Yenişehir Wiki
Advertisement

8<Osmanlı < idare < idari taksimat < Osmanlı idari taksimatı


OSMANLI İDARİ TAKSİMATI[]

Osmanlı Devletinde idari taksimat eyalet ile başlar. Bu sistem içerisinden aşağıdan yukarıya doğru sıralama yapılırsa, köy, kaza, sancak ve Beylerbeylik şeklinde idari, askeri, bir taksimata tabi tutulmuştu. Reâya denilen köyler halkı dirlik, vakıf, mülk reâyası olarak başlıca üç sınıfa ayrılmıştı. Beylerbeylik ilk dönemde bir tane idi ve bütün ordu işlerinden sorumlu olup hükümdardan sonra onun sözü geçerdi. Rumeli de fetihlerin genişlemesi üzerine, Anadolu ve Rumeli’nin bir beylerbeyi ile yürütülmesi sakıncalı görüldüğünden beylerbeylik Rumeli ve Anadolu olmak üzere ikiye ayrıldı. Osmanlı Devleti genişledikçe ve zamanın şartlarına göre bu eyaletlerin sayısı artmıştı.

Tanzimat devrinde mülki taksimat Eyalet ve Livalara “sancak” taksim edilmişti. Avrupa’da, Asya’da ve Afrika’da toplam 35 eyalet bulunmakta idi.

Avrupa topraklarında 15 eyalet 42 liva, Asya topraklarında 17 Eyalet 83 liva ve Afrika topraklarında da 3 eyalet 17 liva vardı. Eyaletlerin toplamı 35, Livaların 142, kazaların 1320 idi. Karal, E. Ziya, Osmanlı Tarihi, VI. Cilt TTK. Yayını 1983 Ankara s.128


Devletin idari taksimatı III.Murad zamanında[]

Kaza, Sancak ve Vilayet olarak belirlenmiştir.

Nahiye’de “Nahiye Müdürü”, Kaza’da “Kaymakam”, Sancak’da “Mutasarrıf”, memurları bulunurdu. Mülkî taksimatında mutasarrıf idaresinde bulunan memleket parçasına sancak yerine Liva’da denilirdi.


Osmanlı İdari Taksimatı İle İlgili Bazı Terimler:[]

Hükümet: Osmanlılarda sancakların yanında Hükümet olarak adlandırılan ve idarenin mahalli beylere bırakıldığı ocaklık suretiyle tevcih edilen sancaklar da vardı. Bunlar defterlere Livâ yerine hükümet olarak kaydedilmişti.

Hükümet sancakların, kanunla belirlenmiş statüleri, tabii olarak Osmanlı Devleti’ne bağlılıkların ölçüsünde geçerli idi. Diyarbekir, Van ve Bağdat eyaletlerinde rastlanan hükümetlerin ihdas sebebi buradaki mahalli beyleri devletin resmi görevlisi yaparak bir ölçüde merkezi otoriteye bağlamıştı.

Hükümet sancakları, kanun hükmünde belirlenerek bu muhtariyet şeklinde de anlaşılmaktadır.Buraların idaresi kuru bir mülkiyet ile mahalli beylere bırakıldığı ve uygulamada diğer sancaklar gibi muamele gördükleri de tesbit edilmiştir.

Yurtluk– Ocaklık: Bu tabirler, Bir yerin gelirinin birine tevcihi için kullanılmaktaydı. Yurtluk yalnız kayd-ı hayat şartıyla tasarruf edildiği halde Yurtluk ve ocaklık İrs yoluyla da tasarruf edilirdi. Kendisine bu şekilde bir arazi geliri tevcih olunan resmen o yerin sahibi değildi. Araziyi satamaz, bağışlayamaz, vakfedemezdi. Yalnız o yerin şer’i ve örfi vergisi kendisine ait olurdu. Tımardan farkı, mutlaka bir hizmet karşılığında verilmesinin şart olmaması, tevcihin geri alınmaması sahibinin idari ve bazı şartlarda bir dereceye kadar bir kısım kazai hakları da haiz bulunması idi.

Bu sistem müstakil beylerden zapt edilen yerlerde sadakat ve bağlılıkların görülen beylere hanedanların uhdelerinde bırakılmak ve daha ziyade imparatorluğun şark hudutlarında yerli Beylere ve beyzadelere bulundukları yerler o adlar tevcih alınmak suretiyle tatbik olunmuştur. Tanzimat sıralarında lağvedilerek buna mukabil kendilerine maaş bağlanmıştı

Nahiye; 1876 dan sonra bir kazada komşu olan köylerden ve 5 ilâ 10 bin nüfustan oluşuyordu. Nahiyeye bir müdür, bir danışma meclisi veriliyor, vergi salınması ve toplanması, yerel bayındırlık işleri, tarım ve eğitim konularında kendi karar veriyordu. Vilayet meclisleri artık sancaklardan dörder yıl süre için seçilmiş temsilcilerden oluşan bîr genel meclis durumuna yükselmişlerdi. (Show, 297) Muhassılllık: Devlete ait vergi ve resimleri tahsil ile mükellef olan memurlar hakkında kullanılan bir tabirdir. Osmanlılardan önce Selçuklu Türklerinde de bu tabir kullanılmıştır.

Selçukluların kuruldukları bölge dolayısıyla Gaznelilerden etkilenmişlerdir. Gazneliler ve Büveyhiler de askerlere iktâ yerine maaş verirlerdi. Buveyhiler Türk askerlerine maaş vermekte güçlük çektiği için bazan onun karşılığında kumandanları vilâyetlerin vergilerini kendi hesaplarına toplamaya memur eder ve bu suretle yıllık olarak iktâ ederdi.

Osmanlılarda XVIII. Yüzyılda beri sancaklar, hem buranın havâss-ı humâyûna ait gelirini toplayan hem de yönetimini üstlenen muhassıllar tarafından yönetilmeye başlanınca buralara muhassıllık denilmiştir.

Tanzimat’la birlikte herkesin gücüne ve sahip olduğu emlâk ve araziye göre, hal ve tahammülünün derecesine göre vergi namıyla münasip taksitlerle alınması kararlaştırılmıştır.

Bu düzenlemeye göre yerinde tahsil alınacak vergiyi her eyalete haysiyet ve iktidar sahibi memur gönderilmesi uygun görülmüştü. İşte bu memurlara “Muhassıl” denilmiştir.

1842 senesinde muhassıllık lağvedilerek bunlara ait vazifeler kaza ve livalara askerlerden tâyin olunan en büyük memurların uhdesine tahmil olundu. Bunun mezarratı anlaşıldığı için daha sonraları bu vazifeler defterdar, muhasebeci ve mal müdürlerine devredildi. Mîr–Hacılık: İslam hükümdarları adına hacıları Mekke’ye götürmekle görevli olan kişiye “Emir’ül – Hacc” denilirdi. İslamiyette bu işle ilk görevlendirilen kişi Hz. Ebubekir olmuştu.

Halifeler bu işi kendilerinin göremediği zamanlarda, yeteneklerine ve becerilerine güvendikleri şahısları bu işle görevlendiriyorlardı. “Emir’ül hacı” hacı olmak isteyen Müslümanlar sağlık ve güvenlik içinde Hac yerlerine götürüp getirmekti. Orada Hac yerinde yapılacak ziyaretinde dini törenleri idare etmek de Emir – ül Hac’ın vazifesi idi. Yavuz Sultan Selim Mısır’daki Memlûk sultanlığını, ortadan kaldırıp hilafeti alıncaya dek, osmanlı padişahları ile Memlûk sultanlığı ayrı ayrı emirü’l – hac yollarıydı. Halifeliğin Osmanlılara geçmesinden sonra Şam ve Mısır’daki iki ayrı Mîr Hac bu göreve devam etmişlerdir. Mîr–Aşiretlik: Osmanlı Devletinde Mîr – Aşiretlik sisteminin içinde zaman zaman yer almıştır. Kaptanlık: Osmanlı İmparatorluğunda idari taksimat biri de Kaptanlıktır. Bunlar mirî sisteme dahildir. Sahil sancaklarından meydana gelen eyaletlerdir. Efradı donanmada kullanılmak üzere teşkil olunan bu eyaletler Barbaros Hayrettin paşa zamanında Kazanılan zaferden sonra ihdas edilmeye başlanılmıştır.

Voyvodalık, Osmanlı idare sistemi içinde yer alan voyvodalık slavca orijinli bir kavram olarak Osmanlı idare literatürüne girmiştir.Reis, Subaşı, ağa gibi muhtelif mânalara gelir. Boğdan Voyvodası, Galata Voyvodası gibi.

Hicri onbirinci (Miladi onyedinci) asırda Eyalet valileri ve sancak mutasarrıfları uhdelerine tevcih olunan eyalet ve sancakların mülhak kazalarına daireleri gediklerinden veyahut halkın isteğiyle yerlilerin ileri gelenlerinden birini Voyvoda tâyin ederlerdi. Bu Voyvodalara merkezce mukataat hazinesi kaleminden evamiri şerife verilirdi. Vazife gittikçe tevessü ve taammûm ederek sonraları bunlar kaza kaymakamlığı vazifesiyle de muvazzaf olmuşlardır.Tımar ve Zeamet usulû cari olan yerlerde Voyvodaların yalnız mukataat ve havas kısmının varidatını Cibayet ve Tanzimat’a kadar devam etmişlerdir Pakalın, M. Zeki A.g.e. C. 111. S. 598

Meliklik: Osmanlı Devleti’nin İdari sistemi içinde görebileceğimiz bir diğer bölümü Meliklik sistemidir. Devletin Rumelide ihdas ettiği Voyvodalık sistemine benzer bir yapılanmayı Kuzey – Doğu Anadolu sınırında bulunan bazı yörelerde uygulamışlardır. Bunlar Kuzey–Doğu Anadolu’da zamanında bulunan Gürcü Meliklikleridir. Melikler her yıl belli bir vermek suretiyle Osmanlı Devleti’nin hakimiyetini tanımışlardır. Meliklerde iç işlerinde serbest kalmışlardır. Meliklik ataması merkezi otoritenin elinde bulunmaktaydı. Meliklik sıfatı mahalli bir tabir olmakla beraber bölgesel bir özellik taşımaktadır. Voyvodalık sisteminde görüldüğü gibi hemen hemen aynı karakterleri taşımakla beraber geleneksel ve mahalli özellikleri dolayısıyla bu adla anılmışlardır. Aslında Melik ve Melike kavramları Türk Tarihinde; Türklerin İslamiyeti kabul ile başlayan sürece rastlar. İslam Kültürü ve Mahalli geleneksel yapı birleşince yeni unvanlar Türk Sultanları tarafından da kullanılmaya başlanılmıştır. Melik hükümdar yerine kullanılan bir tabirdir. Arapça kökenli bir kelimedir. Selçuklu Türklerinde bu tabiri daha sık kullanıldığını görmekteyiz. Hem şah hem Melik olan sultan “Melikşah” Alpaslan’ın hemşiresi ve El – basan’ın karısı Gevher Melikşah’ın karısı meşhur Terken unvan olarak “yeryüzü Melikesi” tabirini kullanmışlardı

Doğu Anadolu’nun kuzeyinde idari sistem içinde kullanılan Meliklik sıfatı yukarıda belirtildiği gibi mahalli ve geleneksel özellikler yüzünden kullanıldığı anlaşılmaktadır. Voyvodalık sıfatında aynı özellikler görmekteyiz. Doğu–Anadolu’da Mülkiyetleri Osmanlı Hükümeti tarafından sahiplerine ait olarak kabul edilmiş olan ve kendilerine yazılan fermanlarda cenap tabiri kullanılan Cizre, Genç, Bitlis, İmadiye, Mahmudiye, Hakkâri, Palo v.s. yüksek hakimiyetini tanıyorlardı. Her sene muayyen bir vergi verirler ve lüzûmu halinde askerleriyle hizmete gelirlerdi; Bunlara serbest Mir-î miranlıkta tımar ve zeamet teşkilatı olmayıp sancakları o beylerin Mülkû gibi idi. Yavuz Sultan Selim zamanında devlete sadık kaldıkları için Bıyıklı Mehmet Paşa’nın arzıyla yurtluk – ocaklık olarak kürt beylerine ait büyük, küçük bazı yerler sancak itibariyle bu yerli beylere terk etmişti.

Bunların sancakları münhâl olunca hariçten kimseye verilmeyip oğullara, kardeşlerine ve en yakın akrabalarına verilirdi. Bu sancak ile beraber zeamet ve tımarlı sipahileriyle sefere giderlerdi.

Doğuda Çıldır eyaletinin teşekkülünden sonra buradan dört sancak mülkiyet üzere yurtluk ocaklık itibar edilmiştir. Bunlardan başka Mîr aşiretliği ismiyle Van, Diyarbakır, Şehrizor’da dört yüz kadar aşiret reislikleri vardı ki bunlar derece itibarıyla sancak beyi ile zeamet sahipleri arasında idiler; bu reisler sancak beyleri ile beraber sefere giderler, vefat ettiklerinde dirlikleri oğullarına, yok ise en yakınına verilirdi.

Beğler–beği :Selçuklular zamanında sadece savaş sırasında var olan bu makam, daha sonra devamlılık kazanmıştı.

Osmanlılarda ilk defa 1362’de Rumeli Beylerbeyliği olarak kurulmuştu.XVI. yüzyılda, İdarede değişme ile, Beğlerbeğlikler “Vilayet’e dönüşerek, Beğlerbeği terimi etkisini XVIII yüzyılda kaybedecektir.

VI.Yüzyılda Beğlerbeğliği karşılığı olarak “Mir – Miran” da kullanılmıştır.

Vali, Osmanlılarda Beğlerbeğlinin yerini alınca, Vâli, bu defa Beğlerbeğliği anlamında kulanılmıştır.

Subaşı :Kelime olarak asker – başı, Ordu komutanı olup, terim manâsıda bundan gelmektedir. Bir mıntıkanın (sûbaşılığının) askerlerine komuta eden kişi demek olup, aynı zamanda orada Sultanın necibidir.

Beğ / Sancak Beğ: Hükümdar ailesinden olmayan en üst rütbedeki kişilere bu unvan verilmiştir. Selçuklularda sübaşı’nın ünvanı “beğ” idi. Osmanlılarda sancağın başında Sancak beği bulunmaktadır.

Mütesellim: Sancak beğleri bir sancağa tayin edildiklerinde kendileri namına görevi teslim almak üzere hemen bir mütesellim gönderirdi. Sancak Beği veya Beğlerbeği geldiğinde Mütesellim’in görevi biterdi. XVII. Yüzyıldan itibaren Sancak beğleri görevlerinin başına gitmeyip Mütesellim gönderirlerdi. Bunlar genellikle o yörenin etkili kişileri olurlardı. Önceki vekil iken daha sonra valinin emrinde Sancak – Liva görevlisi olmuşlardır. XIX.Yüzyılın başlarında Mütesellim olmak için “Kapuzcu – başı” rütbesinde olmak gerekiyordu. .

Kapu Kathüdası Taşrada bulunan valilerin İstanbul’da Babıali ile münasebetlerinde yetkili kıldıkları kişidir. Bu kethüdalar İstanbul’da kalarak her türlü işlemlerde asıl görevli namına hareket ederlerdi.

Muhassıl: XVIII. Yüzyıldan sonra, idâre esasıyla değil, gelirinden yararlanmak üzere tayinlerde görülen bir terimdir. Bir görevliye, vazifesi icabı büyük bir gelir tahsis edilmek istendiğinde, görev yeri başka yerde olunca, idare etmek üzere o sancağa “Muhassıl” tayin edilirdi. Veya o sancağın başına “Muhassıllık Veçhiyle” tayin edilirdi ki, oraya gitmesine gerek olmayıp sadece vergi gelirinden yararlanmak üzere bir “Muhassıl” gönderirdi.

Mutasarrıf: XVIII. ve XIX. Yüzyılda Sancaklara “Mutasarrıf”lar tayin edilmeye başlanmıştır. “Mutasarrıf” böylece sancağın en yüksek âmiri manasını kazanmıştır. Mutasarrıfın idaresinde olan sancaklara, bazen “Mutasarrıflık” denmeye de başlandı. Cumhuriyet döneminde “Mutasarrıflıklar, Vilayet” adını alınca, Mutasarrıflarda da “Vali” adını aldılar.

Kadı: Hukuki ve Kazai her türlü görev onundur. Kadılar doğrudan sultan tarafından tayin edilmekle beraber, aynı ve bağımsız bir göreve sahiptirler. Kadı aynı zamanda idare, asayiş, belediye hizmetlerinde de padişah adına yetkilidir.Kadıların yetkileri Tazimat’tan sonra daralmıştır. XVIII. Yüzyıl sonlarında itibaren ayânların nüfuzunun artması ile belediye hizmetleri ve idari görevleri de gerilemiş bulunuyordu. XIX. Yüzyıl sonlarında sadece miras taksimi veya Şer’iye mahkemelerindeki davalarla görevlidir. Cumhuriyet döneminde şer’i mahkemeler lağv edilerek kadılar Adliyede birer hizmetle kaydırıldılar. “kadı” unvanı bu surette tarihe karıştı.

Voyvoda: Reis, Ağa, sübaşı gibi muhtelif mânalara gelen bir tabirdir. Voyvodalar, genellikle o yüzden, şehir veya kasaba halkından seçilirdi. Ayân yanında, bir de voyvoda olursa, tabiatıyla nüfuzu çok artar, bundan şahsi çıkarı için de yararlanabilirdi. Voyvodalar mütesellimler altında sayılır. Ancak, görevleri gereği, doğrudan merkezle münasebette de bulunabilirler. Tımar ve zeamet usulü câri olan yerlerde voyvodalar yalnız mukataat ve havas kısmının varidatını toplamışlardır. Tanzimat’a kadar devam etmişlerdir. Voyvoda tahsil memuru demekti.

Kaymakam 1842’lerde sancaklardaki en büyük mülki âmire Kaymakam denmiştir. 1864–67’ den sonra ise, kazalarda, mutasarruf vekili anlamında “Kaymakam” kullanılmış ve bu anlam ile günümüze kadar gelmiştir.

Ayan: “Seçkin” önde gelen, anlamında Türkiye Selçuklularından beri görülen bir terimdir. şehirlerde halkın önde gelenlerine bu ad verilirdi. Halkın, merkezi yönetiminin etkisinde olmaksızın kendi aralarından seçtikleri veya görevlerine itiraz etmedikleri kişilerdir. Türkiye Selçukluları’ndan erken dönemlerinde bunların “İğdiş” de denilirdi ki, büyük tüccar anlamı da vardır. Ayanlık teşkilatı XVIII. Yüzyıla sonlarında XIX. Yüzyıl başlarında bir nevi halk temsilciliğine dönmüştür. Ayanlar merkezi idare ile halkın ilişkilerini düzenleyen kişilerdi

Kethüda: Büyük devlet adamları ile zenginlerin işlerini gören adam hakkında kullanılan bir tabirdir. Genelde kelime anlamı “yardımcı” demek olup, şehirden göçen topluluklara kadar kullanılan bir terimdir. Temel anlam devlet işlerine halkın arasında yardımcı olan demektir.

Muhtar : kelime anlamı seçilmiş demektir. 1826’da İstanbul da Muhtarlık teşkilatı kurulmuştu. 1833’de itibaren mahalle ve köylerde kurulmuştu. Halkın temsilcisidir. Halk ile devletin ilişkisini sağlar.

Ağa: Asker ve Sanat ehli için kullanılır olunca okuma - yazma bilenlere “Ağa” Efendi denirdi.

Naib: Genelde vekil, yardımcı anlamında olup her görevin naibi olabilirdi. Ancak en çok kadı naibi bilinir

Osmanlı İdari Teşkilatı İlk Osmanlı kaynaklarında, ilk idari teşkilatın izlerine daha açık olarak rastlıyoruz.

Bu yılda Osmangazi, yeni fethedip imar ettiği Yenişehir’i merkez edinip, bazı yerlere tayinler yapmıştı.

Kemâl Paşazade’de daha belirgin gördüğümüz bu tayinleri şöyle toplayabiliriz.

1 – (Beğ Sancağı:) Yenişehir

2 – Karacahisar Sancağı: Orhan Gazi

3- İnönü nahiyesi subaşılığı: Gündüz Alp

4- İnegöl Vilayeti Eyaleti: Turgut Alp

5- Eskişehir Vilayeti Eyaleti: Aygud Alp

6- Yarhisar (Hasan Alp)

Osmanlı Yükselme Dönemi İdari Birimleri

Asya ve Afrikada: Anadolu, Karaman, Zülkadir (Adana) Rum(Sivas), Erzurum, Trabzon veya Batum, Çıldır, Şirvan, Van, Diyarbakır, Şehrizor, Musul, Bağdat, Basra, Lahsa, Deyr’i Rahbe ve daha sonraki ismiyle Rakka, Haleb, Şam, Trablusgarp, Tunus, Cezayir, Kıbrıs ve Kaptanpaşa eyaletleri ile Mekke – i Mükerreme Emirliği, Ayrıca bir ara Fas sultanlığı da Osmanlı Himayesine girmişti.

Avrupada: Rumeli, Mora, Özi, Bosna, Budin, Temeşvar, Varad, Eğri, Kanije, Kefe, Uyvar beylerbeylikleri ve Girit muhafızlığı, Kırım Hanlığı, Eflak Boğdan voyvodalıkları, Erdel (Transilvanya) Krallığı Avrupa’daki eyaletlerin bir kısmı II Viyana bozgunundan sonra kaybedilmiştir.

Daha önceleri eyalet yöneticiliği 2 tuğralı paşalara verilirken, bu sistem değiştirilerek 3 tuğralı paşalara da eyaletler teslim edilmiştir.Eyaletlerin vezirlere verilmesi sebebi ile Osmanlı vezirleri dahil ve hariç olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Bunlardan iç vezirler Kubbe altındaki müşavir yani sandalyasız vezirler olup, dış vezirlerde eyaletlerdeki vali vezirlerdi.

Osmanlı Duraklama ve Gerileme Dönemi İdari Birimleri Avrupa da; Edirne, Silistre, Buğdan, Eflak, Vidin, Niş, Üsküp, Sırbistan, Belgrad Kalesi, Bosna, Rumeli “Arnavutluk ve Makedonya” yanya(Epir), Selânik, Cezayir - Bahri Sefid, Girit eyaletleri vardı.

Asya’da; Kastamonu, Hüdavendigar, Aydın, Karaman, Adana, Bozok, Sivas, Trabzon, Erzurum, Musul, Harput, Halep, Sayda, Şam(Suriye), Bağdat eyaletleri vardı.

Afrika’da: Habeş, Mısır, Trablus–Garp, Tunus eyaletleri bulunuyordu.Bu eyaletlerin Eflak ve Buğdan, Sırbistan ve Mısır muhtar, Tunus ve Trablus–Garp da yarı muhtar idiler.

İstanbul’un idaresi de bir özellik taşımakta idi. Diğer eyaletlerin başında vezir payesinde vali, Livaların başında mirmiran veya kapıcı rütbesinde birer Muhassıl veya Kaymakam, kazaların başında ise birer müdür veya Mütesellim vardı.

Gülhane Hattı–ı Hümayunu’ndan evvel iltizam usulünün bulunduğu devirlerde Babıali’nin eyalet idaresi üzerinde tasarrufu sadece mahalli memurların azledilmesi ve tayini ile sınırlıydı.

Gülhane hatt–ı hümayûnundan sonra, imparatorluğun mülkî taksimatında birkaç defa değişiklik yapılmasına teşebbüs edildi. Devlet salnamesi 1848 yılından itibaren yayınlanmaya başlamıştı.

Bu dönemde: Eyalet, Liva, kaza sistemi muhafaza edilmiştir. Bazı eyaletler büyütülmüştür. Bazı sancaklar eyalet haline getirilmiştir.

1858 yılından itibaren ise Karyeler idari taksimata dahil edilmiştir.

Mustafa Reşit paşa sadrazam olunca Mûlkî taksimatta değişiklik yaptı. Vilayet merkezinde umumî hizmetleri vali, kumandan ve Defterdar arasında taksim etti. Bunun dışında bu vilayet merkezinde bir vilayet meclisi ihdas etti.

Yetkileri azalan valiler merkeze bağlandı. Daha sonraki yıllarda bu uygulama başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Ancak, önemli bir sonucu Abdülmecid döneminin sonuna doğru bir Mülkiye mektebi açılmıştır.

Mülkiye Memurları için vazife ve selahiyet kanunu çıkarıldı. 22 Eylül 1852’de “t[Vali, Mutasarrıf ve Kaymakamların Vazifelerini şamil talimat]].” Başlığı ile Mülkiye memurluğu için bazı esaslar tesbit ve tamim edildi.

Osmanlı Vilayet Teşkilatı 1839 Tanzimat fermanı ile mülki idari taksimatta önemli değişiklikler yapılmıştı. Mustafa Reşit Paşa’nın geliştirdiği bu teşebbüs başarılı olamamıştır.Ülkenin içinde bulunduğu anarşik ortamdan yararlanmak isteyen batılı ülkeler 1856 Islahat fermanının bahane ederek Osmanlı İmparatorluğuna sürekli baskı yapıyorlardı. Hıristiyan tebaanın zulüm altında olduğunu savunuyorlardı. Hıristiyanlığın Müslümanlarla mülki idareye eşit şartlarda iştirak etmelerini istiyorlardı. 1859 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa eyaletlerinde, devletlerarası bir komisyon marifetiyle bir tahkikat yapılmasını bile teklif ettiler. Harici baskılar ve dahili şartlar sonucunda Mülki taksimatta önemli değişiklikleri ihtiva eden 1864 Vilayet nizamnamesi yayınlandı. 1864 vilayet nizamnâmesine göre eski eyalet, sancak ve diğer mülki üniteler üzerine yenileri kabul edilmektedir Vilayet, bir valinin faaliyette bulunacağı bölge olup, tamamıyla Fransızların teşkilatına benzemektedir. Mutasarrıf sancak veya Livanın başındadır. Kazalar Kaymakamların, nahiyeler de muhtarların idaresi altındadır. Ayrıca “Vilayet umumi meclisi, bulunacaktır. Bu meclis, her sancak tarafından seçilen ikisi Müslüman olan diğer ikisi Müslüman olmayan, üyelerden, valinin başkanlığında toplanmak suretiyle kurulacaktır Fransa benzeri bir idare şekli getirilmeye çalışılmıştır. 1856 Islahat fermanına uygun bir biçimde halkın idareye katılmasına sağlanmaya yönelik çabalar görülmektedir. Halk, meclis ve mahkemelere memur âzayı seçmek suretiyle umumi işlere ve mahalli menfaatlerin sağlanmasına iştirak ediyordu. İdare ve icra kuvveti de adliyeden ayrılmıştır 1864 Vilayet nizamnamesi imparatorluğun her tarafına tatbike konulmadı. Bir deneme yapılmak suretiyle tecrübe kazanılmaya çalışıldı.Rusçuk, Vidin ve Niş eyaletleri birleştirilerek “Tuna Vilayeti” adı verildi. Bu vilayette Mithat Paşa Vali tayin edildi. Mithat önce imar işlerini düzenlemeye ve bununla beraber yeni bir zabıta kuvveti meydana getirecek asayişi temine çalıştı. Kredi sandıkları kurarak ihtiyacı olan köylüye yardım etti. Şirket arabası tesis etti. Araba ve Fayton imâl eden bir fabrika kurdu.Mithat paşa’nın bu başarılı çalışmaları sonunda 1865 yılında Tuna örnek alınarak yeni vilayetler kurulmuştur. 1867 vilayetler nizamnamesi daha çıkarıldı. Sonra yeni bir 1876 vilayetler nizamnâmesi daha çıkarıldı. Türkiye’de vukû bulan bu süreçten sonra idari taksimatla ilgili arayışlar zamanın getirdiği şartlar muvacehesinde değişiklikler yapılmaya devam edile gelmiştir.

Vilayet idaresinin, idare konularına göre, işlevi şu bölümlere ayrılmaktadır: Mülkiye işleri, Maliye İşlevi, Zaptiye İşleri, Siyasi İşler (Umur–u Politika), hukuk işleri. Vilayetin genel idaresi Vali’ye verilmiştir. Maliye işleri defterdar unvanıyla bir maliye memuruna bırakılmıştır. Defterdar valinin maiyetinde bulunmakla beraber doğrudan doğruya, maliye nezaretine karşı mesuldür. Valiye yardımcı olmak bakımından emrine uzman memurlar verilmiştir. Bunların yanında bir idare meclisi vardır. Vali bu meclisin hukuk işlerine müdahale etmeyecektir.

(Mehmet Ali Talayhan, Salnamelere Göre Adana ve Konya Vilayetleri İdari Taksimatı, Yüksek Lisans Tezi, Giriş Kısmından.)


Abdülhamit Dönemi İdare[]

II .Abdülhamid döneminde vilayetler 3 kısma ayrılmıştır. 1- Merkeze bağlı vilayetler, 2- Merkeze bağlı müstakil sancaklar, 3- İmtiyazlı eyaletler İstanbul için, eski örgütü de koruyarak yeni bir belediye yasası çıkarılmıştı. Belediye başkanının (şehir emini) altı üyeli bir danışma meclisi bulunuyordu; kent 20 daireye bölünmüş, her birinin başına muhtarlara ve polis komiserlerine görevlerinde yardımcı olan 8 ilâ 12 kişilik seçim yoluyla gelen meclisler getirilmişti. Ancak bu kadar çok dairenin yönetiminin güç ve pahalı olduğu anlaşılınca 1880'de daire sayısı ona indirildi.

Ayrıca bir vilayet Belediye Yasası çıkarıldı. İçişleri Bakanlığı denetimi altında İmparatorluktaki tüm kent ve kazalarda birer belediye örgütü kuruldu. Yerel idari meclisler kendi üyeleri arasından muhtarı, belediye meclislerini, hükümet ve mec­lislere üyeleri seçecekler, belediye bütçesini onaylamak üzere yılda iki kere toplanacaklardı.

Yabancı devletlerin Osmanlı idare işlerine sık sık müdahalelerine karşılık olarak Abdülhamit valileri ve memurları merkezî bir denetime bağlayarak çoğunlukla bunların içişleri Bakanlığıyla resmi bağları dı­şında sarayla aralarında bir haberleşme hattı kurmuştu. İçişleri Bakanlığı da merkez düzenden ayrılmaya izin vermeyen yüksek derecede merkezîleşmiş bir sistem geliştirerek en küçük bir harcamanın bile yetkisinin İstanbul'dan alınmasını sağladı. Abdülhamit 1879 reform programında hükümet memurluğunun geçmişte olduğu gibi onurlu bir meslek haline getirilmesinin gerekliliğini vurgulamıştı.

Bürokratların iyi yetiştirilmelerini sağlamak için laik eğitim düzeni yaygınlaştırıldı. En üst düzeyde Mekteb-i Mülkiye yeniden örgütlendi ve genişletildi.

Bürokratları hukuk ve maliye alanlarında yetiştirmek üzere Mekteb-i Hukuk ve Mekteb-i Maliye açıldı, vilayet memur kadrolarında boşluk olunca ilk seçim hakkı bu okullar mezunlarına verildi. Memurin-i Mülkiye Komisyonu ve Ahvâl-i Memurin Sicili Komisyonu'nun kurulması bu girişimi zayıflatmışsa da, genel etkinlik ve dürüstlük ölçüleri önemli ölçüde yükselmişti Memurlar, rütbe ve makamlarına göre aylık alacaklardı, Sadrazam ayda 25 bin kuruş, bakanlar 20 bin kuruş, müsteşarlar 10 bin kuruş, dairelerinin önemine göre müdürler 3 ilâ 10 bin kuruş alıyorlardı. Taşra valileri de 20 bin, 17 bin ve 15 bin kuruş aylık alanlar olmak üzere üç sınıfa ayrılmışlardı. Rüşveti önlemek için askeri ve dini sınıf üyelerine de bunlara benzer aylıklar veriliyordu. (Show, c II, 297-299)

Advertisement