Mücib İcabet eden. Cevap veren. Sebeb kabul eden.
İstenileni kabul eden, duâya cevap veren (Allah C.C.). (Bak: Dua)
Mücib
Mücîb : Duaları kabul eden
Al-Mujib : The Responder to Prayer who grants the wishes who appeal to it.
Cenab-ı Hak buyuruyor.
"Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki doğru yolu bulmuş olurlar." (Bakara, 186)
Dua kulluk makamlarının en önemlisidir.
Duadan maksat bildirmek değil, kulluk göstermek; tevazu ve alçak gönüllülük arz ederek müracaatta bulunmaktır. Maksat bu olunca, kaza ve kaderine rıza ile beraber Allah'a dua etmek, insanlık hissesini tercih değil; Allah'ın kudretine her şeyden fazla saygı duymaktır. Bu da en büyük makamdır. Bu da en büyük makamdır.
İstenenin açıkça ifade edilmesi, duanın zaruretlerinden değildir. Zaman olur ki edep ve yerini bilen huzur ehli için hâl, sözden daha edepli olur. "Ey Rabbim huzurundayım, hâlim sana malum." demek, söyleyenin makamına, kalbinin doğruluk ve ihlas derecesine göre, en belağatlı dualardan daha belağatlı olur.
Dua hakkında naklî deliller o kadar çoktur ki, bunları ancak kâfirler inkar edebilirler.
"Bana dua ediniz ki size icabet edeyim." (Ğâfir, 40/60),
"Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua ediniz." (A'râf, 7/55),
"Yoksa sıkıntıya düşen kimseye, kendisine dua ettiği zaman icabet eden mi?" (Neml, 27/62),
"De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne kıymet verir?" (Furkan, 25/77),
"Hiç olmazsa böyle şiddetimiz geldiği zaman bari yalvarsaydılar. Fakat onların kalbleri katılaşmıştır." (En'âm, 6/43)
gibi nice âyetler vardır.
Bunların sonuncusu gösteriyor ki Allah, dua edip istemeyenlere gazab eder.
Dua eden kimsenin gönlü, Allah'tan başkasıyla meşgul olduğu müddetçe gerçekten dua etmiş olmaz. Allah'tan başka şeylerin hepsinden uzak olduğu vakit de Hakk'ın birliğinin marifetine dalar. Bu makamda kaldıkça kendi hakkını düşünme ve insanlık nasibini talepten kaçınır, bütün vasıtalar kaldırılır ve o zaman Allah'ın yakınlığı hasıl olur. Çünkü kul, kendi arzusuna yönelik olduğu sürece Allah'a yaklaşamaz, o arzu engelleyici bir vasıta olur. Bu, kaldırıldığı zaman ise: "Ben işimi Allah'a bırakıyorum. Şüphesiz ki Allah kullarını görür." (Ğâfir, 40/44) âyetindeki havale, tam bir samimiyetle ortaya çıkmış bulunur. Göz, Hakk'ın gözü olarak görür; kulak, Hakk'ın kulağı olarak işitir; kalb Hakk'ın aynası olarak bilir, duyar, ister. O zaman milyonlarca sebeplerin, asırlarca zamanların yapamadığı şeyler, Allah'ın dilemesi hükmüyle, "ol" demekle oluverir.
İşte Cenab-ı Allah bu konudaki bütün şüpheleri defetmek ve kullarını irşad için duanın önemine işaret ederek oruç emrinden sonra Peygamberine buyuruyor ki: Kullarım sana benden sorarlarsa ben yakınım, bana dua ettiği zaman, dua edenin duasına cevap veririm. Öyle ise onlar da benim emirlerime candan icabet edip, tutunsunlar ve bana inansınlar... doğruca arzularına kavuşabilsinler."
Müslüman daima Allah'a muhtaç olduğunun bilincinde olmalı ve yalnız O'na güvenip dayanmalıdır. O'nun duaları işittiğini, başına gelen bela ve musibetleri bildiğini, sıkıntı ve zorluklardan haberdar olduğunu unutmamamlı ve ümitsizliğe kapılmamalıdır. Dua yaptığı ve talepte bulunduğu istekler, kendisini Allah'a yaklaştıracak istekler olmalıdır. (4)
İhlasla "Yâ Mücib" diye bir müslüman bu isme devam etse, insanlar tarafından sevilir, duası kabul olur. (4)
1) Calligraphy, The Most Beautiful Names, Tosun Bayrak, Threshold Books, 1985
2) Elmalı Tefsiri, Bakara 186
3) Esmâ-ül Hüsna, Karınca Yayınları, Nisan 2004
4) Yüce Allah(c.c)'ın Güzel İsimleri Esmâ-ül Hüsna,
“Duaları kabul eden, istekleri yerine getiren” anlamına gelen “el-Mücib” ismi cemili Kur’anı kerimde bir yerde geçer. “Ondan af talebinde bulunun. Sonra ona tevbe edin. Şüphesiz benim Rabbim yakındır, kabul edendir.” (Hud 61) Bize bizden daha yakın olan Rabbimize dualarımız, isteklerimizde bizim kaderimizdir. “Bana dua edin size karşılık vereyim” (Mü’min 60) buyurur.
İbadetlerimizin özü olan dualarımızın ne zaman nasıl kabul edileceğini biz bilemeyiz. Şunu kesinlikle bilelim ki Allah dualarımızı kabul eder. İstediğimizi vermezde bizim için hayırlı olan başka bir şey verir. Hemen verir veya yıllar sonra verir. Veya ahirette verir.
Biz istekte bulunuruz amma istediğimiz şeyin bize faydalımı, zararlımı olacağını bilemeyiz. Onun için her şeyin hayırlısını isteyeceğiz. Bütün isteklerimizi Rabbimizden isteyeceğiz.
El-Mücib’e iman eden mü’minler olarak bizlerden istekte bulunanların ihtiyacını karşılamaya çalışacağız. İsteyeni azarlamayacağız, hafife almayacağız. Verecek bir şeyimiz olmasa bile tatlı dilimiz var.
Cevap vermek, istek ve suale karşılık vermek, kabul etmek anlamına gelen İCÂBET masdarından ism-i fâildir. Cevap veren, kabul eden, isteklere karşılık veren demektir. Allah(c.c) hakkında duâ ve dilekleri yerine getirmekle karşılık veren, isteyen arzu ettiğini yetiştiren, kendisine yalvaranların isteklerini veren demek olur.
İCÂBET maddesinden gelen kelimeler Kur’ân-ı Kerîm’de iki anlam etrafında toplanabilir :
1–Allah’ın(c.c) davet ettiği yoluna uymak, girmek : “Rablerinin buyruğuna uyanlara en güzel karşılık vardır. Ona uymayanlar ise, yeryüzünde kulunun her şey ve bunun bir misli daha kendilerinin olsa onu fidye olarak verirlerdi. Hesabın en kötüsü onlarındır. Varacakları yer de cehennemdir, ne kötü bir yataktır.” ( Rad Sûresi / 18)
2–Duâ ve dilekleri kabul etmek : “Ben onlara yakınım. duâ eden bana duâ ettiği zaman onun duâsının karşılığını veririm. O halde onlar da benim çağrıma uysunlar, bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara Sûresi / 186)
Duâya icâbet bir ulûhiyet özelliğidir. Kur’ân’da Allah (c.c) müşriklerin kendilerine ilâh edindiklerinin aslında ilâh olmadıklarını, ilâh ismi ile isimlendirildiklerini, çünkü onların kendilerinden istenilenleri duyamayacaklarını, duysalar da veremeyeceklerini ifade eder.
“Eğer onları çağırsanız sizin çağırmanızı işitmezler. İşitseler bile size cevap veremezler. Kıyamet günü de sizin ortak koşmanızı inkâr ederler. Hiç kimse sana her şeyi bilen, Allah(c.c) gibi gerçekleri haber veremez.” (Fâtır Sûresi / 14)
“Allah’tan(c.c) başka yalvardıklarınız da sizler gibi kullardır. İddianızda doğru iseniz çağırın onları da size cevap versinler.” (A’raf Sûresi / 194)
“Gerçek duâ ancak O’na yapılır. O’ndan başka çağırdıkları ise kendilerinin hiçbir isteklerini karşılayamazlar. Onların durumu tıpkı ağza gelsin diye suya avuçlarını uzatan kimse gibidir. Oysa ona gelmez. İşte kâfirlerin duâsı böyle boşa gitmektedir.” (Ra’d Sûresi / 14)
Hangi türden olursa olsun duâları işitebilmek, onları kabul etmek, çaresizlerin sıkıntılarını giderebilmek, duâlarda istenilenlerin tümünü verebilmek sadece Allah’a(c.c) ait bir husustur.
Allah’ın (c.c) duâlara icâbeti iki şekilde gerçekleşir :
1–Lebbeyk icâbeti : Kul Hakk’tan bir şey istediğinde buyur dinliyorum anlamındaki icâbet. Aynı anda milyonlarca insanın duâsına bu suretle icâbet eder. Bu her duâ için gerçekleşir. “Kul Rabbına duâ ettiğinde Allah(c.c) lebbeyk kulum der.”
2–Fiilen icâbet: Kulun istediğinin Hakk’ın hikmetine uygun surette gerçekleşmesi şeklindeki icâbet. Hikmet kul için maslahatın temini, mefsedetin def’idir. Zamanı, miktarı, hayırlılığı gibi hususlar önemlidir. İstediğinin verilme zamanı, verilecek miktarı, verilip verilmemesinden hangisinin kul için daha hayırlı olduğu çok önemlidir. Allah’ın(c.c) istediklerini vererek korudukları olduğu gibi, vermeyerek korudukları da vardır. Bir insan kendisine verilmeyenleri de nimet saymadıkça gerçekten şükretmiş olmaz. Kulun istediği hayırsa fiili icâbet lebbeyk icâbeti ile hemen, aynen veya bedelen veya fazlasıyla gerçekleşir. Hayır değilse lebbeyk hemen, fiilen icâbeti de te’cilen gerçekleşir. Bu te’cil de ya dünyada daha sonra, ya da ahirettedir. Te’cilen gerçekleşmesi de yine aynen, veya bedelen, veya fazlasıyla gerçekleşir. Ama her halde kul için hayırlı suret hangisi ise o şekilde gerçekleşir. Te’cili ihmal edildiği için değil, hayır olanı yakalamak içindir.
Öte taraftan Hakk’ın lebbeyk ile hemen icâbet edip fiilî icâbeti te’cili bir mahbûbiyet sırrıdır. Hakk’ın sevdikleri, bu âlemde ondan bir şey talep ettiklerinde, duâdaki ısrarları ona hoş geldiği için, istediklerini verdiği vakit kendisinin verdiği bir şeyle kendisinden kopmalarını istemediği için istediklerini hemen gerçekleştirmez, te’cil eder. Sevmediklerinin duâda ısrarlarından hoşlanmadığı için de onların istediklerini belki hemen gerçekleştirir.
Kâinat-tan dergâh-ı ilâhîyeye hep duâ çıkar, oradan da hep ataya-yı ilâhîye iner. Kâinattan çıkan duâlar şu suretler üzerinedirler :
İstidad lisaniyle duâ : Bütün bitkiler, hayvanların duâları Hakk’tan bir suret (=şekil) talebi içindir.sebeplerin bir araya gelişi müsebbibin icadı içindir. İstidaden yapılmış duâdan başka bir şey değildir. Su, hava,sıcaklık, toprak… bir çekirdeğin etrafında öyle bir hal alırlar ki bu halleri : Bu çekirdeği ağaç yap ey Hâlikımız, demekten başka bir şey değildir.
Fıtrî ihtiyaç lisanıyla duâ : Bütün hayat sahiplerinin kendi ihtiyar ve iktidarları dahilinde olmayan zarurî ihtiyaçlarını, isteklerini yani idame-i hayatları için gerekli olanları fıtrat diliyle Hakk’tan istemeleridir. Bu da rızıktır, zarurîdir.
Iztırar lisanıyla duâ : Her bir hayat sahibinin muztar kaldığında Rabbına gerçekleştirdiği teveccüh şeklindeki duâ.
İhtiyaç diliyle duâlarımız : Bu da
a-Fiilî (halî) duâ : Sebeplere başvurmak gibi. Asılda sebeplere yapışmak, onları bir araya getirmek müsebbebi icad maksadıyla değil, hal diliyle müsebbebi Hakk’tan istemek için onun razı olacağı bir vaziyet alıştır. Çift sürmek gibi.
b-Lisanî duâ : Elinin yetmediği, sebeplerini bir araya getiremediği bir kısım şeyleri diliyle istemektir. Bu duânın en güzel tarafı, kendi aczinin itirafıyla beraber eli yeten birinin varlığını, duâsını işitecek birinin varlığını, aczine merhamet edecek, fakrına imdadına gelecek birinin varlığını kabulüdür.
Duâlarımız hâlis bir kalbin ürünüyse çoğunlukla kabul edilir. Lisanî duâlarımız ayrıca ıztırar diliyle duâ derecesine gelmiş, veya fıtrî ihtiyaçlarımızla tam bir uyuma ulaşmış, veya istidad diliyle yapılan duâlara yakınlaşmışsa da kabul görür. Asılda duâ bir ibadettir. Mükâfatı (karşılığı) her bir ibadet gibi ahirette görülecektir. Onun için de ihlas ile yani sırf ibadet maksadıyla yapılamaları gerekir. Dünyevi maksatlar ise (ihtiyaçlar, belâlar, musibetler, mahrumiyetler….) duâların vakitleridir, gayeleri değil. duâlarımız sırf o maksatlarla olsa ibadet ve de halis olmadığı için kabule lâyık da olmaz. Bazı duâların kendilerine has vakitleri vardır. Savaşta abdest, abdestte de savaş duâsı yapılmaz. duâ çok edilir de istediğimiz verilmezse, duâmız kabule lâyık görülmedi değil, duâ vaktimiz bitmedi diye kabul edilmelidir.
Gerçekleşen her şey bir sebebe binaen gerçekleşiyorsa bilinmeli ki o sebeplerden birisi de duâdır. duâya bağlı mukadderat da vardır.
Kader vukuundan evvel bilinemez. Bununla da Allah’ın(c.c).hikmeti kulun ümit ve korunma arasında koşup korunmasını gerekli görmüştür. Ümit insanı başarılara koştururken, korunmak (ihtiraz, korku) da ulaştığı başarıları düzenlemek ve korumakta etkin olur. Kaderler Allah’ın(c.c) ilmi ve gücü kapsamındadır. duâ ile kul, kendisi için malum olmayan ama Allah’a(c.c) malum olan bir hususta Allah’ın(c.c) gücüne itimadını göstermiş olur.
Kulun gönlü Hakk’tan gayrısıyla meşgul bulunduğu müddetçe hakikaten duâ etmiş olmaz. Masivanın hepsinden uzaklaşması gereklidir. duâsında Allah’a (c.c) arz ettiği isteği de masivadandır, uzaklaşması, gönlünü onunla meşgul etmemesi gereklidir. Böyle olunca yani masivadan uzaklaşınca gerçekten Hakk’ı tanıma (marifet) makamına ulaşır. Bu makamda kaldıkça talepte bulunmaktan kaçınır, vasıtalar tümden ortadan kalkar ve Kurb-i Hakk (Hakk’a yakınlık) hasıl olur. Bunun için arz ettiği isteğinden de uzaklaşmalıdır. Böyle olunca da tefviz (işleri Allah’a(c.c) havale etmek) samimiyetle tecellî etmiş olur. Sonra da göz dide-i Hakk olarak görür, kulak Hakk'ın kulağı olarak işitir, kalp Hakk’ın aynası olarak bilir. İşte duâ böyle bir Hakk’a yakınlık vasıtasıdır ve buna binaen de efdal-i ibadettir.
Duâyı önemsemeyenler asılda ibadeti de önemsemeyenlerdir. Hakk’a duâdan, yalvarmaktan kaçınırlar da kendileri gibi mahlûkun teveccühüne mazhar olmayı cana minnet bilirler.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Rabbınız buyurdu ki ; Bana duâ edin, duânızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeye tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min Sûresi 40/60)
Bu âyetle Allah(c.c) önce duâ etmeyi emrediyor sonra da “ibadet etmeyenler” ifadesini kullanıyor. Bundan duânın ibadet, ibadetin de duâ olduğu anlaşılır. duâ ibadetin iliği (özü), ibadet de duânın kabul şartlarındandır.
Duâ ile emir aynı siyğa ile ifade edilen istekten ibarettirler. Bir düşkünün “yetiş” deyişi bir duâ, ona yardıma gelenin “kalk” deyişi bir icâbet ve emirdir. Küçüklerin yardım taleplerine inayet büyüklük şiarı olduğu gibi büyüklerin emrine itaat de edep gereği ve ayrıca küçüklerin faydaları gereği ve akıl ve hikmet gereklerine uygun bir görevdir. Allah’ın(c.c) icâbet etmesi için kulun istemesi (duâsı) şart kılınmıştır. “Bana duâ edin size icâbet edeyim” Şartın yokluğundan şart kılınanın yokluğu lâzım gelecektir. Bunun için de duâyı terk edenlerin cehenneme gireceklerine dair tehdit gelmiştir. Allah (c.c) kendisinden istemeyenlere gazap eder. “Biz hangi ülkeye bir peygamber gönderdiysek, oranın halkını yalvarıp yakarsınlar diye mutlaka yoksulluk ve darlıkla sıkmışızdır.” (A’raf Sûresi 7/ 94)
“Andolsun biz onları azap ile yakaladık ama yine Rablerine boyun eğmediler, O’na yalvarmıyorlar.” (Müminun Sûresi 23 / 76) O halde duâ ile emir vücup ifade eder..
İsteğinin açıkça söylenmesi duânın olmazsa olmaz şartlarından değildir. Bazı zamanlarda bazı insanlar için hâl kâlden daha güzel olur. Daha çok şey anlatır. Yâ Rab, huzurundayım halim sana mâlûm demek söyleyenin makam ve ihlasına göre en güzel duâlardan daha güzel olur. Bundan dolayıdır ki Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz “duânın en faziletlisi demektir” diye buyurmuştur
Duâdan maksat bir şeyleri bildirme değil kulluğun ızhârı, zilletin arzı ile müracaattır. Maksat bu olunca kaza ve kaderine rıza ile beraber Allah’a(c.c) duâ etmek, Allah’ın(c.c) kudretine ta’zimdir. Allah (c.c) kuluna cevap vermek için, onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemektedir. Bunun için de kulunu halde hale sokar. Her soktuğu hali kendisine vesile kılsın ister. Varlığın müşahedesinden doğan bir hayranlık, nimet içinde olmanın verdiği memnuniyet, insanı sıkıştıran ihtiyaçlar, korkular, yapılan kötü bir işiten duyulan pişmanlık gibi.
Duânın etkisi çok büyüktür. Hele külliyet (miktar), vüs’at (günümüzden işgal ettiği zaman) ve devamlılık (süreklilik) kazanırsa istidat veya fıtrat veya ıztırar seviyesine gelmiş demek olur. duâ küçüğü büyükten, âcizin kâdirden ihtiyaç ve arzusunu ciddi bir şekilde talep etmesi ve ricası demek olduğundan fiilen, kavlen, hâlen yalvarmak, ihlas, ciddiyet ve istenilenin isteyen ve duâ edilenin şanına lâyık ve uygun olması duânın şartlarındandır. duâda yalvarış halinde bulunmamak pervasızlığa delâlet eder. Küçücük bir saygısızlık duâyı emir sınırına ulaştıran bir tecavüz olur. duânın asla emir, şikâyet, dava şekline dönüşmemesi gerekir. Masiyet, olağanüstü şeyler istemek de duâda tecavüzdür. Huzû ve huşû içerisinde bulunmak da duânın şartlarındandır. duâmızın kabul edileceği ümidini taşımak da isteği duâ kılar ve duâyı daimîleştirir. Kabul edilmeyeceği ümidi ile duâ Hakk’a hakaret olur. İnsanın Allah(c.c) karşısındaki konumu Allah’a(c.c) ihtiyaç duyma, muhtaç olma konumudur. O olmadan ihtiyaçlarımız temin mümkün olmaz. O halde imandan sonra aslî görevi (konumu) duâdır. Zaten insan kulluk için yaratılmıştır. Kesintisiz kulluk, hayatını sürdürmek için zaman ayırmaya mecbur olan insan için mümkün gözükmemektedir. Sürekli ibadet, namaz, oruç, cihad….gibi. bunlar vakte bağlı kulluklardır. duâ ise vakte bağlı olmayan, her an gerçekleştirilebilecek olan bir kulluktur. Kalbî (halî) duâ bu anlamda kulluğu daimîleştirir. Hele bizi arzularımıza ulaştıracağı kesin olan sebeplere fiilen müracaatımız (ki duâdır) ve bunları yaparken kalbimizi sebeplere değil de onları elinde tutan zât’a bağlamamız (kalbî duâ) bütün gayretlerimizi duâya çevirmek imkânımız da olunca kulluk daimîleşir.
Duâda ısrar demek duâyı sürekli hale getirmek demektir. Allah’ın(c.c) ve Rasûlullah’ın(s.a.v.) bildirdiği duâlarla duâ etmek onların diliyle duâ etmek demek olduğu gibi, özellikle onlara duâ ettirmek demek olur. Rasûlullah’ın (s.a.v.) kendisine duâ etmesini isteyenin onun duâsıyla Allah’ın(c.c) huzuruna bunu belli bir ölçüde gerçekleştirmesi demektir. Rasûlullah’ın(s.a.v) duâsının kabul edilmemesi diye bir şey olmaz.
Vermeyi istemeseydi O, istemeyi vermezdi,
Bu ismi ile Allah(c.c) :
1–Herkese ve her şeye gerekli olanı bilir (gerekli olanı bilmesi istidat, fıtrat diliyle ifade ettiklerini duyması demektir) ve verir.
2–İster istenemeyecek olanı, ister hayır olmayanı, ister hikmetli olmayanı istemek olsun bütün istek ve duâlara lebbeyk ile icâbet eder, dinler.
3–Fiilen icâbetinin gerçekleşmeyişi ya duânın âdabına uygun yapılmayışından ya da te’cilindendir.
4–Te’cili de bize ayrı bir şekilde icâbet nimetidir.
5–İsyanda devam edenlerin isteklerine hemen icâbeti onların kademe kademe azaba yaklaştırılmalarıdır.
6–Duâların fiilî icâbetle karşılanmaması, Allah’ın(c.c) o kula muhabbetindendir.
7–İcâbet edeceği duâların hangi özelliklere sahip olması gerektiğini bize bildirir.
8–Bizden de kendi emirlerine icâbet etmemizi ister.
Bize düşen ise :
1–Duâlarımıza icâbetine inanmak, ümitvar olmak. Fiilî, lisanî, kalbî duâlarımıza icâbetini ümit etmek.
2–Duâlarımıza bizim için en hayırlısı nasılsa o şekilde icâbet edeceğine inanmak.
3–Duâlarımızın bir ibadet olduğu bilincinde bulunmak.
4–Duâlarımızın kıblesi ve muhatabının Allah(c.c) olduğunu bilmek, araya vasıta koymamak.
5–Bizden istekte bulunanları incitmemek, kovmamak, hatırlarını hoş etmek.
6–İsteyenlerin isteklerini yerine getirmeye çalışmak. Hâtem’den bir kaşık bal istemiş bir hasta, bir kavanoz vermiş ve o ihtiyacı kadarını istedi ben de bana yakışanı verdim demiş.
7–Duâlarımızda istediğimiz dünyevi hususlara fiilen icâbet gerçekleşmediğinde bunu bir nimet bilip şükredebilmek.
8–Allah(c.c) katında kıymetimizi duâlarımızın oluşturduğu bilincine sahip olmak.
9–Duâmızı da O’nun icâbeti bilmek.
10–Dualarımıza kardeşlerimizi ortak etmek.
11–Her vesileyi dua için değerlendirmek.
12–Bize dokunmasa da toplumsal felâketlere duada bulunmak, muhabbeti artırmak için de çok önemlidir.
İki taraflı herhangi bir akitte, teklif sunan kişiye denir. (bk. Bey') (İ.P.)
İki veya daha fazla taraflı akitlerden olan bey', genel olarak ticarî muameleyi, özel olarak da satım akdini ifade etmekte olup, Türkçe'de alışveriş şeklinde ifade edilir. Çoğulu buyû'dur. Bey' akdi, Arapça'da şirâ kelimesi ile de ifade edilmektedir.
Kur'ân-ı Kerim'de bey' teknik bir terim ve hukukî işlem olmaktan çok, bütün ticarî işlemleri kapsayabilen genel bir anlama sahiptir. Kur'ân, dünya hayatının geçici değerlerini, maddî ve ticarî kazancı tek ölçü ve gaye edinen dar ve kısa görüşlü kimseleri uyarmak ve onlara gerçek kazancı göstermek için bey' tabirini kullanmıştır. Bunun yanında, alışverişin dinî ve ahlâkî temellerini belirleyen, ahde vefa, sözde durma, adalet, akitlere bağlılık, ölçü ve tartıda hile yapmamak, haksızlık etmemek, Kur'ân'da bir emir olarak yer almıştır.
Hz. Peygamber'in hadislerinde alışveriş, ayrıntılı bir şekilde yer almış olup, insanlığın ilk devirlerinden beri var olan ticarî işlemleri, olması gereken aslî tabiatına ve sağlıklı işleyişine kavuşturmak amacıyla, daha çok hukukî hükümler üzerine olmuştur. Hadislerde, aldatma, haksızlık ve sömürüye yol açan alışveriş çeşitleri tek tek yasaklanmış, alışveriş faizli işlemlerden arındırılmış, alışveriş için gerekli temel şart ve hükümler vaz edilmiştir.
Ticarî işlemlerin en yaygını olan bey', mülkiyeti nakleden, bağlayıcı, iki taraflı, tam bir akittir. Tarafların rızalarına delalet eden irade beyanı ile kurulur. Bedelleri açısından alışveriş; satım akdi, sarf, mukâyaza (trampa) ve selem şeklinde dörde ayrılır. Mala karşılık para ödeme şeklinde yapılan alışverişe, satım akdi veya bey' denir. Satılan malın bedeli peşin olarak ödenebileceği gibi, vadeli veya taksitli de olabilir. Ancak bu durumda, taksit şekillerinin ve vadenin taraflarca bilinmesi gerekir.
Satılan malın mevcut, teslimi mümkün, belirli ve bilinebilir olması gerekir. Bu nedenle, akit esnasında ortada bulunmayıp ileride meydana gelmesi muhtemel olan malların satışı caiz görülmemiştir.
Alışverişte taraflar, akdin gerçekleşmesini bazı şartlara bağlayabilir, belli bir süre muhayyerlik isteyebilirler. Satılan malda, değerini düşürecek ölçüde bir ayıbın olduğunun ortaya çıkması halinde, alıcının malı iade hakkı vardır. (bk. Muhayyerlik) (İ.P.)