Kur'an Terimleri Fihristi - KTF A - B - C - Ç - D - E - F - G - Ğ - H - I - İ - K(Kef) - Q (Qaf) - L - M - N - O - Ö- R - S - Ş - T - U - Ü- V - W Y - Z | |
---|---|
KUR'ÂN TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ (EL-EŞBÂH VE'N-NEZÂİR Fİ'L-QUR'ÂNİ'L KERÎM)
Kur'an Konu Fihristi - (KKF) [2] Mukâtil b. Süleyman el-Belhî el-Horâsânî - Mucem-ul Müfehres |
U'budû :[]
U'budû ve 'ibâdet üç şekilde tefsir edilir:
1. Tevhid edin/birleyin
- "Allah'a ibâdet edin (a'budû) (Allah'ı birleyin); sizin için O'nun gayrı bir ilah yoktur."[1]A'râf: 7/59
- "Allah'a ibâdet edin; sizin için O'nun gayrı bir ilah yoktur."[2]A'râf: 7/73
- "Allah'a ibâdet edin (a'bûdû) (Allah'ı tevhid edin/birleyin), O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın!"[3]Nisâ: 4/36
- "Allah'a ibâdet edin (a'budû) (O'nu tevhid edin/birleyin), O'na ittika edin!"[4]Nûh: 71/3
2. İtaat ederler
- "O gün onların hepsini haşredecek/bir araya getirecek, sonra da meleklere diyecek ki: "Bunlar size mi ibâdet (şirk hususunda size mi itaat) ediyorlardı." Diyecekler ki: "Seni tenzih ederiz, onlara karşı bizim velîmiz Sensin. Aksine onlar cinlere ibâdet (bizlere ibâdet etmekle şeytanlara itaat) ediyorlardı."[5]Sebe': 34/40-34/41
- "Biz Sana teberri ediyoruz. Onlar bize ibâdet (şirk hususunda bize itaat) etmiyorlardı."[6]Kasas: 28/63
- "Size ahd vermedim mi: "Ey Ad em oğulları! Şeytana ibâdet (şirk hususunda itaat! etmeyin!" diye?!"[7]Yâsîn: 36/60
3. Mülk altındakiler (kullar, köleler)
- "(Tarafımdan tebliğ edip) de ki: "Ey nefisleri aleyhine haddi aşan 'ıbâdım" (mülkiyetim, altındakiler (kölelerim/kullarım))..."[8]Zümer: 39/53
- "O'na 'ıbâdından (mülkiyeti altındakilerden, kölelerinden/kullarından) bir cüz yaptılar."[9]Zuhruf: 43/15
- Ibâdınızdan (mülkiyetiniz altındakilerden, kölelerinizden) de sâlihleri..."[10]Nûr: 34/32.
Ucâb :[]
Ucâb, son derece hayret verici.
- Halîl şöyle der: "acîb" acayip demektir. Ucâb ise, acayiplik sınırını aşan şey manasınadır.[11]Kurtubî, 15/150
Udvân :[]
Udvân, zulümde aşırı gitmek demektir.
Ufuk :[]
Ufuk, kıyı ve kenardır.
- Özellikle gökyüzünün kenarlarına, kıyısına ve eteğine denir. Rüzgârların estiği yönlere de denir.
Ufuk-ı Mübîn :[]
Ufuk-ı mübîn, apaçık ufuk, beyan edici ufuk, açık ufuk demektir.
- Necm Sûresi'ndeki "ufukı'1-a'la" deyiminde ifade edilen ufuktur.
- Gündüzün geldiği, güneşin doğduğu, eşyayı ortaya çıkaran, gösteren doğu tarafı diye tefsir edilmiştir.
- Mücâhid'den, "Ecyad tarafından ufuk-ı mübini a'lada" diye ifade rivayet edilmiştir.
- Ecyad, diğer adıyla Ciyad, Mekke'nin doğusunda bir dağın adıdır.
- Bîr de Mekkeliler için burçların doğduğu yerlerin en yükseği, yengeç burcunun göründüğü en yüksek yer olduğundan "en yüksek ve apaçık ufuktan maksat odur" denilmiştir.
Uhdûd Ve Hadd :[]
Uhdûd ve hadd, yerde olan uzun ve büyük hendek ve yarığa, bir de kamçı ile dövülen kimselerin bedenlerinde oluşan kamçı izlerine denir.
- Çoğulu "ehâdid" gelir.
Uiddet :[]
Hazırlanmış manasına olup i'dâd masdanndan gelmektedir.
- Beyzâvî şöyle der: "Bu kelime, onlar için hazırlanmış ve onlara azap için malzeme yapılmış" manasınadır.
Ukad /Ukde :[]
'Ukad, "ukde"nin çoğuludur. Ukde, bir şeyin uçlarını derleyip birbirine sıkı tutturmak, yani düğüm yapmak, düğümlemek demek olan "akd" maddesinden isim olduğu için esas manası düğüm demektir.
- Fakat "akd" hissî ve manevî alanı da içine alacak şekilde genel bir anlama sahip olduğundan, "ukde" de, sadece hissî bir düğümden ibaret olmayarak bir çok anlama gelir.
- Bu nedenle, düğüm denilince sıradan bir ip düğümü anlaşılmamalıdır.
- Kâmûs'ta, düğüm yeri, beldeler üzerine yönetici, biat, sahibinin mülk addettiği akar, gelir, ağacı çok ve girift yer, develer için otlağı bol otlak, bolluk gibi bir çok anlama geldiği ifade edilmiştir.
- "Neffâsâtin fi'l-'ukad" deyimi ise, düğümlere üfleyen, yani sihir ve büyü yaparak insanları aldatan demektir.
- Neffâsât, Türkçe'de "nefes etmek" tabiri ile karşılanabilen, üflemek demektir.
- Biraz tükürüklü veya tükürüksüz olarak üfürür gibi yapmaktır.
Ukbâhâ :[]
Ukbâhâ, onun akibeti, sonucu demektir.
'Ukud, Akd :[]
Ukud, "akade"nin çoğuludur. Akd tevsik olunmuş (belgelenmiş, sağlamlaştırılmış) ahid demektir.
- Bir şeyi diğerine sağlam surette bağlayan bağ ve düğüme, mesela ip düğümüne denir.
- Lügatte ukud, sıkı bağlamak ve düğümlemek, sağlam bağ ve düğüm demektir.
- Buradan kaynaklanarak bir kimsenin bir şeyi iltizam veya aheze (gerektirmek, lüzumlu saymak veya sonuçlandırarak) kendini veya diğerini bağlamasına veya bağlanmalarına akid denmiştir.
- İtikad da bundan çıkmıştır.
- Yeminler de bu kabildendir.
'Uluvv :[]
UIûvv ululanmaktır.
- " 'Ulûvv", imana tenezzül etmemek, kibirlenmek, kafa tutmak, fesad çıkarmak, herhangi bir şeyi ve malları faydalı olacak durumdan çıkarmak, Rabbine isyan ile kendini heder etmek anlamlarında kullanılır.
Umumu'1-kura :[]
Umumu'1-kura, Mekke-i Mükerreme'dir.
Umyun :[]
"Umyun" "A'ma" kelimesinin çoğuludur. Körler demektir.
Unşuzu :[]
Kalkın.
- Bir kimse, oturduğu yerden kalkıp bir kenara çekildiğinde "Neşeze" denir.
- Geniş zamanı "Yenşizu" gelir.
- Bunun aslı, "yüksek yer" mânâsına gelen "Neşez" kökündendir.
Unzurnâ :[]
Bize bak, bakmak ve "beklemek" mânâsından emirdir.
- Bir kimse, birisini bekleyip gözetlediğinde “Nazartu’r-racule” der.
- Buna göre bu kelimenin mânâsı "Bizi gözet, bize mühlet ver" demek olur.
Unzurunâ :[]
Bizi bekleyin.
Urcûn :[]
Urcûn, meyletmek mânâsına gelen "İn’ırâc" kökünden olup üzerinde hurma salkımlarının bulunduğu dal demektir.
- Cevheri şöyle der: Urcûn, hurma salkımı koparıldıktan sonra ağaçta kalan ve kuruyup eğilen kök kısmıdır.[12]Bkz. Kurtubî, 15/31. Sıhâh, “’arece” maddesi. Fîrûzâbâdî, Kâmûs, adı geçen madde.
- Urcûn, eğri salkım çöpü demektir.
- Özellikle hurma salkımının dip çöpü, geçen seneki çöpü anlamında kullanılır.
- Çünkü o çöp kuruduğunda daha eğri, daha renkli olur.
- Bu kelime teşbihen hilal ile ilgili olarak da kullanılmaktadır.
- Ancak "urcûn" ifadesi sadece hilalin ilk ve son şeklini göstermekle kalmıyor, Ay'ın o menzilde giderken Dünya etrafında bir ayda kat ettiği mesafenin/yörüngenin kesinleşmiş/resmileşmiş şeklini de göstermiş oluyor.
'Urda' :[]
Urda, gergi ve engel yahut açıktan hedef gibi bir şeye maruz olup duran demektir.
Urf /Arife /Ma'rûf /Örf :[]
'Urf, güzel ve iyi iş demektir.
- "Her emir 'urftur, şüphesiz 'urf, yapılması gereken ve varlığı, yokluğundan hayırlı olan şeydir." Bir başka ifade ile "güzel, mustahsen bir iş ve eylemdir."
- Kısaca örf; "ma yetaarifehu ennas" diye tarif edilir.
- İnsanlar tearüf eder, yani birbirlerini karşılıklı olarak tanır, hareketlerini tasvip ederler; yani birbirlerine karşı "Böyle şey mi olur?" diye red ve inkara kalkışmadıkları şey demektir.
- "Örf ile emretmek" demek, "Her örf, her ma'ruf emrolunan şeydir, emrolunması vaciptir" demek değildir.
- Her ma'ruf emirdir ama, her ma'ruf emredilen şey değildir.
- Kötü şeyler örften sayılmazlar.
'Urub :[]
Urub, "eşine düşkün" mânâsına gelen "Arub" kelimesinin çoğuludur.
Üç anlamda tefsir edilmiştir.
- 1- Kocalarına aşık-ı şeyda, yani kocalarını çok seven sevgili kadınlar anlamına.
- 2- Cilveli ve işvekâr anlamına
- 3- Güzel söz söyleyen anlamına.
- Şüphesiz işve ve güzel söz, sevişmenin en latif sebeplerinden ve nazenînlik şiarlarındandır.
'Usbe :[]
Usbe, sayısı belli olan bir kalabalık veya topluluk demektir.
- Ondan kırka kadar olan bir topluluğu kapsadığı da ifade edilmiştir.
Usrâ :[]
Usrâ, zorluk ve sıkıntıya yani cehenneme götüren haslet.
'Usret :[]
Usret, darlık, şiddet ve yokluk zorluk zamanı demektir.
- Usret saati, güçlük anı ve vakti yani zorluk zamanı demektir.
- Hendek Savaşı gibi sıkıntı dolu günlerdeki "güçlük zamanı"na dikkat çekilmektedir.
- Aynı şekilde Tebük seferinde çekilen sıkıntılardan dolayı bu orduya "ceyş-i usreti" yani "zorluk ordusu" denilmiştir.
Usve :[]
Usve, kendisine uyulacak, arkasından gidilecek, örnek alınacak model, önder demektir.
Utull :[]
Utull, katı, kaba, çabucak kötülük yapan demektir.
- Şiddetle çekmek mânâsına gelen "atele" kökünden alınmıştır: "Huzuhu fa’tiluhu: Tutun onu, cehennemin ortasına sürükleyin"[13]Duhân: 44/47
- Cevherî şöyle der: Bir kimse bir adamı tutup şiddetle çektiğinde "Ateltu’r-racule" der.[14]Cevheri-Sıhah maddesi
Uztu :[]
- Allah'a sığınıp ondan emân diledim.
Uzlifet :[]
Yaklaştırıldı.
- Bir şey yaklaştığında "zelefe" denir.
- Geniş zamanı "Yezlifu" dür. "Ezlefehu: onu yaklaştırdı" demektir.
Uztu :[]
Sığındım, korundum.
'Uzzâ :[]
'Uzzâ, Nahle'de bir ağacın yanındaki putun adı idi.
- Katafan/Gatafan kabilesinin putuydu.
- Kureyş'e göre putların en büyüğü bu puttu.
- Kureyş ona Hurad vadisinde "Sükam" adında bir koruluk yapmış ve burayı Kabe'nin haremine benzetmeye çalışmışlardı. *Hâlid bin Velîd'in, Peygamberimizin emriyle bu putu ve putun içinde olduğu binayı yıktığı rivayet edilir.
KAYNAKLAR[]
[5] Sebe': 34/40-34/41
[8] Zümer: 39/53
[11] Kurtubî, 15/150
[12] Bkz. Kurtubî, 15/31. Sıhâh, “’arece” maddesi. Fîrûzâbâdî, Kâmûs, adı geçen madde.
[14] Cevheri-Sıhah maddesi