Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Mülk Suresi/15-30-Mülk Suresi/Elmalı/15-30 Kalem Suresi/1-33 Kalem Suresi/34-52-Kalem Suresi/Elmalı/34-52
Önemli!!! düzenlenen sayfalar ayn harfli fasılalara kadar yapılması gerekmektedir. Elmalı Tefsiri (Orjinal)
Disambig Bakınız: KalemSuresi, KalemSuresi/MEALKalemSuresi/VİDEO, KalemSuresi/TEFSİR, KalemSuresi/TEZHİB, KalemSuresi/HAT, KalemSuresi/FAZİLETİ, KalemSuresi/HİKMETLERİ, KalemSuresi/, KalemSuresi/KERAMETLERİ, KalemSuresi/AUDİO, KalemSuresi/HADİSLER, KalemSuresi/NAKİLLER, KalemSuresi/EL YAZMALARI, KalemSuresi/VP
Ayet No
Ayet Metni
Elmalı Meali (Orijinali)
İngilizce Meali (M. Pickthall )
ن ۚ وَالْقَلَمِ وَمَا يَسْطُرُونَ
Nun ve kalem ve ehli kalemin satra dizdikleri ve dizecekleri hakkı için
Nûn, Kaleme ve yazdıklarına andolsun.
Nun. By the pen and that which they write (therewith),
مَا أَنْتَ بِنِعْمَةِ رَبِّكَ بِمَجْنُونٍ
Sen rabbının ni'meti ile, mecnun değilsin
Sen Rabbinin nimetiyle mecnun değilsin.
Thou art not, for thy Lord's favour unto thee, a madman.
وَإِنَّ لَكَ لَأَجْرًا غَيْرَ مَمْنُونٍ
Ve tükenmez bir ecir var muhakkak senin için
Kuşkusuz senin için tükenmez bir ecir var.
And lo! thine verily will he a reward unfailing.
وَإِنَّكَ لَعَلَىٰ خُلُقٍ عَظِيمٍ
Ve her halde sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin
Sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.
And lo! thou art of a tremendous nature.
فَسَتُبْصِرُ وَيُبْصِرُونَ
Yakında göreceksin ve görecekler
Sen de göreceksin, onlar da görecek.
And thou wilt see and they will see
بِأَيْيِكُمُ الْمَفْتُونُ
Hanginizde imiş o fitne, o cünun?
Hanginizde imiş o fitne ve cinnet.
Which of you is the demented.
إِنَّ رَبَّكَ هُوَ أَعْلَمُ بِمَنْ ضَلَّ عَنْ سَبِيلِهِ وَهُوَ أَعْلَمُ بِالْمُهْتَدِينَ
Şübhesiz rabbındır en bilen yolundan sapını, yine odur en bilen hidayete irenleri
Doğrusu Rabbin, yolundan sapanı en iyi bilendir. Hidayete ereni de en iyi bilen O'dur.
Lo! thy Lord is best aware of him who strayeth from his way, and He is best aware of those who walk aright.
فَلَا تُطِعِ الْمُكَذِّبِينَ
O halde tanıma o yalan diyenleri
O halde, yalanlayıcılara itaat etme.
Therefor obey not thou the rejecters
وَدُّوا لَوْ تُدْهِنُ فَيُدْهِنُونَ
Arzu ettiler ki müdahene etsen, o vakıt müdahene edeceklerdi
Onlar istediler ki yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.
Who would have had thee compromise, that they may compromise.
وَلَا تُطِعْ كُلَّ حَلَّافٍ مَهِينٍ
Ve tanıma şunların hiç birini: çok yemin edici, değersiz
Şunların hiçbirine boyun eğme: Yemin edip duran aşağılık,
Neither obey thou each feeble oath monger,
11. هَمَّازٍ مَشَّاءٍ بِنَمِيمٍ
gammaz koğuculukla gezer
Daima kusur arayıp kınayan, hep lâf götürüp getiren,
Detractor, spreader abroad of slanders?
مَنَّاعٍ لِلْخَيْرِ مُعْتَدٍ أَثِيمٍ
Hayır engeli, mütecâviz vebâl yüklü
Hayra engel olan, saldırgan, günahkâr,
Hinderer of the good, transgressor, malefactor
عُتُلٍّ بَعْدَ ذَٰلِكَ زَنِيمٍ
zobu, sonrada dakma (zenîm)
Kaba ve haşin, sonra da kötülükle damgalı,
Greedy therewithal, intrusive.
أَنْ كَانَ ذَا مَالٍ وَبَنِينَ
Mal sahibi olmuş ve oğulları var diye
Mal ve oğulları var diye (böyle davranır).
It is because he is possessed of wealth and children
إِذَا تُتْلَىٰ عَلَيْهِ آيَاتُنَا قَالَ أَسَاطِيرُ الْأَوَّلِينَ
Karşısında âyetlerimiz okunurken «eskilerin masalları» dedi
Kendisine âyetlerimiz okunduğunda: "Eskilerin masalları" der.
That, when Our revelations are recited unto him, he saith: Mere fables of the men of old.
سَنَسِمُهُ عَلَى الْخُرْطُومِ
Haberiniz olsun ki biz onlara belâ vermişizdir
Yakında biz onu hortumunun (burnunun) üzerinden damgalayacağız.
We shall brand him on the nose.
إِنَّا بَلَوْنَاهُمْ كَمَا بَلَوْنَا أَصْحَابَ الْجَنَّةِ إِذْ أَقْسَمُوا لَيَصْرِمُنَّهَا مُصْبِحِينَ
O bağ sahiblerini belâlandırdığımız gibi; o sıra ki yemin etmişlerdi: sabah olunca onu mutlaka divşireceklerdi
Biz onlara da belâ verdik, bahçe sahiplerine verdiğimiz gibi. Hani onlar sabah olunca bahçeyi mutlaka devşireceklerine yemin etmişlerdi.
Lo! we have tried them as We tried the owners of the garden when they vowed they would pluck its fruit next morning.
وَلَا يَسْتَثْنُونَ
Bir istisna da yapmıyorlardı</div
İstisna da etmiyorlardı ("inşaallah" demiyorlardı).
And made no exception (for the will of Allah);
فَطَافَ عَلَيْهَا طَائِفٌ مِنْ رَبِّكَ وَهُمْ نَائِمُونَ
Derken ona rabbından bir dolaşan dolaşıvermişti onlar uyuyorlardı
Fakat onlar uyurken dolaşıcı bir belâ onu sardı da,
Then a visitation came upon it while they slept
فَأَصْبَحَتْ كَالصَّرِيمِ
Sabaha kadar o bağ sırıma dönüvermişti
Bahçe simsiyah kesiliverdi.
And in the morning it was as if plucked.
فَتَنَادَوْا مُصْبِحِينَ
Derken sabaha yakın birbirlerine seslendiler
Derken sabahleyin birbirlerine seslendiler:
And they cried out one unto another in the morning,
أَنِ اغْدُوا عَلَىٰ حَرْثِكُمْ إِنْ كُنْتُمْ صَارِمِينَ
Haydin kesecekseniz harsinize (kültürünüze) irkence koşun dediler
"Haydi, devşirecekseniz erkenden ekininize gidin" diye.
Saying: Run unto your field if ye would pluck (the fruit).
فَانْطَلَقُوا وَهُمْ يَتَخَافَتُونَ
Hemen fırladılar, şöyle mızırdaşıyorlardı:
Derken fırladılar, aralarında fısıldaşıyorlardı.
So they went off, saying one unto another in low tones:
أَنْ لَا يَدْخُلَنَّهَا الْيَوْمَ عَلَيْكُمْ مِسْكِينٌ
Sakın bu gün aranıza bir miskîn sokulmasın diyorlardı
"Sakın bugün hiçbir yoksul bahçeye girip yanınıza sokulmasın" diyorlardı.
No needy man shall enter it today against you.
وَغَدَوْا عَلَىٰ حَرْدٍ قَادِرِينَ
Sırf bir men'a gücleri yeterek erkenden gittiler
(Zanlarınca yoksulları) engellemeye güçleri yeterek erkenden gittiler.
They went betimes, strong in (this) purpose.
فَلَمَّا رَأَوْهَا قَالُوا إِنَّا لَضَالُّونَ
Vakta ki o bağı gördüler, biz, dediler: her halde yanlış gelmişiz
Fakat bahçeyi gördüklerinde: "Biz herhalde yanlış gelmişiz" dediler .
But when they saw it, they said: Lo! we are in error!
بَلْ نَحْنُ مَحْرُومُونَ
Yok biz mahrum edilmişiz
"Yok, biz mahrum edilmişiz." (dediler).
Nay, but we are desolate!
قَالَ أَوْسَطُهُمْ أَلَمْ أَقُلْ لَكُمْ لَوْلَا تُسَبِّحُونَ
Ortancaları (en mu'tedilleri) demedim mi size: tesbîh etseydiniz
İçlerinde en makul olanı şöyle dedi: "Ben size Rabbinizi tesbih etsenize dememiş miydim?"
The best among them said: Said I not unto you: Why glorify ye not (Allah)?
قَالُوا سُبْحَانَ رَبِّنَا إِنَّا كُنَّا ظَالِمِينَ
Sübhansın ya rabbena! Dediler: bizler doğrusu zalimlermişiz
"Rabbimizi tesbih ederiz, doğrusu biz zalimler imişiz." (dediler).
They said: Glorified be our Lord! Lo! we have been wrong doers.
فَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَىٰ بَعْضٍ يَتَلَاوَمُونَ
Sonra döndüler kendilerine levm ediyorlardı
Ardından suçu birbirlerine yüklemeye başladılar.
Then some of them drew near unto others, self reproaching.
قَالُوا يَا وَيْلَنَا إِنَّا كُنَّا طَاغِينَ
Yazıklar olsun bizlere, bizler doğrusu azgınlarmışız
Yazıklar olsun bize, dediler, biz azgınlarmışız.
They said: Alas for us! In truth we were outrageous.
عَسَىٰ رَبُّنَا أَنْ يُبْدِلَنَا خَيْرًا مِنْهَا إِنَّا إِلَىٰ رَبِّنَا رَاغِبُونَ
Ola ki rabbımız bize onun yerine daha hayırlısını vere, her halde biz bütün rağbetimizi rabbımıza çeviriyoruz
Ola ki Rabbimiz bize onun yerine daha hayırlısını verir. Biz Rabbimize yönelir, ondan umarız.
It may be that our Lord will give us better than this in place thereof. Lo! we beseech our Lord.
كَذَٰلِكَ الْعَذَابُ ۖ وَلَعَذَابُ الْآخِرَةِ أَكْبَرُ ۚ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ
İşte böyledir azâb, ve elbette Âhıret azâbı daha büyüktür, fakat bilselerdi
İşte azap böyledir. Elbette ahiret azabı daha büyüktür. Fakat bilselerdi.
Such was the punishment. And verily the punishment of the Hereafter is greater if they did but know.
Yenişehir..

Şablon:Sadeleştirilmiş ET


Advertisement