Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

"Abdulvahap Gözcü (Müftülük)" kullanıcı hesabı kayıtlı değil.

Fotoğraf0121

Yenişehir Müftülüğünde görevli.

Hayrandır Türkiyenin toprağına taşına,

Diyebilirsiniz girdi 40 yaşına.


Adyamanlı,1971 doğumlu,evli,

Üç çocuk babası.

Çalışmayı çok sever,

Gece gündüz elindedir yabası.


18 yıl Silifke Çatak Köyünde çalıştı,

5 ayda Yenişehire de alıştı.

Okumayı,şiiri,sosyal faaliyitleri çok sever,

Bekarlar görmeyegörsün,

Derlerki Hocam ne olursun beni ever.


Sayın Kaymakamım Badmintonu da sevdirdi,

Yenişehirde ilklere imza atarak,

Türkiyeye dudaklarını gevdirdi.


Allah Ahirette boynumuzu eğmesin,

Yenişehirde çalışanlara nazar değmesin.


1 ay sonra eski görev mahalline gönderilmezse

Bu sahifelere daha çok şeyler ekler.

İnayet Allah'tan,Vahap hoca hayır dualarınızı bekler.



IMG 2766

İLLÂ EDEB


Hâtem-i Esamm Hazretleri,

şu ibretli misali anlatıyor.

Zayıf, dertli, perişân,

bir kadınla konuşuyor.


Kadın, derdini yana yakıla,

anlatırken, o heyecan içinde.

Çirkin bir ses duyuldu,

heyecanı az da olsa geçince.


Kadın mum gibi eridi,

mahvoldu, ezildi, bitti.

Öldürücü bir sükut

mahcûbiyetin sırrında yitti.


Hazret, bir heykelden,

daha hissiz, muazzam.

Vakarla kadına baktı,

söyledi, Hâtem-i Esamm


“Söylediklerinizi duymuyorum, çok ağır işitiyorum.

Yüksek sesle konuşunuz, ben sağırım, rica ediyorum.”


Suçunun gizli kaldığını, anlayan perişan kadın.

Bir anda hayâta avdet etti, mahcup, üzgün, dertli kadın.


Hiçbir milletin muâşeret edebinde, böyle muazzam incelik görülmedi.

Harikalar harikası bu nüans ona, “Esammlakabını verdi.


Bu davaya baş koyanlar, islamın zarafet ve edebini tadar,

Hâtem Hazretleri, edep gösterip sustu, O kadın vefat edinceye kadar.


Kadının vefatından sonra etrafındakilere, “artık duyuyorum normal konuşabilirsiniz” dedi.

Edepten nasibi olmayanlara, Maneviyat ikliminden ibretler verdi.


Esamm=Sağır



IMG 0783

DÜŞÜN!..


Taklitten tahkike yükselmeyen iman,

insanın boynunda bir urgan.

Tenkidi yapan en hakiki dostun

ikazına,acı da olsa, can kurban.


“Kendinden başın, yüzün ve elinden,

fazla bir şey bilmiyorsun.” (1)

Kendimi biliyorum,tanıyorum

diyorsan yanılıyorsun.


Bu hususlarda bütün hayvanlar

seninle aynıdır,

O halde senin,

hakikatini araman lazımdır.


Gerçeklerin marifet parıltıları,

nabzımızla birlikte atmalı,

Faziletleri sinesinde toplayıp,

İslam’ı şahsında yaşatmalı.


İnsan üstün yaratılışlı mahluk,bunun için mes’uliyeti çoktur.

Günahtan felaha, Nasuh Tevbesinden gayri çare yoktur.


İnsanı insan yapan en kıymetli sır, Ahlakı ve manevi bünyesidir.

Ruhunu güzel huylarla techiz edip, Alçak nefsine hakim kılabilmesidir.


“Kişinin zenginliği, Dini, aklı, güzel ahlakı ve Mürüvvetiyle ölçülür.” (2)

Üstünlüğü dünyalıkta, Fazileti,eşyada bulacağını sanan küçülür.

1-İmamı GAZALİ

2-H.Şerif




IMG 0815

GİDECEĞİZ!..


Hayat, ömür ve insan. Bir bakıma,

tarla, tohum ve çiftçi misali gerçek.

Buğday ve zakkum. Mutlak o gün,

filizlenerek herkes ektiğini biçecek.


Ne yazık ki, gerçeği bu yönüyle,

fark edip ehemmiyete alan az.

Doğarken ağlanır da, ölürken,

güldürecek imanı düşünelim biraz.


Bizi insan yapan asil duygu,

yaratılıştan özde mevcuttur.

Lakin kötülüklerin kiri ile,

O nuru örtenler olmuştur.


İnsan muhterem varlık, Allah ona,

secde etmeyen meleği lanetlemiş.

Meleklerin dahi secde etmesi,

emrolunan insandan kulluk istemiş.


Çocuklarımızda görmek istediklerimizi,

ancak yaşayarak öğretebiliriz.

Mutluluk bulaşıcı. Çevremizdekileri,

mutlu edersek, biz de mutlu olabiliriz.


“İnsanları ve cinleri bana kulluk etsinler, diye yarattım” der Allah. (cc) (1)

Refik arayan, iblise arkadaş olursa, kendine yazık eder vallah.


1-Zariyat 56.




IMG 0989

UMUT MU?


Rüzgarın önünde savrulan yaprak gibiyim,

Yarin zülfünü tel tel eden tarak gibiyim,

Ademi yerden yere vuran arak gibiyim,

Kimselere yaslanmaz, uslanmaz deli gönlüm uslanmaz.


Üzerime karabulut gibi, simsiyah sisler çöktü,

Gönlüm ve gözlerim sicim gibi, yaşlar döktü,

Kadere karşı gelinmez, çaresizce boynumu büktü,

Kimselere yaslanmaz, uslanmaz deli gönlüm uslanmaz.


Derbeder oldum, dağıldım pare pare,

Rabbim, çare sende, bu derdime bir çare,

Derdimi, kasavetimi anlatamadım, gönlüm avare,

Kimselere yaslanmaz, uslanmaz deli gönlüm uslanmaz.


Yaşamak mı? Zor!... Sabretmek daha da zor,

Nefsimle hesaplaştım, bir hesap da sen sor,

Yanıyorum, çaresizlik çok acı, sinemde kor,

Kimselere yaslanmaz, uslanmaz deli gönlüm uslanmaz.


Damarlarımda kan değil, çaresizlik akıyor,

Çaresizlik iyice alevlendi, yüreğimi yakıyor,

Gül açmaz oldu, bülbül sustu, figan saçıyor,

Kimselere yaslanmaz, uslanmaz deli gönlüm uslanmaz.


Hiçbir şey düşünemiyorum, his yok, duygu yok,

Ümitsizliğe derman, Allah’tan gayrı kimse yok,

Elimi uzatıyorum, elimden tutan kimse yok,

Kimselere yaslanmaz, uslanmaz deli gönlüm uslanmaz.


Umutsuz yaşanmaz, çok doğru, yaşamıyorum,

Felekten öyle bir şamar yedim ki, aşamıyorum,

Umut mu? kalmadı. Sevdiğime geldiğime bile şaşamıyorum.

Kimselere yaslanmaz, uslanmaz deli gönlüm uslanmaz.




IMG 0991

VAZGEÇEMEM


Beni yağlı urganla darağacına assalar,

Paslı çivi çakmak için tuzlara bassalar,

Kör kuşuna hedef için çarmığa kassalar,

Ne senden, ne de Sevginden vazgeçmem.


Bin kez dirilip, yeniden kurşunlarla vursalar,

Atlara bağlayıp, yerde sürüm sürüm sürseler,

Tüm kemiklerimi kırıp, kıvrım kıvrım dürseler,

Ne senden, ne de Sevginden vazgeçmem.


Beni yüksek tepelerden boşluğa atsalar,

Tonlarca ağırlıkla, narin bedenime yatsalar,

Kalbimi söküp, başka bir kalp taksalar,

Ne senden, ne de Sevginden vazgeçmem.


Tırnaklarımı, acıyla söküm söküm sökseler,

Üzerime, kızgın kızgın yağlar dökseler,

Boğmak için, boğazıma çöküm çöküm çökseler,

Ne senden, ne de Sevginden vazgeçmem.


Eksi elli derece, soğukta, elimi kolumu bağlasalar,

Artı elli derece sıcakta, kızgın güneşte yağlasalar,

Aç kurtların dişleriyle, yüreğimi dilim dilim dağlasalar,

Ne senden, ne de Sevginden vazgeçmem.


Beni alev alev kızgın ateşlerde yaksalar,

Ellerime ve ayaklarıma çivili prangalar taksalar,

Cümle alem mecnun diye gülüşerek baksalar,

Ne senden, ne de SEVGİM’den VAZGEÇMEM.




IMG 2737

BİLEMİYORUM


Ciğerparemden adım adım uzaklaşıyorum,

Yüreğimde ise adım adım yaklaşıyorum,

Nafile, yalnızlıkla bir daha kucaklaşıyorum,

Daha ne kadar dayanırım, bilemiyorum.


Kaçınılmaz son, yine boyunlar büküldü,

Gözlerden damla damla yaşlar döküldü,

Adeta yüreğimden yürekler söküldü,

Daha ne kadar dayanırım, bilemiyorum.


Kan damlayan kurşun yemiş sineyim,

Param parça olmuş, yıkılmış viraneyim,

Kılavuzsuz, kaptansız gemiden artık ineyim,

Daha ne kadar dayanırım, bilemiyorum.


Uyumak istiyorum, bu ebedi uyku olsun,

Dayanılmaz firak acısı artık son bulsun,

İçimdeki bülbüller sussun, çiçekler solsun,

Daha ne kadar dayanırım, bilemiyorum.


Bu can tende oldukça, seni hep seveceğim,

Seni yalnızca benim, hep benim bileceğim,

Ben sadece bu fani vücudumla öleceğim,

Daha ne kadar dayanırım, bilemiyorum.


Bilemiyorum canem bilemiyorum,

Ben sensiz asla gülemiyorum,

Bilemiyorum Canem bilemiyorum,

Daha ne kadar dayanırım, bilemiyorum.




IMG 2759

AŞK!...


Arasa yanar, bulsa yanar,

Şemsini bulmuştur o, yanar da yanar maşukuna.

Çoktan perdeleri kapatıp,

Kapıları kilitlemiştir, mehtap ışıklarına.


Dertli dolaptır yüreği,

Garip, Yunus çağıltısıyla kanı yalap yalap akar.

Devası derdinde saklıdır, mâşukunu arar,

Kah bulur, kah kaybettiğine bakar.


Âşık bir deli, aşık bir yolcudur,

Dolanır dağı taşı, erinmez.

Aşk nerede başlar, gönül nerede biter,

Hangisi hangisinde yiter bilinmez.


Gönül boyanır rengine onun,

Bir kez, baştan aşağı girince aşk deryasına.

Âşığın elleri gönül, gözleri gönül,

Yüreği gönül gerilir sevdasına.


Her bir gül goncası açısında,

Kokular salındı kainatın her yerine.

Rengarenk çiçekler, çeşit çeşit ağaçlar,

Meyveyle doldu mevsim üzerine.


Âşığın yüzünde sırlı gülümseyiş,

Gözlerinde kutlu yağmur sağanağı eksik olmaz.

Âşığın yüzü çevrili sonsuza dek Mâşukuna,

Bakışları sadakat yemini, solmaz.


Binlerce dille varlığın manalarını duyacak kalpler,

Gözler nakışları seyredecek,

Yeryüzünün ve gökyüzünün yapraklarını,

Hayretle ve hayranlıkla tefekkür edecek.


Şuuru vardı insanın. Nefsine ve şeytanına rağmen,

Ulaşacağı hedefi vardı.

Arzın halifesiydi,

Ahseni takvim sırrınca yaratılan, emaneti omuzlayandı.


Aşk, yıldızları Burak yaparak, semalarda,

Nur nur akanların gözyaşlarında saklıdır.

Aşk, kainatın mayası, varlık ağacının,

Dallarından salınan meyvelerin balıdır.


Aşk, nur gibidir, yansır her zerrede,

Ve aydınlatır karanlıkları.

Karıncadan, ağaçlara,

Atomlardan galaksilere uzanır kolları.


Aşk ki, sımsıcak ellerinin arasına alır,

Ona müptela kalpleri.

Aşk ki, Maşuktan başka ne varsa,

Adeta silip yutan, yangın alevleri.


Aşık, nice tehlikeli yollardan,

İhlas atına binip yıldırım gibi geçer.

Bir damlasını dünyalara değişmez,

Hazinesidir onun her döktüğü ter.


Âşık, mâşukunu arar her yerde, her renkte,

Duyar her sözde, onu görür her an.

Coşar, coştukça koşar, bir yürek atışı olur,

Hayret ufuklarında dolanan.


Sürer kıyamete dek bu efsane,

İlk nefesten son nefese, Aşk onuru.

Aşk, aşığın bağrından akıp görseydi,

Kıskanırdı sahibinin gözündeki nuru.


Âşık, bir güldür. Sonsuza dek,

Kendi ateşinde, kanayan bir gül, Mâşuka selam.

Âşık mâşuka âşık, Aşk âşığa âşık,

İlelebet ayrılamazlar VESSELAM.




IMG 2737

GÜNEŞ’E SARILABİLİR MİSİNİZ?


Sevgili dostlar; Sizlere bir,

Sevgi hikayesi anlatacağım.

Adeta sevgi yoksunlarının,

Kulaklarını çınlatacağım.


Sevgi, dalgın sular gibidir,

Gösterişsiz ve o nisbette derin.

Sevgi, gösterişin olduğu yerden,

Kaçar gider ona yol verin.


Çünkü, o bazen sevgilide bir bakış,

O kadar yalındır Sevgi.

Bazen sanatkârın gönlünde ürperiş,

O kadar sadedir Sevgi.


“Manolya ülkesi” kralı,

Evlenme çağına gelmiş kızına,

Uygun damat adayını düşünür,

Dertli dertli vurur sazına.


Öyle biri olmalı ki;

Ona hak ettiği değeri vermeli.

Gözü gibi baktığı,

Biricik kızını hakikaten sevmeli.


Fermanlarla ülkenin dört bir yanına,

Şu ilanı duyurdu.

“Güneşi kucaklayan delikanlı,

Kızımla evlenir” buyurdu.


Her kim ki, sevgisini böyle ispatlarsa,

Kızım onun olacak.

Ömür boyu saadet ve bolluk içinde,

Sarayda yaşayacak.


Fermanı duyan gençleri,

Korku, endişe, azim ve telaş sardı.

Ne yapmalı,

Prensese ve sarayın lüksüne kavuşsalardı.


Kimileri taşları dizerek,

Güneş’e ulaşmaya çalıştı.

Kimileride en yüksek dağın,

Zirvesine çıkmaya çalıştı.


Hâli vakti yerinde olanlar,

Uzun uzun kuleler yaptılar.

Hatta ağaç tepesinde,

Güneşin uygun anını kolladılar.


Güneş’e büyü yaptıran da oldu,

Aydınlığı göremezler.

Ama aradan aylar geçiyor,

Bu işin sırrına eremezler.


Bir gün kralın huzuruna,

Giyimi hoş olmayan biri geldi.

Ama oldukça yakışıklı delikanlı,

Yüreği akan seldi.


Güneşi huzurunda,

Kucaklayabileceğini söylüyordu.

Kral ve kızı,

Delikanlının isteğini kabul ediyordu.


Güneşli günde bahçede,

Kral ve kızı yan yana oturmuş.

Prensesin bu gence baktıkça,

İçinden bir şeyler kopuyormuş.


Etraflarında da büyük bir kalabalık,

Merakla bekliyorlar;

-Hadi bakalım, kucakla güneşi görelim!

Diye ekliyorlar.


Sözlerin ardından delikanlı,

Hızla koşarak muhafızları aştı.

Prensese sımsıkı sarıldı,

Onu bir türlü bırakmamıştı.


Kimse olanlara bir türlü,

Anlam veremiyor, çıtı çıkmıyor.

Kralın kükremesi,

Delikanlının cesaretini yıkmıyor.


-Bre zındık ne yaparsın?

Dedi kral, şaşkınlığını atınca.

-Nedir bu ahmaklığın anlamı?

Diye kükreyip çalım satınca.


Muhafızlarca zorla ayrılan,

Delikanlı şunları söyledi.

Boynunu bükerek ama,

Sesindeki neşeyle şunu ekledi.


-Sayın Kralım, güneşi,

Kim kucaklarsa kızım onun dediniz.

Ne diyeceğime kulak verip,

Saygılarımı kabul ediniz.


-Ben şu karşı viranede,

Gözlerimi açtım, kızınızı gördüm.

Aşk ve sevginin ateşiyle,

Yüreğim yandı, kavruldu, kördüm.


Her gün penceremden penceresine,

Bakar ışıl ışıl olurum.

Prensesi göremezsem kahrolurum,

Karanlıklarda boğulurum.


Ben onunla var olur, onunla yok olurum,

Benim güneşim o.

Benim gündüzüm, gecem,

Yazım, kışım, soğuğum, sıcağım, neşem o.


Bu an bile bana, sonsuza dek yeter,

Ne olacak ise olsun.

Razıyım sayın kralım,

İsterse ölümüm güneşimden olsun.


Kral ve prensesin gözleri dolar,

Herkeste düzelir moral.

-”Kırk gün kırk gece düğün yapılsın,

Gence kızımı verdim”, der kral.


Prenses neşeyle ellerini çırptı,

Doğru bir seçim yapmıştı.

Sevginin güneşini yakalayan,

Delikanlı kızı kapmıştı.


Prenses ve delikanlı,

Sarayda yaşadılar, sürdüler demi.

Dostlar sizler de sevgiyle,

Güneşe sarılmaya çalışın E Mİ?




IMG 2763

BULDUM


Neydi bütün ruhunun yıllardır susadığı,

Neydi kalbini doyuracak ve coşturacak?

Bilmiyordu. Her hücresine damar damar akıp,

İlkbaharın soluklarını doyuracak.


Sanki asırlardır arıyordu, ufuklaydı gözleri,

Doğduğundan beri hissediyordu.

Hayaline girmemiş hayaller uzaklarda,

Ruhu bilmediği bir şeyleri arıyordu.


Bir bahar yeli bekliyordu çölleşmiş gönlü,

Adeta bir yıldız ışıması bekliyordu.

Derin bir iç çekti kainatın karşısında,

Kendini bir yabancı gibi hissediyordu.


Neticede odun parçası olan ağaçlara,

Takıldı gözü, sanki ilk kez bakıyordu.

Topraktan çamurlu su alıyor, üzüm,

Elma ve daha nice meyveler yapıyordu.


Üstelik vitaminin, mineralin ve proteinin,

Yanında bin bir çeşitte lezzet.

Renk ve koku da üretiyordu. Bir parça odunda,

Nasıl olur böyle bir ilim ve izzet.


Ya şu mavi gökyüzünde değişik tablolar çizerek,

Geçen bulut öbekleri, şaşırdı!

Kilometrelerce uzaktan aldıkları suyu,

Niye muhtaçların ayağına taşırdı?


Mahlukata karşı gayet açık bir şekilde,

Görünen merhamet bulutun neresindeydi?

Her bakışta biraz daha büyüleyen,

Gökyüzünün süslü yıldızları az gerisindeydi.


Güneş niye dünyayı aydınlatıp ısıtıyor,

Ve bitkilere fotosentez yaptırıyor?

Az uzak veya yakın olsa hayat olmaz,

Yanan ateş küresi hesabı nasıl yapıyor?


Polis ve işaretin olmadığı yerde,

Hangi vahim olayların olacağı belliyken.

Dünyadan kat kat büyük yıldızlar,

Niye hiç çarpışmıyorlar, müthiş süratiyle uçarken?


Kainat kendini, işaret ettiklerini,

Anlattı bir bir, bakmış ama görememişti.

Kainatın her bir parçasında kendine gelip,

Niye şimdiye kadar fark edememişti?


Bir şeyler koptu içinde, sanki ölü bedenine,

Damar damar kan akmaya başlamıştı.

Kurumuş nehirler adeta canlanmış,

Ruhu ilk baharlarını yaşamaya başlamıştı.


Bütün dünyasını karartan sıkıntılardan,

Sıyrıldı, benliğindeki özü buluyordu.

Çiçek ve ağacın söylediği,

Yıldızların haykırdığı hakikatleri.


Ruhunun, bütün kainatın manasını çözüyordu.

Hiçbir şey rast gele ve boş değildi.

Yıldız, karınca, eller, kalp ve beyin…

Kısaca her şeyin bir manası vardı, basit değildi.


Bütün kainatı yaratan, koruyan,

Yarattıklarıyla nice mesajlar gönderiyordu.

Kainatı okuyan kalbi, bu gerçekler karşısında,

Sımsıcak duygularla doluyordu.


Evet çok merhametli, çok sevgili. Kudreti,

Her şeyi kuşatan biri vardı. Ezeliydi.

Evet, onun varlığını birliğini mahlukatta

Fark etmek buluşların en güzeliydi.


Bu arayış sonunda ulaşılan hakikat,

Sonsuz rahmetine ulaşmanın şartı idi.

Kendisini sonsuz bir mutluluk içinde,

Hissederek, ruhuyla yükselip ona yöneldi.


Sahip olduğumuzun güzelini, imanı,

Paylaşabilir miyiz, çölleşmiş gönüllerle?

Masum muyuz, bir düşünelim sevgili dostlar?

Gerçekten, yalanla, riya ve desiselerle.


Neden, küçük bir çizgide gidip geliyor?

Meddücezir oynuyoruz, hala uyanmaz mıyız?

Yüreğimizde imanı dalgalar halinde kabartıp,

Bütün dünyayı yıkayamaz mıyız?


Kainat dünyasız, dünya insansız, insan imansız,

Gönül sevgisiz olur mu, düşünelim?

Daha dün bitmeden, bir gün daha yaklaşmadan ölüme,

Ne olur, bir kez daha düşünelim.




IMG 2766

NEYLEYİM


Bakan sen olmadıkça,

Karakaşı neyleyim.

Yanımda sen olmadıkça,

Uzun yaşı neyleyim.


Yanımda sen olmadıkça,

Ben uyumayı neyleyim.

Seninle olmadıkça,

Uyanmayı neyleyim.


Nefes nefese solumadıkça,

Ben havayı neyleyim.

Hastalığımda olmadıkça,

Ben devayı neyleyim.


Dilim seni söylemedikçe,

Ben sözleri neyleyim.

Seni her dem görmedikçe,

Ben sözleri neyleyim.


Naîf tene dokunmadıkça,

Ben elleri neyleyim.

Caneme sarılmadıkça,

İnce belleri neyleyim.


Aşkı satın almadıkça,

Ben parayı neyleyim.

İçinde sen olmadıkça,

Ben sarayı neyleyim.


Bana yar olmadıkça,

Ben yârlığı neyleyim.

Seninle paylaşmadıkça,

Ben varlığı neyleyim.


Karda seninle oynamadıkça,

Ben kayakları neyleyim.

Sana doğru yürümedikçe,

Ben ayakları neyleyim.


Müziğimde sen olmadıkça,

Ben fonu neyleyim.

Arayan sen olmadıkça,

Ben telefonu neyleyim.


Seherde adını şakımadıkça,

Ben bülbülü neyleyim.

Çiçekler sen kokmadıkça,

Ben gülü neyleyim.


Sana kulaç açmadıkça,

Ben küreği neyleyim.

Delicesine sevmedikçe,

Ben yüreği neyleyim.


Tebessümün olmadıkça,

Ben gülmeyi neyleyim.

Uğruna can vermedikçe,

Ben ölmeyi neyleyim.





NİSAN


Uçsuz bucaksız, koyu lacivert, gökyüzü okyanusunda parlayan.

Milyonlarca irili ufaklı yıldız var, ışıl ışıl ışıldayan.


Dalgalanan denizin üzerinde, dolunay, tatlı tatlı yansıyor.

Dalgalar küçük hışırtılarla, oyunlar edip kıyıyı basıyor.


Kumlara uzanmış öylece, saatlerdir manzarayı seyrediyor.

Ne şehrin gürültüsü, ne bitmeyen meşgaleler, aklına gelmiyor.


Her şey sanki yüzyılların ötesinde kalmış, başka bir alemdeydi.

Deniz, kumsal, gökyüzü, milyonlarcası içinde bir kum tanesiydi.


Tabiatın bağrında böyle, duru bir cenneti ilk kez hissediyor.

İyi ki arkadaşlara uyup geldim, diye aklından geçiriyor.


Çadırda kalan beş-altı arkadaşı, çoktan uyumuş olmalıydı.

O ise, bu büyülü gecede, asla uyumamakta kararlıydı.


Ruhu sonsuzluklarda, kanat çırpıp uçuyor, sanki soluk alıyor.

Kâh balık gibi deniz dibindeki, rengarenk alemlere dalıyor.


Kâh özgür kuş gibi gökyüzünün, yıldız saraylarında süzülüyor.

Kâh yaratılışın sırrını, idrak edemediğine üzülüyor.


Gözleri gördüğü kadarıyla, kainatı adım adım geziyor.

Gözlerin yetmediği sınır ötesini, hayal gücüyle seziyor.


Ne muhteşem bir yer bu kainat, diyerek hayranlıkla mırıldandı.

Ne güzel yazılmış bir şiir, yapılmış bir tablo diye, kahırlandı.


Düşünerek, ben hiç böylesine, güzel olduğunu fark etmemiştim.

Kendine kızmıştı, neden daha önce, böyle bir yere gelmemiştim?


İnsan şehirde çok şey kaybeder, diye söylendi. İş, güç, koşturmaca.

Hep daha iyi gelecek için, çalışmak akıllılık mı acaba?


Evet, insan yarınını düşünüp, hazırlık yapmalı, üretmeli.

Ama gelecek hayalleri uğruna, bu günü de kaybetmemeli.


O da çokları gibi ânın kıymetini, bilmemiş ölü gibiydi.

Kanatlanmaya başlayan ruhunun, sırrını yakalamış gibiydi.


Sevdikleri, ailesi, insanlar, göz önüne geldi, neydi âlâ.

Onlar şehirde binaların arasındaydı, bu gecede bile hâlâ.


Döndüğünde ilk iş olarak, herkese buraları anlatacaktı.

Hatta geri dönmesine en büyük sebep, bu anlatış olacaktı.


Acısıyla, tatlısıyla, hayat ırmağına katılan damla olsa.

Her türlü stresten uzak ve huzurlu güzellikleri yudumlasa.


Hayatını burada geçirse hiç bıkar, başka şey arar mıydı?

Tabiatın bağrında, bir çadırda yaşasa, acaba sıkar mıydı?


Tüm güzelliklerine rağmen, cevabı biliyordu. Evet sıkılırdı.

Sadece manzara seyretmek, seyirci olmak yetmezdi, bıkılırdı.


Bunun için doğmamıştı, öyle olsa sadece gözleri olurdu.

Oysa dili elleri vardı, aklı problem çözecek, biliyordu.


İmanlı, okuyan insan, seyirci olarak aleme gelmemişti.

Sorumluydu, Takvalı kul olma emanetini taşıya gelmişti.


Saatlerdir bakmaktan yorulan, gözleri kapandı imdi.

Sadece dalga sesleri, iç alemine girebiliyordu şimdi.


Kainat kalbinin atışı gibi, dalga sesleri kıyıyı döven,

Yontan, şekil veren dalga sesi, her meddücezirde Allah’ı öven.


Binlerce yıllık bu çabalarla, kayalar parçalanıp kum olurdu.

Sonra kumlar canlı atıklarıyla, harmanlanınca toprak olurdu.


Topraktan her çeşit besin fışkırır, canlılar yiyerek var olurdu.

Çeşit çeşit nebâtattan, gıdalanan insana şükür kâr olurdu.


Ne güzel, dedi. Aldığı kumu, rüzgarın savuruşuna bıraktı.

Binlerce yıl sonrasına, nebat hazırlayan tabiata çıraktı.


Balıkla kaynayan deniz, bugünün midelerinin hizmetindeydi.

Kainatın bağrında barındırdığı, güzelliklerin sırrı neydi?


Kainat aynı zamanda koca bir fabrika, her şey çalışıyordu.

Deniz, dalgalar, rüzgar, balıklar, kumlar… Adeta yarışılıyordu.


Ya insan? Oturamazdı. Ayıp olurdu bunca terleyene karşı.

İnsana verilen melekeler ile, sarsması gerekiyordu arşı.


Daldı. Yüzüne vuran, dalgaların serinliğiyle kendine geldi.

Adeta uyuması istenmiyordu, onu sürükleyen bir seldi.


Gözlerini açtı. Hava bulutlu, yıldızlar gitmiş, yağmur yağıyor.

Başını kaldırıp gülümsedi, yeryüzü buluttan yağmur sağıyor.


Başka zaman olsa yağmurdan kaçardı, ıslanmak hoşuna gitmezdi.

Oysa şimdi iliklerine kadar işlerken, o yağmuru itmezdi.


Kaçmak da ne? Her şey kendini, göstermek için resmi geçit yaparken.

Nefes aldığını sanmış, ruhu kanatlanmış doruklarda uçarken.


Yaşadığını hissederken, şu anın büyüsünü bozar kaçar mı?

Hiç olmadığı kadar bu gece bir insandı, mutluluğu saçar mı?


Okuyan, imanlı bir insan, vergeri dönüp anlatacak bir insan.

Yeşilin eteklerinde, mavinin gölgesinde, aylardan da NİSAN.





YAĞMUR


Rüzgar yıllardır söyleştiği,

Dalların arasında dolaşırken yağmur yağıyor.

Tabloya bir yanda gök gürültüleri,

Bir yanda çakan şimşekler eşlik ediyor.


Hayatın kaynağı, yaşamın özü su,

En berrak kıyafetiyle iniveriyor.

Yol kenarında derecikler akmaya başladı,

Bir hızlanıp bir yavaşlıyor.


Güvercinler aşkla birbirlerine sokulmuş,

Bekleşiyorlar saçak altlarında.

Bir iki kedi sığınılacak yer telaşında,

Park etmiş araba altlarında.


Kimi hüzünlendi ardından bakarken,

Her damlanın. Kimi daldı anılarına.

Kimi sevindi, yeniden doğdu,

Çoktandır kurumuş, suya hasret topraklarına.


Parayla satılmaz ve satın alınmaz,

Güzelliklerden yağmur herkesin hakkıdır.

Bilirsiniz yağmur damlalarının,

Pencere camına vuruşları pek tatlıdır.


Kristal izler bırakarak akan,

Gözyaşlarına dönüşen yağmuru izlemek.

Elbette ayrı güzeldir,

Her bir damlada yansıyan nice dünyaları gizlemek.


Usul usul çiseleyen nisan yağmurunda,

Kırlarda dolaşmak gibisi yoktur.

Ömründe böyle yolculuğa çıkmamış insanın,

Yaşam öyküsünde eksik çoktur.


Ruhun yüzünde farkına varılmasa da,

Beliriveren bir tebessüm, çocuksu.

Şairlerden daha şair, edipten daha edipleşir,

Kanatlanan gönül coşkusu.


Çocuksu ellerini açıp avuçlarına,

Konuveren damlalarla tanışmak.

Yaşamın acı tatlı bin bir yüzünden,

Elini ayağını çekip nefes almak.


Yüreğindeki sevda ateşiyle özlem taşıyan,

Bir su damlasını hissetmek.

Kilometrelerce uzaktan yitmeden gelebilen,

Damlacıklara kulak vermek.


Eline konup bir sevgi öpücüğüne,

Dönüşen yağmura söz hakkı tanımak.

Toprağın yaşama sevinci nefesini,

Ciğerlerinde hissedip suyu tatmak.


Can suyunun özlemiyle tutuşurken,

Ona kavuşan sırlı bir yolculuk yapmak.

Bir yaprak, çiçek ya da bir ağaç gibi,

Düşünüp köklerin sevincini solumak.


İç dünyasının yağmur damlasındaki,

Yansımasında maskesiz aslını bulmak.

Yapmacıksız ve de saf sözlü suyun,

Berrak yüzünde özünün çağrısını duymak.


Bir kez gönül toprağı, yağmurla buluşsa,

Yeryüzünde gök kuşakları açacak.

Bir tek damla insan, bin bir rengin,

Gökleri kuşatmasına vesile olacak.


Her insan sırlı alemlere giden yolcudur,

Her gönül de mananın anahtarı.

Ve her yağmur damlası efsunlu,

Bir pas giderici olur, yakar bu anahtarı.


Dertler, hüzünler, mutluluklar…

Adı her neyse yaşanan, dünyada yağ hepimize.

Ağaçlara, çiçeklere, saatlerce, yıllarca,

Ömür boyu yağ üzerimize.


Tevazu dolu gümüş damlalar gibi,

Saf ve temiz gel, birik avuçlarımızda.

Arındırıver geçtiğin her yeri,

Usulca dolaş yüzümüzde, saçlarımızda.


Her insan ayrı bir dünyadır ve,

Her yağmur damlası gönle giden gizemli bir yol.

Seni gözlüyorum yağmur. Ta ki,

Kanatlı, berrak serin nefesinle gönlüme dol.





ALLAH KORKUSU


“Biz ne zelil millet idik! Allah,

İslam ile bizi aziz etti.” (1)

İslam’dan başka yerde izzet aradık,

Bu zelil olmamıza yetti.


Ne emrolunmuş hepsini yaşamak şartıyla,

İnsan üstünlük kazanır der İSLAM.

Maddi zenginlik değil, emre itaat,

Ve teslimiyetle fazilet kazandı Sahab-i Kiram.


Kalpler doldurulur ise lebaleb,

Şeairi İslamiyeye tazim aşkıyla.

Fertler bu vadide yapacak isteneni,

Allah aşkı ve iştiyakıyla.


Allah’ın emrini tut, yasaklarından kaç,

Manen büyük insan ol.

İnsan nezninde hüsnü kabul gör,

Allah tarafından sevil, Peygamber sevgisiyle dol.


Allah’ı hoşnut et. Resulün “hizaya gel” fermanına,

Emirlere eksiksiz uy, onun kumandasında.

İslam aleminin mesut olup, girdaptan kurtulup,

Sahili selamete ulaşması yakında.


Şahsı maneviye katledilmiş, fert değil,

Çağın bütün efradına kıyılmış.

Bu katliama korkunç bir merhametsizliğin,

Cehaletin ve ihmalin neticesiyle varılmış.


Haristanda bülbüller sinmiş,

Baykuş sesleri kulakları tırmalamakta.

Maneviyat yolunun eşkiyaları kavşaklara,

Pusu kurmuş, kalplere korku salmakta.


Berkihatıf gibi yalancı, aldatıcı,

Sahte pırıltılar peşinde koşma yar.

Korkma, sözünde yüzde bin doğruluk bulunan,

Vahyi konuşan peygamberi âli şan var.


1-Hz.ÖMER





İSTİYORUZ.


Şefkat öyle bir dildir ki,

Kör görebilir, sağır da işitebilir.” (1)

Anne şefkat kahramanı,

Çocuğu için nelere katlanabilir.


Çiçeği olmayan dağın,

Peteği boş kalacaktır.

Ata İslam’dan mahrum ise,

Çocuk ne alacaktır.


Allah İhmal etmez, lakin imhal eder,

Mühlet verir, belki aklını başına toplar.

Alevleri bacayı saran manevi yangını,

İdrake muvaffak ve iz’an kılar.


“Kur’an dünyada cemaatsiz kalırsa,

Cenneti de istemem.” (2)

Gözümde ne cennet sevdası var,

Ne de çok korkulan cehennem.


Bu milleti Müslüman görmek,

İstemeyenlerin kulakları çınlasın.

Minarede Ezanı Muhammediyi,

Duydukça huylananlar çatlasın.


Olaylar azgın bir seylap gibi gençliği,

Karanlık meçhul bir istikamete götürüyor.

Basit formüller, ucuz, emanet,

Uyduruk reçeteler kurtuluş için kafi gelmiyor.


1-Mark TAVN.

2-Bediüzzaman S.N.





SESLENİYORUM


Kalpleri iman, kafaları İslami ilim,

Birleştirmedikçe ayrılık kalkmayacak.

Halıkın “Lebbeyksedasını manen,

Ruhen duyacak, ilahi yardıma mazhar olacak.


Biz, bize taş atana elimizde,

Güller ve lokmalar ile gidiyoruz.

Prensipleri muhkem islam’ın,

Çatısında toplananları istiyoruz.


Kalpleri küsuf tutmuş, gözleri,

Maddeye dönük kurbanlara sesleniyorum.

Kurtuluş manada. Madde ise,

Gayeye ulaştıran vasıtadır diyorum.


Ne var ki, cevherin kadrini,

Cevherci olmayan bilemez.

Dinsizliği şiarmedeniyet,

Telakki eden dirilemez.


Küfür, manevi tahribatı ile,

Memlekette zehrini saçacak.

İstikbal inkılabatı içinde,

En gür sedâ İslam’ın olacak.


Köleler zilleti içinde el etek açıp,

Bel kırıp gerdan büküyoruz.

Kendini kurtaramayan, doktoru,

Can çekişen bir hastaya benziyoruz.




OLACAK!

“Bilgili kimse gerekli sözü söyler,

Gereksiz sözü gömüp gizler.” (1)

Bilgisiz, ne dese bilmeden söyler,

Onun için dili başına yer.


Küfrün hududu geniş, derecesi hayvani,

Hatta daha da düşük seviyelerde,

Karga bülbülün sırını bilmez,

Bilseydi o da hazin hazin öterdi seherlerde.


“Din Allah’ın akıl sahiplerine verdiği,

En büyük nizam ve nimeti ilahidir.” (2)

Kendi kuvvetine meftun ve eriştiği,

Ufuklarla öğünen ilerleme, cahilidir.


“Ben şunu iddia ederim ki, Hz. Muhammed(s.a.v),

Mümtaz bir şahsiyettir.” (3)

İnsanlık böyle bir mümtaz kudreti,

Bir defa görmüş, bir daha görmeyecektir.


Yere bıraktıran bin bir hacaletin altında,

Ezilsek de Rasulün izinden gideceğiz.

Hakikat aşkıyla, Kur’an gölgesinde,

Sekiz cennet baharının sefasını süreceğiz.


Ya kargalar gülistanı,

Terk edip çöplüklere taşınacak.

Yahut da cûşu hurûşa gelerek,

Bülbüllere râm olacak.


1-Edip AHMET 2-Knematirul 3-Bismark


AHİRET

“İnsanın boyunun uzaması yirmi iki yılda biter,

Aklı ise yirmi sekiz yıldadır.” (1)

Aklı az Salih olmaz. Onun ifsat ettikleri,

Islaha çalıştıklarından kat kat fazladır.


Ölümsüzlük için yaşamanın sırrına ermek,

Dünyada cennet hayatı yaşamaktır.

“Allah’ı bileliden beri, bela diye bir şey,

Bilmiyorum”, deyişinden zevk almaktır. (2)


Mü’min sıkıntı ve imtihanlarla,

Tasaffi ederek insanî ufka ulaşır.

Dünyada, cennet ehli oluncaya kadar,

Bu sıkıntı ve imtihanla olgunlaşır.


Allah, sevdiği kuluna, mahkeme-i kübraya,

Getirinceye dek engeller koyar.

Değişik damıtma havuzlarına alıp,

Arıtarak istediği kıvama koyar.


Öteki tasaffinin ilk basamağını,

Kabir alemi teşkil eder.

Kabir alemine giren insanları,

Münker ve Nekir melekleri bekler.


Bu sorular karşısında terleyen mü’min,

Kısmen arınır, yürür ötelere.

Bazıları kabri aşsalar da,

Düşer kalkarlar, sırtlarındaki veballerle.


Mahşerdeki müthiş sahneler,

Arınmaya vesile teşkil eder.

Allah’ı görebilecek bir akibet için,

Dünyada ne çekilse değer.


Cenabı hak her çektiğimiz sıkıntı ile,

Adım adım o neticeye götürmekte.

İnsanın dünyada karşılaştığı pek çok musibet,

Merdiven hükmündedir ahirette.


İnsan kendisini sıfırladığı nisbette,

Cenab-ı Allah’a yaklaşır.

Aksine, kendine az da olsa,

Bir şey atfettiğinde de uzaklaşır.


Evet sonsuzluk karşısında sıfır olma,

İnsan için en ideal ufuktur.

Sonsuz karşısında kendini sıfırlama,

Önemli, çünkü iki sonsuz yoktur.


İnanmayan insanların haramlarla,

İştigal etmeleri yadırganmaz.

Müslümanın, kafire ait duygu ve düşünceyi,

Taşıması her halde doğru olmaz.


“Mü’minin gönül gözünden sakın,

Çünkü o, Allah’ın nuruyla bakar.” (3)

“Kalbi perişan eden hastalıkların başında,

Riyakarlık yatar.” (4)


“Haksız yere bir cana kıyan,

Bütün insanlığı öldürmüş gibi olur.

Bir canın yaşamasına sebep olan,

Bütün insanlığı yaşatmış olur.” (5)


“Ben göklerime ve yeryüzüne sığmam da,

Mü’min kulumun kalbine sığarım.” (6)

Kalbine sığdığım mü’min kulumun önüne,

Dünyada ve cennette nimetlerimi yığarım.


1-Hz.ALİ

2-Rabiatül ADVİYE

3-H.Şerif

4-BAKARA 10 5-BAKARA 38

6-K.HADİSİ Ş.






lude>


</noinclude>


Advertisement