Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Bülbül Gölgeler Bayrak
Mehmet Akif Ersoy
Firavun İle Yüzyüze

Düz Liseler İçin 2'li Tablo Sunumu[]

.......Leylâ....
Güncel Türkçesi
"Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak?" derim, "yer pek";

Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, "gök yüksek".

"Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak?" derim "yer pek"

Döner, imdadı gökten beklerim, ne yazık ki, "gök yüksek"

Bunaldım kendi kendimden, zamân ıssız, mekân ıssız;

Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!

Bunaldım kendi kendimden zaman ıssız, mekân ıssız;

Ne ıssız, kimsesiz yerlerde bir yoldaş, ne karanlıklarda tek yıldız;

Cihet yok: Sermedî bir seddi var karşında yeldânın;

Düşer, hüsrâna, kalkar, ye'se çarpar serserî alnın!

Yön belirsiz: Sonu gelmeyen duvarları var karşında uzun gecenin

Düşer, acılara; kalkar, ümitsizliğe çarpar serseri alnın!

Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdîler, enginler;

Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!

Ocaksız, vahalar, çöller; sağır, vadiler, enginler;

Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!

Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr;

İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?

Şu yıkık kubbe, yıllardır, sesten uzak, ışıktan uzak;

Allah'ım, yok mu ufuklarında doğan sabaha benzer bir ışık?

Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark'ı istîla?

Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ,

Ne bitmez bir geceymiş! Neden etmiş Doğu'yu istilâ?

Değil canlar, dünyalar göçtü hayattan, bunun, hâlâ.

Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı;

Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı!

Kâbusu ezer üç yüz elli, dört yüz milyon imânı;

Girdabı boğar her dönüşünde milyarlarca serveti!

Asırlardır ki, İslâm'ın bu her gün çiğnenen yurdu,

Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev'ûdu!

Yüzyıllar var ki bu İslâm'ın yurdu her gün çiğnenmekte,

Yüzyıllar geçti, va'd edilen yarını hâlâ beklemekte!

O ferdâ, istemem, hiç doğmasın "ferdâ-yıferdâ-yı mahşer"se...

Hayır, kudretli bir varlıkla mü'minler mübeşşerse;

O yarının gelmesini hiç istemem, eğer "mahşer günü"yse...

Ama bu değil de müminler güçlü bir varlığa sahip olmakla müjdelenmişse;

Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık?

Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?

Bilmem ama, bu kat kat perdeler niçin sıyrılmasın artık?

Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?

O "aydınlık" ki, sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı,

"Vücûdundan peşîman, ölmek ister" sandığın Şark'ı,

O "aydınlık" ki, sönmek bilmeyen doğmak ve parlamak umudunu,

" Varlığından pişman, ölmek ister" sandığın Doğu'yu,

Füsünkâr iltimâ'âtıyle döndürmüş de şeydâya;

Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.

Büyüleyici pırıltılarıyla döndürmüş de çılgına;

Sürükler bunca yıllardır, o sevdadan bu sevdaya.

Hayır! Şark'ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-i nâ-kâmın,

Bütün dünyâda bir Leylâ'sı var: Âtîsi İslâm'ın.

Gerçekte Doğu'nun, o kendini düşünmeyen talihsiz Mecnun'unBu âlemde bir Leyla'sı var, o da geleceğidir İslâm'ın.
Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânîsidir ancak;

Bugün, yâdıyle müstağrak yarın, yâdında müstağrak!

Varlıklar âlemi nasıldır bilmez, bu âlemde kendini geçici sayar,

Bugün adını anarak dalıp gider, ertesi gün hatırası içinde kendinden geçer.

Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma!

Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma!

Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın sevgili, uzaklaşma!

Senin derdinde canlardan geçen Mecnûn'la uğraşma!

Düşün: Bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı,

Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?

Düşün: Zavallının en kahraman, en gürbüz evlâdı,

Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?

Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?

Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?

Şu yüzbinlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?

Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?

Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar?

Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar?

Kimin boynundadır serden geçip asılan canlar?

Kimin uğrunadır, Leylâ, o insanların katledildiği yerler, o zindanlar

Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,

Görün bir kerrecik, ye's etmeden Mecnûn'u istîlâ.

Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,

Görün bir kerrecik, etmeden ümitsizlik Mecnûn'u istilâ.

Niçin hilkat zemîninden henüz yüksekte pervâzın?

Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i'zâzın,

Niçin yaratılış dünyasından henüz yüksekte uçmaktasın?

Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç ağırlanma imkânın,

Şafaklar ferş-i râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır;

Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır;

Şafaklar yoluna serilmiş halı, gerçektan aydınlığı çerağındır;

Göklerin kalbinde yer tutmuş hilâlim otağındır;

Ezanlar nevbetindir: İnletir eb'âdı haşyetten;

Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten;

Ezanlar nöbet vuran mehterindir: İnletir mesafeleri korkudan

Alemler, kubbeler çeyizindir, indirilmiş Allah katından

Cemâ'atler kölendiı: Kâ'be'ler haclen... Gel ey Leylâ;

Gel ey candan yakın cânan ki gâiblerdesin, hâlâ!

Cemaatler kölendir, Kabe'ler gelin odan... Gel ey Leylâ,

Gel ey candan yakın sevgili ki görünmez alemlerdesin hâlâ!

Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan,

Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan

Bu nazın elverir, Leylâ, in artık in ki yükseklerden,

Sonsuz bir bahar insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan.

 

 

Şiir Metni Güncel Türkçesi İngilizce tercüme Osmanlıca

"Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak?" derim, "yer pek";

Döner, imdâdı gökten beklerim, heyhât, "gök yüksek".

Bunaldım kendi kendimden, zamân ıssız, mekân ıssız;

Ne vahşetlerde bir yoldaş, ne zulmetlerde tek yıldız!

Cihet yok: Sermedî bir seddi var karşında yeldânın;

Düşer, hüsrâna, kalkar, ye'se çarpar serserî alnın!

Ocaksız, vâhalar, çöller; sağır, vâdîler, enginler;

Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!

Şu vîran kubbe, yıllardır, sadâdan dûr, ışıktan dûr;

İlâhî, yok mu âfâkında bir ferdâya benzer nûr?

Ne bitmez bir geceymiş! Nerden etmiş Şark'ı istîla?

Değil canlar, cihanlar göçtü hilkatten, bunun, hâlâ,

Ezer kâbûsu, üç yüz elli, dört yüz milyon îmânı;

Boğar girdâbı her devrinde milyarlarca sâmânı!

Asırlardır ki, İslâm'ın bu her gün çiğnenen yurdu,

Asırlar geçti, hâlâ bekliyor ferdâ-yı mev'ûdu!

O ferdâ, istemem, hiç doğmasın "ferdâ-yı mahşer"se...

Hayır, kudretli bir varlıkla mü'minler mübeşşerse;

Bu kat kat perdeler, bilmem, neden sıyrılmasın artık?

Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?

O "aydınlık" ki, sönmek bilmeyen ümmîd-i işrâkı,

"Vücûdundan peşîman, ölmek ister" sandığın Şark'ı,

Füsünkâr iltimâ'âtıyle döndürmüş de şeydâya;

Sürükler, bunca yıllardır, o sevdâdan bu sevdâya.

  Hayır! Şark'ın, o hodgâm olmayan Mecnûn-i nâ-kâmın,

Bütün dünyâda bir Leylâ'sı var: Âtîsi İslâm'ın.

Nasıldır mâsivâ, bilmez; onun fânîsidir ancak;

Bugün, yâdıyle müstağrak yarın, yâdında müstağrak!

Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın cânan, uzaklaşma!

Senin derdinle canlardan geçen Mecnun'la uğraşma!

Düşün: Bîçârenin en kahraman, en gürbüz evlâdı,

Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?

Şu yüz binlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?

Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?

Kimin boynundadır serden geçip berdâr olan canlar?

Kimin uğrundadır, Leylâ, o makteller, o zindanlar?

Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,

Görün bir kerrecik, ye's etmeden Mecnûn'u istîlâ.

Niçin hilkat zemîninden henüz yüksekte pervâzın?

Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç imkân-ı i'zâzın,

Şafaklar ferş-i râhın, fecr-i sâdıklar çerâğındır;

Hilâlim, göklerin kalbinde yer tutmuş, otâğındır;

Ezanlar nevbetindir: İnletir eb'âdı haşyetten;

Cihâzındır alemler, kubbeler, inmiş meşiyyetten;

Cemâ'atler kölendiı: Kâ'be'ler haclen... Gel ey Leylâ;

Gel ey candan yakın cânan ki gâiblerdesin, hâlâ!

Bu nâzın elverir, Leylâ, in artık in ki bâlâdan,

Müebbed bir bahâr insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan

"Barındırmaz mısın koynunda, ey toprak?" derim "Yer pek"

Döner, imdadı gökten beklerim, ne yazık ki, "gök yüksek"

Bunaldım kendi kendimden zaman ıssız, mekân ıssız;

Ne ıssız, kimsesiz yerlerde bir yoldaş, ne karanlıklarda tek yıldız;

Yön belirsiz: Sonu gelmeyen duvarları var karşında uzun gecenin

Düşer, acılara; kalkar, ümitsizliğe çarpar serseri alnın!

Ocaksız, vahalar, çöller; sağır, vadiler, enginler;

Aran: Beynin döner boşlukta; haykır: Ses veren cinler!

Şu yıkık kubbe, yıllardır, sesten uzak, ışıktan uzak;

Allah'ım, yok mu ufuklarında doğan sabaha benzer bir ışık?

Ne bitmez bir geceymiş! Neden etmiş Doğu'yu istilâ?

Değil canlar, dünyalar göçtü hayattan, bunun, hâlâ.

Kâbusu ezer üç yüz elli, dört yüz milyon imânı;

Girdabı boğar her dönüşünde milyarlarca serveti!

Yüzyıllar var ki bu İslâm'ın yurdu her gün çiğnenmekte,

Yüzyıllar geçti, va'd edilen yarını hâlâ beklemekte!

O yarının gelmesini hiç istemem, eğer "mahşer günü"yse...

Ama bu değil de müminler güçlü bir varlığa sahip olmakla müjdelenmişse;

Bilmem ama, bu kat kat perdeler niçin sıyrılmasın artık?

Niçin serpilmesin, hâlâ, ufuklardan bir aydınlık?

O "aydınlık" ki, sönmek bilmeyen doğmak ve parlamak umudunu,

" Varlığından pişman, ölmek ister" sandığın Doğu'yu,

Büyüleyici pırıltılarıyla döndürmüş de çılgına;

Sürükler bunca yıllardır, o sevdadan bu sevdaya.

  Gerçekte Doğu'nun, o kendini düşünmeyen talihsiz Mecnun'un

Bu âlemde bir Leyla'sı var, o da geleceğidir İslâm'ın.

Varlıklar âlemi nasıldır bilmez, bu âlemde kendini geçici sayar,

Bugün adını anarak dalıp gider, ertesi gün hatırası içinde kendinden geçer.

Gel ey Leylâ, gel ey candan yakın sevgili, uzaklaşma!

Senin derdinde canlardan geçen Mecnûn'la uğraşma!

Düşün: Zavallının en kahraman, en gürbüz evlâdı,

Kimin uğrunda kurbandır ki, doğrandıkça doğrandı?

Şu yüzbinlerce sönmüş yurda yangınlar veren kimdi?

Şu milyonlarca öksüz, dul kimin boynundadır şimdi?

Kimin boynundadır serden geçip asılan canlar?

Kimin uğrunadır, Leylâ, o insanların katledildiği yerler, o zindanlar

Helâl olsun o kurbanlar, o kanlar, tek sen ey Leylâ,

Görün bir kerrecik, etmeden ümitsizlik Mecnûn'u istilâ.

Niçin yaratılış dünyasından henüz yüksekte uçmaktasın?

Şu topraklarda, şâyed, yoksa hiç ağırlanma imkânın,

Şafaklar yoluna serilmiş halı, gerçektan aydınlığı çerağındır;

Göklerin kalbinde yer tutmuş hilâlim otağındır;

Ezanlar nöbet vuran mehterindir: İnletir mesafeleri korkudan

Alemler, kubbeler çeyizindir, indirilmiş Allah katından

Cemaatler kölendir, Kabe'ler gelin odan... Gel ey Leylâ,

Gel ey candan yakın sevgili ki görünmez alemlerdesin hâlâ!

Bu nazın elverir, Leylâ, in artık in ki yükseklerden,

Sonsuz bir bahar insin şu yanmış yurda, Mevlâ'dan.

 

Ankara-Nisan 1922


    (*) Zorda kaldığına anlarda söylediğimiz bir deyimimiz vardır.

Yer pek, gökyüksek.

"Do not rely on the bosom, O my land?" I say "at most" Rotary, help expect from the sky, unfortunately, the "sky high" I’m swelter myself when its deserted, desolate place; What desolate, lonely places where a comrade, nor the only star in the darkness; Direction is ambiguous: there are endless walls in front of the long night Falls, pain, gets up, punk drum beat despair!

  Oases, deserts, deaf, valleys, and the waves; Void returns to the brain, scream it out: Sound the jinn! On the ruined dome, for years, away from the noise, away from light; God, Do not have a similar early morning light in the horizon? What an ending night! Why have invaded the East? Not flesh, caved in the worlds of life, it is still. Nightmare oppresses the three hundred and fifty, four hundred million faith; Vortex strangle the return of billions of wealth! However, the home of the centuries of Islam chew every day, Centuries have passed, the promise is still waiting for tomorrow! I never want to come tomorrow, if the "apocalyptic" ... But this is not the believers have a strong presence to give good news; I do not know, but why this many times to stand out curtains now? Why perfusion, still a bright horizon? That "light" that does not know go out and sparkle in the hope of rise,

 

  "Regret it’s exist , wants to die," you tought the chest and the East, Made the east crazy with it’s charming shines Drag all these years, love to love

In fact, the East, he does not think herself unfortunate Mecnun In this world there has Leyla , and she is the future of Islam. Assets do not know How is the kingdom, the realm itself provisional counts Today invoke the name of the dive goes, the next day in the self through memory. Leyla O Come, O Come close to cordially dear, go away! Your last Mecnûn ends tussle rats! Think: the hero, a loser, sons of the most robust, Victim whose sake that choped and choped? Who was that hundreds of thousands of fires are extinguished on the homeland? On millions of orphans, widows who is now on her neck? Whose lives can be hung around his neck dear pass? Whose sake, Leyla, where he murdered people, he dungeons Whether it is lawful for the victims, the blood, only you, Leyla, See on a once, without despair invasion Mecnun. Why are not yet high flying world of creation? On land, ıf, otherwise no possibility of hospitality, Down day break path laid carpet rarely lieght brightness. Marquee held the crescent in the heart of the heavens; Prayers are to Mehters makes distances graan with fear Rings, domes dowry, downloaded from God,

Communities you are slave Mosque room is to come ... Leyla O Come, Come oh dear that does not appear close to cordially realms still! This gentle help , Leyla, now in the heights of, Incidence of burned home is on an eternal spring, to Mevlâ.

Ankara, April 1922

Buraya

 

Safahat logo

Şablon:Düz liseler için safahat projesi
Şablon:Anadolu liseleri için safahat projesi
Şablon:Sosyal Bilimler Liseleri için safahat projesi
Şablon:Türki Dillerde Safahat Projesi
Şablon:Safahat İngilizceye Tercüme Projesi

'Latin harflerine transkriptli metin Sadeleştirilmiş metin İngilizce Tercümesi
     
Advertisement