Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

İstiklal Marşı şairi Mehmet Akif Ersoy'la vefatından önce yapılan son
röportajı . İşte o röportaj!
1 Temmuz 1936 yılında Yedigün dergisi adına muhabir –yazar Kandemir bey
Taksim`deki Mısır apartmanında hasta yatağında yatan M.Akif Ersoy’u ile
röportaj yapmak için merdivenlerden çıkarken M.Akif ile vefatından önceki
son röportajı yapacağını bilmez.
Türk Edebiyatına son devrin çok güzel şiirlerini hediye eden büyük şair
Mehmet Akif vatandan on bir senelik bir ayrılıktan sonra tekrar aramıza
kavuştu.Fakat İstiklal Marşı’nın milli his,milli heyecan ve milli şiir
yaratan bu büyük şairi akif yurda hasta döndü.Şimdi hastanede tedavi
altındadır.Yedigün muharriri Akif’le konuştu.Onun yurttan ayrı yaşadığı
günlerdeki hatıralarını,intibalarını topladı
.
Günün birinde sessiz sedasız yola revan olarak vatan ufuklarını aşan şair
Mehmet Akif, tam on bir yıl süren bu uzun seferin sonunda,işte bembeyaz bir
hastane odasının bembeyaz bir yatağında solgun,mecalsiz ve bitap
yatıyor.Başucundaki sandalyeye oturdum. Ak kılların çerçevelediği bu sapsarı
yüze,bu gevşemiş,şarkmış çizgilere bu yorgun ve dalgın gözlere bakıyorum,
zaman denen şeyin kudretini hayat denen efsanenin sırrını bilmek
istiyorum,sonra yavaşça soruyorum
-Özledin mi bizi üstat ?
dudaklarını hiç kıpırdatmasaydı hiç ses çıkarmasaydı bile,bu zehir gibi
gülümseyişiyle her şeyi söylemiş olurdu.
Özlemek mi oğlum..Özlemek mi ?
Bu acının büyüklüğünü bir daha kendi içinde görmek ister gibi gözlerini
yumdu, sonra kesik kesik konuştu;
Mısır’dan üç gecede geldim. Bu üç gece otuz asır kadar uzun sürdü..Orada on
bir yıl kaldım ..fakat bir an oldu ki, on bir gün daha kalsaydım
çıldırırdım…
-Hasret
Kupkuru dudaklarında kendi gibi solgun bir ses sızıyor;
-….Çok acı…
kavuşmanın sevinci ?
-Onu sorma oğlum…Onu ben kendi kendime bile soramıyorum..ancak yazık ki
vapurdan çıkar çıkmaz yatağa düştüm.hiç bir şey göremedim.
-Ve kendi kendine söylüyor;
-Cennet gibi yurdumdayım ya..Çok şükür.
Hastalığı akla geliyor;
Karaciğerim, dalağım şişmiş..geldik, yattık burada .Müşahede altına aldılar,
bakalım ne olacak?
Eski hatıralarını deşiyorum.Milli Mücadele’nin ilk günlerinde Ankara
istasyonunda karşılaşışımız hatırlıyorum.
Evet diyor.İstanbul’dan, mücahede aleyhine fetva çıktığı gün
ayrılmıştım.Üsküdar’dan araba ile şimdi ismini hatırlayamadığım bir köye
gittik, oradan’Cuma’yı tuttuk.O zaman Adapazarı’nda karışıklıklar vardı,
kenarında geçtik, kah öküz arabalarıyla, kah beygirlerle lefke’ye geldik ve
trenle Ankaraya ulaştık..
Ankara Yarabbi ne heyecanlı gün..Ya Sakarya günleri..fakat bir gün bile
ümidimizi kaybetmedik, asla ye’se düşmedik. Zaten başka türlü çalışabilir
miydi ? Ne topumuz vardı, ne tüfeğimiz..Fakat imanımız büyüktü’
Yorgun ,susuyor..
-İstiklal marşı`nı nasıl yazdınız ?
Yavaşça yatağında doğruluyor, yastıklara yaslanıyor sesi birden canlanıyor;
-Doğacaktır, sana vaat ettiği günler hakkın!...
Bu ümitle, imanla yazılır.O zamanı düşünün..İmanım olmasaydı yazabilir
miydim.zaten ben,başka türlü düşünüp, başka türlü yazanlardan değilim. Bu
elimden gelmez.İçimde ne varsa,bütün duygularım yazılarımdadır..Şu var
ki’İstiklal Marşı`nın şiir olmak üzere bir kıymeti yoktur. Ancak tarihi bir
değeri vardır’
Ve gözleri, yemyeşil Şişli sırtlarında, dilinde bir dua gibi aynı nağme
titriyor.
Kim bilir belki yarın,belki yarından da yakın
-Ya büyük zafer üstadım..O anda ne duydunuz ?
Kalbi durmuş gibi sarsılıyor, sonra bir anda yeniden canlanmış gibi nereden
geldiği bilinmez bir ışıkla gözlerinin içi gülerek;
-Ah diyor;
Ve bir lahza bırakıyor kendini bu essiz sevincin koynuna..Dalıyor Ve
,sesini ta içiten dudaklarına dökülüşünü seziyorum;
-Allahım ne muazzam zaferdi o’ ortalık hercümerç oldu… Beş altı saat içinde
bir başka dünya doğdu.
Tekrar gözlerini yumuyor.
-ve biz mest olduk !...
-O zaman bir şey yazmadınız mı ?
-Artık benim ne düşünecek,ne duyacak,ne yazacak hatta ne yaşayacak takatim
kalmıştı… Bizim dilimiz tutulmuştu.Ordu, bizzat yazıyordu.
Üstadı ziyarete gelenler, görüşmemize ikide bir birde fasıla
veriyorlar.Hastabakıcı hemşirenin getirdiği yemek tepsisi odayı bir parça
boşaltıyor,şimdi ,o ağır ağır çorbasını içerken bir yandan da benimle
konuşmak nezaketini gösteriyor;
-Mısırda nasıl vakit geçirdiniz ?
-Kahire’nin yirmi beş kilometre cenubunda Helvan vardır. Sakin asude bi
köşedir. Orada oturdum.Zaten,tab’an münzevi bir adamım.gürültüyü
sevmem.İstanbul’da iken de böyle idim. Mısır’da da darülfunun işi çıkıncaya
kadar Helvan ‘da yaşadım.son zamanlarda kahireye indim.
-Sevdiniz mi mısır’ı ?
-Var güzel tarafları var.. Bilhassa kışın..hoş yazın da sıcak iklimlerde
bulunduğum için muzdarip olmazdım.Orada sıcak da sürekli değişir, evler de
ona göre yapılmıştır. En sıcak günlerde odaların harareti yirmi sekiz,
otuzdan fazlaya çıkmaz..fakat bir yaz günü İstanbul… Bu doğup büyüdüğüm
,büyün dostlarımın yaşadıkları İstanbul, hele Boğaz gözlerimin önüne
gelince…
-Mısır’da neler yazdınız ?
Geçmişten adam hisse kaparmış..Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi ?
Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi ?
Ve üstadın Helvan’sa yazdığı
‘Firavunla Yüz Yüze’sinden şu son parçayı alıyorum;
Bileydim,ey koca Mısır’ın ilahi uryanı!
Mezara, heykele ait bütün bu velveleler
Bekan için mi hakikat ? Meramın oysa, heder;
Evet, bütün beşerin hakkıdır beka emeli
Fakat bu hakı ne taştan, ne leşten istemeli!
-Kolay mı yazarsınız ?
dudaklarına götürdüğü bardağı yana çekerek;
-hayır..diyor
Ve suyunu içtikten sonra, devam ediyor;
-Çok uğraşırım..Epeyi çalışırım..Mevzuu uzun boylu kafamda işlerim..nihayet
kağıt üzerine naklederken de hayli yorulurum..
-Zevklerimizi sorabilir miyim üstadım ?
Hafifçe gülümsüyor.ve ‘ zevk’ diye dünyada bir şey var mı der gibi yüzüme
bakıyor;
-Zevk mi.Benim zevklerim mi ? eğer sevdiği eserleri okumak, hoşlandığı
mevzuları yazmak için uğraşmak, nihayet düşünmek, yapayalnız, bir köşeye
çekilerek, sessiz sedasız düşünmek bir zevkse..eh benim de zevklerim var
demektir.
Çorbasından başka bir şeye el sürmeyen şaire, hastabakıcı hemşire, yalvaran
bir sesle öteki yemekleri gösteriyor.;
Siz yorulmayın..ben vereyim.
-Yiyemeyeceğim..
-Bir parça sütlaç..
-Mümkün değil..Rica ederim ısrar etmeyin..
ve bana dönüyor.
-Eskiden beri yemekle başım hoş değildir..Sigara da içmem..
Şimdi doktorlar zorla ye deyip duruyorlar..zorla ne olur ki, yemek
yenebilsin.
Tekrar yatağına geçince, ben de vedaya hazırlanıyorum.ve ayak üstünde
soruyorum:

-Neler yazacaksınız?
-biraz kendime gelirsem,yazacak şeylerim hazır..
eliyle birkaç defa başına vuruyor.
-Var kafamda hazırlanmış mevzularım
-Ya en son yazınız ?
-Mısır’da geçen sene bir resmimi çekmişlerdi. Güneşli bir hava idi gölgem de
upuzun,kumlarda duruyordu.Bu resmin altına şöyle yazmıştım;
Hepsi göçmüş, hani yoldaşlarının hiç biri yok
Sen mi kaldın yalnız, kafileden böyle uzak
Postu sermekse meramın yola, serdirmezler
Hadi, gölgenle beraber silinip gitmene bak
Ve kupkuru kalın dudaklar birbirine yapışıyor…
Haber: Baki Günay
kaynak: www.netpano.com Akif ilgi bekliyor.Başbakan her fırsatta Mehmet Akif Ersoy'un adını
anadursun, "İstiklal Marşı'nın Şairi"nin Ankara'daki evi ve çevresi
bakımsızlıktan inliyor

Büyük şairlerin en güzel şiirlerini nerede yazdıklarını merak etmişimdir
hep... Nazım'ın Moskova'daki evini gezmiştim. Brecht'in Berlin'deki çalışma
odasını... Attila İlhan'ın mekan bellediği pastane köşelerini...
Aynı duygularla gezdim, Mehmet Akif Ersoy'un Ankara'daki evini...
Hacettepe'de halen üniversitenin sınırları içinde kalan, yüksek avlu
duvarları ile çevrili bu çift katlı ahşap bina, aslında ev değil, bir
dergahtır.Kanuni Sultan Süleyman tarafından Hacı Bayram-ı Veli'nin kurduğu
Bayramiye tarikatının bir kolu olan Celvetiler için yaptırılmıştır.
1826'da tamir edilmiş, Sultan Mecit tarafından ilaveler yapılmıştır. Bu
ilavelerle ortaya küçük bir külliye çıkmıştır:
Cami... bitişiğinde türbe... ve dergah evi...
İstanbul işgal edilince Mehmet Akif davet üzerine milli mücadeleye katılmak
üzere İnebolu üzerinden Ankara'ya gelir. Kendisini Taceddin-i Veli Camii
imamı Tevfik hoca (Tevfik Çiftdoğan) karşılar; şehirde ev bulmak zordur.
Şeyh, Balıkesir Mebusu Basri Bey'in tanıdığıdır.
Mehmet Akif'e Tacettin Dergahı'nın üst kattaki odasını tahsis ederler.
Şair, Ankara'da Burdur mebusu olarak Meclis'e girer.Günlerinin çoğunu ilk
Meclis binası ile bu dergah odasında geçirir.
Akif'in odası tipik bir Ankara evi olan dergahın, bugün kapalı tutulan
kapısından Tacettin Sultan Camii'ne geçilir. Avlu kapısından bahçeye girince
sizi Mehmet Akif'i görmüş asırlık bir köknar ve ceviz ağacı karşılar.Evin
alt katındaki küçük, serin odalarda, özel günlerde sergilenen, şaire ait
gözlük, tespih, saat ve tüfek ile kimi el yazıları ve fotoğrafları vardır;
bir de ölümünden hemen sonra Ratip Aşir Acuoğlu tarafından alınmış yüz
kalıbı...
Tahta trabzanlı ahşap merdivenle çıkılan üst katta genişçe bir toplantı
odası bulunur. Tavanı, altıgen göbekli ahşap süslemeli bu salonda milli
mücadele günlerinin sıcak tartışmaları yapılmıştır.Salonun hemen yanındaki
oda Akif'in odasıdır.Orta büyüklükteki bu odanın küçük pencerelerinin
kenarında eskiden Orta Anadolu evlerinde adet olduğu üzre üstü seccadelerle
örtülü sedir ve bir pirinç karyola varmış. "Köşede paslı küçük bir semaver
ve yerde pösteki..."
Şimdi odada orijinal eşyaların hiçbiri yok.Sadece ortada, Akif'e ait olduğu
söylenen bir eski Kuran, asırlık rahlesi üzerinde duruyor.
Mısır'dan getirdiği rivayet olunan sedef kakmalı bir ayna ile Burdur mebusu
iken çektirdiği fotoğraf da duvarları süslüyor.
Dönemi yansıtsın diye konmuş ibrikler, mangallar, gaz lambaları pek yeni
duruyor.Divan üzerindeki kumaşlar dönemi temsil eden cinsten değil...
Perdeler acınacak halde...
-Duvara kazınan mısralar
Oysa Türkiye için ne kadar değerli bir tarih var bu evde; o odada...
Bir ulusal marş yazılması için yarışma açıldığında Mehmet Akif, 500 lira
para ödüllü olduğu için katılmamış başta... Böylesine şerefli bir görev için
para alınmasını yadırgamış. Fakat başvuran 700 küsur şiirin hiçbiri
beğenilmeyince dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver'in
ısrarı ve Hasan Basri Çantay'ın özel çabasıyla kolları sıvamış ve bu evde
İstiklal Marşı'nı yazmaya başlamış.
O sıralar Akif'le beraber kalmakta olan Hafız Beki Efendi, İstiklal
Marşı'nın nasıl yazıldığını şöyle anlatıyor:
"Akif bir gece aniden uyandı, kâğıt aradı. Bulamayınca da kurşun kalemiyle
yer yatağının sağındaki duvara marşın:
'Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım.
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner taşarım.
Yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım'
kıtasını yazdı.
Sabahleyin namaza kalktığımda, Mehmet Akif'i çakısıyla duvardaki yazıyı
kazırken gördüm."
Para ödülünü almadı.Duvara kazınan o mısralar ilk kez 17 Şubat 1921'de
Sebilürreşad dergisinde yayımlandı.Ardından 12 Mart 1921'de Meclis'te Milli
Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi sık sık kesilen şiddetli alkışlar arasında
okudu Akif'in şiirini...
"Meclis alkışlarla inlerken Mehmet Akif, mahcubiyetinden başını kolları
arasına alarak, sıranın üzerine yumuldu. Meclis'te duramayıp dışar çıktı."
O gün Akif'in şiiri "milli marş" olarak kabul edildi.Mehmet Akif verilen
para ödülünü kabul etmedi. Şiiri "Safahat" kitabına da almadı.Nedenini
sordular:
"Çünkü onu milletimin kalbine gömdüm" dedi.
"Müzemiz hafta sonları kapalıdır"
Akif'in evi 1949'da Şehir Meclisi kararı ile "Mehmet Akif Ersoy Evi" adını
almış ve müzeye dönüştürülmüş.Ancak sonra orada unutulmuş, bakımsızlıktan
harap olmuş.Bölgede Karacabey Camii ile külliyesi, Tacettin Camii ve dergahı
çevresinde oluşan tarihi yapılaşma zamanla 8-10 katlı binaların gölgesinde
kalmış.1960'larda çocuk hastanesinin inşaatı ve bunun zamanla Tıp
Fakültesi'ne dönüşmesiyle mahalle tamamen değişmiş; evler istimlak edilmiş,
tarihi mimari yerle bir olmuş.
Bu arada Taceddin Dergahı, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından Hacettepe
Üniversitesi'ne tahsis edilmiş. Üniversite, vakıf arazisi üzerinde yapılan
ruhsatsız binaların inşaatını durdurmuş ama çevrede daha önce yapılanlara
dokunamamış.Üstelik ihtiyaç üzerine yeni okul binaları yaptırarak "Akif'in
evi"ni hepten daracık bir alana sıkıştırmış.
Bugün evin çevresi tam bir mezbelelik görüntüsünde...Güzelim eski Ankara
evleri perişan halde... Bu evlerin hemen ardında ise çok katlı yeni konutlar
sırıtıyor.Altındağ Belediyesi 2005'te aldığı bir kararla çevredeki evleri
restore edip ortaya bir yeşil alan yaptırma sözü vermiş. Şimdi bu sözün
yerine getirilmesi bekleniyor.Evin dışı kötü de, içi çok mu iyi durumda?
Hayır tabii ki...Adı müze olmasına rağmen, içeride bunu hissettirecek hiçbir
çalışma yok.Kapıda iyi niyetli bir özel güvenlik görevlisi ziyaretçileri
buyur edip kendince bilgi veriyor ve ellerine altı paragraflık bir bilgi
broşürü tutuşturuyor.Mihmandar yok.
Müze, asıl gezme şansı bulunabilecek hafta sonları kapalı...Hafta içi öğle
saatinde de kapalı... Akşam 16.00'dan sonra da kapalı...Bütün bu eziyete
rağmen günde ortalama 30-35 kişi geziyormuş.Başbakan'ın sık sık Akif'e atıf
yapması ve AKP'lilerin Şair'in adını gündemde tutması ile bugünlerde bu sayı
200'lere fırlamış.Yarın, marşın kabulünün 86'ncı yıldönümü kutlamalarında
büyük katılım olması bekleniyor.
Peki Başbakan, Akif'i bu kadar seviyorsa, okullar her sabah, stadyumlar her
maç öncesi haykıra haykıra İstiklal Marşı söylüyorsa,
milliyetçilik-mukaddesatçılık adım adım yükseliyorsa çok mu zordur, İstiklal
Marşı şairinin evine bir el atmak, onu bu mezbelelikten kurtarmak?
Güzelim ev tadil edilip müzeye yaraşır eşyalarla donatılamaz mı?
Çevresine Ankara'nın tarihi, kültürel geçmişine yaraşır bir düzenleme
yapılamaz mı?Müze hafta sonları ziyarete açılamaz mı?
Edebiyat fakültelerinin hevesli öğrencileri eğitilip gezenlere mihmandar
yapılamaz mı?
Yapılabilir elbet... Ama bu, kürsüde şiir okuyup stadyumda marş söyleyerek
milliyetçi görünmek kadar kolay olmaz tabii...

''ALLAH KİMSEYE BAŞKA BİR MARŞ YAZDIRMASIN!''
DAHA GENİŞ BİLGİ İÇİN http://www.mehmetakifersoy.com

Advertisement