Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bakınız

Şablon:KTFbakınız - d


Kur'an Terimleri Fihristi Kur'an Fihristi/Görsel Eşbah Ve Nezair EL-EŞBÂH VE'N-NEZÂİR Fİ'L-QUR'ÂNİ'L KERÎM
Online Mucem : http://kuranmeali.com/mucem.asp
KTF
KKF [1] {{KTF}}
A B C Ç D E F G H I İ K Kef Q Qaf L M N O Ö R S Ş T U Ü V W Y Z
Amaç: Ülkemizin online en zengin Kur'an terimleri fihristini oluşturmaktır.
Her Kur'ani terime iç link verilecek ve terimle ilgili ansiklopedik madde oluşturulacak ve ansiklopedik maddenin içerisine ilgili ayetler link olarak verilecek.Böylece her bir Kur'anİ terimin geçtiği tüm ayetlere ve ayetlerin tüm meal ve tefsirlerine aynı anda ulaşılabilecektir. Hatta önlerimin geçtiği hadislere ve önemli sözlere aynı anda aynı sayfada ulaşılacaktır.
Yöntem : 1. KTF nde bulunan kavramlara iç link verielerek sayfa oluşturulacak . 2. O konu ile ilgili izah sayfaya eklenecektir. 3. HDKD tefsirinden bulunacak Kur'an terimlerina ait izahlar kavramla ilgili ansiklopedik sayfaya eklenecek, 4. KTF de olmayan kavramlar için yeni sayfa oluşturularak ve fihrsitin olduğu sayfaya alfabetik sıra gözetilerek eklenerek fihrist geliştirilecektir. 5. Ayrıca Mu'cemül Müfehresden alınan ayetler bu sitede ilgili kuran teriminin ansiklopedik sayfasına eklenecektir. aşağıda ayetlerin alınacağı link bulunuyor. http://www.kuranmeali.com/%5Cmucem.asp
sonuç:Böylece internetteki en zengin "Kur'an terimleri fihristi" kollektif ve kollebratif bir usulle oluşturulmuş olacaktır. başta öğretmenlerimiz olmak üzere emeği geçenlerden Allah razı olsun. Bursa Valiliği'nde görevli hizmetli Mustafa'ya da teşekkürlerimizi de unutmayalım.
Mu'cem-ul Müfehres - Kur'an Kelimeleri Fihristi - Mucem
ا ب ت ث ج ح خ د ذ ر ز س ش ص ض ط ظ ع غ ف ق ك ل م ن ه و ؤ ى ي ئ ة

Na’budu :[]

"İbadet ederiz"

  • Zemahşeri bu kelimeyi şöyle açıklar: "ibadet, itaat ve boyun eğmenin en son derecesidir, onun içindir ki bu kelime Allah Teâlâ'ya itaatin dışında kullanılmamıştır. Allah Teâlâ, nimetlerin en büyüğünün sahibi olduğu için kendisine ibadet edilmeye lâyıktır.[1]el-Keşşaf,1/11

Na'ce :[]

Na'ce, dişi koyuna ve dişi sülüne (geyik cinsi bir hayvan) denir.

  • İstiare olarak kadın için de kullanılır.

Naddâhatân :[]

Naddâhatân, devamlı su fışkırtan iki (çeşme).

Nadh :[]

Nadha, suyun fışkınp püskürmesidir.

  • Nokta ile "nadh" ise daha güçlü bir fışkırmayı ifade eder.
  • Burada kelimenin "ha"sı noktalıdır.
  • Böyle püsküren şadırvanlar, daha güzel, daha sanatlı ve akışları nedeniyle daha fazla bir güzelliğe sahip olduklarından dolayı bazıları bunları "aynân-ı tecziyân"dan, yani "akan iki kaynak"dan daha güzel ve mükemmel saymışlardır.

Nâdıra :[]

Nâdıra, güzel ve parlak demektir.

  • "Nudratun" ise yumuşaklık, derinin güzelliği ve güzel parlaklık demektir.

Nadîd :[]

Nadîd, birbiri üstüne binmiş demektir.

Nâdiye :[]

Nâdiye, halkın istişare için, yani sosyal ve toplumsal sorunlarını tartışmak için bir araya gelip toplanmaları manasına "nedv"den gelir.

  • Nitekim, İsâm'dan önce Mekke'de Kureyş'in ileri gelenlerinin, önderlerinin toplandığı binaya "Dâru'n-Nedve" denirdi.
  • Nâdî, orada ve buna benzer yerlerde toplanan heyetin ismidir.
  • Meclis, kongre, parlamento tabirleri gibidir.
  • Türkçe'de bu gibi büyük ve önemli toplantılara "kurultay" denirdi.
  • Bu nedenle, "fe'1-yed'u nâdiyeh" ayetini", "çağırsın kurultayını" diye tercüme etmek günümüz Türkçesine daha uygundur.

Nahıra :[]

Nahıra, çürümüş, ufaanmış, rüzgârla savrulan, yahut delik deşik, göz göz olmuş, rüzgâr estikçe ses veren, vızıldayan kemik demektir.

  • "İzâ men nahire" ifadesi çürümüş kemikler demektir.

Nahr /Venhar :[]

Nahr ve venhar(108/2) kelimeleri, kesmek, boğazlamak anlamının yanı sıra, göğsünü kıbleye çevirmek, göğüs germek anlamlarına da gelir.

  • "Venhar" kelimesi "nahır"dan türemedir.
  • Nahır kelimesi de masdar ve isim olarak kullanılır.
  • İsim olan "nahır", göğsün boyun tarafına gelen boğaz çukuruna doğru gerdanlık yerine denir.
  • Masdar olan nahır ise, Râgıb ve diğer bazı dilcilerin açıklamasına göre, nahre isabet ettirmek, yani vurmak, dokunmak, boğaz çukuruna bıçak sokmak suretiyle nahra rastlamak demektir.
  • Deve öncelikle buradan kesildiği için devenin boğazlanması ile ilgili olarak meşhur olmuştur.
  • Bunda mutlaka kesmek (zebh etmek) manası vardır.
  • İntihar da buradan alınmıştır. Mâide Sûresi'nde geçtiği üzere "zebh ", (boğazlama) "lebbe" denilen yerden (çene altı) kesmekle de olur. "Venhar " emri de bu masdar olan nahirdendir.
  • Açık olan boğazlama anlamıdır.
  • "Nahr" ve "zebh" ille de kurban için olması gerekmez.
  • Ancak Kevser Sûresi'ndeki kullanımında neyin nahr edileceği belirtilmemiştir.
  • Arapların örfünde "nahır" deve kesmek olarak meşhur olduğu ve Hacc:22/36 'da "büdün" (develer) ifadesi kullanıldığı için, müfessirlerin çoğunluğu bunu boğazlamak olarak almışlar ve "venhari'1-büdne" (develeri kes) diye takdir ve tefsir etmişlerdir.
  • Ancak bu kelime ile ilgili farklı anlamların olduğu da ifade edilmiştir.
  • İbni Ebî Hatim'in rivayetine göre, Ebu'l-Ahvas, "venhar" emrinin "göğsünü kıbleye çevir" manasına, istikbali kıble ile emrolunduğunu söylemiştir.
  • Ferra da bu görüştedir. Ferra, "Menâzilehum tetenâheru" (menzilleri, durakları, mekanları karşı karşıya olur) ifadesinde olduğu gibi karşı karşıya olmak manasına gelir, demiştir.
  • Şu beyit de bu anlamdadır; "Ey Ebâ Hakem! Sen Mucâlid'in amcası ve ehli mütenâhur'un efendisi misin?" Yani, nahir nahire, göğüs göğüse karşılıklı dere ahalisinin (Mekke ahalisinin) efendisi misin?
  • "El-ebtehi'1-mütenâhir" göğüs göğüse karşılıklı dere demektir.
  • Bu manadan "nahr" kıbleye yönelmek manasını ifade eder.
  • Tenahur; sözlükte intihar etmek, boğazlaşmak, manasına geldiği gibi göğse isabet ettirmek, göğüs göğüse karşılamak manasından mecaz olarak, evlerin ve derelerin karşılaşması gibi mutlak karşılık/tekabül manasına da gelir.
  • Tenâhur'un bu anlamından göğüs göğüse cihadı anlamak da mümkündür.
  • Ancak müfessirlerin çoğu "venhar"ı kurban kesmek olarak tefsir etmişlerdir.[2] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 246-247. (6200-6206)

Na'im :[]

Na'îm[3]Kalem:68/2,Tekasür:102/8., kendisi ile lezzetlerinden, tad alınan her türlü nimet anlamına gelir

  • Hayat, sağlık, bir yudum su dahi buna girer.
  • "Nâime" ise, letafet manasına "nu'ûmet"ten türemiştir.
  • Nimet ve saadet eseri olan neşe, letafet, güzellik, yumuşaklık demektir.
  • Ayrıca, "nimet" ten türediğinde, nimete konmuş, nimetler içinde demektir.[4]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 247-248. (5777, 6059)

Nâime :[]

Nâime, güzel ve parlak demektir.

Nak'an :[]

Nak'an, toz ve birikmiş su, haykırmak, kayırtmak, öldürmek mânâsına gelir.

  • Âdiyât Sûresi'ndeki kullanımı daha çok toz manasında tefsir edilmiştir.

Nakd/İnkad :[]

Nakd/inkad[5]İnşirah: 94/3., ağır olmak, kemikleri çatırdatmak, ağırlık, zorluk, meşakkat anlamlarına gelir.

  • "Nıkd", yıkıntı, bozuntu ve çok gezip dolaşması nedeniyle güç ve takattan düşmüş deveye dendiği gibi, bir şeyin bozulurken, üzülürken, ezilirken, koparken çıkardığı sese; deri/sahtiyan, ağaç, yük, araba gıcırtısı; mafsalların, kemiklerin çıtırtısı; bazı kuşların çığırtısı; bir şişenin ağzından su dökülürken çıkan mıcırtısı gibi seslere "nıkd" veya "nakıyd", böyle ses çıkarmaya da "inkad" denilir.
  • "İnkad-ı zahir" ise, yükün sırta ağır basarak kemikleri çatırdatması veya üzüp zayıf düşürmesi demek olur.
  • Türkçe'deki, "belini kütletti", "kemiklerini birbirine geçirdi" tabirleri gibi zorluk için kullanılır. [6]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 248. (5917)

Nakîb :[]

Nakîb[7]Maide: 5/12., teftiş anlamında

  • "nakabe"den "feil" veya "mef'ul" manasına "feil" vezninde müfettiş, teftiş ve tecrübe edilmiş emin ve güvenilir, "mutemed" manasına gelip, bir kavmin durumunu bilen, işlerine (umûr-i masâlihine) kefil olan yönetici ve amirlerine söylenir ki, reis (başkan)den başkasıdır.
  • "Nakîbu'1-eşraf" gibi.
  • Zeccâc'ın beyanına göre bu kelimenin aslı, "geniş delik" demek olan "nakb"den geldiği için, Türkçe'de"kulağı delik" diye ifade ettiğimiz, "sırlara aşina olma" (esrara vukuf) manasını da kapsayan bir anlama sahiptir. [8]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 248. (1599)


Nakm :[]

Nakm[9]Maide: 5/59., bir şeyden hoşlanmamaktır.

  • Nimetin zıddı ve azab anlamına gelen "nikmet", bu kelimeden türemiştir.
  • Bu mana da ondan alınmıştır. [10]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249. (1723)


Nakûr :[]

Nakûr, sur gibi ağızla üflenerek çalınan boruya denir.

  • "Nakr " vurmak ve didiklemek manalarına geldiği gibi, boru çalmak manasına da gelir.
  • Zira boru çalındığı zaman içindeki hava tazyik ile didiklenmiş olacağı gibi, çıkan ses de kulakları didikleyeceği için boruya "minkar" manası ile "nakur" denilmiştir.
  • Arap dilinde "nakr" ses manasınadır.
  • Sûr'dan, insanların korkudan öleceği korkunç bir ses çıktığı için ona "nâkûr" denilmiştir.
  • Örfte boru çalmak, bir akraba veya bir tanıdığın veyahut bir askeri birliğin sefer için hazırlandığının işareti olduğu gibi, "borusu ötmek" ifadesi de, emir, komuta ve otoritenin gücünden kinaye olarak, "nakri", "nakur", "nef'i sur", ahiret seferi için emri ilahinin ortaya çıkması anlamında da kullanılmıştır.[11]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249. (5452)


Na'me :[]

Na'me, bolluk içersinde, rahat yaşama mânâsına gelen "Ten’ım"dendir.

  • Nimet ise, ihsan ve lütuf mânâsına gelen minnet'tendir. [12]Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/15.


Nâr :[]

Nâr, üç şekilde tefsir edilir:

1. Nur, aydınlık/ışık

  • "Ben cidden bir nâr (nûr, ışık, aydınlık) hissettim."[13]Tâ-Hâ: 20/10
  • "Ben cidden bir nâr hissettim"[14]Neml: 27/7.
  • "Ben cidden bir nâr hissettim"[15]Kasas: 28/29.

2. Yahudilerin, Nebi (o'na ve o'nun âline salât u selâm olsun) ile savaşmayı kararlaştırmaları

  • "Onlar ne zaman harb için bir ateş yaktılarsa (Yahudiler ne zaman Nebi ile savaşmak üzere karar verdilerse), Allah onu söndürdü (onların birliklerini dağıtmak suretiyle onu söndürdü)."[16]Mâide: 5/64

3. Yakan şey: ateş

  • "O nârdan (cehennem ateşinden) ittiqa edin; (korunun); onun yakıtı/tutuşturucusu insanlar ve taşlardır."[17]Bakara: 2/24
  • "Ve ikisine de, "O nâra girenlerle beraber siz de girin!" denilecek"[18]Tahrîm: 66/10
  • "O tutuşturulmuş nâr/yani, ateş)..."[19]Buruc: 85/3. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 284-285. Benzeri buyruklar çoktur. [20]


Nas :[]

Nâs ve en-nâs[21]İhlas: 114/1. ifadesi, insan demektir.

  • Tanınan ve tanınmayan insan için de kullanılır.
  • Bulunduğu yere göre, kâh ta'zim/büyükleme, kâh tahkir/küçümseme manasını ifade eder.
  • Örneğin, bir ayette münafıklar için "ve mine'n-nâs"ifadesi kullanılarak insanlardan sayıldığı halde, başka bir ayette "kemâ amene'n-nâs" diye insanlara karşılık tutularak insanlardan ayırt ediliyor. [22]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249. (223)

Nasab :[]

Nasab, yorgunluk ve bedenî meşakkat.


Nasârâ :[]

Nasârâ, nasranî kelimesinin çoğuludur. Keşşaf’ta geçtiğine göre, tekili "nasran"dır. Sonuna mensubiyet "ya"sı geldiği zaman "ahmedî" gibi mübalağa manasına gelir.

  • Hristiyanlar kendilerine bu ismi vermişlerdir.


Bu üç sebebe bağlı olarak beyan ediliyor.

1- Hz. İsa'nın, Nasıra köyüne nisbetledir.

2- Birbirlerine yardımcı olmaları nedeniyledir.

3- Hz. İsâ, havarilerine,

  • "Allah yolunda benim yardımcılarım kim"[23]Al-i İmran: 3/52., onlar da "Allah'ın yardımcıları biziz"[24]Al-i İmran: 3/52. demeleri sebebiyledir.
  • "Nasrânî" Rumca'ya "Hristiyan" diye tercüme edilmiştir.
  • "Hristos "a nisbettir.
  • Frenkler "Kırist " diye telaffuz ederler.
  • "Hristos" halaslar, fidye-i necat vererek kurtaran, "münci" diye şerh edildiğine göre, "nasranî" bunun Arapçasıdır.
  • Nasrânî "Hristiyan", nasara "Hristiyanlar" demektir. [25]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249-250. (374, 1611,1619,1769, 2511)


Nasibe :[]

Nasibe, yorgun demektir.

  • Yorulmak mânâsına gelen "nasab" kelimesinden türetilmiştir.


Nahisât :[]

Nahisât, uğursuzlar manasınadır.

  • "Se’ade" kelimesinin zıddı "Şu’m" mânâsına gelen "Nehase" kökündendir.

Şair şöyle der:

  • Ona ne zaman gelirsen gel, onun için farketmez.
  • İster, kendisinden sakınılan uğursuzluk saatinde, ister uğurlu saatinde gel.[26]Bahr, 7/481


Nasîr:[]

Nasîr, nasara fiilinden türetilmiş mübalağa ifade, eden bir sıfattır. "Yardımcı" demektir.

  • Bir kimse birisine yardım ettiğinde “Nasarahu” derler.


Nasiye :[]

Nâsiye, alındaki saç, perçem demektir.

  • Saçın bittiği cepheye, alına, aynı zamanda başın ön kısmına da "nâsiye" denir.
  • Alak Sûresi'ndeki kullanımında baştan, dolayısıyla şahıstan kinayedir.
  • Çünkü nâsiyenin yalancı ve hilekâr (kâzib ve hatii) olduğu belirtilmiş.


Nasr:[]

Nasr, dört şekilde tefsir edilir:

1.Gelecek tehlikelere karşı korumak, korunmuş olmak

  • "Kimseden fidye de alınmaz, onlara nasr da olunmaz (onlar azâbtan da korunmazlar)." [27]Bakara: 2/48
  • "O gün mevlâ mevlâdan birşey defedemez ve onlara nasr da olunmaz (onlar azâbtan da korunmazlar)."[28]Duhân: 44/41
  • "Size nasr edebiliyor (sizi azâbtan koruyabiliyor), ya da kendilerine nasrları dokunuyor mu (kendilerini azâbtan koruyabiliyorlar mı)?[29]Şu'arâ: 26/93
  • "Ne oldu size, neden birbirinize nasr etmiyorsunuz (niçin bazınız bazınızı ateşten korumuyorsunuz)?!"[30]Saffat: 37/25

2. Avn (yardım/destek)

  • "Eğer sizinle savaşılırsa, size nasr ederiz (yardım ederiz /destek veririz)." [31]Haşr: 59/11
  • "Eğer onlarla savaşılırsa, onlara nasr etmezler (yardım etmezler/destek vermezler).
  • Şayet onlara nasr edecek (yardım edecek/destek olacak) olsalar bile muhakkak gerisin geriye dönerler."[32]Haşr: 59/12
  • "Ey îmân edenler! Eğer siz Allah'a nasr ederseniz (tevhîd olununcaya/birleninceye kadar Allah yolunda savaşırsanız), size nasr eder (O da düşmanlarınıza karşı size yardım eder (destek olur)." [33]Muhammed: 47/7
  • "Allah, (tevhîd olunsun/birlensin diye) Kendisine nasr edene (yardım edene, destek olana) nasr eder (yardım eder/destek olur)."[34] Hacc: 22/40

3. Zafer

  • "Nasr (zafer) ancak Allah yanındandır." [35]Al-i İmrân: 3/126
  • "Nasr (zafer) ancak Allah yanındandır."[36]Enfâl: 8/10
  • "Kâfirler kavmine karşı bize nasr et (zafer ver, bizi muzaffer kıl)!"[37]Bakara: 2/250
  • "Günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıkları mağfiret buyur; ayaklarımıza sebat ver ve kâfirler kavmine karşı bize nasr et (zafer ver, bizi muzaffer kıl)!"[38]Âl-i İmrân: 3/147

4. İntikam

  • "Kim de uğradığı zulmün ardından nasr ederse (intikam/intikamını alırsa), onların aleyhine yol yoktur."[39]Şûrâ: 42/41
  • "Eğer Allah dileseydi, onlardan nasr (kâfirlerden intikam) alırdı."[40]Muhammed: 47/4
  • "Doğrusu ben (Nuh) mağlubum; öyleyse nasr et (kavmimden benim intikamımı al)!" [41]Kamer: 54/10.

Nasrullah[]

Allahın nusreti -düşmanlara karşı galib ve muzaffer kılacak olan mev'ud yardımı, «........ » buyurulan yardımı

  • el fetih- Zemahşerî derki: nasr ile fetih arasında ne fark vardır ki ona atf edilmiş? Dersen!.
  • Derimki: nasr, igase ve düşman üzere üstün kılmaktır, fetih de fethi bilâddır, ve ma'na Resulullahın Araba veya Kureyşe zaferi ve Mekkenin fethidir, Allahın mü'minlere nusreti ve şirk bilâdını onlara fethi cinsidir de denilmiştir gça.
  • Râzî tefsîrinde de derki: nasr, matlûbun tahsîline ianedir, fetih de ona müteallık olan matlûbun husule getirilmesidir, nusret fetha sebebdir, onun için atf edilmiştir.

Nasûh:[]

Nasûh; samimi, sadık manasınadır.

  • "Nasûh tevbe", bir daha günaha dönülmemek üzere yapılan tevbedir.
  • Bunda samimiyet ve doğruluk bulunduğu için "nasûh tevbe" denilmiştir.
  • Bal, mumundan ayrılıp saf haline geldiğinde, "Hâzâ aselun nâsihun: Bu, saf baldır," denir.[42]Kurlubî, 18/199

Nazi'at :[]

Nâzi'ât[43]Nâzi'ât: 79/1. ve "nâzi' " geçişli ve geçişsiz olarak kullanılır.

  • "Nezi' " den de "nüzü' "den de gelebilir.
  • Nezi', çekmek, çekip almak ve soymak anlamlarına gelir.
  • Öyleki, bir şeyi yerinden koparıp çekmek, canı almak, can çekiştirmek, kuyudan kuvvetle çekmek, su çıkarmak, yayı şiddetle çekmek, atın başını alıp gitmesi, bir şeye can çekmek, gönül çekmek, sıyrılıp çıkmak, atın başını alıp gitmesi gibi bir çok anlamı vardır.
  • Nâzi'ât da bedenlerden ayrılmış, aynı kökten gelen ayrı nefisler demek olabilir. [44]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 250. (5552-5553)

Ne'â :[]

Ne'â, iki şekilde tefsir edilir:


1. Tebaıd (uzaklaştı/uzak durdu, yüzçevirdi)

  • "Yan çizer (ne'â) (uzaklaşır)."[45]İsrâ: 17/83
  • "Onlar hem (başkalarını) ondan nehyederler, hem de ondan uzak dururlar (ne'â)."[46]En'âm: 6/26


2. La teniyâ; zaaf/gevşeklik, güçsüzlük zayıflık anlamına gelir;

  • şu âyetlerde olduğu gibi:
  • "Zikrimde gevşeklik/zaaf göstermeyin (lâ teniyâ)." [47]Tâ-Hâ: 20/42. Birinci açıklama ile ikinci açıklama arasında, maddenin kökü ve anlamı itibariyle farklılık bulunmaktadır. İlkinin kökü nun-hemze-ye olup "uzak kalmak"; ikinci maddenin kökü ise vav-nun-ye olup "zayıflık/zaaf manasındadır. Üstad Muhammed Fuad Abdu'l-Baki de el-Mu'cemu'l-Müfehres li-Elfâzı'l-Qur'âni'l-Kerîm adlı eserinde birinci anlamı nun-hemze-ye kökünde, ikinci anlamı da vav-nun-ye kökünde vermiştir.
  • "Kuvvet sahibi bir usbe'ye (topluluğa) dahi ağır gelirdi (le tenûu) Karun'un mallarının bulunduğu evlerin kapılarının anahtarlarını taşımaktan zaafa düşüp aciz kalırdı)."[48]Kasas: 28/76. Burada bahis konusu olan lafız ise, hem bir önceki Tâ-Hâ: 20/42'dekinden, hem de birinci açıklamada verilen örneklerden kök itibariyle farklıdır. Çünkü burada kullanılan tenûu [ağır gelirdi] kelimesinin kökü nun-vav-hemze harfleridir. Dolayısıyla kök itibariyle de, anlam itibariyle de öncekilerden farklıdır. (Çeviren) Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 342-343.

Nea bicanibihi :[49]İsra: 17/83; Fussilet: 41/51[]

(Nea bicanibihi); i'radı (uzaklaşma, yüz çevirme, isteksizlik) tekiddir. Çünkü bir şeyden i'rad etmek, ondan yüz çevirmektir. (En-Ne'yu bi'l-cenbi); kalbini, ilgisini, sevgisini bir şeyden çevirmek ve ona sırtını dönmektir.

  • (Allah burada) istikbarı/büyüklenmeyi murad etmiştir. Çünkü bu (tavır), müstekbirlerin alışkanlıklarındandır. [50] Zemahşeri, Keşşaf, 1997,c.2,s.645.
  • (Nea bicanibihi): İmandan uzaklaştı ve ona yaklaşmadı, demektir. [51]Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 343.
  • (Nea bicanibihi): Uzaklaştı. [52]îsfahani, Müfredat, tsz-, 510.
  • (Nea bicanibihi): Nefsini/kendini uzak tuttu. [53]Nisaburi, Burhan, 1996, c. 2 s. 20.
  • ... Hakkı kabulden tecebbür ve tekebbürle uzaklaşır. [54]Zuhayli, Veciz, 1996, s. 483..
  • İnsana, sağlık, güven ve zenginlik gibi çeşitli nimetler verdiğimizde Allah'a itaat ve ibadetten yüz çevirir; gurur ve kibrinden dolayı Rabbinden uzaklaşır. [55]Sabuni, Sajvet, 1995, c. 3 s.402.
  • "Nea bicanibihi", ifadesinin bir şeyi; büyüklenerek, gururlanarak, böbürlenerek kabul etmekten geri durmak; kendini, yüz çevirdiği şeye karşı müstağni görmek anlamına geldiği anlaşılmaktadır.
  • "Nea bicanibihi" ifadesinin Kur'an çevirilerine farklı şekillerde yansıdığını görmekteyiz: Fussilet: 41/51 üzerinde durulacaktır:
  • Elmalı: ... yan büker...
  • Çantay: ... nefsi ondan uzaklaşır ...
  • D. İ. B. ... yan çizer ...
  • Bilmen: ... böbürlenmekte bulunur ...
  • Yavuz:.... yan büküp uzaklaşır ...
  • Davudoğlu: ... yan çizip uzaklaşır ...
  • Ateş:... yan çizer ...
  • Bulaç: ... yan çizer ...
  • T.D.V.: yan çizer ...
  • Y. Öztürk: ... yan yatar ...
  • A. Öztürk: ... yan çizer ...
  • Koçyiğit: ...büyüklük taslar ...
  • Hizmetli: ... büyüklük taslayarak ...
  • Varol: ...yan çizer ...
  • Piriş: ... büyüklük taslar ...ın "nefsi ondan uzaklaşır" ve Yavuz'un "yan büküp" şeklindeki tercümeleri, deyimin ifade ettiği kibri, gururu, böbürlenmeyi yansıtmamaktadır.
  • Bilakis bu çeviriler daha çok ayetin lafzına bağlı kalma amacını taşıdığı için olması gereken deyimsel temayı içermemektedir.
  • D.İ.B., Davudoğlu, Ateş, Bulaç, T.D.V., Atay, A. Öztürk ve Varol gibi mütercimler ise "yan çizer" deyimini ayetin tercümesi için uygun görmüşler.
  • Bir deyimi diğer bir de¬yimle tercüme etmek en doğrusudur.
  • Ancak önemli olan her iki deyimin de aynı anlamı ifade etmesidir.
  • Bu açıdan bakıldığında "yan çizer" deyiminin "Nea bicanibihi" deyi¬mine karşılık gelmediği görülecektir.
  • Çünkü "yan çizmek", daha çok "bir işten kaçmak" anlamını ifade etmektedir.
  • Y. Öztürk'ün "yan yatar" şeklindeki "deyimsel çevirisi" de ayetin deyimsel ifadesi/karşılığı değildir.
  • Çünkü "yan yatmak", çalışmamak, bir işten geri durmak, tembellik vb. anlamları ihtiva etmektedir.
  • Bilmen, Koçyiğit, Hizmetli ve Piriş’in tercümeleri ise kanaatimizce "Nea bicanibihi" deyimini en güzel şekilde kar¬şılayan deyimsel ifadelerdir.
  • Çünkü bu çeviriler, ayetin temas ettiği müstekbir tavrını iyi bir şekilde yansıtmaktadır.
  • Biz de aynı çevirilere katıldığımızı beyan etmek istiyoruz:
  • - Büyüklük taslar
  • - Böbürlenir/Gururlanır/Kibirlenir
  • - Kendini müstağni görür vb.

Örnek:

  • İnsana nimet verdiğimiz zaman yüz çevirir ve büyüklük taslar/böbürlenir.
  • Kendisine şerr dokunuverdi mi fazlasıyla umutsuz olur.[56]Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 173-175.

Nebat :[]

Nebat[57]Nebe’: 78/15. ve nebt kelimeleri cins isim ve masdardır. İsim olduğunda; yerde biten, neş'et edip, yerden çıkıp yetişen her şeye denir.

  • Daha sonraları örfte, hayvanların yediği ot olarak meşhur olmuştur.
  • Dilimizde de "ot" denilir.
  • Masdar olduğunda ise, bitmek, ot bitmek, yetişmek, yetiştirmek, ortaya çıkarmak anlamlarına gelir. "İnbât" da bitirmek, yetiştirmek, neş'et ettirmek demek olur. [58]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 250. (5373-5374)

Nebe' :[]

Nebe', önemli haber, ehemmiyet verilmesi, dikkatle dinlenilmesi gereken haber demektir.

  • Lâm-ı tarifle geldiğinde bilhassa nübüvvet haberi, en büyük haber anlamındadır.
  • Râgıb şöyle der: Aslında, büyük bir fayda ifade etmeyen habere “nebe'” denmez.
  • Bununla, kesin ilim veya zann-ı galip meydana gelir.[59] Râgıb, Müfredat, “Nebe’e” maddesi.

Nebît :[]

Nebît[60]Nisa: 4/83., kuyu kazılırken çıkan ilk sudur. İstinbat ise çıkarmak demektir.[61]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 251. (1403)

Nebî :[]

Nebî[62]Bakara: 2/61, 2/246, Maide: 5/27., "nebe"den türemiştir. Aslı "nebî"dir ki, Allah'tan vahiy ile haber getiren demektir.

  • Tam olarak peygamber kelimesinin karşılığıdır.
  • Çoğulu "enbiyâ" ve "nebiyyûn" olarak gelir.
  • Nafi kıraatinde hemze ile "nebiine" okunur.
  • Nebî, rasulden daha genel bir anlama sahiptir.
  • Her resul nebidir, fakat her nebî rasul değildir.
  • Ancak Kur'ân'da nebî ve rasul kelimeleri birbirlerinin yerlerine de kullanılmışlardır. [63]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 251. (370)
  • Türevleriyle birlikte Kur'ân'da 75 âyette geçmektedir.
  • Resul lafzının bir yerde müteradifi olan bu kelimenin aslı Arapçadır. "Nebe" kelimesinden türetilmiştir.
  • "Nebe" ise haber vermektir.
  • Râğıb'a göre bu lafız, doğruluğundan şüphe duyulmayan haberler için kullanılır.[64] el-İsfahânî, a.g.e., s. 733, krş. Jeffery, a.g.e., s. 276, 277.
  • Câhiliye döneminde de bu kavram haber vermek anlamında kullanılmıştır.
  • "Ölümcül hastalıktan kurtulan birisinin iyileşmesine imrendiğin gibi, onun haberi sana çok rahatlıkla iletilebilir."[65]el-Huzelî, a.g.e., 1, 129.
  • Bazı dilcilere göre ise "nebi" kavramı yükseltilmiş anlamına gelen "nübüvvet" kelimesinden alınmıştır.[66]el-İsfehânî, a.g.e., s. 733. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 39.

Nebtişu :[]

Şiddetle yakalarız.


Nebz :[]

Nebz, atmak ve bırakmak demektir.

  • Bundan türetilerek, yol üzerine bırakılan eşyaya “Menbuzun laqit” denilmiştir.
  • Şâir bu kelimeyi şöyle kullanmıştır. Kendilerine adil olmalarını emrettiğin kimseler, senin kitabını attılar ve haramları helal saydılar.[67]Kurtubî, II/40
  • Nebz bir şeyi kaldırıp atıvermek anlamındadır.
  • Dinî literatürde ise, bir devletin anlaşmalı olduğu devletle ilişkileri kestiğini haber verip ilan etmesidir.

Nebz :[]

Nebz, atmak, atışmak, takmak genellikle de lakap takmak anlamına gelmektedir.

  • Örfte ise, kötü lakap takmak anlamında kullanılmaktadır.

Nebeznâhum :[]

Onları attık.

Necd :[]

Necd[68]Beled: 90/10., tepe gibi etrafındaki toprak parçasından yüksek olan yere, şeye, yüksek ve açık yola, yüksek mertebe ve makamlara denir.

  • Bu manadan hareketle, Necd-i Hicaz ve Necd-i Arız diye ikiye ayrılan yüksek kısma "Necd" denildiği gibi Yemen'de özel bir bölgeye de Necd denilmiştir.
  • Önemli ve büyük işler gören adama "taallu's-senaya" dendiği gibi, işleri sabit, galip manasına "taalludu encud", "taalludu encide", "taallu'n-nicad" denilir.
  • Bakalarının aciz olduğu işleri yapan bahadır ve becerikli kişilere de "necid" denir.
  • Necid, rakibe galep gelmek, fazla terlemek manalarına masdar da olur.
  • "Necdet" ve "necâdet" de, bahadırlık ve kahramanlıktır.
  • Ayrıca gam ve tasaya da "necid" denilir.
  • Aynı şekilde göğüsteki yüksekliğinden ve süt yolu olmasından dolayı memeye de "necid" denir.
  • Arapların, "inan, ana ve memelerine yemin olsun ki yapmadım" gibi yemin etmeleri çok yaygındır.
  • Türkçe'de "anamdan emdiğim süt burnumdan geldi", "anamdan emdiğim süt haram olsun, bu, böyledir" ifadeleri de aynı anlama gelmektedir.
  • Beled Sûresi'ndeki "necdeyn" ifadesi buradaki anlamlarla ilişkili olmakla birlikte, siyak sibak içerisinde iki tepe demektir ve zorluğu ifade eder. [69]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 251-252. (5836-5837)

Necm :[]

Necm[70]Necm: 53/1., yıldız anlamına gelmekle birlikte, başka anlamlarda da kullanılmaktadır.

Bu anlamlar kısaca şunlardır.

1- Yıldız anlamına.

2- Ağacın mukabili/karşılığı olarak sapı olmayan ot, çemen anlamına.

3- Vakit vakit, taksit taksit, parça parça verilen her bir şeyin her bir parçası anlamında.

4- Ülker yıldızının (Süreyya) özel ismi olarak.

  • Ayrıca, "necm" kelimesini hakikat ve mecaz olarak tefsir edenler de olmuştur.
  • Örneğin Cafer-i Sâdık, necm'den kasıt Hz. Peygamber'dir, demiştir.
  • Ebû Hayyân'ın rivayetine göre, İbni Abbâs, Mücahid, Ferra ve Kadı Münzir, Necm Sûresi'ndeki "necm" ifadesinin Kur'ân'ın nazil olan bir kısmı anlamına geldiğini söylemişlerdir.
  • Nisaburî ise, "En-necmi izâ hevâ" ayetinin Yasin:36/23 'teki "Kur'ân-ı hakîm'e andolsun ki, sen gönderilmiş rasullerdensin." demek olduğunu ifade etmiştir.
  • Biz de bu anlamı tercih etmek istiyoruz.
  • Bu nedenle "necm"i yıldız diye değil de "o necme kasem ederim" şeklinde tercüme ettik. [71]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 252. (4569-4570)


Necm, üç şekilde tefsir edilir:


1. Kevkeb/yıldız

  • "O delici bir necm'dir (parlak, ışıklı bir yıldızdır)." [72]Târık: 86/3
  • "Ve alâmetler (yarattı). Onlar necm (yıldızlar)) ile de yollarını bulurlar." [73]Nahl: 16/16
  • "Derken nücûm'a (yıldızlara) bir bakış baktı."[74] Sâffât: 37/88


2. Kur'ân'ın nücûmu/kısım kısım inen bölümleri

  • Çünkü Kur'ân Nebiye (Allah'ın salâtı, selâmı, rahmet ve bereketi üzerine olsun) parça parça: bir âyet, iki âyet, bir sûre, iki sûre şeklinde inmiştir.
  • "İndiği dem o necme (Kur'ân'ın nücumlarına: parça parça inen her bir kısmına) andolsun." [75]Necm: 53/1
  • Maksat, Cebrail'in (a.s) Kur'ân'ı Nebiye (s.a) kısım kısım: bir âyet, iki âyet yahut bir sûre, iki sûre ve daha fazlası ile indirmesidir.
  • "Hayır (öyle değil); o nücûmun (Cebrail'in Nebi'ye indirdiği Kur'ân'ın nücumlarının: parça parça inen kısımlarının) mevkilerine kasem ederim ki..."[76]Vâkıa: 56/75
  • Ebu'l-'Aliye şöyle demiştir: "Kur'ân'ı beşer âyet, beşer âyet öğrenin. Çünkü Nebi (s.a) onu Cebrail'den beşer âyet, beşer âyet aldı."
  • Vekî de İsmâîl b. Hâlid'ten şöyle dediğini nakletmektedir: "Ebû Abdu'r-Rahmân es-Sülemî bize Kur'ân'ı beşer âyet, beşer âyet öğretiyordu."


3. Sapı/gövdesi olmayan bitki

  • "Necm (sapı/gövdesi olmayan bitkiler) ve şecer (sapı/gövdesi olan bitkiler/ağaçlar) (Allah'a) secde/inkıyad ederler." [77]Rahmân: 55/6 .Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 355-357.

Necva :[]

Necvâ, iki veya daha çok kimse arasında yapılan gizli konuşmadır.

  • Bir topluluk, kendi aralarında gizlice konuştuklarında: "Tenâciye’l-kavm" denir.
  • Necvâ, fısıltı demektir.
  • Bir işin gizli biçimde yapıldığını ve son derece gizlendiğini de anlatır.
  • Yüksek tepe manasına "necveh"den, yahut kurtuluş anlamına gelen "necat"tan alınmıştır.
  • Gizli şeyler konuşmak isteyenlerin, herkesin çıkamayacağı yüksek tepelere çıkmak, yahut etraflarında bulunan kimselerin işitmelerinden kurtulmak için fısıltıya bu ismin verildiğini söyleyenler de vardır.

Nefer :[]

Nefer, bir tek kişi demektir.

  • Nefer kelimesinin Arapça'daki kullanımı farklı olsa da Türkçe'de tek kişi için kullanılır.
  • Arapça'da meşhur olanı üçten ona kadar olanıdır.
  • Alusi’nin açıklamasına göre, fasih Arapça'da on kişiden fazlasına nefer denir.
  • Erkeklere hatta sadece insanlara da has değildir.
  • Çünkü Cin Sûresi'nde cinler için de kullanılmıştır.
  • Mücmel'de, "reht" ve "nefer" kırk sayısına kadar kullanılır.
  • Aralarındaki fark ise, "reht", bir ataya bağlı olarak sayılır, "nefer"de ise böyle bir şart yoktur, kavim için de kullanılır. "Eazze neferen" (neferce/taraftarca daha güçlüyüm)[78]Kehf: 18/34. ayeti de bu anlamdadır.
  • İmam Kirmanı, "nefer" in geleneksel dilde "racul" yani "er", erkek anlamında kullanıldığını ifade etmiştir.
  • Türkçe'deki kullanımı da buradan kaynaklanmış olmalıdır. [79]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 253. (5398)


Neffâsâtin Fi'l-'Ukad :[]

Neffâsât, üfürükçüler demektir.

  • "Nefs" Tükrüksüz üfürmek mânâsına gelen "Nefh"in benzeridir. Tükrüklü olursa buna "Tefl" denir.
  • Antara Şöyle der: İyileşirse (ne âlâ). Ben ona üflememişimdir. Kaybedilirse zaten o kaybolmayı hak etmiştir.[80]Kurtubî: 20/257
  • Neffâsâtin fi'l-'ukad deyimi ise, düğümlere üfleyen, yani sihir ve büyü yaparak insanları aldatan demektir.
  • Neffâsât, Türkçe'de "nefes etmek" tabiri ile karşılanabilen, üflemek demektir.
  • Biraz tükürüklü veya tükürüksüz olarak üfürür gibi yapmaktır.
  • Râgıb, nefs; tükürük fırlatmaktır.
  • Rukyecinin ve sâhirin nefsi de düğümler/ukdeler içine nefsetmesdir/tükürmesidir.
  • Yılan zehir nefseder denmesi de bundandır, demiştir. "Neffaseh", üfürüntü demektir, nitekim, "göğüs darlığı olan üfüler" denmiştir.
  • Nihâye'ye göre nefeste ille de tükürük karışması şart değildir.[81]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 253. (6382-6383)

Nefs :[]

Nefs, bir şeyin zâtı ve kendisi demektir.

  • Ruh ve kalp manasına da gelir.
  • Özellikle nefs, kişi ve ruh manalarına geldiği için bazı kimseler bundan ruhun ebedî olduğunu anlamışlardır.
  • "Her nefis ölümü tadacaktır"[82]Al-i İmran: 3/185 ayetinde olduğu gibi tatmak bir hayat eseridir ve zevk anında tadıcının baki, yaşıyor olduğunu ifade eder.
  • Ayet "her nefis, bedeninin ölümünü tadacaktır" demek olur.
  • Bazı müfessirler bunun zorlama bir yorum olduğunu söylemişler. "Zâikatü'l-mevt" ifadesinin ölecek demek olduğu açıktır.
  • Belli ki tadan kim ise ölen o olacaktır.
  • Ruhun ölmediği ile ilgili çeşitli deliller ortaya konsa da, genelde ruhların ölmediği konusu ne aklen ne de naklen tam olarak ispatlanmış değildir.
  • Böyle bir zorunluluk sabit değildir.
  • Zemahşerî, nefislerden maksadın, ruh ile bedenin ortak adı olduğunu söylemiş ve "nefisler, insanların kendileridir, Zümer:39/42 ayetlerindeki 'nefislerin alınması', insanın öldürülmesi, yani, hisseden, anlayan bir hayat sahibi olmasını sağlayan organların, parçaların alınması demektir.
  • Sağlığı yok edilince sanki kendisi de yok edilmiştir.
  • Çünkü Allah, ölümü, uykuyu hep nefislere bağlamıştır." demiştir.
  • Nefis, kendisiyle akıl ve temyiz yapılan, ruh ise teneffüs ve hareket yapılandır.
  • Ölümde ikisi de alınır.
  • Uykuda ise yalnız nefis alınır.
  • Manevî hayatın esası olan ruha nefis denmiştir.
  • Nefis, kendini duyan, kendine ve kendindekine vicdanı olan, yani "ben" şuuruna sahip olan zat demektir.
  • Şeriat geleneğinde nefs ise, şehvet ve gazabın başlangıcı olan kuvvei nefsaniyye demektir. [83] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 253-254. (223, 1244,4127)

Nekâl :[]

Nekâl, caydırıcı, şiddetli ceza demektir.

  • Caydırıcı ve önleyici olmadıkça her cezaya nekâl denmez.

Nekabu :[]

Gezip dolaştılar. "Tenkiyb" Aslında, bir şeyi araştırmak demektir.

  • Şair der ki: Ölüm korkusuyla ülkeleri incelediler. Yeryüzünde, dolaşılabilecek her yeri dolaştılar.[84]Kurtubî, 17/22

Neqamu :[]

Ayıpladılar ve hoş görmediler.

Nekese :[]

Bîatı ve ahdi bozdu.

Nekîr :[]

Nekîr[85]Nisa: 4/124., hurma çekirdeğinin üstündeki beyaz çukurcuğa denilir.

  • Hurma fidanı bundan meydana gelir.
  • Yangındaki ipliğe "fetil", çekirdeğe yapışık ince kabuğa da "kitmir" denilir.
  • Bunlar ölçüler ve düşük miktarlar için kinaye olur.
  • Türkçe'de çok ufak tefek için "nıkır" ve "kıtmır" tabiri kullanılır. [86]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 254. (1476)

Nekîr :[]

Nekîr, size inecek olan azabı inkâr edecek bir inkarcı.

Nektebis :[]

Aydınlanalım, yol bulalım.

Nemârik :[]

Nemârik, "Nemraqatun" kelimesinin çoğulu olup, kendilerine yaslanılan yastıklar manasınadır.

  • Züheyr şöyle der: Güzel yüzlü olgun ve genç insanlar olarak, sıra sıra dizilmiş divanlar üzerindedirler ve yastıklara yaslanmışlardır.[87]Rûhu'l-meâni, 30/115

Nensehu :[]

"Gideririz"

  • Nesh lügatte, iptal etmek ve gidermek demektir.
  • Güneş ışınları gölgeyi giderdiğinde “Nesehati’ş-şemsu’z-zille” denilir.
  • Istılahı mânâsı: Şer'î bir hükmü, yine şer'î başka bir hükümle değiştirmek ve kaldırmak demektir.

Nerâ :[]

Nerâ, dört şekilde tefsir edilir:


1. Bilmek

  • "Kendilerine ilm verilenler görür (bilir) ki..." [88]Sebe': 34/6
  • "Allah'ın sana gösterdiği (Allah'ın sana Kur'ân'da öğrettiği /bildirdiği) şekilde insanlar arasında hükmetmen için..."[89]Nisâ: 4/105
  • "Ve bize menâsikimizi göster (öğret/bildir)!"[90]Bakara: 2/128
  • "Allah'ın yedi semayı nasıl tabaka tabaka halkettiğini görmüyor (bilmiyor) musunuz?"[91]Nüh: 71/15
  • "Acaba kâfirler görmedi (bilmedi) mi ki, semalarla arz bitişik idi de..." [92]Enbiyâ: 21/30


2. Göz ile görmek

  • "Ne zaman görsen, sonra, görsen (cennette nereyi ve orada bulunanların hangisini gözünle görsen): na'îm..."[93]İnsan: 76/20
  • "Onları (gözünle) gördüğün zaman cüsseleri acaibine gider."[94]Münâfîkûn: 63/4
  • "Allah üzerine yalan söyleyenleri, yüzleri kararmış görürsün (gözünle görürsün)." [95]Zümer: 39/60


3. Yaptıklarına bakmazmısın

  • "Elem tera (görmez misin) (yaptıklarına bakmaz mısın) kitaptan kendilerine nasib verilenlerin: cibt ve tağuta îmân ediyorlar." [96]Nisâ: 4/51
  • "Elem tera (görmez misin, yaptıklarına bakmaz mısın) sana indirilene ve senden önce indirilmiş olanlara îmân ettiklerini ileri sürenlerin: küfretmekle emrolundukları tağuta muhakeme olmayı irade ediyorlar." [97]Nisâ: 4/60


4. Nebi'nin (s.a) görmediği geçmişe ait herhangi bir şeye dair haber vermek:

  • "Elem tera (zorba Nemrud'a dair sana haber verilmedi mi): Rabbi hakkında İbrâhîm ile mücadele eden?!"[98]Bakara: 2/258
  • "Elem tera (sana haber verilmedi mi): Rabbinin ashâb-ı fil'e ne ettiği?!" [99]Fîl: 105/1
  • "Fe-terâ: o kavm, orada yere yıkılmış..." [100]Hâkka: 69/7
  • Bu ifadeyle, onların durumundan haber vermektedir.
  • "Elem tera (sana haber verilmedi mi): Rabbinin Âd'a, yüksek direkli İrem'e neler ettiği?!"[101]Fecr: 89/689-7
  • Yüce Allah bu buyruğuyla, fırtına ile onlara nasıl azâb ettiğini haber vermektedir. [102]Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 302-304.

Nesfeân :[]

Mutlaka yakalarız.

  • "Sef’" şiddetli ve kuvvetli bir şekilde çekmek demektir.
  • Dilciler şöyle der: Bir kimse bir şeyi yakalayıp şiddetli bir şekilde çektiğinde "Sefeat bi’ş-şey’i" der. *"Atının yelesinden tutup çekti" mânâsına "Sefea bi’n-nâsiyeti feresehu" denir.
  • Şâir şöyle der: Onlar öyle bir kavim ki, feryat çoğaldığında, onların bir kısmını atlarını dizginleyenler, bir kısmını da atların yelelerinden çekenler olarak görürsün.[103]Bahr, 8/491

Nesi'-Nisyan :[]

Nesi[104]Tevbe: 9/37. kelimesinin, sözlük, örfî ve şer'î olmak üzere üç anlam alanı vardır.

  • Sözlükte nesi', hem masdar de sıfat olur.
  • Öncelikle "nesai" "yensa" fiilinden "neseen", "veniseen", "venesiyeen" şeklinde masdar gelir. *Alış verişte veresiye vermek demek olan "nesieh" kelimesi de bu masdardan türemiştir.
  • Bazı durumlarda arttırmak ve ertelemek ile ilişkili olur.
  • Tehirin ya lazımı ya da melzumu olur.
  • Mesela eceli te'hir ömrü uzatmadır.
  • Ama asıl manası "erteleme" dir.
  • Nesi', bu erteleme manasından meful manasında fail olarak "münsei" yani sonraki manasına sıfat olur.
  • Maktul manasına katil gibi.
  • Ayrıca fail olarak "erteleyen" anlamına da gelebilir.
  • Şehîd, şâhid demek de olabilir.
  • Meşhûd demek de olabilir.
  • Örfî anlamda, özel bir ayı tehir etmek demek olduğu gibi ertelenen ayın ismi de olur.
  • Araplar ayları ertelemek için bu kelimeyi kullanırlar.
  • Ertelenen aylara "nesi ayı" denir.
  • "Ennesîy" yani "nas'y" ismi, hesap yapan, ayları erteleyen kişi demektir.
  • Şeriatte ise, Arap geleneğinde bulunan bütün nesi' çeşitlerinin batıl, geçersiz ve haram olduğu açıklanmıştır.
  • Tevbe Sûresi'ndeki kullanımında da nesi'in bu yönü vurgulanmıştır. [105]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 254-255. (2528-2535)

Nisyân, iki şekilde tefsir edilir:

1. Terketmek

  • "Andolsun, bundan önce Âdem'e 'ahid (yükümlülük) verdik de nesiy etti (ahdi/yükümlülüğü terketti)." [106]Tâ-Hâ: 20/115
  • "O halde tadın (azabı), bugününüze kavuşmayı nesiy ettiğiniz (unuttuğunuz, bugünüze kavuşacağınıza dair îmânı terkettiğiniz) için. Doğrusu Biz de sizi nesiy ettik (unuttuk, azâb içine terkettik)."[107]Secde: 32/14
  • "Aranızdaki fadlı nesiy etmeyin (unutmayın, aranızda fadlı terketmeyin)!" [108]Bakara: 2/237
  • "Âyetten neyi nesheder veya nunsihâ (onu insa edersek, onu neshetmeyip terkedersek/olduğu gibi bırakırsak)..."[109]Bakara: 2/106

2. Unutulmayan/hatırdan gitmeyen ve kesintiye uğramayan (bilgi)[110]Ancak bu anlamda kullanılması, unutmayı nefyeden bir edat veya bir mana ile birlikte sözkonusu olur. (Çeviren)

  • "Sana okutacağız da nesiy etmeyeceksin (Biz onu muhafaza edeceğiz de sen onu unutmayacaksın/o senin hatırından çıkmayacak)." [111]Ala: 87/6
  • Doğrusu ben balığı nesiy ettim (balık hatırım¬dan gitti/çıktı). Onu hatırlamamı, şeytandan başkası insa etmedi.[112]Kehf: 18/63
  • "(Hızır'a dedi ki Mûsâ): "Nesiy ettiğimden (hatı¬rımdan giden/çıkan şeyden) dolayı beni muahaze etme!"[113]Kehf: 18/73. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 306-307.

Nesh :[]

Nesih, sözlükte, değiştirmek (tebdil etmek), yani bir şeyin yerine başkasını geçirmek demektir.

  • Nitekim Nahl: 16/111 . ayetinde nesih, değiştirme/tebdil olarak ifade edilmiştir.
  • Bu mana ile, bazen o şeyin kendisine itibar edilir ki buna izale, iptal ve ilgi denilir.
  • "Güneş gölgeyi nesh etti" demek, güneş gölgenin yerine geçti demektir.
  • Buna izale ve iptal etti denilir. Hacc: 22/52 ayette "nesh" bu anlamdadır.
  • Bazen o şeyin yerinde itibar edilir ki, nitekim "nesahtü'1-kitab", kitabı istinsah eyledim, kitaptakini bir başkasına geçirdim, demektir.
  • Yazıda nesih, mirasta münâsahe (varisin kendisine kalan mirası olmadan ölmesi) ruhlarda tenasüh tabirleri de bu anlamdadır. *Casiye:45/29 ayetindeki nash da bu anlamdadır.
  • Sözlük açısından nesih; izale ve nakil manalarında müştereken kullanılır ise de her iki mananın esası da tebdil demektir.
  • Şer'î istilahda nesih; herhangi bir şer'î hükmün tersine sonradan diğer bîr şer'î delilin delalet etmesidir ki, önceki hükmü ortadan kaldırıp değiştirmek demektir. [114]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 255-256. (459-461)
  • Ne-sa-ha fi'il kökünden gelir. Sözcük anlamı "yok etmek, gidermek, değiştirmek'"[115] gibi manalar taşır.
  • Esasında "nesh" Arapların şu sözlerinden alınmıştır: "Güneş gölgeyi giderdi", "Rüzgar izleri gidererek onları sildi yok etti."[116]es-Sedûsî, Katâde b. De’ame, Kitâbu'n-Nâsih ve'l-Mensûh (nşr. Hatim Salih), Beyrut, 1988, s. 6.
  • Nesh'in ıstılah manası da, bir nassın hükmünü, daha sonra gelen bir nasla kaldırmaktır.
  • Başka bir deyimle, şer'i bir hükmün, başka bir şer'i delille kaldırılması veya daha önceki tarihli bir nassın hükmünü, daha sonraki tarihli bir nass ile değiştirmektir.[117] el-Curcânî, a.g.e., s. 140,
  • Nahl sûresi, 101. âyette ise "nesh" tebdil (değiştirmek) anlamında kullanılmıştır.
  • Mealen şöyle buyrulmaktadır: "Biz, bir âyeti diğer bir âyetin yerine nesh ederek getirdiğimiz zaman, dediler ki; "Sen ancak bir iftiracısın.
  • Netice olarak diyebiliriz ki Kur'ân'ın bu kelimeye kazandırdığı yukarıdaki anlam, câhiliye döneminde bilinmemiştir.[118]Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 162-163.

Neslehu :[]

Sıyırırız.

  • "Seleha" Soymak ve sıyırmak demektir.
  • Yüce Allah, "Fenselaha minhâ: Onlardan sıyrılıp çıktı"[119]A'râf: 7/175 buyurdu.
  • Kasap, koyunun derisini soyup etinden ayırdığında yani deriyi yüzdüğü zaman "Seleha’l-cezzâru cildu’ş-şâti" denir.

Nestensihu:[]

Yazdırırız.

  • Bir kimse bir şeyin yazılmasını ve tedvinini emrettiğinde "İstenseha’ş-şey’e" denir.

Neşitat :[]

Neşitat[120]Naziat: 79/2., "neşt" veya "neşat"tan türemiş olabilir.

  • Neşt, kuyudan kovayı kolaylıkla çekmek anlamındadır.
  • Türkçe'deki, "tereyağından kıl çeker gibi çekmek" ifadesine tam karşılık gelmektedir.
  • Bir düğümü hemencecik, kolaylıkla usulcana çözmek, bir yerden bir yere çıkmak manalarına da gelir.
  • "Neşet" ise, gönül hoşluğu, şenlik demektir. [121]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256. (5554)

Neşr :[]

Arap dilinde bir şeyin yeniden diriltilmesi manasından alınmıştır.

  • Bitkinin ortaya çıktıktan sonra, kuraklık sebebiyle kuruması ve tekrar yağmurun yağmasıyla ortaya çıkmasına da "neşr" denilir.[122] İbn Manzûr, a.g.e., V, 207.
  • İslâm'dan önceki dönemde bu kavramın kullanıldığını o dönemin şiirlerinde görmekteyiz.
  • Mesela eş-Şaddah b. Ya'mer bir beytinde şöyle demektedir: "O kavim de sizin gibi insanlardır. Başlarında saçları vardır. Öldükleri zaman dirilmezler."[123]Ebû Temmâm, a.g.e., I, 60
  • Ancak bu beyitte şairin maksadı net olarak anlaşılmamaktadır.
  • Çünkü onu burada ahiret için dirilme değil de, kendi adamlarına cesaret vermek için, "ne korkuyorsunuz onlar öldürülünce tekrar canlanıp size saldıracak değillerdir" düşüncesi ile bunu söylemiş olabilir.
  • Zira o dönem Arapları ahireti inkar ediyorlardı.[124] Izutsu, Kurân'da Allah ve İnsan, s. 86.
  • Câhiliye döneminde kafirlerin "ba's" ve "neşr"i, ölünün dirilip tekrar hesap verme anlamında algıladıklarını, baştan beri böyle bir fikri benimsediklerini söylememiz mümkün değildir.
  • Zira bu kelimeler, Araplar arasında benzer anlamlarda kullanıldıkları gerçeğiyle isbat edilebilir.
  • "Neşr" kelimesi çok karakteristik bir kelimedir.
  • Çünkü bu kelime açıkça kıyamet günüde dirilme anlamını ifade eder ve mahşer günü bununla anlatılır.
  • Antara b. Şeddâd bir beytinde şöyle demektedir: "Mahşer gününe dek anılacak bir anı.[125]Antara, a.g.e., s. 152.Neşr, Kur'ân'da da dirilmek anlamını ifade etmekte ve şöyle buyrulmaktadır:
  • "Doğrusu kafirler şöyle dediler: Dünyadaki ilk ölümümüzden başka bir şey yoktur. Biz tekrar dirilecek de değiliz. Sözünüzde samimi iseniz, atalarımızı diriltip getirin.”[126]Duhân: 44/34-44/36. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 149-151.

Netebevveu :[]

Konaklarız.

  • Bir kimse bir yere inip orada konakladığında "tebevvee’l-mekân" denir.

Netk :[]

Netk[127]A’raf: 7/171., bir şeyi şiddetle cezbetmek demektir.

  • Bunun sonucu olarak, "bir şeyi yerinden koparıp atmak" anlamında tefsir edilir.
  • Nitekim, erkekten zürriyeti çekip koparan rahime, "nâtık" denir.
  • "Bakirelerle evlenin, onların rahimleri (ntk) daha cazibeli ve ağızları daha temizdir" hadisindeki ve Nisa:4/154 ayetindeki bu anlamdadır.[128]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256. (2320-2321)

Neva :[]

Neva[129]En’am: 6/95., çekirdek demek olan "nevat"ın çoğul ismi makamında cins isimdir.

  • Nevat, yeni çekirdek ağaç tohumlarına karşılık gelir.
  • Hab ise dane demektir ve ot tohumları için kullanılır.
  • Ancak, ot ve ağaç ikisi de bitki olduğundan, " nevat" ı tanenin içindeki bitkisel öz gibi düşünmek mana bakımından daha uygun olacaktır.
  • Buna "nevat" kelimesinin küçülmüşü olarak "nüveyye" de denilir.
  • Fransızlar'ın "nuvayya" deyiminin buradan alındığı sanılmaktadır. [130]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256. (1986-1987)

Nezîr:[]

Nezîr, Münzir manasınadır. Sakınılması için korkunç şeyleri haber veren, insanları Allah'ın azabından korkutan uyarıcı demektir.

Nezr :[]

Nezr[131]Kıyamet: 76/7., ahid ve adak demektir.

  • Nezr, bir kimsenin üzerine vacib olmayan hayırlı bir işi kendine vacip kılarak "yapacağım" diyerek taahhüt etmesidir. *Öyleki kendilerine vacip olmayan iyi işleri yerine getirenler kendilerine vacip olan işleri öncelikle yerine getirirler. [132]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256-257. (5504)

Nifak-Münafık :[]

"Ne-fe-qa" fîil kökünden gelir.

  • Bu fiilin manası "geçmek, tükenmek"dir.
  • Nefak kelimesi de bu fiilden türeyip "tünel" anlamındadır.
  • Tünel ise, bir ucundan girilip diğer ucundan çıkılan yoldur.[133]el-İsfahânî, a.g.e., s.766; Jeffery, a.g.e., s. 272.
  • İmruu'1-Kays, "nefak" kelimesini, tünel manasını akla getirecek şekilde gizli yol manasına alır ve şöyle der:
  • "Onları, (o) gürültülü bir gecede yağmurun ortaya çıkardığı gibi tünellerden dışarı çıkarmıştı.[134]İmruu'1-Kays, a.g.e., s. 55.
  • Görüldüğü gibi İmruu'1-Kays, burada "enfâk" kelimesini maddi bir gizlilik yani, yuva manasında kullanmıştır.
  • Bu kullanışın manevi mefhumlardan olan inanç ve akideyle ilişkisi yoktur.
  • Nitekim Suyûtî, "münafık" isminin İslâm'la mana kazanan ve Kur'ân'la ortaya çıkan bir kavram olduğunu belirtir ve münafık'ın bu manasıyla daha önceden bilinmediğini[135]es-Suyûtî, a.g.e., 1, 301. : söyler.
  • İbn Manzûr ise, az farklı bir yaklaşımla İslâm'dan önceki dönemde münafık'ın ancak lügat manasının bilindiğini fakat küfrünü gizleyip imanını izhar eden manasıyla bilinmediğini ifade etmiştir.[136]İbn Manzûr, a.g.e., X, 35.
  • Anlaşıldığı üzere Suyûtî ile İbn Manzûr'un bu husustaki görüşleri birbirine çok yakındır.
  • Zira bu kelime aslı itibariyle tarla faresinden alınmıştır.
  • Şöyle ki, bu hayvanın iki yuvası vardır.
  • Bunlardan birine en-nafika, ikincisine de el-kasi'a adı verilir.
  • Aynı zamanda birinin sathı (ağzı) yeryüzüne çok yakın olur.
  • Derindeki yuvadan düşman geldiğinde, tarla faresi bu yufka topraklı yuvayı delerek kaçar.
  • Şayet yukarıdaki yuvadan gelirse, bu sefer de daha derindeki yuvaya kaçmayı tercih eder. [137]Küçükkalay, Hüseyin, Kur'ân Dili Arapça, Konya, 1969, s. 163.
  • Nifak, zahiri olarak İslâm'ı kabul edip onunla amel etmemektir.
  • Münafık ise, müslümanlardan korktuğu veya herhangi bir menfaat temini yahut müslümanların arasına fitne ve fesâd tohumu saçmak, dünyevî bir menfaat elde etmek için İslâm'a girdiğini söyleyen kişi veya ilk etapta İslâm'a gerçekten girip, daha sonra herhangi bir sebepten dolayı mürted olan, ancak irtidadını gizleyip, müslüman olduğunu iddia eden kişi demektir.[138]Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. el-Meydânî, a.g.e., I, 53.
  • Çok sisli ve engebeli bir kavram olan "nifak", esasında bir inanç sahtekarlığıdır.
  • İnanıp inanmama nokta-i nazarından bir buhran, bir istikrarsızlık, ikiyüzlülük[139]Nisa: 4/142, 4/143., bir kalp hastalığıdır.[140]Bakara: 2/10. Ve sanki onların durumu iki uç arasında gidip gelen bir deprenişe benzemektedir.
  • Depremler sürekli olduğunda üzerinde hiçbir şeyi sabit ve yerleşmiş olarak bırakmaz.
  • Nifak da itikadı anlamda ruhları gönülleri, dimağları, bedenleri sarsan, kalelerin temel taşlarını söküp havaya fırlatan, iyilik ve dürüstlük namına ne varsa hepsini adeta bir güve gibi yiyip bitiren veya en azından tamiri mümkün olamayan yaralar açan bir çalkalanma ve bir yıkımdır.[141]Kılıç, a.g.e., s. 27. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 86-88.

Nikâh :[]

Nikâh[142] Bakara: 2/221., bir şeyi, bir şeye eklemek, katmak anlamından alınan, zinanın zıddı olarak cinsel birleşmeyi meşru kılan sözleşme demektir.

  • Şer'an, kadının kadınlığından yararlanma üzerine kurulan bir sözleşmedir. [143]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 257. (770)

Nu’ammirhu :[]

Onun ömrünü uzatırız.

  • "Ta’mîr" İhtiyarlık çağına varıncaya kadar ömrü uzatmak manasınadır.


Nukaddisu:[]

"Takdis ederiz" Takdis, temizlemek, demektir.

  • "Arz-ı mukaddese" ve "Ruhu'1-Kuds" terkiplerinde de bu manada kullanılmıştır.
  • Bu kelimenin zıddı tencis (pisletmek)tir.
  • Allah'ı takdis etmek demek, onu yüceltme, ululama ve şanına lâyık olmayan şeylerle O'nu anmaktan uzak durma demektir. *Müslim'in Sahih"inde şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah (s.a.v.) rükû ve sücudunda: O, çok tesbih edilen çok takdis edilen, meleklerin ve Ruh'un Rabbi'dir." derdi.[144]Müslim, Salât 223

Nükisu ala ruûsihim :[145]Enbiya: 21/65.[]

Nekestuhu: Çevirdim, altını üstüne getirdim ... Üntükise: Çevrildi/döndürüldü.

  • Yani nefislerine /benliklerine/vicdanlarına danıştıklarında doğruyu buldular ve doğru düşünce(ler) edindiler.
  • (Ancak) sonra içinde bulundukları bu durumlarından döndürülüp çevrildiler.
  • Ardından gerçeğe uymayan bir şekilde ve dikkafalılıkla/kendini beğenmişlikle (Hz. İbrahim'e karşı) mücadeleye giriştiler. [146]Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c.3 s. 125-126.
  • ... İlk kavillerine/öğreti, görüş, doktrin ve düşüncelerine döndüler. Kutebî, "Yani konuşamadığını bildikleri şeye (put) geri döndürüldüler" demiştir. [147]Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 450.
  • ... Yani döndürüldüler. Bu; durumun aleyhlerine çevrilmesinden ya da önceki sapık düşüncelerine dönmelerinden ibarettir.[148] Mülekkin, Garib, 1987, s. 256.
  • Orijinal metin şu anlama gelir: "Başları üzerinde geri döndürüldüler."
  • Bazı müfessirler bu ifadenin "utançtan başlarını önlerine eğdiler" anlamına geldiğini söylemişlerdir.
  • Fakat bu yorum konunun bütünlüğüne ve metnin ifadesine uymamaktadır.
  • Bu ifadenin en doğru yorumu şu olsa gerek:
  • Kavmi, İbrahim'in cevabını düşündüklerinde, kendilerini kimin kırdığını bile söylemeye güç yetiremeyen güçsüz putları ilah edindikleri için hatalı olduklarını fark ettiler.
  • Fakat hemen sonra düşüncelerini saptıran inatçılık ve cehalete kapılıp tekrar eski sapıklıklarına döndüler." [149]Mevdudi, Tefhim, 1986, c. 3 s. 286.
  • Sonra inkarlarına, cehaletlerine ve dikkafalılıklarına (tekrar) döndüler.[150]Zuhayli, Veciz, 1996, s. 328.
  • ... "Sonra tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler" cümlesinde hoş bir istiare vardır.
  • Onların haktan batıla dönmeleri, istiare yoluyla, kişinin başının aşağıya, ayaklarının yukarıya gelecek şekilde dönmesine benzetildi [151]Sabuni, Safvet, 1995, cA s. 96.
  • "Nükisu ala ruûsihim" ifadesinin bu ayette mecazi anlamıyla yer aldığı ve aslında "ruus"un somut anlamdaki re's ile/kafayla hiçbir ilgisinin bulunmadığı, aksine eski düşünceler, inançlar, inkarlar, cehaletler, görüşler, tartışmalar vs. anlamına geldiği gayet açıktır.
  • Bu realitenin Türkçe meallerde pek yankı bulmadığı görülmektedir.
  • Elmalı: ... yine tepeleri üstü ters döndüler ...
  • Çantay: Sonra (eski) kafalarına döndürüldüler.
  • Yine mücadeleye döndüler "Külliyat-ı Ebi'l-Bekaa"
  • D.İ.B.: ... kafalarında olan eski inançlarına dönerek...
  • Bilmen: ... başları üzerine döndürüldüler ...
  • Yavuz: ... yine eski kafalarına (akıllarına) döndüler ...
  • Davudoğlu : ... yine (eski) kafalarına döndürüldüler...
  • Ateş: ... yine eski kafalarına döndürüldüler ...
  • Bulaç: ... yine tepeleri üstüne ters döndüler ...
  • T.D.V.: ... tekrar eski inanç ve tartışmalarına döndüler ...
  • Y.Öztürk: ... yine kendi kafalarına döndürüldüler ...
  • Atay: ... kafalarındaki eski inançları depreşerek...
  • A. Öztürk: ... eski kafalarına döndüler ...
  • Koçyiğit: ... tekrar eski kafalarına dönmüşler ...
  • Hizmetli: ... eski kafalarına döndürüldüler ...
  • Varol: ... yine eski kafalarına döndürüldüler ...
  • Piriş: ... eski kafalarına döndüler ...
  • Çantay, D.İ.B., Yavuz, Davudoğlu, Ateş, T.D.V., Atay, A. Öztürk, Koçyiğit, Hizmetli, Varol ve Piriş'in mealleri; "eski kafalar, eski inançlar ve tartışmalar" şeklinde özetlenebilir.
  • Bu mealler klasik ve çağdaş müfessirlerin yorumlarıyla örtüştüğü ve ifadedeki deyimsel temayı belirginleştirdiği için doğrudur.
  • Bununla beraber "eski kafa" deyimi zaten Türkçe'de de bulunmakta ve kişiye ait eski düşünce, inanç, anlayış vs.'yi sembolize etmektedir.
  • Elmalı, Bilmen, Bulaç'ın mealleri ise bizce, ayetin ulaştırmak istediği mesajı yansıtmamaktadırlar. "Tepeleri üstü ters dönmek" ve "başları üzerine dönmek" gibi mealler "ruus" kelimesinin malum somut anlamından vazgeçememenin doğurduğu hatalı ve nesnel şartlarda belki de anlamlı herhangi bir karşılığa tekabül etmeyen tercümelerdir
  • Y. Öztürk'ün "kendi kafalarına döndürüldüler" şeklindeki meali de maksudu/hedefi belli olmayan bir tercümedir.
  • Çünkü "kendi kafaları" tabirinin kompoze etmek istediği "kafa"nın niteliği bu haliyle belli olmamaktadır.
  • Bu "kafa"mn "eski" mi "şimdiki" mi olduğu anlaşılmamaktadır.
  • Burada mahzuf bir "eski" kelimesinin bulunduğunu parantez açarak olmasa bile taksim çizgisiyle açıklayabilirdi.

Sonuç olarak bizce ayetin tercümesinin aşağıdaki şekillerde olmasında herhangi bir sakınca yoktur:

  • - Eski düşüncelerine döndürüldüler/döndüler.
  • - Eski inançlarına döndürüldüler/döndüler.
  • - Eski kafalarına döndürüldüler/döndüler.
  • - Eski sapıklıklarına döndürüldüler/döndüler.
  • - Özlerindeki ilk hallerine döndürüldüler/döndüler.
  • - Özlerine/ilk hallerine döndürüldüler/döndüler.

Örnek:

  • Sonra yine eski kafalarına/eski inançlarına döndüler.
  • Sen gerçekten biliyorsun ki bunlar konuşmazlar (dediler).[152]Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 183-186.

Nûh :[]

Nûh kelimesi Kur'ân'da, Hz. Nuh'un ismi olarak geçer.

  • Alusî, "Nûh" kelimesinin Arapça olmadığını, Arapça'ya sonradan girdiğini ifade etmiştir.
  • Kirmanî'de, "Nûh" kelimesinin "sakin", anlamına geldiği belirtilmiştir.
  • Hakim'in Müstedrek'inde, Nûh peygamberin asıl isminin Abdu'l-Caffâr olduğu, ancak çok nahva ve buka etmiş olmasından (çok ah çekip ağladığından) dolayı kendisine "Nûh" denildiği kaybedilmiştir.
  • Bu rivayet gerçeği ifade etmemektedir.
  • Müstedrek'te, Hz. Nuh'un Hz. İdrîs'ten önce yaşadığı ifade edilmiş, ancak çoğunluk ulemaya göre Hz. Nûh, Hz. İdrîs'ten sonra yaşamıştır. [153] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 257. (5367-5368)

Nukr :[]

Nukr; görülmemiş, korkunç, kötü demektir.

Nunekkishu :[]

Onu ters çeviririz.

  • "Tenkîs" Bir şeyi baş aşağı çevirmektir.
  • Bir şeyi baş aşağı çevirdiğinde "Nekestu şey’en neksen" dersin, "Summe nukisu alâ ruusihim: Sonra yine eski kafalarına döndürüldüler"[154]Enbiyâ: 21/65 âyetinde de bu mânâda kullanılmıştır.

Nunsihâ :[]

"Unuttururuz."

  • Unutturmak mânâsına gelen insâdan geniş zamandır.
  • Aslı ise zikrin zıddı olan nisyandır. O âyeti kalplerden sileriz, demektir.

Nûr :[]

Işığın gözümüze teması anında iç alemle dış dünyanın karşılaşmasında parlayan ve yayıldığı nesnelerin görüntüsünü ortaya çıkaran saf ve latif tecellisine "nûr" denir.

  • Nûr[155]Nûr: 24/35., ışığın özel bir görüntüsü olması hasebiyle ışıktan farklı olsa da bazan ona karşılık olarak kullanılır.
  • O halde nûr, güzel bir tecelli ayeti olan latif/ince bir ışık tecellisidir.
  • Bu nedenle sürekli olarak övgü amacıyla kullanılır.
  • Karanlığın karşıtı olan nûr, Râgıb'ın dediği gibi ışık kavramından daha kapsamlıdır.
  • Işığa, ışığın kırılmasına, yansımasına nûr dendiği gibi, gerek duyusal, gerek akılla ilgili bütün karanlıkların zıddı olarak vicdanî basirette ortaya çıkan, afakî ve enfüsî tecelliyatın tümüne de nûr denilir.
  • Nûr kelimesi sözlükte, Güneş, Ay, ateş gibi yoğun cisimlerin dışlarına taşan nitelik ve özellikler için kullanılır.
  • Bu özelliklerin, bu durumun, şeref ve değerinin hissedilmesi, görünen şeylerin açık ve parlak olması itibariyledir.
  • Nûr kelimesi, gören göz nuru olarak adlandırılıp "gözümün nuru", "filanın gözünün nuru zayıfladı", ayrıca kör için, "gözünün nurunu kaybetti" denilir.
  • Buna göre insanın bir basarı bir de basireti vardır.
  • Basar, ışığı ve renkleri algılayan dış gözdür.
  • Basîret ise akıl yeteneğidir.
  • Her iki idrak de idrakın ortaya çıkmasını gerekli kılar.
  • Dolayısıyla bunun ikisi de nurdur.
  • Nûr kelimesinin anlamı görmeden çok akletmeye daha yakındır.
  • Bununla birlikte aklın nurları da tümüyle kusursuz değildir.
  • Gerçekten akıl ve basîret gözünde Kur'ân ayetleri basar gözünde güneş nuru gibidir.
  • Güneş ışığına nûr denildiği gibi Kur'âna da nûr ismi verilir. [156]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 257-258. (3513,3517)


Nûr, on şekilde tefsir edilir:

1. İslâm dîni

  • "Allah'ın nurunu (dinini) ağızlarıyla söndürmeyi irade ediyorlar. Allah ise nurunu (dînini) tamamlamaktan (muzaffer/üstün kılmaktan) başkasını istemez."[157]Tevbe: 9/32
  • "Allah dilediği kimseyi nuruna (dînine) hidâyet eder."[158]Nûr: 24/35
  • "Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmeyi irade ediyorlar. Allah ise nurunu tamamlayacaktır."[159]Saff: 61/8


2.İmân

  • "Kendisine, insanlar içinde onunla yürüyecek bir nûr (kendisiyle hidâyet bulacağı bir îmân) kıldığımız /yaptığımız kimse..." [160]En'âm: 6/122
  • "Sizin için kendisiyle yürüyeceğiniz bir nûr (hidâyet bulacağınız îmân) kılsın/yapsın..." [161] Hadîd: 57/28
  • "Onları zulumâttan nura (küfürden îmâna) çıkarır."[162]Nûr: 24/35


3. Hudâ/hidâyet

  • "Allah semaların ve arzın nurudur (hadisi, yol göstericisi/rehberidir). Nurunun (hidâyetinin (yolgöstermesinin /rehberliğinin) meseli..."[163]Nûr: 24/35


4. Nebi

  • "Nûr üstüne nurdur (nebi neslinden gelen nebidir.)"[164]Nûr: 24/35. Bu iddia, son derece keyfî olup, hiçbir delile dayanmamaktadır. Ayetin tamamı okunduğunda, bu kendiliğinden anlaşılır. Ayrıca, "nebi neslinden" olmanın -İbni Nûh örneğinde olduğu gibi- tek başına hiçbir önemi yoktur.


5.Gündüzün ışığı/aydınlığı

  • "Zulumâtı/karanlıkları ve nuru (gündüzün ışığını/aydınlığını) yapmıştır."[165]En'âm: 6/1


6. Ayın ışığı /aydınlığı

  • "İçlerinde qameri bir nûr (ayı, semadakiler ve yerdekilerin kendisi ile aydınlandığı bir ışık) kılmıştır/yapmıştır."[166]Nûh: 71/16
  • "Münîr bir qamer (yeryüzündekiler için aydın¬lık/ışık saçan bir ay)..."[167]Furkân: 25/61


7. Allah'ın Kıyamet Günü Sırat üzerinde mü'minlere vereceği ışık[168]Bu nûr'un, Sırat üzerinde verileceği iddiası mesnetsizdir. (Redaktör)

  • "Sa'y edecek önlerinde onların nurları (Allah'ın mü'minlere Sırat üzerinde vereceği ışık)..." [169]Hadîd: 57/12
  • "(Münafıklar Sırat üzerinde onlara diyecek ki): "Bize bakın da nurunuzdan iktibas edelim" (ışığınızın aydınlığında yürüyelim)."[170]Hadîd: 57/13
  • "Onların nurları (Allah'ın Sırat üzerinde mü'minlere vereceği hidâyet) sa'y edecek önlerinde..."[171]Tahrîm: 66/8


8. Tevrat'taki helâl, haram, hükümler ve mev'ızeler

  • "Şüphesiz Tevrat'ı Biz indirdik; onda bir hidâyet ve bir nûr (helâlin, haramın, emr ve nehyin beyanı -ki bu, karanlıktaki ışık mesabesindedir) vardır." [172]Mâide: 5/44
  • "De ki: "Musa'nın (insanlar için bir nûr ve hidâyet olmak üzere) getirdiği (karanlıkta ışık mesabe¬sinde olan, helâl ve haramı, emr ve nehyi beyan eden) o kitabı (Tevrat'ı) [173] Kur'ân'ın hiçbir âyetinde, "Tevrat'ın Mûsâ'ya/Mûsâ'ya Tev¬rat verildiği" yahut "Musa'nın Tevrat'ı getirdiği" ifade edilmemiştir. (Redaktör).kim indirdi?" [174]En'âm: 6/91
  • "Andolsun ki Biz Mûsâ ve Harun'a vermiştik bir furkân, bir ziya [175]Âyette, açıklama konusu olan nûr lafzı geçmemektedir-(Çeviren). (ışık)..."[176]Enbiyâ: 21/48


9.Furkân/Kur'ân’daki helâl ve haramın beyanı

  • "O halde Allah'a, O'nun Rasûlü'ne ve indirdiğimiz nura (karanlıkta ışık mesabesinde olan; helâlin, haramın, emr ve nehyin beyan edildiği Kur'ân'a) îmân edin!"[177]Teğâbün: 64/8
  • "Ve o'nun beraberinde indirilen nura (Nebi'nin (s.a) beraberindekine: onda bulunan ve karanlıktaki ışık mesabesinde olan beyana) tâbi olanlar..." [178]A'râf: 7/157


10. Mübarek ve yüce Rabbimizin nuru

  • "Arz Rabbinin nuruyla aydınlanacak."[179]Zümer: 39/69.

Nusb :[]

Nusb[180]Sad: 38/41., meşakkat, bedende zahmet, azabda elem, mal ve evlat acısı demektir.[181]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 258. (4100)

Nusebbihu :[]

"Tesbih ederiz"

  • Tesbih, Allah'ı kötülükten uzak tutmak ve tenzih etmektir. [182]Talha b. Ubeydullah şöyle rivayet etmiştir: "Subhânellah'ın tefsirini Rasulullah (s.a.v.)'a sordum. Şöyle cevap verdi: "O, her türlü kötülükten Allah' ı (c.c.) tenzih etmektir." Kurtubi, I/276
  • Bu kelime koşmak, gitmek ve yüzmek manalarına gelen sebh kelimesinden türemiştir.
  • "Zira gündüz vakti senin uzun boylu koşuşturman (meşguliyetin) vardır"[183]Müzzemmil: 73/7 mealindeki âyette de bu manada kullanılmıştır. *Tesbih eden kimse, Allah'ı tenzihe koşan kimse demektir.

Nusub :[]

Nusub, mansub (dikilmiş) manasına tekildir veya "nisab"ın veyahut "nusbe"nin çoğuludur.

  • "Nusub"un çoğulu da "ensâb"dır.
  • Bazı müfessirler bunu "asnâm" (putlar) diye tefsir etmişlerdir.
  • Ancak bazı müfessirler, "asnâm" ile "ensâb" arasındaki farka işaret ederek; "Asnâm resimli ve nakışlı putlar, nusub ise dikili taşlardan olan putlardır.
  • Nakışlı veya resimli olması şart değildir. Vesen gibidir." demişlerdir.
  • Nitekim Peygamberimiz, huzuruna boynunda haç ile giren Adiyy bin Hatim'e "Boynundaki şu putu (vesen) at." buyurmuştur.
  • Demek ki, nusub, evsen (putlar) kabilinden hürmet için konulan taşlardır.
  • Zamanımızda buna "akide" derler.
  • Bunlar tek parça bir taştan olacağı gibi, birçok taşın birleşmesiyle de meydana gelebilir getirebilir.
  • "Ensâb" birçok nusub demektir.

Nüsük :[]

Kur'ân'da 7 âyette çeşitli sigalarıyla geçmektedir, kelimenin asıl manası ibadettir.

  • "Nüsük", gümüşün eritilip kalıba dökülmesidir.
  • Gümüşten kalıba dökülen her parçaya "nesîke" denir.
  • Bu kelimenin müfredi olan, "en-nesike" Arap dilinde Allah rızası için boğazlamak, kurban etmek ve ibadet etmek"[184]el-Kurtubî, a.g.e., II, 386. manalarını ifade etmektedir.
  • Bu lafzın aslı "temizlemek ve yıkamak" manasında olan "el-ğasl" den alınmıştır.
  • Nefsini günah kirlerinden temizleyip ibadete veren kişiye de "nâsik" adı verilir.
  • Bunun sebebi de, sanki ibadet yapan kişi, bu ibadetiyle, günahlarını ve manevi kirlerini temizlemiş olmaktadır.[185]ag.e., II, 332.
  • İbn Manzûr'un naklettiğine göre Sa'lebe "nâsik" nedir? diye sorulmuş; Bunun üzerine o, "nâsik" kelimesinin "gümüşün kalıba dökülüp arıtılması" ameliyesinden alındığını açıklamış ve buradan da "nâsik" in "nefsini günahlardan temizleyene ve Allah'a has kılana verilen bir isim olduğunu"[186]İbn Manzûr, a.g.e., X, 499. belirtmişti.
  • İslâm'dan önceki dönemde bu kelime, "boğazlanan hayvanın" adıydı.
  • Nitekim o, dönem şairlerinden, Zuheyr b. Ebî-Sulmâ bir şiirinde şöyle der: "(Doğan) onu (bağırtlak kuşunu), kurbanların, başını kana buladığı kurban taşı gibi bırakarak gözetleme kayasının tepesine uçup gitti.[187] Zuheyr, a.g.e., s. 178.
  • "Nüsük" kelimesinin Kur'ân'daki manalarını kısaca şöyle özetlememiz mümkündür:[188]Konuyla ilgili bkz., 'Ûde, a.g.e., s. 241.
  • Kurban kesmek anlamında; (Oruçdan, ya sadakadan yahud da kurbandan (biriyle) fidye vacip olur).[189]Bakara: 2/196.
  • Umumî ifadeyle ibadet tarzları; “De ki; Şüphesiz benim namazım da, ibadetlerim de...”[190]En'am: 6/162.
  • Hacc'ın gerekleri anlamında; “hacc'a ait ibadetlerinizi bitirince..."[191] Bakara: 2/200.
  • Netice olarak câhiliye döneminde "kurban" manasında kullanılan bu kelime, İslâmî dönemle beraber gelişerek daha farklı bir boyut kazanmıştır.
  • Sanki Allah yolunda ibadet eden kişi, kendisini O'nun yoluna kurban edebilecek bir durum içerisine girmiştir.
  • Dolayısıyla da bu kişiye "nasik" denmiştir.
  • Bu, kelimenin manasına mecazî bir yaklaşımdır.
  • Bundan başka hakikat olarak, kurban kesmek anlamına gelir.
  • Son olarak da, ibadet tarzları ve haccın gereklerini içine alır olmuştur.[192]Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 51-53.

Nuşûr-Neşr :[]

Nûşûr; "Neşr" in mastarıdır. Ölü, dirildiğinde "Neşera’l-meyyitu" denilir.

  • A'şâ şöyle der: İnsanlar gördükleri şeylerden dolayı, "dirilen ölüye hayret!" deyinceye kadar.
  • Nuşûr, "neşr" gibi zan geçişli bazan geçişsiz olur.
  • Geçişli olursa bir şeyi açıp yaylak manasına gelir.
  • Dilimizdeki "neşr", "neşriyat ve "menşur" bu anlamdadır.
  • Bunun geçişsizine "intişar" denilir ve ölmüş bir şeyin dirilip kalkması manasınadır.
  • Kur'ân'da "nüşûr" genellikle bu anlamda geçmektedir.
  • Geçişlisine de "inşar" denilir.
  • "Enşernâ bihi beldeten meyte" gibi. Yayılma anlamına gelmekle birlikte "dirilme" demektir. [193]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 258-259. (3569)


Nüşür, dört şekilde tefsir edilir:

1.Hayat, canlılık

  • "O, semadan (yukarıdan/bulutlardan) belli bir ölçü ile su indirendir. Onunla ölmüş bir beldeyi neşrettik (ölmüş bir beldeye canlılık/hayat verdik). İşte siz de böyle çıkarılacaksınız."[194]Zuhruf: 43/11
  • "Allah odur ki, rüzgârları gönderir de bir bulut kaldırıp onu ölmüş bir beldeye sevkeder, derken ona ölümünün ardından hayat verir. İşte nüşûr da böyledir (ölü toprağın su ile canlanıp bitkiler bitirdiği gibi, siz de ölümünüzün ardından dirileceksiniz/hayat bulacaksınız)."[195]Fâtır: 35/9


2.'Ba's: diriliş/diriltiliş

  • "Onlar ne ölüme, ne hayata, ne de nüşûra mâlikler (onlar ne de diriltmeye: Ölüleri diriltmeye kadirler)." [196]Furkân: 25/3
  • "Arzdan ilahlar edindiler; onlar mı neşredecekler (arzdan ölüleri onlar mı diriltecekler)'?!"[197]Enbiyâ: 21/21
  • "Ve nüşûr (ölümün ardından diriltilmek suretiyle dönüş) O’nadır." [198]Mülk: 67/15
  • "Hayır, onlar nüşûr ümit etmiyorlar (ölümden sonra diriltilmekten haşyet duymuyorlar)." [199]Furkân: 25/40


3.Yaymak/yayılmak

  • "Ve rahmetini (yağmuru) neşredendir (yayandır)." [200]Şûrâ: 42/28
  • "Rabbiniz size rahmetinden neşretsin (rızkını size yaysın)."[201]Kehf: 18/16
  • "Ve O ki, rahmetinin önünde rüzgârları neşrediciler (nuşran) (rüzgârları ve bulutları yağmur için yayıcılar) olarak göndermekte..."[202]Furkân: 25/48
  • "O ki, rahmetinin önünden rüzgârları müjdeleyici olarak gönderir. Nihayet bunlar yüklü bulutları kaldırdıklarında Biz onları ölmüş bir beldeye sevkederiz de ona su indiririz, derken onunla ürünün her türlüsünden çıkarırız, işte ölüleri de böyle çıkaracağız. Gerektir ki tezekkür edersiniz ."[203]A'râf: 7/57. Hafs ve Asım kelimeyi, buşran [müjdeci], İbn Amir ise nuşran [yayıcı] şeklinde okumuşlardır.
  • "...ve rahmetinin önünde rüzgârları neşredicilet (nuşran) [204]Hafs ve Asım buşran [müjdeleyici]'; İbn Âmir ise nuşran [yayıcı] şeklinde okumuştur. [(Mukâtil b. Süleyman da nuşran kıraatini tercih ettiği için anlam ona göre verilmiştir. (Çeviren)]. (rüzgârları ve bulutları, yağmur için yayıcılar) olarak gönderen mi?!" [205]Neml: 27/63
  • "...sonra, beşer olup intişar ediyorsunuz (yayılıyorsunuz)."[206]Rûm: 30/20


4. Dağılmak/ayrılmak

  • "...yemeği yediniz mi hemen intişar edin (dağılın)!"[207]Ahzâb: 33/53
  • "Artık o salât tamamlandımı arzda intişar edin (dağılın)!"[208]Cuma: 62/10
  • "Gündüzü de bir nüşûr (onda rızık aramak için dağıldıkları bir vakit) yaptı."[209]Furkân: 25/47. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 265-268.

Nuşûz :[]

Nuşûz[210]Nisa: 4/34., yükseklik ve tümseklik anlamından kaynaklanarak, kadının kocasına kafa tutup, isyankâr bir davranış içine girmesidir.

  • Kendisini kocasından üstün görerek ona itaati bırakmasıdır. [211]Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 259. (1351)


Nüşûz, dört şekilde tefsir edilir:

1. Kadının kocasına isyan/itaatsizlik etmesi

  • "Nüşûzlarından korktuğunuz (kocalarına isyan/itaatsizlik ettiklerini bildiğiniz) kadınlara nasihat edin, (isyandan/itaatsizlikten vazgeçmezlerse) onları yataklarında yalnız bırakın, (yine vazgeçmezlerse) onları dövün. Size itaat ettikleri takdirde artık aleyhlerine bir yol aramayın! Şüphe yok ki Allah çok yücedir, çok büyüktür."[212]Nisâ: 4/34


2. Kocanın eşlerinden birini diğerine/diğerlerine tercih etmesi

  • "Şayet bir karı, kocasının nüşûzundan yahut yüz çevirmesinden korkarsa (diğer kadınlarını kendisine tercih ettiğini bilirse), sulh yolu (mal) ile sulh yaparak aralarını düzeltmelerinde kendileri için bir günah yoktur."[213]Nisâ: 4/128


3. Ayağa kalkmak için doğrulmak

  • "Size, "Ünşuzû" (doğrulun, oturduğunuz yerden kalkın) denildiğinde, fenşuzû (hemen oturduğunuz yerden doğrulup kalkın)..." [214]Mücâdele: 58/11


4. Hayat vermek/canlandırmak

  • "Kemiklere bak: onları nasıl nüşûz ediyoruz (hayat veriyoruz)."[215]Bakara: 2/259. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 357-358.

Nutk :[]

Nutk, bir düşünceyi ifade için Seslenilen ve çoğunluğu dille çıkarılan, bu nedenle dil, lisan, sözlük de denilen tekil ve birleşik geçerli olan sözlerdir.

  • "Adem'e isimleri öğretti"[216]Bakara: 2/3. kuralı ile insana özgüdür.
  • Nutkun iki bariz özelliği vardır.
  • Biri sözlü delalet, diğeri vaz'î delalet.
  • Bu ikisinden yalnız birisi düşünülerek benzetme veya mecaz yoluyla nutuk denilişine de çok rastlanır.
  • Örneğin hiç ses çıkarmadan yazı gibi özel işaretler kullanılarak bir şey anlatmaya mecazî nutuk denilir.
  • "Bu kitap gerçeği nutk eder"[217]Casiye: 45/29. âyeti, gibi. Güvercinin ötmesine "natakati'1-hamâme", udun çalmasına "natakate'l-ûdu" denilmiştir.

Nuzl-Nüzul :[]

Nüzul, ziyafet ve ikram demektir.

  • Nuzl, bir misafire ilk geldiğinde ikram edilmek üzere hazırlanan yiyecek, içecek ve diğer hediyelerdir ki, Türkçe'de buna "konukluk" denir.
  • Nuzl, misafir gelir gelmez ikram için sunulan şey, ziyafet, ikram demektir.


Kaynaklar[]

[1] el-Keşşaf,1/11

[2] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 246-247. (6200-6206)

[3] Kalem:68/2,Tekasür:102/8.

[4] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 247-248. (5777, 6059)

[5] İnşirah: 94/3.

[6] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 248. (5917)

[7] Maide: 5/12.

[8] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 248. (1599)

[9] Maide: 5/59.

[10] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249. (1723)

[11] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249. (5452)

[12] Muhammed Ali Es-Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, Ensar Neşriyat: 6/15.

[13] Tâ-Hâ: 20/10

[14] Neml: 27/7.

[15] Kasas: 28/29.

[16] Mâide: 5/64

[17] Bakara: 2/24

[18] Tahrîm: 66/10

[19] Buruc: 85/3. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 284-285.

[20]

[21] İhlas: 114/1.

[22] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249. (223)

[23] Al-i İmran: 3/52.

[24] Al-i İmran: 3/52.

[25] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 249-250. (374, 1611,1619,1769, 2511)

[26] Bahr, 7/481

[27] Bakara: 2/48

[28] Duhân: 44/41

[29] Şu'arâ: 26/93

[30] Saffat: 37/25

[31] Haşr: 59/11

[32] Haşr: 59/12

[33] Muhammed: 47/7

[34] Hacc: 22/40

[35] Al-i İmrân: 3/126

[36] Enfâl: 8/10

[37] Bakara: 2/250

[38] Âl-i İmrân: 3/147

[39] Şûrâ: 42/41

[40] Muhammed: 47/4

[41] Kamer: 54/10.

[42] Kurlubî, 18/199

[43] Nâzi'ât: 79/1.

[44] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 250. (5552-5553)

[45] İsrâ: 17/83

[46] En'âm: 6/26

[47] Tâ-Hâ: 20/42. Birinci açıklama ile ikinci açıklama arasında, maddenin kökü ve anlamı itibariyle farklılık bulunmaktadır. İlkinin kökü nun-hemze-ye olup "uzak kalmak"; ikinci maddenin kökü ise vav-nun-ye olup "zayıflık/zaaf manasındadır. Üstad Muhammed Fuad Abdu'l-Baki de el-Mu'cemu'l-Müfehres li-Elfâzı'l-Qur'âni'l-Kerîm adlı eserinde birinci anlamı nun-hemze-ye kökünde, ikinci anlamı da vav-nun-ye kökünde vermiştir.

[48] Kasas: 28/76. Burada bahis konusu olan lafız ise, hem bir önceki Tâ-Hâ: 20/42'dekinden, hem de birinci açıklamada verilen örneklerden kök itibariyle farklıdır. Çünkü burada kullanılan tenûu [ağır gelirdi] kelimesinin kökü nun- vav-hemze harfleridir. Dolayısıyla kök itibariyle de, anlam itibariyle de öncekilerden farklıdır. (Çeviren) Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 342-343.

[49] İsra: 17/83; Fussilet: 41/51

[50] Zemahşeri, Keşşaf, 1997,c.2,s.645.

[51] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 343.

[52] îsfahani, Müfredat, tsz-, 510.

[53] Nisaburi, Burhan, 1996, c. 2 s. 20.

[54] Zuhayli, Veciz, 1996, s. 483..

[55] Sabuni, Sajvet, 1995, c. 3 s.402.

[56] Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 173-175.

[57] Nebe’: 78/15.

[58] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 250. (5373-5374)

[59] Râgıb, Müfredat, “Nebe’e” maddesi.

[60] Nisa: 4/83.

[61] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 251. (1403)

[62] Bakara: 2/61, 2/246, Maide: 5/27.

[63] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 251. (370)

[64] el-İsfahânî, a.g.e., s. 733, krş. Jeffery, a.g.e., s. 276, 277.

[65] el-Huzelî, a.g.e., 1, 129.

[66] el-İsfehânî, a.g.e., s. 733. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 39.

[67] Kurtubî, II/40

[68] Beled: 90/10.

[69] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 251-252. (5836-5837)

[70] Necm: 53/1.

[71] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 252. (4569-4570)

[72] Târık: 86/3

[73] Nahl: 16/16

[74] Sâffât: 37/88

[75] Necm: 53/1

[76] Vâkıa: 56/75

[77] Rahmân: 55/6 .Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 355-357.

[78] Kehf: 18/34.

[79] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 253. (5398)

[80] Kurtubî: 20/257

[81] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 253. (6382-6383)

[82] Al-i İmran: 3/185

[83] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 253-254. (223, 1244,4127)

[84] Kurtubî, 17/22

[85] Nisa: 4/124.

[86] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 254. (1476)

[87] Rûhu'l-meâni, 30/115

[88] Sebe': 34/6

[89] Nisâ: 4/105

[90] Bakara: 2/128

[91] Nüh: 71/15

[92] Enbiyâ: 21/30

[93] İnsan: 76/20

[94] Münâfîkûn: 63/4

[95] Zümer: 39/60

[96] Nisâ: 4/51

[97] Nisâ: 4/60

[98] Bakara: 2/258

[99] Fîl: 105/1

[100] Hâkka: 69/7

[101] Fecr: 89/689-7

[102] Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 302-304.

[103] Bahr, 8/491

[104] Tevbe: 9/37.

[105] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 254-255. (2528-2535)

[106] Tâ-Hâ: 20/115

[107] Secde: 32/14

[108] Bakara: 2/237

[109] Bakara: 2/106

[110] Ancak bu anlamda kullanılması, unutmayı nefyeden bir edat veya bir mana ile birlikte sözkonusu olur. (Çeviren)

[111] Ala: 87/6

[112] Kehf: 18/63

[113] Kehf: 18/73. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 306-307.

[114] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 255-256. (459-461)

[115] el-İsfahânî, a.g.e., s. 746.

[116] es-Sedûsî, Katâde b. De’ame, Kitâbu'n-Nâsih ve'l-Mensûh (nşr. Hatim Salih), Beyrut, 1988, s. 6.

[117] el-Curcânî, a.g.e., s. 140,

[118] Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 162-163.

[119] A'râf: 7/175

[120] Naziat: 79/2.

[121] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256. (5554)

[122] İbn Manzûr, a.g.e., V, 207.

[123] Ebû Temmâm, a.g.e., I, 60

[124] Izutsu, Kurân'da Allah ve İnsan, s. 86.

[125] Antara, a.g.e., s. 152.

[126] Duhân: 44/34-44/36. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 149-151.

[127] A’raf: 7/171.

[128] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256. (2320-2321)

[129] En’am: 6/95.

[130] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256. (1986-1987)

[131] Kıyamet: 76/7.

[132] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 256-257. (5504)

[133] el-İsfahânî, a.g.e., s.766; Jeffery, a.g.e., s. 272.

[134] İmruu'1-Kays, a.g.e., s. 55.

[135] es-Suyûtî, a.g.e., 1, 301. :

[136] İbn Manzûr, a.g.e., X, 35.

[137] Küçükkalay, Hüseyin, Kur'ân Dili Arapça, Konya, 1969, s. 163.

[138] Konuyla ilgili geniş bilgi için bkz. el-Meydânî, a.g.e., I, 53.

[139] Nisa: 4/142, 4/143.

[140] Bakara: 2/10.

[141] Kılıç, a.g.e., s. 27. Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 86-88.

[142] Bakara: 2/221.

[143] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 257. (770)

[144] Müslim, Salât 223

[145] Enbiya: 21/65.

[146] Zemahşeri, Keşşaf, 1997, c.3 s. 125-126.

[147] Semerkandi, B. Ulum, 1996, c. 2 s. 450.

[148] Mülekkin, Garib, 1987, s. 256.

[149] Mevdudi, Tefhim, 1986, c. 3 s. 286.

[150] Zuhayli, Veciz, 1996, s. 328.

[151] Sabuni, Safvet, 1995, cA s. 96.

[152] Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 183-186.

[153] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 257. (5367-5368)

[154] Enbiyâ: 21/65

[155] Nûr: 24/35.

[156] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 257-258. (3513,3517)

[157] Tevbe: 9/32

[158] Nûr: 24/35

[159] Saff: 61/8

[160] En'âm: 6/122

[161] Hadîd: 57/28

[162] Bakara: 2/257

[163] Nûr: 24/35

[164] Nûr: 24/35. Bu iddia, son derece keyfî olup, hiçbir delile dayanmamaktadır. Ayetin tamamı okunduğunda, bu kendiliğinden anlaşılır. Ayrıca, "nebi neslinden" olmanın -İbni Nûh örneğinde olduğu gibi- tek başına hiçbir önemi yoktur. (Redaktör)

[165] En'âm: 6/1

[166] Nûh: 71/16

[167] Furkân: 25/61

[168] Bu nûr'un, Sırat üzerinde verileceği iddiası mesnetsizdir. (Redaktör)

[169] Hadîd: 57/12

[170] Hadîd: 57/13

[171] Tahrîm: 66/8

[172] Mâide: 5/44

[173] Kur'ân'ın hiçbir âyetinde, "Tevrat'ın Mûsâ'ya/Mûsâ'ya Tev¬rat verildiği" yahut "Musa'nın Tevrat'ı getirdiği" ifade edilmemiştir. (Redaktör).

[174] En'âm: 6/91

[175] Âyette, açıklama konusu olan nûr lafzı geçmemektedir-(Çeviren).

[176] Enbiyâ: 21/48

[177] Teğâbün: 64/8

[178] A'râf: 7/157

[179] Zümer: 39/69.

[180] Sad: 38/41.

[181] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 258. (4100)

[182] Talha b. Ubeydullah şöyle rivayet etmiştir: "Subhânellah'ın tefsirini Rasulullah (s.a.v.)'a sordum. Şöyle cevap verdi: "O, her türlü kötülükten Allah' ı (c.c.) tenzih etmektir." Kurtubi, I/276

[183] Müzzemmil: 73/7

[184] el-Kurtubî, a.g.e., II, 386.

[185] ag.e., II, 332.

[186] İbn Manzûr, a.g.e., X, 499.

[187] Zuheyr, a.g.e., s. 178.

[188] Konuyla ilgili bkz., 'Ûde, a.g.e., s. 241.

[189] Bakara: 2/196.

[190] En'am: 6/162.

[191] Bakara: 2/200.

[192] Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 51-53.

[193] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 258-259. (3569)

[194] Zuhruf: 43/11

[195] Fâtır: 35/9

[196] Furkân: 25/3

[197] Enbiyâ: 21/21

[198] Mülk: 67/15

[199] Furkân: 25/40

[200] Şûrâ: 42/28

[201] Kehf: 18/16

[202] Furkân: 25/48

[203] A'râf: 7/57. Hafs ve Asım kelimeyi, buşran [müjdeci], İbn Amir ise nuşran [yayıcı] şeklinde okumuşlardır.

[204] Hafs ve Asım buşran [müjdeleyici]'; İbn Âmir ise nuşran [yayıcı] şeklinde okumuştur. [(Mukâtil b. Süleyman da nuşran kıraatini tercih ettiği için anlam ona göre verilmiştir. (Çeviren)].

[205] Neml: 27/63

[206] Rûm: 30/20

[207] Ahzâb: 33/53

[208] Cuma: 62/10

[209] Furkân: 25/47. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 265-268.

[210] Nisa: 4/34.

[211] Mehmet Yaşar Soyalan, Elmalılı Tefsirinde Kur’ani Terimler ve Deyimler, Ağaç Yayınları: 259. (1351)

[212] Nisâ: 4/34

[213] Nisâ: 4/128

[214] Mücâdele: 58/11

[215] Bakara: 2/259. Mukâtil b. Süleyman, Kur’an Terimleri Sözlüğü, İşaret Yayınları: 357-358.

[216] Bakara: 2/3.

[217] Casiye: 45/29.

Advertisement