Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Hürriyet Şiiri Safahat Bayrak
Mehmet Akif Ersoy
Ezanlar
* http://video.google.com/videoplay?docid=4567403950002073954&hl=tr#
  • "Her idarecide olması gereken hassasiyet"te model bir hadise anlatılır; Ancak gözyaşı ile dinlenebilir. Aslında hepsi şah beyit ama en Şah beyiti : Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,/Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!
Kocakarı_ile_ömer_-_mehmet_akif_ersoy-_safahat_-_yusuf_ziya_özkan

Kocakarı ile ömer - mehmet akif ersoy- safahat - yusuf ziya özkan

Safahat_projesi_TRT_Haber

Safahat projesi TRT Haber

Safahat projesi TRT Haber

Asim_Yildirim_-_KOCAKARI_İLE_ÖMER_(Mehmet_Akif_Ersoy)_1

Asim Yildirim - KOCAKARI İLE ÖMER (Mehmet Akif Ersoy) 1

Asim Yildirim - KOCAKARI İLE ÖMER (Mehmet Akif Ersoy) 1 [1]



























3'lü Tablo Sunumu[]

İngilizce Tercümesi
Soylu üstadım Ali Ekrem Bey'e
To my noble master'Mr. Ali Ekrem
Yok ya Abbâs'ı bilmeyen, kimdi?...

O sahâbîyi dinleyin, şimdi:

Yok ya Abbas'ı bilmeyen, kimdi?..

O sahâbîyi dinleyin şimdi:

There'no one who doesn't Know Abbas, Who was he?

Listen to that sahabi, now.

"Bir karanlık geceydi pek de ayaz...

İbni Hattâb'ı görmek üzre biraz,

Bir karanlık geceydi pek de ayaz...

İbni Hattâb'ı görmek üzere biraz,

A very dark, frosty night

To See Ibn Khattab for a while ,

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

Çıktım evden ki yollar ıpıssız.

Yolcu bir benmişim meğer yalnız!

I left home and the roads were so solitary

I was the only passenger!

Aradan geçmemişti çok da zaman,

Az ilerden yavaşça oldu iyân,

Aradan çok da zaman geçmemişti,

Az ilerden yavaşça belirdi,

Not after a long time ,

Appeared ahead slowly,

Karanlığın göbeğinde bir düğüm gibi

Ansızın heykel yapılı bir Arap ki,

Through the darkness as if a huge pile!

like an Arabic sculpture

Bembeyaz bir ridâ içinde garîb,

Geliyor muttasıl mehîb mehîb.

Bembeyaz bir hırka içinde garib,

Geliyor hep heybetli heybetli.

Ghraib in a white cardigan,

Coming imposingly

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan selâmlaştık.

Ben sokuldum, o geldi, yaklaştık;

Durmadan karşıdan selamlaştık.

I snuck up, he came we came closer;

Said hello without stopping.

Düşünürken selâm alan sesini,

O heyûlâ uzandı tuttu beni

Düşünürken selam alan sesini,

O karaltı uzandı tuttu beni

While thinking about the voice ,

That blur hold my arm

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

-Yâ Ömer! Böyle geç zaman, bu ne iş?

Bir de baktım, Ömer değil mi imiş?

-Ya Ömer! Böyle geç vakit, bu ne iş?

I looked, isn’t he Omar?

O Omar! Such late, what’s up?

- Şu mahallâtı devre çıkmıştım...

Gel beraber, benimle, üç beş adım.

-Şu mahalleleri dolaşmaya çıkmıştım.

Gel beraber benimle üç beş adım.

-I went out to wander neighborhoods.

Come along with me, a few steps

Ne sadâ var, ne bir yürür bîdâr;

Uhrevî bir sükûn içinde civâr.

Ne ses ne de gezip dolaşan uyanık birisi var;

Bir ahiret sessizliği içinde her yer.

Neither a sound nor an awaken wandering around.

Everywhere is in a death silence.

Ömer olmuş gezer, sıyânet-i Hak...

Şu yatan beldenin huzûruna bak!

Ömer Allah'ın koruyucu gücü gibi dolaşmakta.

Bak şu şehre ki huzur içinde yatmakta!

Omar, as protective power of God, is wandering

Look at this city, which lies in peace!

O semâlar kadar yücelmiş alın,

Çakarak sînesinden âfâkın,

O gökler kadar yücelmiş alın,

Çakarak sinesinden ufukların,

He ascended to the heaven

Bosom horizons by shooting

Bir zaman sönmeyen nigâhıyle,

Necm-i sâhirde sanki bir hâle!

Bir an bile sönmeyen bakışıyla,

Uyanık bir yıldız ve etrafında bir nur yığını!

With the look of eternity,

A star and a light around !

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor bî-haber içerdekiler

Duruyor her evin önünde Ömer,

Dinliyor, habersiz içerdekiler.

Omar is standing in front of every house,

Listening, insiders are unaware.

Geçmedik en harâb bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Geçmedik en yıkık bir yapıyı,

Yokladık sağlı sollu her kapıyı.

Not passed even one of the ruined houses,

We examined every the door each.

Geldik artık Medîne hâricine;

Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

Geldik artık Medine'nin dışına;

Bir çadır gördü, durdu kaldı yine.

We came out of Medina ;

He saw a tent,stopped again.

Ocak başında oturmuş bir ihtiyarca kadın.

"Açız! Açız!" diye feryâd eden çocuklarının,

Ocak başında oturmuş bir yaşlı kadın,

"Açız! Açız!" diye bağrışan çocuklarının,

An old woman sitting near the fireplace,

the chilren Shouting "We’re hungry! We’re hungry!"

Karıştırıp duruyorken pişen nevâlesini;

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini:

Karıştırıp duruyorken pişen yemeklerini

Çıkardı yuttuğu yaşlarda çırpınan sesini

Was stirring the food of

took out the sound from the hidden tears

- Durundu yavrularım, işte şimdicek pişecek...

Fakat ne hâl ise bir türlü pişmiyordu yemek!

-Durundu yavrularım, işte şimdi pişecek...

Fakat nedense bir türlü pişmiyordu yemek!

-Hold on little children It’s about to cook

But it wasn’t somehow cooked

Çocukların yeniden başlamıştı nâleleri...

Selamı verdi Ömer, daldı âkıbet içeri.

Çocukların yeniden başlamıştı inleyişleri...

Selam verdi Ömer, daldı sonunda içeri.

Cries of children had begun again

Omar bowed, he got in at the end

Selamı aldı kadın pek beşûş bir yüzle.

- Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?

Selam aldı kadın pek asık bir yüzle
Bu yavrular niçin, ey teyze, ağlıyor, söyle?
She bowed him with a very unhappy face

-Why are the kids crying, tell me?

- Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

- O halde, neden

Biraz yemek komuyorsun?

- Yemek mi?Çömleği sen

-Bu gün ikinci gün, aç kaldılar...

-O halde, neden

Biraz yemek komuyorsun?

-Yemek mi?Çömleği sen

-This is the second day, they are hungry ...

-Then, why don't you give a little food?

-Food?

Tirit mi zannediyorsun? İçinde sâde su var;

Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

Et yemeği mi sandın? İçinde sadece su var;

Çakıl taşıyla beraber bütün zaman kaynar!

Do you think the pottery Is full of food? there is only water in;

Boiling with pebble stone the whole time!

Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

- Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

Ne çare! Belki susarlar, dedim. Ayıplamayın.

-Peki senin kocan, oğlun, ya kardeşin, ya dayın...

What remedy? Maybe they stop, I said. Do not blame.

-What about your husband, your son, or brother, or uncle ...

-Tek erkeğin de mi yok?

- Hepsi öldü...

Kimsem yok.

- Senin midir bu küçükler?

- Torunlarım.

Tek erkeğin de mi yok?

-Hepsi öldü...

Kimsem yok.

-Senin midir bu küçükler?

-Torunlarım.

Don’t you have even a man?

-All of them are dead ... .

- I have nobody

Are these kids yours

-My grandchildren.

- Ne de çok!

Adam, Emîre gidip söylemez mi hâlini?

- Ah!

Emîre öyle mi? Kahretsin an-karîb Allah!

-Ne de çok!

Adam halifeye gidip söylemez mi durumunu?

-Ah!

Halifeye öyle mi? Kahretsin en kısa zamanda Allah!

-Too many!

why don't you go to caliph and tell the condition ?

_ Oh ! To the Caliph? God damn him as soon as possible!

Yakında râyet-i ikbâli ser-nigûn olsun...

Ömer, belâsını dünyâda isterim bulsun!

Mutluluk bayrağı çok yakın zamanda yerlerde sürünsün...

Ömer, belasını dünyada isterim bulsun!

I hope, his flag of victory would fall on the ground very near future ...

he finds his curse in this world! I wish

- Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle inkisâr edecek?

- Ya ben yetîm avuturken Emîr uyur mu gerek?

-Ne yaptı, teyze, Ömer, böyle beddua edecek?

-Ya ben yetim avuturken halife uyur mu gerek?

-What has Omer done cause you curse him?

-When I was consoling the orphan does the caliph have to sleep?

Raiyyetiz,ona bizler vedîatu'llâhız;

Gelip de bir aramak yok mu?

Onun yönetimindeyiz, ona bizler Allah'ın emanetiyiz;

Gelip de bir aramak yok mu?

We are on his management, we’re entrusted to him by Allah.

Why doesn't he come and visit?

- Haklısın, yalnız, Zavallının işi pek çok zaman bulup gelemez;

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez

-Haklısın, yalnız, Zavallının işi pek çok, zaman bulup gelemez;

Gidip de söylememişsen ne haldesin bilemez

-You 're right,

but He had many things to do, can't find time to come;

He can’t know how you are If you didn’t go and tell.

- Niçin hilâfeti vaktiyle eylemişti kabûl?

Sonunda böyle çürük özrü kim sayar makbûl?

-Niçin halifeliği zamanında kabul etmişti?

Bundan sonra böyle bir çürük özrü kim kabul eder?

-Why did he agree to be the caliphate?

After that, who will accept such a flimsy excuse?

Zavallının işi çokmuş!... Nedir, muhârebe mi?

İşitme sen de civârında inleyen elemi,

Zavallının işi çokmuş!.. Nedir, savaş mı?

İşitme sen de etrafında inleyen acıyı,

Many things to do,poor! .. What, war?

Don’t hear the howling around you,

Medîne halkını üryan bırak, Mısır'da dolaş...

" Gazâ! Gazâ!" diye git, soy cihânı, gel paylaş!

Medine halkını çıplak bırak, Mısır'da dolaş...

Savaş savaş! diye git, soy dünyayı, gel paylaş!

Leave the people of Medina naked, walk around in Egypt ...

Go, have war,win the world , come share!

Çocukların bu sefer yükselince feryâdı,

Kadın, tehevvürü artık cünûna vardırdı;

Çocukların bu sefer yükselince feryadı,

Kadının öfkesi artık çılgın bir hâl aldı:

When the cry of the chilren rose this time

Women's anger got the crazy manner

- Şu nevhalar ki çıkar tâ bulutların içine,

Ömer! Savâik-i tel'în olur, iner tepene!

-Şu feryatlar ki çıkar tâ bulutların içine;

Ömer! Lanet yıldırımları olur, iner tepene!

-That cries rises up to the clouds;

Omar! And will be lightning of curse , falls down to your head!

Yetimin âhını yağmur duası zannetme:

O çığlık kaderin bir yıldırım gibi gürlemesidir ki gönderir yokluğa!

Don’t think the orphans curse is pray for rain.

The scream is a thunder of lightning of fate that sends to absence.

- Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver...

- Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer! Gidip de söyliyeyim hâ?..Dilencilik yapamam!

"Açız! Açız! Bize bir lokma olsun ekmek ver..."

"Susundu yavrularım, işte oldu, şimdi pişer!" Gidip de söyleyeyim ha?..Dilencilik yapamam!

"We’re hungry! We’re hungry! Please give us a loaf bread at least"

"Be silent my little children, it's okay, it will cook soon!" I go and tell, huh?

Ömer de kim?

Benim ondan kerîm adamdı babam,

Ömer de kim?

Benim ondan daha cömertti babam.

I can’t beg!

Who is Omar?

My farther was more generous than him.

Ölür de yüz suyu dökmem sizin Halîfenize!..

Ömer vuruldu bu son sözle...

-Haklısın, teyze!

Ölür de yüz suyu dökmem sizin halifenize!..

Ömer vuruldu bu son sözle...

-Haklısın teyze!

I prefer to die instead of begging your caliphs

Omar was shot in the last words ...

-You are right aunt

Halîfe önde, bitik suçlu, münfa'il, nâdim;
Avut çocukları, ben şimdi gider gelirim.

Halife önde, bitik, suçlu, kırılmış, pişman;

Soothe the chilren!I will came in a few minutes

The Caliph in front , sad, guilty, broken, regretful;

Ben arkasında, perîşan, çadırdan ayrıldık.

Sabâha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

Ben arkasında, perişan, çadırdan ayrıldık.

Sabaha karşı biraz başlamıştı aydınlık.

I'm behind, miserable , left the tent.

Was a little light in the morning.

Köyün köpekleri ejder misâli saldırıyor,

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

Köyün köpekleri ejderha gibi saldırıyor,

Bırakmıyor bizi yoldan, fakat kim aldırıyor!

the village dogs were attacking as dragons,

Don't let us pass, but who cares!

Medîne'nin dalarak münhanî sokaklarına;

Dönüp dönüp hele geldik zahîre anbarına.

Dalarak Medine'nin eğri büğrü sokaklarına;

Dönüp dönüp hele geldik yiyecek ambarına.

Moving in the crooked streets of Medina;

We finally reached the food warehouse .

Halîfe girdi açıp, ben de girdim emriyle.

Arandı her yeri, bir mum yakıp ale'l-acele.

Halife girdi açıp, ben de girdim emriyle,

Arandı her yeri, bir mum yakıp aceleyle.

Caliph opened and entered , I entered on his order,

Every place was searched, hastily lit a candle.

- Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

-Şu tek çuval unu gördün ya! Haydi yükle bana;

Bu testi yağ doludur, elverir o yük de sana.

-Can you see that only one sack? Let me carry;

This jug is full of oil, you carry it.

Çuval Halîfe'de, yağ bende, çıktık anbardan;

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

Çuval halifede, yağ bende, çıktık ambardan;

Kilitleyip geri döndük deminki yollardan.

The caliph carrying the sack and I the jug, we left the warehouse.

We locked and went back the ways which we have just before gone.

Mesâfe, baktım, uzun; yük yaman; Ömer yaralı; Dedim ki:

- Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

Mesafe, baktım, uzun; yük yaman, Ömer yaralı; Dedim ki:

-Ben götüreydim... Verir misin çuvalı?

I thougt the distance is long; the load is heavy, Omar is injured;

I said: -Let ma carry?… Would you give the sack?

- Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

Vebâli kendine âiddir İbni Hattâb'ın.

-Hayır, yorulsa değil, ölse yardım etme sakın:

Günahı kendine aittir İbni Hattâb'ın.

-No, even though he dies don’t help

Ibn Khattab has his own sin.

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın huzûr-i İlâhide, kimseler, Ömer'in

Kadın ne söyledi, Abbas, işitmedin mi demin?

Yarın Allah'ın huzurunda, kimseler Ömer'in,

what did the women say?, Abbas , didn’t you hear ?

Tomorrow in the presence of God,

Şerîk-i haybeti olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet, hilâfeti yüklenmiyeydi vaktiyle.

Zararına ortak olmaz, bugünlük olsa bile;

Evet, halifeliği üstlenmeyeydi vaktiyle.

Nobody shares the damage of , Omar , even today

Yes, then he would’t have accepted being a caliphate once

Kenâr-ı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu,

Gelir de adl-i İlâhî sorar Ömer'den onu!

Dicle kenarında bir kurt kapsa bir koyunu,

Gelir de Allah'ın adaleti sorar Ömer'den onu!

If on the edge of the Tigris, a wolf strike a sheep,

the justice of God holds Omer responsible

Bir ihtiyar karı bî-kes kalır, Ömer mes'ûl!

Yetîmi, girye-i hüsrân alır, Ömer mes'ûl!

Bir ihtiyar kadın kimsesiz kalır, Ömer sorumlu!

Yetim acıların gözyaşında boğulur, Ömer sorumlu!

An old women is alone,

Omar is responsible! Orphans drowns intheir own tear of sorrow, Omar is responsible!

Bir âşiyân-ı sefâlet bakılmayıp göçse:

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

Yoksulların yuvaları ilgisizlikten yıkılsa:

Ömer kalır yine altında, hiç değil kimse!

If the houses of the poors fall down because of irrelavence

Again Omar is under it , noone else!

Zemîne gadr ile bir damla kan dökünce biri:

O damla bir koca girdâb olur boğar Ömer'i!

Yeryüzünde zulümle bir damla kan dökünce biri:

O damla bir koca girdap olur boğar Ömer'i

If one sheeds a drop of blood with cruelty

That drop becomes a huge whirlpool and drawns Omer

Ömer duyulmada her kalbin inkisârından;

Ömer koğulmada her mâtemin civârından!

Kırılan, beddua eden her kalpte Ömer'in adı duyulmakta;

Üzüntüye bürünmüş her yerden Ömer kovulmakta!

The name of Omer can be heard in every heart that broken or curses

Omar is dismissed from everywhere that mourns

Ömer Halîfe iken başka kim çıkar mes'ûl?

Ömer ne yapsın, İlâhî, beşerzalûm ü cehûl!

Ömer halife iken başka kim sorumlu tutulur?

Ömer ne yapsın, Allah'ım, insan çok zalim ve cahildir!

When the caliph is Omar, who else can be responsible ?

What can Omer do, my God, human being is so cruel and ignorant!

Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu bârı sırtına sen?

Ömer'den isteniyor beklenen Muhammed'den...

Ömer! Ömer! Nasıl aldın bu yükü sırtına sen?

Omar is wanted to do what is expected from Muhammed ...

Omar! Omar! How did you get this burden on your back ?

- Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

İdâre eyliyecek düştüğün bu ma'rekeyi?

-Sen almasan acaba kim gelip de senden iyi,

Yönetecek içine düştüğün bu mücadeleyi?

Who else , better than you ,

will handle this challange you’re in

Evet, adâleti "mutlak" hayâl edersen eğer,

Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi heder!

Evet, adaleti "mutlak adalet" gibi düşünürsen eğer,

Ömer değil ya ne olsan bırak ki hepsi boşa gider!

Yes, if you think justice as "absolute justice"

Not only Omer but every one means nothing

Beşer, adâleti "mutlak" tahayyül eylerse,

Görür ümîdini mahkûm her zaman ye'se.

İnsan, adaleti "kesin" olarak düşünürse,

Umudunu zorunlu görür her zaman ümitsizliğe.

If human think justice as “absulute”,

He always sentences his hoe to his despair.

Sen ey Ömer, ne meleksin, ne bir emîr-i zalûm...

Fakat elinde ne var? Fıtraten beşer mazlûm!

Sen ey Ömer, ne melek, ne bir zalim halifesin...

Fakat elinde ne var? Ezilmiş yaratılmıştır insan!

You, O Omar, you’re neither an angel, nor a cruel caliph ...

But what have you got in your hand?. Human created as oppressed!

Görür bürûc-i semânın bütün sitâreleri,

Zalâm içinde, yük altında inleyen Ömer'i!

Görür gökyüzündeki burçların bütün yıldızları,

Karanlık içinde, yük altında inleyen Ömer'i!

All the stars sees signs in the sky,

In the dark, groaning Omar under the burden!

Huzûr-i Hakk'a çıkarken bu unlu cebhenle,

Değil zemîni, getir şâhid âsümânı bile!

Allah'ın huzuruna çıkarken bu una bulanmış yüzünle,

Değil yeryüzünü, tanık tut gökyüzünü bile!

While the presence of God with this flour soaked face,

Make not only the earth, but even sky the witness !

- Uzak mı yol? Daha çok var mı?

- Ancak üç beş adım. Mecâli kalmamış artık zavallının...Baktım:

-Uzak mı yol? Daha çok var mı?

-Ancak üç beş adım. Gücü kalmamış artık zavallının... Baktım:

-Is it far way? Is there more?

-Only , a few steps He hasn’t got any strentgth... I looked:

Olanca azmini cebr eyleyip, nefes nefese;

Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin belâ ne ise!

Olanca azmini zorlayıp, nefes nefese;

Yavaş yavaş yürüyor. Geldi bin bela ne ise!

Guarding utmost perseverance, out of breath;

Walking slowly. At the end he came

Sokuldu haymeye, indirdi arkasından unu:

- Bırak da testiyi yerleştirin kenâra şunu.

Sokuldu çadıra, indirdi arkasından unu:

-Bırak da testiyi yerleştirin kenara şunu.

Crept into the tent, put the flour sack down

-Put the jug aside from that.

Hemen çakılları çömlekten indirip attı,

Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.

Hemen çakılları çömlekten indirip attı;

Uzandı testiye, yağ koydu, sonra un kattı.

He threw pebbles out of pottery immediately;

Reached jug, added oil , then added the flour.

Oturmak istedi, lâkin belâya bak ki:Ocak Hemen sönüp gidecek...

- Teyze, yok mu hiç yakacak?

Oturmak istedi, fakat belaya bak ki: Ocak, Hemen sönüp gidecek...

-Teyze, yok mu hiç yakacak?

Wanted to sit down, but what’s that trouble,:the fire was about to over ...

-Auntie, do not have any thing to burn ?

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

Kadın getirdi beş on parça yaş diken Ömer'e;

Ömer de yakmak için büsbütün serildi yere.

Women brought some wet thorn to Omar ;

Omar laid entirely to the ground to burn .

Ocak tüter, Ömer üfler zefir-i hârıyle;

Zemîni lihye-i beyzâtârumâriyle,

Ocak tüter, Ömer üfler ateşli nefesiyle;

Yeri, darmadağınık beyaz sakalıyla,

Owen reeks, Omar blows hot breath;

the flor with disheveled white beard,

Sücûd tavr-ı huşû'unda, muttasıl süpürür;

İçinde rûhu yanar, cebhesinde ter köpürür!

İnanmışlık içinde secde eder gibi devamlı süpürür;

İçinde ruhu yanar, yüzünde ter köpürür!

Continuously sweeps as if in awe of prostration;

His spirit burns inside and sweat foams on his face!

Döner muhît-i nigâhında tûde tûde duman;

Bulut geçer gibi necmin hıyat-ı nûrundan!

Bakışlarının çevresinde yığın yığın duman döner;

Sanki yıldızın nur iplikleri önünden bulut geçiyor gibidir!

Smoke turns around his glance;

As if cloud is passing in front of the star's holy light!

Ocak tutuştu, yemek pişti;

- Var mı teyze kabın? Getir de indirelim...

- Var büyükçe bir kap, alın.

Ocak tutuştu, yemek pişti;

-Var mı teyze kabın? Getir de indirelim...

-Var büyükçe bir kap, alın.

Cooker caught fire, food is cooked

-Do you have a bowl-aunt? Bring,...

-Have a large pot, here it is..

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekliyecek!

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfliyerek

Yemek sıcaktı, fakat kim durup da bekleyecek!

Ömer çocuklara bir bir yedirdi üfleyerek!

Food was hot, but who waits!

Omar fed all the children one by one blowing it.

Kesildi haymede mâtem, uyandı rûh-i sürûr;

Çocuklar oynaşıyorlar, kadın ferîh ü fahûr.

Kesildi çadırda üzüntü, başladı canlı bir sevinç;

Çocuklar oynaşıyorlar, kadında da bir neş'e ve sevinç.

mourning ended in the tent , cheerful joy began;

Children are playing, women is full of joy.

Ömer bu âlemi gördükçe gaşy içindeydi...

Dedim:

- Sabâh oluyor kalkalım...

- Evet, haydi!

Ömer bu âlemi gördükçe kendinden geçmekteydi...

Dedim:

-Sabah oluyor kalkalım...

-Evet, haydi!

Omar was transported by joy seeing that scene ...

I said:

-It’s about the morning ...let's leave -Yes, come on!

Yarın Emâret'e gel teyze, öğleyin beni bul;

Emîr'e söyleriz elbette hayr olur me'mul.

Yarın halifelik dairesine gel teyze, öğleyin beni bul;

Halifeye söyleriz, elbette bir hayır umulur

Tomorrow come to caliphate’s apartment, Find me at noon;

Lets talk to Caliph , of course,something good will be done .

Yüzü gülmüştü teyzenin, baktık,
Biz de çıktık vedâ edip artık.
Yüzü gülmüştü teyzenin baktık,

Biz de çıktık veda edip artık.

The face of the woman was full of joy,

We farewel

Hiç görünmeksizin gelip geçene,

Doğru indik Halîfe'nin evine.

Hiç görünmeksizin gelip geçene,

Doğru indik Halife'nin evine.

Without seen by anybody,

We went to the Caliph's house straight.

"Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver."

Diye, koyvermiyordu, çünki, Ömer.

"Şimdi nerdeyse gün doğar, kalıver"

Diye, koyvermiyordu, çünkü, Ömer.

Omar saying "Now, it’s almost dawn, stay"

he didn’t let me go

Etti az sonra subh-i velveledâr
Uyuyan şehri kâmilen bîdâr
Az sonra sabahın gürültüsü

Uyuyan şehri tamamen uyandırdı.

a little later noise of the morning woke up the city completely.
Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

- Galiba, teyze, uykusuz kaldın!

Öğle geçmişti, çıktı geldi kadın.

-Galiba, teyze, uykusuz kaldın!

In the afternoon, women came.

-I think, aunt, you’re sleepless!

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

İşte bağlanmak üzredir nafakan,

Alacaksın her ay gelip buradan.

Your alimony will about to be paid,

You will come here and get it every month.

Şimdi affeyledin,değil mi beni?

-Böyle göster fakat adaletini.

Şimdi bağışladın değil mi beni?

Bari böyle göster adaletini.

Have you forgiven me haven’t you?

At least show your mercy.


Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

Advertisement