği, Musa'nın "Ya Rabbi! Kalpler senin tasarrufundayken ben seni kullarına nasıl sevdireyim?" dediği, Allah'ın da Musa'ya "Onlara benim nimetlerimi an!" diye vahyettiği rivayet edilmiştir. [168] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 245.
  • Eyyam'ın Allah'a izafesi, o gün(ler)de Alah'ın, nimetlerini üzerlerine yağdırması olayının yüceliğinden dolayıdır.[169]İsfahani, Müfredat, tsz, s. 553.
  • Yani geçmiş milletlerdeki ... [170]Mülekkin, Garib, 1987, s. 192.
  • Eski Arap geleneğinde "gün" ya da "günler" deyimi, çoğu zaman önemli tarihi olayları işaret için kullanılırdı.
  • (Örn. Eyyamü'l-Arab; İslam öncesi Araplar arasında cereyan eden kabile savaşlarını ifade eden bir deyimdir.) *Bununla birlikte Kur'an'ın "gün" sözcüğüne sıkça yüklediği ahirete ilişkin çağrışımlar (örn. "son gün, kıyamet günü, hesap günü" vb.) ve özellikle "Allah'ın günleri" deyimiyle açıkça dünyevi zamanın sonunda gerçekleşecek olan Allah'ın yargısının ya da yargılamasının kasdedildiği[171]Casiye: 45/14. göz önünde bulundurulursa, yukarıdaki anlam örgüsü içinde de bu ifadenin aynı anlamı taşıdığını; yani Kıyamet gününde Allah'ın insana ilişkin nihai yargılaması anlamına geldiğini söylemek tek nihai yoldur. *Çoğul formun (Allah'ın Günleri) kullanılmış olması, muhtemelen, Kur'an'ın öylesine sıkça kullandığı "Gün" deyiminin aslında insanın zaman kavramıyla ya da zaman tanımlamasıyla pek ilgisi olmadığını; bunun daha çok bilinen "zaman" kavramının içinde bir yer tutmadığı gibi bir anlam da taşımadığı, öteler ötesi bir başka realiteyi (gerçeklik düzeyini) işaret ettiğini göstermektedir. [172]Esed, Mesaj, 1996, c. 2, s. 500.
  • Arapça'da "eyyam" kelimesi ıstılahta, "hatırlanan tarihi olaylar" anlamına gelir.
  • Bu nedenle "eyyamullah", geçmişteki büyük şahsiyet ve toplumlara amellerine göre verilen ceza ve mükafatlara değinen insanlık tarihinin önemli olaylarını kasdeder. [173]Mevdudi, Tefhim, 1986, c, 2, s. 505.
  • (Musa'yı), Allah'ın verdiği nimet ve ihsanları hatırlat, diye gönderdik. [174] Sabuni, Safvet, 1995, c.3, s.243.

Derlediğimiz bilgilerden de anlaşılacağı üzere "Eyyamullah" şu anlamlara gelmektedir,

a- Önceki milletlerin başından geçen olaylar

b- Allah'ın nimetleri

c- Allah'ın musi¬betleri

d- Nimet günleri

e- Ceza ve mükafatlar

f- Allah'ın intikam alması...

  • Bir de bunlara ek olarak Esed'e göre Allah'ın kıyamet gününde insanları yargılaması.
  • Bu deyim Kur'an çevirilerine aşağıdaki şekillerde yansımıştır:
  • İbrahim: 14/5 üzerinde durulacaktır:

Elmalı: ... Allah günleri ...

  • "tarihte ümmetlerin başından geçen ve doğrudan doğruya Allah'ın kudretini, gösteren, Allah dedirten acı ve tatlı mü¬him olayları anlatarak öğüt ver" veya "Allah'ın nimetlerini, belalarını hatırlatarak va'z u nasihat et!"

Çantay: ... Allah'ın günlerini ...

  • Geçmiş ümmetlerin başına gelen vak'aları, Arab'ın harp günlerini, ba'zılarına göre Cenab-ı Hakk'ın nimet ve belalarını.[175] Beyzavi.
  • D.İ.B., Bilmen, Bulaç, Y. Öztürk, Atay, A. Öztürk, Koçyigit, Hizmetli ve Varol: ... Allah'ın günlerini...
  • Davudoğlu: ... Allah'ın (nimet) şükür günlerini ...
  • Ateş:... Allah'ın günlerini (geçmiş milletlerin başlarına gelen olayları) ...
  • T.D.V. : ... Allah'ın (geçmiş kavimlerin başına getirdiği felaket) günleri...
  • Piriş: ... Allah'ın günleri ...
  • Lafzen Eyyamullah; Allah'ın günleri. Bu ifade dünya hayatının sonunda gerçekleşecek olan yargılama gününü anlatır.
  • Elmalı, Çantay, Davudoğlu, Ateş, T.D.V. ve Piriş bu deyimi tecüme ederken dipnot veya parantez içi ifadelerle anlaşılır kılmaya çalışmışlar ve maksudun ne olduğunu az çok belirlemişlerdir. Ancak bunların her biri "Eyyamullah" deyiminin farklı anlamlarını göz önünde bulundurmuşlardır.
  • Mesela Elmalı ve Çantay, deyimin hem nimet hem de musibet anlamını; Davudoğlu, sadece musibet anlamını; Ateş, geçmiş milletlerin başlarına gelen tarihi olaylara işaret eden anlamını; T.D.V., geçmiş felaketler anlamını, Piriş ise nihai yargılama günü anlamını zikretmişlerdir.
  • Bunların dışında kalan diğer mezkur mütercimler ise görüldüğü gibi, deyimi Arapça formuyla ve hiçbir açıklamada bulunmadan tercüme etmişlerdir.
  • Böyle bir tercümenin sağlıklı olmadığı ortadadır.
  • Çünkü bilgi düzeyi ne olursa olsun, deyimin tarihi arkaplanını ve insan yaşamındaki tezahürlerini bilmeyen bir kimse "Allah'ın günleri"nin hangi günler olduğunu bilemez.
  • Gaye, insanların Kur'an'ı anlaması olduğuna göre bu tür kapalı ifadeleri, temel referansların yardımıyla, bir iki kelime veya cümleyle de olsa açıklamak zaruridir.

Bu minvalde "Eyyamullah’ın şu şekillerde tercüme edilebileceğini düşünüyoruz:

- Allah'ın nimet ve musibet günleri...

- Allah'ın ceza ve mükafat günleri...

- Allah'ın nimet ve intikamı...ve Esed'in yorumu gibi "nihai yargılama günü" ... vb.

Örnek:

  • Andolsun ki biz Musa'yı "kavmini karanlıklardan nura çıkar ve onlara Allah'ın nimet ve musibet günlerini hatırlat" diye mucizelerimizle gönderdik.[176]Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 201-205.

Eyyednâ :[]

Kuvvetlendirdik, destekledik.

Eyyednâhu :[]

Kuvvet manasına gelen “Eyd” den alınmış olup, "onu destekledik" demektir.

Eza :[]

Ezâ[177]Bakara: 2/262., tiksindirmek, iyiliğe balgam atmaktır ki, nimet vermesi dolayısıyla bir kusur yüzünden şikayet etmek, el, dil uzatmak, yaptığı iyiliği yüze vurmak, başa kakmak hep ezadır.

  • Türkçe'de minnet genel anlamda eza yerine de kullanılır. [178] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 119. (900-901)

Ezan :[]

Ezan, iki şekilde tefsir edilir:

1. Duyurmak/işittirmek, işitmek, dinlemek, ilan etmek

  • "Ve Rabbini dinleyip (ezinet) (Rabbinin buyruğunu dinleyip/Rabbine boyun eğip) haklandığı (kendisine yakışanı yapıp Rabbine itaat ettiği) vakit..." [179]İnşikak: 84/2
  • "Sana ezan veririz ( Sana duyururuz) ki: Bizden şâhid yok." [180]Fussilet: 41/47


2. Nida' (yüksek sesle seslenmek, bağırmak)

  • "Bunun üzerine aralarında bir müezzin (cennet ile ateş arasında bir münâdi), "Allah'ın laneti zalimler üzerine olsun" diye ezan verir (nida' eder, bağırır/seslenir)." [181]A'râf: 7/44
  • "Sonra bir müezzin (münâdi), "Ey kafile! Siz muhakkak hırsızsınız" diye ezan verdi (nida et¬ti (bağırdı/seslendi)."[182] Yûsuf: 12/70
  • "İnsanlar içinde ezan ver (nida' et, bağır/seslen)!" [183]Hacc: 22/27. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 341-342.

Ezellin :[]

Ezellin, son derece zillet ve horluk içinde olanlar demektir.

Ezferakum :[]

Sizi galip ve üstün kıldı.

  • Bir kimse bir şeyi yendiğinde "Zafera bi’ş-şey’i" denir, "ezferahu" onu kazandırdı, demektir.[184] Bahr, 8/88


Ezifet:[]

Yaklaştı.

Ka'b b. Züheyr şöyle der:

  • Gençlik uzaklaştı, işte ihtiyarlık yaklaştı. Uzaklaşan gençliğin yerini alacak bir şey göremiyorum.[185]Bahr, 8/155
  • Âzife, kıyamet demektir. Yakın olduğu için ona bu isim verilmiştir.

Ezlâm :[]

Ezlâm[186]Maide: 5/3., cahiliye Araplarında fal çekmek için kullanılan oklar veya taşlara verilen isimdir.

  • Mücâhid, "ezlâm"ın Fars ve Rumlar'ın kumar oynadıkları küp şeklindeki tavla zarları ile Arab'ın ok benzeri fal araçlarından daha genel olduğunu söylemiştir. [187]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 119. (1566)

Ezvâc :[]

Ezvâc, sınıflar ve türler demektir.

  • "Eş" manasına gelen “Zevc ” kelimesinin çoğulu olup erkek ve dişi için kullanılır.
  • "Ey Adem, sen ve eşin cennette yerleşin"[188]A'râf: 7/19 mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır.
  • Kadın erkeğin, erkek de kadının zevcidir. Asmaî, "Araplar, müennes olarak zevce kelimesini hemen hemen hiç kullanmamışlardır." der.
  • Ezvâc, zevc'in çoğuludur.
  • Zevç, çift ve eş demektir.
  • Biri diğeri ile ilgili olarak veya zıd olarak bulunan her şeye denir. Her şeyin zıddı olduğu için her şey çifttir.


Ezvâc, üç şekilde tefsir edilir:


1. Birbirine helâl olan erkek ve kadın

  • "Orada onlar için tertemiz ezvâc (erkekler için helâl olan kadınlar, kadınlar için helâl olan erkekler) vardır." [189]Bakara: 2/25
  • "Tertemiz ezvâc .... vardır."[190]Al-i Imrân: 3/15
  • "Orada onlar için tertemiz ezvâc vardır." [191]Nisâ: 4/57
  • "Siz ve ezvâcınız (birbirine helâl olan erkek ve kadınlar olarak) sevinç ve neşe içerisinde cennete gi¬rin!" [192]Zuhruf: 43/70
  • (ey erkekler), Ezvâcınızın (kadınlarınızın) geriye bıraktıklarının yarısı sizindir. [193] Nisâ: 4/12


2. Sınıflar (cinsler, neviler, tür ve çeşitler)

  • "Arzı görmüyorlar mı, Biz orada her kerîm zevçten (her güzel bitki sınıfından/türünden) nice bitkiler bitirdik." [194]Şu'arâ: 26/7
  • "Arzın bitirdiklerinden, nefislerinden ve bilmedikleri nice şeylerden bütün ezvâcı (sınıfları/türleri) halkeden..." [195]Yâsîn: 36/36
  • "Sekiz ezvâc (dört cinsten sekiz sınıf/tür)..." [196] En'âm: 6/143
  • "Yükle ona, her zevcden (her sınıftan/cinsten birer erkek, birer dişi olmak üzere) iki." [197]Hûd: 11/40
  • "Onda iki zevç (iki sınıf /tür) yaptı." [198]Ra'd: 13/3


3. Denkler, birlikte olanlar, eş ve arkadaş olanlar

  • "Toplayın o zulmedenleri ve onların ezvâcını (şeytanlardan onlarla birlikte olanları, şeytanlardan onların eş ve arkadaşlarını)." [199]Sâffât: 37/22
  • "Nefsler zevç edildiği (kâfirlerin nefisleri şeytanlarla bir araya getirildiği) zaman..."[200]Tekvîr: 81/7. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 299-301.


[1] Bahr, 8/511

[2] Emevîlerin Irak valisidir.

[3] Leheb: 111/1.

[4] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 106. (6258-6259)

[5] En’am: 6/2.

[6] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 106-107. (1784-1785)

[7] Cevherî, Sıhah “Dağane” maddesi.

[8] Ahzab: 33/37.

[9] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 107. (3869)

[10] Bakara: 2/282

[11] Nisâ: 4/3

[12] Mâide: 5/108

[13] Secde: 32/21

[14] Nisâ: 4/19

[15] Talâk: 65/10

[16] Kamer: 54/9

[17] Mücâdele: 58/7

[18] Bakara: 2/61.

[19] Mü'minûn: 23/1

[20] Alâ: 87/14

[21] Yûnus: 10/17

[22] Yûsuf: 12/23. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 424-425.

[23] Beled: 90/5-7

[24] Haşr: 59/11

[25] Âl-i İmrân: 3/153

[26] Âyetin, Hz. Ebû Bekr'in Hz. Bilal'i azad etmesiyle ilgili olduğu iddiası, dayanaktan yoksundur. (Redaktör)

[27] Leyl: 92/19. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 338-339.

[28] Bahr, 8/155

[29] Kurtubî, 17/119

[30] Kunubî. 17/247

[31] Saffat: 37/142.

[32] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 109. (5302)

[33] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 109-110. (3562)

[34] Hûd: 11/13

[35] Tûr: 52/35

[36] Tûr: 52/39

[37] Ra'd: 13/33

[38] Zuhruf: 43/52

[39] Kamer: 54/44

[40] Mülk: 67/17

[41] İsrâ: 17/69.Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 273-274.

[42] Ahzab: 33/72.

[43] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 110. (3934)

[44] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 110-111. (393)

[45] Tarık: 86/17.

[46] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111. (8/5732)

[47] Tekvir: 81/21.

[48] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111. (8/5934)

[49] Âl-i İmrân: 3/110

[50] Tevbe: 9/112

[51] Lokmân: 31/17

[52] Al-i İmrân: 3/113-114

[53] Tevbe: 9/71. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 140-141.

[54] Tevbe: 9/48

[55] Enbiyâ: 21/93

[56] Kehf: 18/21

[57] Tâhâ: 20/62

[58] Hûd: 11/40

[59] İbrâhîm: 14/22

[60] Meryem: 19/39

[61] Hûd: 11/44

[62] Meryem: 17/35

[63] Mü'min: 40/78

[64] Enfâl: 8/44

[65] Mü'min: 40/78

[66] Tevbe: 9/24

[67] Bakara: 2/109. Müstensih, buradaki emri, "Benî-Kurayza'nın Benî-Nadîr'den bir adamı öldürmesi" şeklinde açıklamıştır. Ancak Mukâtil, Tefsiri'nde âyeti şu şekilde açıklamaktadır: "Allah'ın emr'i gelinceye kadar... Yüce Allah'ın Benî-Kurayza hakkındaki emri, erkeklerinin öldürülmesi, kadın ve çocuklarının esir alınması; Benî-Nadîr hakkındaki emri ise Şam topraklarındaki Ezriat ve Eriha'ya sürülmeleri şeklinde gerçekleşti." Görülüyor ki yazma nüshadaki, "Benî-Kurayza Benî-Nâdir'den bir adamı öldürmüşlerdi" şeklindeki ifade bir tahriftir. Doğrusu ise, "Ve Benî-Nadîr'in sürülmesi..." şeklindedir.

[68] Nahl: 16/1

[69] Hadîd: 57/14

[70] Yûnus: 10/3

[71] A'râf: 7/54

[72] Secde: 32/5

[73] Şûrâ: 42/53

[74] Âl-i İmrân: 3/154

[75] Talâk: 65/9

[76] Haşr: 59/15

[77] Mâide: 5/95.

[78] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111. (5494-5495)

[79] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 111-112. (1549-1551)

[80] Sâd: 38/67

[81] Kurtubi, 1/230

[82] Keşşaf, 1/ 72

[83] Enfâl: 8/1.

[84] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 112. (2364)

[85] Çantay, Hasan Basrî, Kur'ân-ı Hakim ve Me’al’i-Kerim, İst., 1976, 1, 253.

[86] el-Huzeliyyîn, a.g.e., I, 37.

[87] 'Ûde, a.g.e., s. 256. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 107-108.

[88] Necm: 53/23

[89] Yûsuf: 12/53

[90] Kaf: 50/16

[91] İsrâ: 17/25

[92] Mâide: 5/45

[93] Mâide: 5/32

[94] Nisâ: 4/29

[95] Tevbe: 9/128

[96] En'âm: 6/93

[97] Zümer: 39/42

[98] Bakara:2/85

[99] Bu âyetteki, faqtulû enfusekum ibaresinin, "kendinizi ya da birbirinizi öldürün" şeklinde anlaşılması, İsrâîliyyâttan kaynaklanmaktadır. (Redaktör) Bakara: 2/54

[100] Nisâ: 4/66.

[101] En’am: 6/46

[102] Nâziât: 79/32

[103] Sebe’: 34/13

[104] Kaf: 50/7

[105] A'râf: 7/187

[106] Nâziât: 79/42.

[107] En’am: 6/25.

[108] Bahr, 8/266

[109] Misbâh, maddesi

[110] Nahl, 16/7

[111] Tefsîr-i kebîr, 31/58

[112] Kıırtubî, 19/149.

[113] Nisâ: 4/41

[114] Nahl: 16/84

[115] Mâide: 5/117

[116] Hüd: 11/18

[117] Kaf: 50/21

[118] Zümer: 39/69

[119] Mü'min: 40/51

[120] Bakara: 2/143

[121] Hacc: 22/78

[122] Mâide: 5/83

[123] Nisâ: 4/69

[124] Hadîd: 57/19

[125] Bakara: 2/282

[126] Talâk: 65/2

[127] Nisâ: 4/72

[128] Kasas: 28/44

[129] Müddessir: 74/13

[130] Furkân: 25/72

[131] Bakara: 2/133

[132] Nûr: 24/2.

[133] Hucurat: 49/13.

[134] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 117. (4479)

[135] Vakıa: 56/37.

[136] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 117. (5545)

[137] Sâffât: 37/147

[138] Nahl: 16/77

[139] Necm: 53/9

[140] Tâ-Hâ: 20/44

[141] Abese: 80/4

[142] Abese: 80/4

[143] Mürselât: 77/6

[144] Mâide: 5/89

[145] Mâide: 5/33

[146] Bakara: 2/196. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 271-272.

[147] Kıyamet: 75/24

[148] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 117-118. (5487)

[149] Ankebut: 29/17.

[150] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 118. (3771-3772)

[151] Fecr: 89/10.

[152] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 118. (5531)

[153] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 119. (2629)

[154] Âyetteki hî zamiri, -Nebi'ye değil- İsrâîloğulları'nın beraberindekini tasdikleyici olarak Allah'ın indirdiğine [Kur'ân'a] gitmektedir. Bunu anlamak için, âyetin başının okunması yeterlidir. (Redaktör)

[155] Bakara: 2/41

[156] Bu bir vecih/anlam farklılığı değildir. Çünkü Kur'ân'da de¬falarca kullanılan evvel kelimesi, hep aynı anlamda kullanılmıştır. Buna göre evvelu mü'min [ilk mü'min] en eski mü'min, evvelu kâfir [ilk kâfir] de en eski kâfir demektir. Burada evvel lafzının anlamı herhangi bir değişiklik gös¬termemektedir. Değişiklik ona izafet olunanın medlulünde sözkonusudur.

[157] Zuhruf: 43/81

[158] Asıl nüshada, evvelu men esleme [teslim olanların evveli/il¬ki] yerine, evvelu'l-müslimîn [teslim olan kimselerin evveli/ilki] şeklinde yazılmıştır.

[159] En'âm: 6/14

[160] A'râf: 7/143

[161] Sihirbazların, İsrâîloğulları'ndan olduğu iddiasının, hiçbir dayanağı yoktur. (Redaktör)

[162] Şu'arâ: 26/51. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 386-388.

[163] Beyit, A'şâ'nındır. Bkz. Kurtubî, 16/229

[164] Kıyamet: 75/10.

[165] İbrahim: 14/5; Casiye: 45/14.

[166] Eyyamü'l-Arab (eyyam: günler, müfredi yevm). Arab an'anesinde Cahiliyye devrinde (ve İslamiyet'in ilk zamanlarında) kabileler arasındaki savaşlara delâlet eden bir tabirdir. Bu "günlerin" her birinin adı yevm kelimesiyle başka bir kelimeden mürekkeptir; yevm-i Bu'as (Bu'as günü), yevm-i Zi Kar (Zu Kar günü) gibi. Bu günlerin sayısı pek çoktur; yalnız içlerinde Zu Kar günü gibi birçoğu bütün kabilelerin iştirak ettiği hakiki bir muharebeye değil, birkaç ai¬le hatta birkaç kişi arasındaki ufak tefek çarpışmalara delâlet eder. (İslam Ans. c. 4 s. 421-422' den özet. MEB İst. ME Basımevi 1964)

[167] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c. 2, s. 508.

[168] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 245.

[169] İsfahani, Müfredat, tsz, s. 553.

[170] Mülekkin, Garib, 1987, s. 192.

[171] Casiye: 45/14.

[172] Esed, Mesaj, 1996, c. 2, s. 500.

[173] Mevdudi, Tefhim, 1986, c, 2, s. 505.

[174] Sabuni, Safvet, 1995, c.3, s.243.

[175] Beyzavi.

[176] Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 201-205.

[177] Bakara: 2/262.

[178] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 119. (900-901)

[179] İnşikak: 84/2

[180] Fussilet: 41/47

[181] A'râf: 7/44

[182] Yûsuf: 12/70

[183] Hacc: 22/27. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 341-342.

[184] Bahr, 8/88

[185] Bahr, 8/155

[186] Maide: 5/3.

[187] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 119. (1566)

[188] A'râf: 7/19

[189] Bakara: 2/25

[190] Al-i Imrân: 3/15

[191] Nisâ: 4/57

[192] Zuhruf: 43/70

[193] Nisâ: 4/12

[194] Şu'arâ: 26/7

[195] Yâsîn: 36/36

[196] En'âm: 6/143

[197] Hûd: 11/40

[198] Ra'd: 13/3

[199] Sâffât: 37/22

[200] Tekvîr: 81/7. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 299-301.

Advertisement