Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

Temsil Bir şeyin aynısını veya mislini yapmak. Benzetmek. Teşbih etmek. Örnek, nümune söz. (Bak: Kıyas-ı temsilî)

Misal Bir şeyin benzer hali. Benzer. Örnek. Düş. Rüya. Ahlâk ve âdâbla ilgili kıssa ve hikâye. Bir şeyin örneği ve sıfatı. Kısas. Gr: İlk harfi harf-i illet olan (yani; elif, vav veyahut da yâ olan) fiil veya kelime.

Kıyas-ı Temsilî Temsil tarzında yapılan mukayese. (Diyorsunuz ki: "Sen sözlerde kıyâs-ı temsili çok istimal ediyorsun. Halbuki fenn-i mantıkça, kıyas-ı temsili, yakini ifade etmiyor. Mesâil-i yakiniyede bürhan-ı mantıki lâzımdır. Kıyas-ı temsilî, usul-i fıkıh ulemasınca zann-ı galib kâfi olan metalibde istimal edilir. Hem de sen, temsilâtı bazı hikâyeler suretinde zikrediyorsun. Hikâye hayalî olur, hakiki olmaz. Vâkıa muhalif olur?"Elcevab: İlm-i Mantıkça, çendan "Kıyas-ı temsilî, yakîn-i kat'i ifade etmiyor." denilmiş. Fakat kıyas-ı temsilînin bir nev'i var ki, mantıkın yakînî bürhanından çok kuvvetlidir. Ve mantıkın birinci şeklinin birinci darbından daha yakındır. O kısım da şudur ki: Bir temsil-i cüz'î vasıtasıyla bir hakikat-ı küllînin ucunu gösterip, hükmü o hakikate bina ediyor. O hakikatın kanununu, bir hususî maddede gösteriyor. Tâ o hakikat-ı uzma bilinsin ve cüz'î maddeler, ona irca' edilsin. Meselâ: "Güneş, nuraniyyet vasıtasıyla, birtek zât iken; her parlak şey'in yanında bulunuyor temsiliyle bir kanun-u hakikat gösteriliyor ki, nur ve nurani için kayıd olamaz. Uzak ve yakın bir olur. Az ve çok müsavi olur. Mekân onu zaptedemez.Hem meselâ: "Ağacın meyveleri, yaprakları; bir anda, bir tarzda kolaylıkla ve mükemmel olarak birtek merkezde, bir kanun-u emrî ile teşkili ve tasviri" bir temsildir ki, muazzam bir hakikatın ve küllî bir kanunun ucunu gösterir. O hakikat ve o hakikatın kanununu gayet kat'i bir surette isbat eder ki, o koca kâinat dahi şu ağaç gibi o kanun-u hakikatın ve o sırr-ı Ehadiyyetin bir mazharıdır, bir meydan-ı cevelanıdır.İşte bütün Sözlerdeki kıyasat-ı temsiliyyeler bu çeşittirler ki bürhan-ı kat'i-yi mantıkîden daha kuvvetli, daha yakînîdirler. S.)

Kıyas Benzetmek, karşılaştırmak, mukâyese. İki şeyi birbiri ile karşılaştırmak. Benzeterek hüküm ve muhâkeme etmek. Man: Doğru kabul edilen iki hükümden bir üçüncü hükmü çıkarmak. Fık: İki belli şeyden birinin mahsus olan hükmünü, yâni, bu hükmün mislini, aralarındaki müttehid illetten dolayı, diğerinde de ictihad ile izhâr etmektir.

KIYAS

Sözlükte "bir şeyi diğer bir şeyle ölçmek, karşılaştırmak, iki şeyi birbirine eşitlemek" gibi anlamlara gelen kıyas, fıkıh usulünde, hakkında nass bulunmayan bir meselenin hükmünü, Kitap veya sünnette hükmü bilinen bir meseleye göre açıklamak manasını ifade etmektedir. Başka bir tanımla, hakkında nass bulunmayan bir meseleye, aralarındaki ortak illet sebebiyle, hakkında nass bulunan meselenin hükmünü vermek demektir.

İslâm hukukçularının çoğunluğu, kıyasın amelî hükümlerin bilinmesinde bir delil ve İslâm hukukunun esaslarından biri olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Kıyasın delil olabileceğine delalet eden âyet ve hadisler bulunmaktadır (bk. Nisâ 4/59; Sâd 38/28; Muhammed 47/10; Haşr 59/2; Tirmizî, Ahkam, 3; Daremî, Mukaddime, 19).

İslâm dini, son dindir, kıyamete kadar başka bir din gelmeyecektir. Bu nedenle, kıyamete kadar ortaya çıkacak bütün olayların hükümlerini kapsayacak zenginlikte olması gerekir. Halbuki, Kur'ân ve sünnetteki nasslar sınırlıdır ve başka nass da gelmeyecektir. Buna karşılık, karşılaşılan olaylar ise sınırsızdır. Sınırlı kaynaklarla, sınırsız olaylar karşılanamayacağına göre, yeni ortaya çıkan olayların hükümlerini elde etme yolu, hakkında nass bulunan hükümlerin hangi gerekçelerle konduğunu belirleyerek, benzeri olaylara uygulama şeklinde olacaktır. Bu da kıyastır.

Kıyasın, asıl, fer', hüküm ve ortak illet olmak üzere dört rüknü bulunmaktadır. Asıl, kendisine kıyaslanan, hükmü nass ile belirlenmiş mesele demektir. Buna makîsun aleyh de denir. Fer', hakkında nass bulunmayan meseleyi ifade eder. Hüküm, asıl hakkında nassla sabit olan ve kıyas yoluyla fer'e uygulanmak istenen hükümdür. İllet ise, hem asıl, hem de fer'de bulunan ortak vasıftır. (bk. İllet) (İ.P.)

KISÂS

Sözlükte "ödeşme, ikap, ceza" gibi anlamlara gelen kısâs, bir fıkıh terimi olarak, yaralama, sakatlama ve öldürme suçlarında uygulanan ve genellikle misilleme esasına dayanan cezâ manasına gelmektedir. Kur'an-ı Kerim'de "Ey inananlar! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı: Hür ile hür, köle ile köle, kadın ile kadın. (...) Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Artık Allah'a karşı gelmekten sakınırsınız." (Bakara, 2/178-179); "Tevrat'ta onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılık kısas yazdık. Kim bunu (kısası) bağışlarsa, bu onun günahlarına keffâret olur." (Mâide, 5/45) buyurulmaktadır. Kısâsta kul hakkının hakim olması sebebiyle, mağdur veya yakınlarının affetmesiyle ceza düşer veya mahiyeti değişir. Kur'ân-ı Kerim'de, "Öldüren, ölenin kardeşi tarafından bağışlanmışsa, artık kendisine örfe uymak ve bağışlayana güzellikle diyeti ödemek gerekir." denilmektedir (Bakara, 2/178). (bk. Diyet) (İ.P.)

KIYAS

Alm. Analogie (f), Fr. Analogie (f), İng. Analogy. İslâm dînindeki hükümlerin dört kaynağından biri. Lügatte “bir şeyi takdir etmek, ölçmek, karşılaştırmak ve iki şey arasında benzerlikleri tesbit etmek” mânâlarına gelir. Kıyas; dînî hükümlerin delillerinden biridir. İslâmiyette bir mesele hakkında hüküm vermek için, önce Kur’ân-ı kerîmde delil aranır. Bulunamazsa, Peygamber efendimizin sözlerinde ve işlerinde aranır. Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde bulunamazsa Eshâb-ı kirâmın icmâına, söz birliğine bakılır. Bu üç kaynakta, hüküm vermek için bir delil bulunamazsa, müctehid olan bir âlimin kıyas yoluyla elde ettiği hüküm alınır. Buna “re’y” veya “ictihad” denir (Bkz. İctihâd, Müctehid). Kıyas, fıkıh ve mantık ilminde, meselelerin hükümlerini bildirmeye yarayan bir yoldur, vâsıtadır.

İslâmiyeti iyi bilen, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hüküm çıkarabilecek dereceye yükselen din âlimlerine “müctehid” denir. Fıkıh ilmi ile uğraşan müctehidlere “fakih” denir. Çoğulu “Fukahâ”dır (Bkz. Fıkıh). Hukûkî bir tâbir (deyim) olan kıyas, fukahânın Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden çıkardığı hükümleridir. Bunun için “Kıyas-ı fukahâ” da denilmiştir.

Kıyasın, terminolojisinde, çeşitli târifleri yapılmıştır. Bunlardan bâzıları şöyledir:

“Kıyas, İslâmiyetin kaynaklarından ve dînî meseleleri hükme bağlama vâsıtalarından birisidir.”

“Kıyas, hakkında âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunan hükmü tahlil ederek, benzer bir şeyin hükmünü elde etmektir.”

“Kıyas, hüküm ve illet bakımından fer’i (hakkında hüküm bulunmayan meseleyi), asla (âyet ve hadis ile hükmü bildirilen meseleye) göre takdir etmek (değerlendirmek)tir.

“Kıyas, her ikisinde de hükme esas teşkil eden illet (sebep) aynı olduğu için, hakkında nass, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunmayan bir olayın hükmünü, hakkında nass bulunan bir olayın hükmüne eşit kılmaktır.”

Bu târiflerin hepsinin özeti olarak denilebilir ki; “Kıyas, âyet-i kerîmeye ve hadîs-i şerîfe dayanan meselenin hükmünü, ictihâd yoluyla, aynı illeti (ortak vasfı) taşıyan ve nass (âyet ve hadis) ile belirtilmemiş olan mesele içinde vârit (geçerli) görmektir.”

Bir işin, helâl veya haram olduğunu kıyas yoluyla anlamak için, helâl ve haram olduğu bilinen, başka bir işe benzetilir. Bunun için o işi helâl veya haram yapan sebebin birinci işte de bulunması lazımdır. Bunu da ancak ictihad derecesine yükselmiş derin âlimler anlayabilir. Mezhep imâmlarının hepsi bir soru ile karşılaştıkları zaman, bunun cevâbını, önce Kur’ân-ı kerîmde açıkça bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde; yine bulamazlarsa, icmâda ararlardı. İcmâda bulunan cevâbına kıyas ederek ictihâd edip cevâbını bulurlardı. Nitekim, ictihadın birinci yolu, Irak âlimlerinin yolu olup, buna “re’y” yâni “kıyas yolu” da denir. Bir işin nasıl yapılacağı, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça bildirilmemiş ise, buna benzeyen başka bir işin nasıl yapıldığı aranır bulunur. Bu iş de onun gibi yapılır. Eshâb-ı kirâmdan sonra, bu yoldaki müctehidlerin reisi, İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’dir. (Bkz. İmâm-ı A’zam)

Peygamber efendimizin kıyas hakkındaki hadîs-i şerîfi şöyledir. Peygamber efendimiz, Yemen’e kâdı gönderdiği Muâz bin Cebel’e; “Karşına çıkan bir meseleyi nasıl halledersin?” diye sorunca, Muâz; “Allah’ın kelâmına göre.” diye cevap vermiş. Peygamber efedimiz; “Ya Allah’ın kitabında bir hal çâresi bulamazsan?” diye sorunca, o zaman Allah’ın Resûlünün sünnetine göre hallederim. “Ya, ne Allah’ın Resûlünün sünnetinde, ne de kitapta hal çâresi yoksa?” “O zaman da tereddüd etmeden, kendi kanâatime göre re’yimle ictihad ederim.” demiştir. Bunun üzerine, Peygamber efendimiz elini, Muâz’ın göğsüne koyarak; “Peygamberin elçisini Peygamberin hoşuna giden bir cevap vermeye sevk eden Allah’a şükürler olsun!” buyurmuştur.

Osmanlılar zamanında yetişmiş meşhur fıkıh âlimi İbn-i Âbidîn, Reddül-Muhtâr kitabında bu husûsu şöyle açıklamaktadır: “Resûlullah’ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vefâtından dört yüz sene sonra kıyas kalmadı. Yâni kıyas yapan derin âlim kalmadı. Bir işi, başka işe benzeterek hüküm çıkarabilecek mutlak müctehid kalmadı. Her yüz senede bir ictihâd derecesine yükselmiş derin âlimlerin, yâni müceddidlerin geleceği hadîs-i şerîfte bildirilmiştir (Bkz. Müceddid). Bu müceddidler, mezhebde müctehiddir. Bunlar kıyaslar yapmak, yeni ictihadlarda bulunmak vazifesini üzerine almamışlar, bulundukları mezhebin imamlarının ictihadlarını tazelendirmeğe, halkı irşâd etmeye çalışmışlardır. Yeni ictihâdlara ihtiyaç olmadığını görmüşler, Ehl-i sünnet bilgilerini kuvvetlendirmeye ehemmiyet vermişlerdir.”

Kıyas ile sâbit olan hüküm, Kitap (Kur’ân-ı kerîm) sünnet ve icmâ’dan biri ile sâbit olan hüküm gibidir. Kıyas ve ictihad, âyetlerin ve hadislerin mânâlarını meydana çıkarmaktadır. Bu mânâlara başka bir şey eklemezler. Kur’ân-ı kerîmdeki “Ey akıl sâhipleri! İyi anlayınız.” âyet-i kerîmesi kıyas ve ictihadı emir etmektedir. Bu emir, mutlak müctehid olan âlimler içindir. Böyle olmayan Müslümanlar onun sözüne uyarlar. Hakkında nass bulunan, Kur’ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde hükmü açık, belli olan meselelerde kıyas yapılmaz. Mecelle’nin 14. maddesinde: “Mevridi nassta (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf bulunan yerde) ictihada mesag (cevaz, izin) yoktur.” denilmektedir.

Kıyas işleminde dört unsur vardır. Bunlara kıyasın rükünleri denir:

1. Asıl (= kök): Bir kıyas işleminde, hakkında açıkça nass (âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîf) bulunan veya dînî hükmü bilinen meseleye “asıl” makısun aleyh (kendisine kıyas yapılan) veya “müşebbehün bih (kendisine benzetilen) adı verilir.

2. Fer’ (= dal): Hakkında nass bulunmayan ve dînî hükmü bilinmeyen meseleye “fer’” denir. Buna “makis=kıyas yapılan” veya “müşebbeh=benzetilen” de denir.

3. İllet (= sebep): Aslî ve fer’î iki mesele arasındaki ortak sebebe, “illet-i müştereke=ortak vasıf” veya “vasf-ı câmi=birleştirici vasıf” denir.

4. Hüküm: Asıl meseleden, fer’î meseleye geçen hükme “hükm-i muaddî” denir. Kıyas ile bildirilen dînî hükümlerden birkaçı şöyledir:

Peygamber efendimiz; “Hâkim, öfkeli iken iki taraf arasında hüküm vermesin.” buyurdu. Buna kıyas olarak Mecelle’nin 1811’inci maddesinde: “Hâkim gam ve gussa (keder) ve açlık ve galebe-i nevm (uyku basması) gibi sıhhat-i tefekküre (doğru düşünmeye) mâni olabilecek bir ârıza ile zihni müşevveş (karışmış) olduğu halde hükme tasaddî (teşebbüs) etmemelidir.” denilmiştir.

Altına parmak basılmış olan bir senet, o parmağı basan kişiyi ilzâm eder (bağlar). Buna kıyâsen imzâ da sahibini ilzâm eder (bağlar), çünkü her ikisi de şahsa delâlet etmektedir.

[]

[]

Ico libri Anlamlar

[1] (biyoloji, eskimiş) özümleme
[2] (eskimiş) gösteri
[3] (eskimiş) oyun
[4] (eskimiş) özdeme, adına davranma

Balance icon Eş Anlamlılar

[1] özdeme

[]

Lupa Sıfat[]

Ico libri Anlamlar

[1] Bir şeyi göz önünde canlandıran, temsille ilgili

Nuvola apps bookcase Köken

[1] (Arapça)

Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

Advertisement