Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Hz. Mevlânâ’nın Hayatı[]

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horasan Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.

mevlana dervislerSultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini mevlana celaleddin rumimuhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

hac dostlari Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını"görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

Mevlana'nın asıl ismi Muhammed, lakabı ise Celaleddin'dir.

Eskiden "Diyar-ı Rum" denilen Anadolu topraklarında, Konya'da yaşayıp vefat etmesi, şahsiyetini orada kazanması ve şöhret bulması sebebiyle "Rumi" (Anadolu) nisbesi ile anılır.

"Mevla-na" 'efendi-miz' demektir. ve hürmet maksadıyla ulema için kullanılırdı. Şeyh Sadreddin Konevi'nin (ö. 1274), sohbetleri esnasında ona "Mevlana" şeklinde hitap etmesinin, onun Mevlana lakab-ı alisiyle şöhret bulmasına sebep olduğu da kaydedilmiştir.

"Hüdavendigar", "Hünkar", "Hazret-i Mevlana", "Mevlevi", "Şeyh", "Molla-yı Rumi", "Rumi", ve "Hazret-i Pir" lakab ve ünvanları da onun için kullanılmıştır. Hazret-i Mevlana ve Hazret-i Pir saygı hitapları, Mevlevi çevrelerinde ve Anadolu'da daha çok tercih edilmiştir. Bugün İran ve Pakistan'da Mevlevi, Batı'da Rumi lakapları, onu anmak için öncelikle kullanılmaktadır.

Babasının adı Muhammed Bahaeddin Veled'dir. Babası Sultanü'l-Ulema lakabıyla meşhurdur. Annesi ise Belh emiri Rüknüddin'in kızı Prenses Mü'mine Hatun'dur. Mevlana bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Belh şehrinde doğdu. Belh şehri, köklü bir tasavvufi geleneğe sahip coğrafyalardan biriydi. Mevlana'nın doğum tarihi, oğlu Sultan Veled'in Divan'ının sonundaki bir kayıta göre 6 Rebiülevvel 604 (30 Eylül 1207)'dir. Ancak araştırmacılar, Mevlana'nın doğum tarihini 597/1200'lü, hatta daha önceki yıllara kadar götürmektedirler.

Mevlana'nın hayatını esasen 4 döneme ayırmak mümkündür.

1. Mevlana'nın Babasının Ölümüne Kadarki Hayatı (1207-1231)[]

Çocukluğunun ilk yıllarını doğduğu şehirde geçiren Mevlana, Hanefi bir alim ve sufi olan babasının, sultanla arasında vuku bulan inanç ve fikir ayrılıkları yüzünden, maiyetinde akraba ve müridlerinden oluşan büyük bir kalabalık olduğu halde Belh'ten göç etmesi sebebiyle (1212 ?), ilmi ve fikri hayatında önemli izler bırakan ve Konya'da sona eren uzun bir seyahat gerçekleştirir.

Bu seyahat esnasında, Nişabur'da ünlü sufi Feridüddin Attar'ın (Ö. 1230) iltifatına mazhar olan ve ondan Esrarname adlı eserini hediye alan Mevlana, yorucu ve uzun göç boyunca uğradıkları her yerde babasına gösterilen ilgi, saygı ve yakınlık dolayısıyla, aralarında Avarifü'l-Maarif sahibi Ebu Hafs Ömer Sühreverdi'nin (ö. 1234)'de bulunduğu, iktidar ve ilmiye sınıfından devrin ileri gelen pek çok şahsiyeti ile tanışma fırsatı bulmuştur. Bahaüddin Veled'e ilgi öylesine büyüktü ki, konaklanan her şehirde sultanlar kendisini ağırlamak için araya hatırı sayılır kişileri elçi olarak koyuyorlardı. Fakat o her zaman, bir medresede konaklamayı tercih etmiştir.

Kervan her şehirde bir müddet konaklamak kaydıyla, Nişabur'dan sonra Bağdat, Küfe, Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Halep, Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde güzergahını takip ederek Larende'ye (Karaman'a) ulaşır (1221).

Erzincan'da iken, Sühreverdiyye'den Evhadüddin Kirmani (ö. 1237) ve Necmüddin Kübra'nın halifelerinden Sadüddin Hamevi (ö. 1252) ile de görüşülür. Mevlana bu suretle, babasının nezareti altında ve onun izini takip ederek hakiki ve fikri bir seyahat alemi yaşamış, İslam medeniyetinin o zamanki en canlı fikir merkezlerini gezerek şahsiyetini kazanmıştır.

Mevlana, Larende'de yedi yıl kaldı. Hayatının kederli ve sevinçli ilk önemli olaylarını bu şehirde yaşadı. 1225 yılında, babasının müridlerindenLala Şerefüddin Semerkandi'nin kızıGevher Hatun ile evlendi. Kısa bir müddet sonra annesi vefat etti. Onun vefatını, ağabeyi Alaeddin Muhammed'in vefatı izledi. Bir süre geçince de kayınvalidesi vefat etti. Aileyikedere boğan bu üzücü olayların ardından Mevlana'nın iki oğlu oldu. İlk oğluna (Sultan Veled) babasının, ikinci oğluna da (Alaeddin Çelebi) ağabeyinin ismini verdi.

Aile, yedi yıl kaldıkları Larende'den, Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykubad'ın (ö. 1236) ısrarlı daveti üzerine Konya'ya göçtü. Konya'ya geleli iki yıl olmuştu ki babası Sultanü'l-Ulema hayata gözlerini yumdu (1231).

2. Mevlana'nın Babasının Ölümünden, Şems-i Tebrizi ile Konya'daki Karşılaşmasına Kadar Olan Hayatı (1231-1244)[]

Medresenin ve dergahın bütün yükü omuzlarına binen ve babasının ölümüyle içinde büyük bir boşluk hisseden Mevlana'nın yardımına, babasının önde gelen müridlerinden ve şeyhini ziyaret makadıyla Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin Muhakkık-ı Tirmizi yetişti. Kübrevi tarikatına mensup olan Seyyid Burhaneddin, babasından sonra Mevlana'ya mürşidlik yapan ve onun ilmi ve tasavvufi yönden yetişmesinde önemli rol oynayan ilk kişidir.

Mevlana, mürşidinin isteği üzerine, ilim tahsil etmek üzere önce Halep Haleviyye Medresesi'ne, sonra da Şam Makdemiyye Medresesi'ne gitti. Oralarda altı yıl kadar (iki yıl Halep'te, dört yıl Şam'da), devrin ileri gelen hocalarından ilim, bilhassa tefsir, hadis ve fıkıh tahsil etti. Bu sıralarda Şam'da ikamet etmekte olan Muhyiddin İbnu'l-Arabi (ö. 1240) ve Sadreddin Konevi (ö. 1274) ile de görüştü. Mevlana'nın Halep ve Şam'dan Konya'ya dini ilimler ile mücehhez bir şekilde dönüşünden kısa bir süre sonra Seyyid Burhaneddin vefat etti (1241).

Kendi döneminin önde gelen Hanefi alimleri arasında yer alan Mevlana, babasından olduğu kadar Seyyid Burhaneddin'den de tamamıyla zahidane telakkiler almış; ondan, Gazzali'den (ö. 1111) mülhem olan Ehl-i Sünnet akidesine bağlı bir tasavvuf öğrenmişti.

Onun ölümünden sonra Mevlana bir taraftan medresede tedris ile meşgul oluyor, diğer taraftan da müridleri irşad etmeye çalışıyordu. İşte tam bu sıralarda Mevlana'nın hayatında büyük değişiklik yapan bir hadise oldu. Konya'ya Şems-i Tebrizi (Şemseddin Muhammed b. Ali et-Tebrizi) isimli bir şahıs geldi (1244). Ders ile meşgul olan büyük bilgin, tam bir zahid ve temkin ehli bir sufi olan Mevlana'yı bu garip zat kendinden geçirdi, aşk denizine attı ve coşkun bir Halk aşığı yapıverdi.

3. Mevlana'nın Şems'in Ölümüne (Tamamen Kaybolmasına) Kadar Olan Hayatı (1244-1247)[]

Şems, alim olmakla beraber şiddetli ruhani bir cezbenin tesiri altında bulunmaktaydı. Mevlana'yı dolu ve yanmaya hazırlanmış bir lamba gibi telakki eden kimseler, Şems'in mevkiini de bir kibritin yaptığı işe benzetirler. Asıl yanan ve nurlanan Mevlana idi. Onu uyandırmak ve ziya saçar bir hale getirmek için kibrit lazımdı ki buu da Şems yaptı. Başka bir görüşle: Şems Mevlana'yı ateşledi, fakat öyle bir infilak karşısında kaldı ki onun alevleri içinde kendisi de yandı.

Şems ile karşılaştıktan sonra Mevlana'nın hayatına tamamıyla o yön vermeye başladı. ki Hak aşığı halvete çekiliyorlar ve Hakk'ı anlama birbirlerine ayna oluyorlardı. Mevlana kendisini tamamen Şems'in sohbetine verdi, onda adeta kendisini kaybetti. Artık medreseye, dergaha çıkmaz oldu. Aslında Şems de Mevlana ile talebelerinin ve müridlerinin buluşmaması için elinden gelen gayreti sarf ediyordu. Ne var ki bu durum Mevlana'nın etrafındakilerin hiç de hoşuna gitmedi. İnsanlar arasında Şems'e karşı haset, kin ve nefret başladı. Belli bir zaman sonra dedikodular ve eleştiriler açıktan açığa yapılmaya başlandı. Şems, işin çığırından çıktığını, herkesin kendisine düşman olduğunu görünce, bir gün ansızın ortadan kayboluverdi (1246).

Şems'in ayrılışına Mevlana çok üzüldü. Divaneler gibi gazeller söylüyor, yüreğindeki ayrılık acısını dile getiriyordu. Etrafındakilerle ilgilenmesi bir yana, Şems zamanındaki hali de kayboldu. Hatta Şems'in gidişine sebep olanlara kızgın ve kırgındı. Onların yüzüne bile bakmıyordu.

Şems'in Şam'da olduğunu öğrenince Mevlana, oğlu Sultan Veled'i, hediyelerle birlikte ona elçi olarak gönderdi. Şems Konya'ya tekrar geldi (Mayıs 1247). Mevlana adeta bayram etti. Kırgın olduğu kimseleri bağışladı. Eski günlerdeki coşkun haline döndü. Fakat çok geçmeden, aralarında oğlu Alaeddin Çelebi'nin de olduğu bir grup, Şems'e karşı eski davranışlarını tekrar sergilemeye, onu ve Mevlana'yı üzmeye başladılar. Sonunda Şems ortadan büsbütün kayboldu.; veya öldürüldü (Aralık 1247). Mevlana onu her yerde aradı, hatta Şam'a bile gitti, ama nafile.

Ahmet Eflaki'nin Menakıbu'l-Arifin'de kaybettiği bir rivayete bakılırsa; düşmanları Şems'i öldürdükten sonra bir kuyuya attı. Sultan Veled onu rüyasında görerek buradan çıkartıp teçhiz ve Tekfin ettikten sonra, yine Tebrizli mimar Emir Bedreddin'in binası olan türbenin yanına defnettirdi. Mevlana, ıstırabının şiddetinden, yalnız başına bahçede dolaştı ve cenaze merasiminde bulunmadı. Adeta Şems'in öldüğüne inanmaktan kaçındı. Mevlana, oğlu Alaeddin Çelebi'ye karşı bu yüzden şiddetli nefret duydu. Alaeddin çok geçmeden şiddetli bir humma neticesinde vefat etti.

4. Mevlana'nın Şems'in Ölümünden Sonraki Hayatı (1247-1273)[]

Artık Mevlana gece gündüz sema ediyor, gazeller, şiirler söylüyordu. Ağlayışı ve feryadı herkesi yürekten yaralıyordu. Şems'i gönül dünyasında arıyordu. Nitekim onu orada buldu da... Bundan sonra kendini ilim tedrisine ve irşada verdi. Bir yandan da gönlü bir dost arayışı içerisindeydi.

Mevlana'nın can aynası olarak bulduğu diğer bir kişi Konyalı Selahaddin-i Zerkubi oldu. (Kuyumcu, altın dövücü Selahaddin). Aslında Kuyumcu Selahaddin, Seyyid Burhaneddin'in dervişi idi ve okuma yazması yoktu. Fakat Mevlana'nın coşkunluğu onunla tatlı bir sükunete erdi, gönül dünyası onunla huzuru yakaladı. Artık sema meclisleri zevk ve neşe ile kuruluyor, günler birer düğün havasında geçiyordu. Mevlana bütün gönlüyle ona yöneldi. Onunla iki bedende yaşayan bir can gibi yakınlaştılar. Onu, yerine halife ve şeyh ilan etti. Müridlerin irşadını ona havale etti. On yıl kadar süren mutlu bir dostluğun ardından, Selahaddin-i Zerkubi de Hakk'ın rahmetine kavuştu (1258).

Mevlana, daha sonra "kendisine içindeki nur hazinelerini keşfettiren" Çelebi Hüsameddin b. Muhammed b Hasan'ı (ö. 1284) dost, hemdem, yar ve halife seçti. Hüsameddin Çelebi, mensupları Ahi şeyhliği yapmış bir sülaleden geliyordu. Bu ahbablık ve sohbet on yıl kadar sürdü. Bu on yılın en güzel meyvesi ise Mesnevi oldu. Gönülbaşı ve halifesinin ricası üzerine Mevlana Mesnevi beyitlerini söylemeye başladı ve böylece muhteşem bir edebiyat ve tasavvuf klasiği olan Mesnevi telif edildi.

Uzun ve yorucu bir hayatın ardından ansızın ateşli bir hastalığın pençesine düşen Mevlana, dostlarının bütün tedavi çabalarına rağmen hastalıktan kurtulamadı ve 5 Cemaziyelahir 672 (17 Aralık 1273)'de vefat ederek Sevgilisine kavuştu.

Cenaze alayında Sadreddin Konevi ki Mevlana'nın vasiyetine rağmen, kendinden geçmesi sebebiyle cenaze namazını kıldıramadı, Selçuklu veziri Muinüddin Pervane, bütün Selçuklu emirleri, müderrisler, talebeler, her dinden ve mezhepten insan bulundu. Oğlu Sultan Veled'in İbtidaname'sine kaydettiğine göre, sadece Müslümanlar değil Hıristiyanlar ve Museviler de bu vefattan son derece üzüntü içindeydiler.

Mevlana'nın cenazesi Konya'da, babasının ve Selahaddin-i Zerkubi'nin de defnedildiği yere defnedildi. Sultan Veled zamanında sandukanın üzerine bir türbe yaptırıldı.

Mevlana'nın sevenleri, onun bir gazalinde de belirttiği üzere, vefat gecesinin bir ayrılık gecesi değil, bi visal gecesi olduğunu söylediler. Bunun için de o geceye Şeb-i Arus (Düğün Gecesi) adını verdiler ve ayinlerle ihya ettiler.

İki oğlunun annesi Gevher Hatun öldükten sonra Kira Hatun isminde dul bir kadınla evlenmiş olan Mevlana'nın, bu hanımından da Emir Alim Çelebi isminde bir oğlu ve Melike Hatun isminde bir kız çocuğu olmuş, fakat Emir Alim Çelebi pek genç yaşta iken vefat etmiştir. Mevlana'nın vefatında ancak oğlu Sultan Veled ile kızı Melike Hatun sağdı.

Eserlerinin orijinal dili Farsça'dır.

Mevlana ve Mevlevilikle ilgili Türkçe en geniş neşriyat Abdülbaki Gölpınarlı (ö. 1982) ve Şefik Can'a (ö. 2005) aittir.

Esasen Mevlana, Mevleviliğin şimdiki ayin ve kaidelerini vaz' ve Mevleviliği bir tarikat halinde tesis etmemişti. O böyle kayıtlardan tamamıyla uzak bir zattı. Sema etmesi dahi vecd ve hal neticesiydi. Manevi terakkinin vasıtası ise aşk ve sohbetten ibaretti. Onun fikirlerinin intişarında ve tarikatının sistemleşmesinde oğlu Sultan Veled'in (623-712 / 1226-1312) payı büyüktür.

Mevlana ve Şemsi Tebriz'in Karşılaşması[]

1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı'na (Şeker Furuşan) baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi. AdıŞemsettin Muhammed Tebrizi(Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göreEbubekir Selebaf adlı Ümmî bir şeyhinmüridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. Sonradan Hacı Bektaş Veli’nin "Makalat" (Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi'ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ'yı atının üstündedanişmentleriyle birlikte gelirken buldu. Atın dizginlerini tutarak sordu ona:

- Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammedmi büyüktür, yoksa Beyâzîd Bistâmî mi?"

Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:

- Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"

Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:

- Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içindeAllah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"

Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:

- Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".

Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.

Oradan birlikte Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler vehalvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu ki kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder. Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya'nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehdit ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya Kur'an'dan bir ayet okudu. Ayet,

İşte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır. (Kehf Suresi, 78. ayet)

anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245). Tebrizli Şems'in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler. Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler. Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. Tebrizli Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı. Konya'ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi. Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema veraksa[kaynak belirtilmeli] başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hintalacası renginde bir hırka ve bal rengi birküllah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı.

Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü. Tebrizli Şems'in türbesi Hacı Bektaş Dergahı'nda diğerHorasan Alperenleri'nin yanındadır.

[]

Advertisement