Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

1.BEYİT[]

 
METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
1.
بشنو این نی چون شکایت می کند
Bişnew inney çun şikayet mii kuned .
Dinle neyden bak neler söyler durur
Hear, how yon reed in sadly pleasing tales
 
از جداییها حکایت می کند
Ez cüdayiha hikayet mii kuned
Ayrılıktan mütevellit hikaye der durur.
Departed bliss and present woe bewails


Üstün bir nesir, yüksek bir nazım yoluyla mânaların açığa çıktığı ve hakikatlerin göründüğü müddetçe kâmil ve genel bir hamd ve şâmil ve tamam bir selâm olsun.

Şimdi, fakir kul ki,kurbanlık Bursalı Hakkî diye isimlendirilmiştir, şöyle der;

Allah Tealâ bu hakıkatların tadına ulaştırdıklarından ve her işi başarılı olanlardan kılsıl

Muhakkak ki o şârih Mevlevî de olsa ve tam mânasıyla mesnevîyi şerhetmek isteyen herkes doğru yoldan şaşırır (gücü yetmez).

Nice kendı içinde nizâmını bozan nice nazımlar vardır.

Ve bir darbe vurur ki kemiklerini kırar.

Kişinin olgunluğu nakil çokluğunda veya aklının kuvvetınde değildir. Aksine maksadına ulaşmadadır.

Bu her şeyi en iyi bilen Allah’ın ilhamına bağlıdır.

Ve taklidle elde edilemeyen zevkî ilimlere bağlıdır.

Aksine onu elde etme, tevhîdin, tecrîdin ve tefrîdin sırlarının araştırılması gerekir.

Kardeşlerimizden biri bizden bu kitabın müzâkeresini isteyip beni yüceltince ilk ciltten tefe’ülde bulundum ve şöz denk geldi;

Şeyh kâmil idi ve tâlip iştahlı.


Adam çabukdu, merkeb dergâhlı.

O mürşid onun irşad sahibi olduğunu gördü. Temiz tohumu, temiz zeminin altına ekti. Sonra rüyamda bana büyük bir cilt verildi. O adı geçen cildin şerhiydi. Beni araştırmaya ve yazmaya bu istek ve ilâhi işâret yönelttı.


Herşeyi bilen ve her şeyden haberi olan Allah, bunu tamamlamayı ve ömrün buna yetip yetmeyeceğini en iyi bilendir. Allah’tan yardım istiyor ve Mevlânâ’nın ruhâniyetine sığınıyorum. (Allah sırrını takdis etsin.)


Belki ben bu işin güzel olması için insanlardan bildiklerinden yardım isterim. Muhakkak ki Allah her şeye kadirdir. Bütün hayr,feyz ve ihsan anahtarları onun elindedir ve tevekkül onadır.


Ney, kamış ve mizmârma’rufdur, neyzen. Ve nâyzen onu darb ve nefh edendir. Nitekim bazışuarâ nazmında gelir:

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
جاهر نا وك ني كز تورسد بررل كم تا ني شود ونا له كند برسر خا كم
.
Yarılmış gönlüme senden ulaşan her ney olduğu kabrimin başında inleyen ney olur
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

Tercüme :" Bunda evvelki ney ile murâd kamış ve ikinci ile murâd alet-i marûfedir, nây gibi. Ve Lügat-i Hüsâmi’de “kamış neydür, düdük nây. ” dediği bi-hasebi’l-galibdir. Ve bu beytte şikâyet hikâyet üzerine mukaddemdir. Zira mısra’ı sânî evveli beyânvâkı’ olmuştur. Nitekim tasvîr-i mânada gelse gerekdir. Ve nüsah-ı atîka da böyle tashih olduğundan mâ’dâ cild-i evvelde bu beyt dahi onu müeyyiddir. Nitekim gelir:

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
من ا ز جان جان شكا يت ميكنم من نيم شا كي روا يت ميكنم
Men ez cân canı şikayet mikunem men neyim şâkî rivayet mikonem
Ben canın canından şikâyet ediyorum.
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

(Mesnevî, 1/1789)" Velâkin Mevlânâ Câmî (radiyallahü anh) tazmin etdiği kıtada şikâyetini te’hîr etmişdir. Nitekim buyurur

دورازان لب جان يكي نالأن ني استبشنو ازنيجون حكا يت ميكند زان لب همجو شكر ماند.جدا ازجدا ييها شكا يت ميكند
okunuşu
O canın dudağından uzakta inleyen bir neydir Dinle neyden hikayet ediyor
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
Orjinal Metin Buraya Yazılacaktır
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

O şeker gibi dudaktan ayrı kalmış, ayrılıklardan şikâyet ediyor." murâdı, envâ'-ı hikâyetden olan şikâyettir. Bundan sonra ma’lûm ola ki, Mesnevî-i Şerîfi bâ ile ibtidâda vücûhkesîre vardır. Biri bu ki, besmele’ye muvâfakatdır. sûre-i tevbe besmelesiz tenzil olunup bâ ile ibtidâ olunduğu gibi bu kitap dahi bâ ile bed’ olundu. Pes bu bâ besmelenin bâ’sından bedel ve onun tahtında münderic olmakla bi-hasebi’lişâret besmele ile ibtidâ dahi hâsıl oldu. Ve biri dahi bâ ile bed ve defter-i sâdisi nun ile hatm eyledi. Tâ ki, "Ben bâ’nın altındaki noktayım

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
اناالنقطةتحت الباء
Enen noktati tahtel ba.
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

zîrâ harf-i nun noktanın nun’una işâretdir ki, ona nunu’l-cem ve ümmü’l-kitâb dahi derler,Ol sebepden ki, asl-ı kitap vücûddur ve midâdmevâddnukûş-ı âlem müctemi’ olduğu yerdir. Nesimî’nin; Cümlenin mânası bir nokta bu tekrar nedür

6" Bu mısra(Nesîmî Divanı’nda şu şekilde geçmektedır;Cümle bir mâna imiş, bunca bu tekrar nedür. (Nesimî, Divan, İstanbul, 1286, s. 94.)"

[4]ve Abdal Ata’nın "Alan bir kıldan alur" dedikleri sırrmezkûre işaretdir. Ve biri dahi

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
بي قا م كل شيء
Bi kamu kulli şey
Her şey benimle ayakta durur
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

"sırrına işâretdir, yâni ne kadar mevcudât var ise cümlesinin melekûtu vardır ve ol mevcûd olan melekût ile kaimdir. Ve ol melekût Hak teâlanın yed-i kudretindedir. Nitekim tenzil’de gelir:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
فسبحا نالذي بيده ملكوت كل شيء
"Artık tesbih edilmez mi öyle her şeyin melekûtu yedinde bulunan Sübhân
(Yasin 83)

Eğer cemî a’yân-ı mevcude ve eşyâ-yı hariciyye bu melekût ile kâim olmasa, âlem ademe iltihak bulur ve nâ-büd ve nâ-peydâ olurdu. Pes tahte’l-bâ olan nokta bâ’ya delâlet eder ve onu sair hurûfdan temyîz eylediği gibi her mevcûd dahi zikrolunan nokta-i melekûtıyye ile Hakk’a delâlet ve onu sâir esmâdan ifrâz kıldı. Ve biri dahi bâ, bidâyete ve ol bidâyetin mesnevî lduğuna işâretdir. zira ba hisâbebced üzere ikidir.

Ve biri dahi bâ, ehlullah katında ism-i latif mukâbelesinde vâki olmuşdur. Pes kitâb-ı Mesnevi ism-i latifin tecellisinden sâdır olup mahzlütf-i Bâ- ri olduğuna delâlet eyledi. Hususan ki, taltif-i ruh etmedikçe âlem-i letâif ü hakâyıka dühul etmek mümkün değildir. zira cism-i kesife mukârenetle tâ- ha dahi kesâfet ârız olmuşdur. Ve kesif ve latif mütekâbildir. Ve biri dahi taayyün-i kevniyyeye işâretdir ki, insan bu taayyünde elif şeklindedir. Pes bu kitab, âlem-i mülk ü melekutten esrârına müteallık olmakla bâ elif üzerine tercih olundu. zira insanın vücudkevnisi taayyün-i mezküre tâbidir. Onunçün ism-i bâ’da elif bâ’ya tâbidir. Pes

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
الأقدام فالاقدم
El akdam fel akdam
Kadim kadimdir
The ancient is ancient

" [[9

hasebiyletakdim olundu. Ve biri dahi budur ki, bâ’nın tahtında olan nokta-ı vahdet taayyün-i evvel-i zâtiyyeye işâretdir ki, sırrinsân onun mazharıdır. Nitekim nokta-ı tesniye taayyün-i sâni-i sıfatiyyeye işaretdir ki, ruhsultâni onun mazharıdır. Ve nokta-ı teslis taayyün-i sâlis-i fiiliyye işârerdir ki, ruhhayvâni onun mazharıdır. Bınâen-alâ-hâzâ, nukât dahi üçe münhasır olup mukayyedâtı beyânında tertibe riâyet olundu. Pes bâ ile ibtidâda süret ve mânayı tatbik ve telfife işâret vardır. Ve Hazret-i emirü’l-mü’minin Ali kerreme’l-lahü vechenin

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
انا النقطة تحت الباء”
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

buyurduğu sırr insanın mebdeiyyet-i vekiliyyetine ve hakikat-i Muhammediye’nin cemiyyetine işâretdir ki, ne kadar nükûşervâh ve süver-i ecsâm ve besâit-i tabiiyyet ve mürekkebâtunsuriyyet var ise ondan teşekkül ü tasavvur ve tevellüd ü temessül eyleyip âlem-i ilmde müste’id oldukları [5] suret-i mahsüsa ile vücud-pezir oldular. Ve bu kesret-i bi-nihâye ol vahdete mâni ve cüz’iyyât-ı bi-gâye ol külliyyete müzâhim olmadı. zira teaddüd-i vücüd tekerrür-i tecelliden hasıl oldu. Nitekim bâ’nın noktası tekerrür hasebiyle tâ ve sâ oldu. Pes bu taayyünde olan teaddüd bâ’nın vahdetine mâni olmadı. Nitekim her şahsinsâni bi-hasebi’z-zâhir cism-i vâhid ve min haysi’l-mâ’nâ ruhvâhiddir. Maa-hâzâ bu kadar âzâ ve kuvâya mütekessir ve mütefassıldır. Bu sırra mebnidir ki, demişlerdir;

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
ففي كل شيء له آ ية تدل أنه أحد
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
Her şeyde onun için bir delil vardır.Bu delil onun bir olduğuna delalet etmektedir.
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

Ve bu zikrolunan vahdet-i şahsiyye, vahdet-i hakikiyyeyi dahi müştemildir. Onun çündür ki, her cisim cüz-i lâ-yetecezzâya müntehidir. 0 cüz noktaya işâretdir ki, cemi terkibât onunla kâimdir.

Ve biri dahi bâ’da elif’e nispetle inkisâr vardır ve inkisâr ve tevâzu, bâis-i uluvv ve sebeb-i rif’atdir. Nitekim hadîs’de gelir:

Hadis Metni
Meali
Kaynak
من توا ضع لله رفعه الله
Allah için tevazu gösteren kimsenin Allah derecesini yükseltir
(Sahih-ı Müslim. Birr 69)

[11] Ve hadîs-i kudsi’de gelir:

Hadis Metni
Meali
Kaynak
انا عند لمتكسرة قلويهم من اجلي
Benden dolayı kalpleri kırık olanların yanındayım."
(Sahih-ı Müslim. Birr 69)

[12] Pes zâhiren indirâskubûr ve bâtınen inkirâskulûb ile fenâtâm lâzımdır. Tâ ki, refîü’d-derecât sırrı bâhir ola. Li—muharrirıhî;

Elif-i kâmetini nûn eyle
Var fünûnun yürü cünûn eyle
Kim ki, bâ gibi münkesir olmaz
Noktanm ilmi doğrulup gelmez

Ve biri dahi bâ, lisân-ı Arabî’de ve farisî’de ilsâk için gelir. Pes bâ ile ibtidâda bu kitâbın iltisâkasla ve sıla-ı rahme sebep olmasına ışâret vardır. Maa-hâzâ bâ bi-hasebi’-gâlib mütevâsıl resmolunur. Ve biri dahi bâ’da olan nokta-ı vâhide, bâ’nın ulüvv-i himmetine delâlet eder ki, vahdetden gayrı nesne kabul eylemedı. Onun içün"

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
قل الله ثم ذ ر هم
Sen Allah de, sonra onları bırak
(Enam 91)

buyurdu. Yâni mertebe-i ülûhiyyet ki, mertebe-i ehadiyetdir, onunla iktifâ eyle ve sâir merâtib-i taayyünâta iltifat eyleme demekdir. Pes bu sebebdendir ki, fahrâlem sallallahü aleyhi ve sellem leyle-i mi’râcda

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
قابقوسين

İki yay aralığı kadar

(Necm 9)

[14] mertebesinden Pes bu sebebdendir ki, fahrâlem sallallahü aleyhi ve sellem leyle-i mi’râcda

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
او ادنا

Yahut daha da yakın

(Necm 9)

[15] merkezine urûc eyleyüp cây-ı bî-câda fürûkeş ve nüzûl etmişdir. Ve biri dahi bâ, noktadan hâsıl olan dereceyi tahtkademine vaz’ eyledı. güyâ mâsivâya nazar etmeyip sıdk ehlinden oldu. Cim’in noktası ise vasatındadır, tahtında değildir ve ye ki, âhirü’l-hurûfdur, noktaları gerçi tahtındadır. Fe-emmâ ol noktalar infirâd haline göre değildir. zira yâ-ı müfrede ve maktû’a bi-nokta resmolunur. Belki ittisâl halinde [6] bâ-i muvahhideye müşâbih olmasın içün noktateyn vaz olunur. Bâ ise iki halde bile menkûtdur. Pes bu vechile cim’den ve ye’den mütemeyyiz olup ihrâzşeref kıldı. Ve biri dahi bâ, harf-i âmildir, mâbadinde mutasarrıf olup ma’mûlünü kendi gibi meksûr eyler. Pes bâ’nın hali mürşid-i kâmil haline müşâbih oldu ki, mürşid-i kâmil kendi inkisârhakîkî ile muttasıf olduğu gibi kendine tâbi olan müsterşidleri dahi ra’unet-i nefs-i emmâreden tahlîs edip münkesir ve mütevazi kılar. Nitekim tenzîl’de fahrâlem sallallahü alyhi ve sellem vasfında gelir,

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
ويزكيهم
Ve onları temizlesinbırak
(Bakara 129)

Eğerçi ki, hakikatde tezkiye vasfHak’dır. Nitekimkim buyurur,

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
بل الله يزكي من يشاء
Allah dilediğini temize çıkarır
(Nisa 49)

Ve bucer ve amelin lisân-ı Arabîye ihtisâsı bu itibârlatîfi zebânı-ı Pârsî’de riâyetine münâfi değildir. Zîra Fârisiyye-yi derîye ile lügât-i Arabiyye’nin ehl-i cennet lisânı olmakda iştirakleri vardır. Maa-hâzâ “pa” ve “ça” ve “je” ve “kef-i Fârisi” hurûf-ı Arabiyye’ye ilhak olunup mecmûu otuz iki add olunmuşdur. Ve bu hurûf ile fi’l-cümle Arap tekellüm etmişdir. Nitekim mahallinde mübeyyendir. Ve biri dahi bâ, harf-i şefevîdir. tekellüm ise şeffenin hareketine mevkûfdur. Pes şeffe bu itibâr ile müntehiyü’l-mehâric ve bir itibâr ile dahi mebdeü’l-mehâricdir. Ağâz-ı kelâm ve ünvân-ı kitâbda bâ zikr olunduğuna münâsebet budur. Ve biri dahi insanın, âlem-i ervâhda feth-i dehân eyleyip ibtidâ nutk etdiği bâ’dır.

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
الست بر بكم
?Ben sizin rabbiniz değil miyim
(Araf 172)

cevâbında

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
بلى
"Evet"
(Araf 172)

dediler. Pes hikmet-i ilâhiyye iktizâsı üzerine bâ sâir hurûfdan ihtiyâr olunup tahsis bi’z-zikr olunmak lazım geldi ki,

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
هوالاولوالاخر
Evvel ve ahir olan O’dur
(Hadid 3)

sırrı bâhir ve ezel ü ebed-i ehâdiyyetinin sırrı zâhir ola. Ve biri dahi bâ lafzı beldeye işâretdir ki, hâlet-i cemden ibaretdir. Bu kitâbın hakâyıkı ise hâlet-i cemde sâdır olmuştur. Yâni sâlike bu âlem-i farktan insilâh gelmedikçe feyz nüzûl eylemez ve alâ takdiri’n-nüzül me’zûn olmadıkça yazmaz ve söylemez. Ve biri dahi harf-i bâ Belh'e işaretdir ki, Hazret-i Mevlânâ’nın mevlidedir. Ve ibtidâ arsa-ı hâliye-i dünyâda va’z olunan beldedir ki, evvelü’l-mülûk olan Keyûmers binâ etmişdir. Pes bu vechile dahi ba’nın hüsn-i mevkii zâhir oldu. Ve belde-i mezküreyi zaman-ı hilafet-i Osman radiyallhü anhda Ahnef bin Kays-ı Temimî fethetmişdir ki, Belh’de onunla darb-ı mesel olunur. Yanî’ evvel-i bilâdı [7] Hz. Osman radıyallahü anh feth eyleyip ve iptidâ nazm-ı Kur’an’ın cem’ine muvaffak olduğu gibi Hz. Mevlânâ dahi zikr olunan evvel-i bilâdda hareket-i âleme zuhûr edip ibtidâ me’âni-i Kur’an’ı bu üslüb-ı bedi üzre silk-i nazma çekip rum ve gayra ihdâ etmişdir. Li-muharririhî; Zehrini yutma âlem-i telhin Şekerin çiyne belde-i Belh’in Ney gibi buldu belh içinde nemâ Saldı âvâzı Konya’da ammâ Ve biri dahi, Bârî ismine işâretdir ki, arştan serâya dek cemi mevcûdât ol ismin taallukundan halk olunmuşdur. Nitekim tenzil’de gelir

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
هواللهالخا لق البا رئ
"o öyle Allah’tır ki, yaratıcıdır, yaratıkları tekâmül ettirendır
(Haşr 24)

[21] Pes bâ’da bu kitabın elfâz u hurûfu zebân-ı Pârsî üzerine halk olunup melekûtme’ânisi ol libâs ile telebbüs ettiğine işâret vardır. Yâni Kitâb-ı Mesnevi ki, mağz-ı Kur’an’dır ve Kur’an gayrmahlûkdur. Zirâ kâim bin-nefs olan KelâmKâdim’dir. Velâkin KelâmKadim âlem-i cemden âlem-i fark’a nüzûlde ne makûle lisân ile kisvelenırse ol lisânın elfâzı ve hurûfu hâdisdir ve ism-i Bâri tahtında dâhildir. Ve biri dahi, Basîr ismine işâretdir. Nitekim Kur’an’da gelir,

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
والله بكل شئ بصير
. O her şeyi görendir
(Mülk 19)

Yâni Allah tealânın cemî mübessarâta ihâtailmi i’lâm olunmak riyâ ehline tenbîh ü tahvîf ve hulûs ehline ilhâb ü tehyîc kabilindendir. Pes, bunda bu kitabın ulûmHak’dan müstefâd olup tertîbi hulûsa mukârin ve taleb-i rızaya mücâveretine remz vardır. Onun için ilâ yevmi’lkıyâme ale’d-dehr eser-i bâkî ve umûn ve husûs üzre müntefiün bihdir. Ve illâ çokdan nakşı fenâ bulur ve şimdiye dek zâil olurdu. Bu sebebdendir ki, müellefâtın ekseri zevâyâda mehcûr ve musta’mel olanları dahi kalilü’l-intifâdır. Ve biri dahi Basît ismine işaretdir. Nitekim kelâm-ı Muhammediye’de gelir.

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
يبسط الرزق
Rızkı genişletir
(İsrâ 30)

"Bu bölüm matbu kitapta olmayıp, Saliha Baryamanın Rühü’l-Mesnevi, (1. Cilt) inceleme-Metin, isimli tezinden alınmıştır. (Uludağ Universitesi, İlâhiyat Fakültesi, Bursa, 1999, s.77). " Ve rızk iki nevidir ki, biri rızku’l-yevm ve biri dahi gıdâervâhdır. Ve bu rızksâninin bastına bu kitap mütekeffildir. Velâkin intifâ’ı tahâret ile meşrûttur. Nitekim KelâmKadim’de gelir,

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
لا يمسه الاالمطهرون
Ona tertemiz olanlardan başkası el süremez
(Vâkıa 79)

ve mutlaka tehâret sebeb-i vüs’atrızkdır. Nitekim hadîs’de gelir

Hadis Metni
Meali
Kaynak
دم علي الطها رة يوسع عليه الرزق
Temizliğe devam et ki, rızkın genişlesin"
(Ali el-Muttaki Hindi, Kenzu’l-Umnâl fi Süneni’l-Akvâl vel-Ahvâl, I-XVI, Beyrut, 1986,C. XVI, s. 44152)

Pes Kur’an’a ve Kur’an’dan olan esrâr ve hakâyıka dâmen-âlûde olanların elleri ermez ve ol cemal-i meânî-yi zevkiyyeyi gözleri görmez. Ve bu babda encâs ercâs nedir, tathîri ne vechiledir, mahallinde gelir inşallah. Ve biri dahi Bâkî ismine işâretdir. Zîrâ bu ilm-i ledünnî sâir ulûm-ı resmiyye gibi fenâ bulmaz. Onunçün ki, sıfatruh ve sırrdır. Ruh ve sırra [8] fenâtârî Olmadığı gibi mütehalli oldukları ulüm-ı şerîfeye fenâ ârız olmaz. Ve belki ruh ve sırr-ı insanı fi’l-hakika bu maküle ulûm-ı âliye ve melekâtfâzıla ile ittisafına binâen indirâs kabul etmeyip bu cevher-i nefisin ziyâsı ebdâna dahi sâri olur; Enbiyâ ve kümmel-i evliyâların cesedleri çürümez. Zirâmücib-i tefessüh olan ufûnetten,teessür-i mücavir ile nekâvet kabul etmişdir. Ve kafa dahi vechin aynı olmuştur. Kâle Tealâ

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
ويبقيوجه ربك
Rabbinin yüzü bakidir
(Rahman 27)

el-hâsıl bu tâife-i Celile seyr-i vâcib erbabıdır, seyr-i mümkinâtda kalanlar böyle değildir. Zira hâdise mukârin olan dahi hâdisdir. Şu kadar var ki ulûm-i zâhirede a’mâlin semerâtı olan sevâb bâkîdir. Onunçün kıyamette a’râz tecessüd etse gerekdir. Ve biri dahi Bâ ismine işaretdir. Nitekim Allah teal buyurur

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
ان الله يبعث من في القبور
Ve muhakkak Allah kabirlerdekı kimseleri diriltecektir
(Hac 7)

cümle zî-ruh nefh-i İsrâfil ile ba’de’l-mevt, ba’s ve ihyâ olundukları gibi bu kitabın nefehâtı ile mürde-diller hayat-ı taze bulurlar. Onunçün evliyâ-ı kirâm İsrafil-i vaktdir. Zira hayata müsta’ıd olanlar onların enfâsından bûy-ı hayat alırlar. Ve biri dahi Berr ismine işaretdir. Nitekim Kuran’da gelir:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
انه هوالبرالرحيم
Gerçekten 0 kerem sahibidir, rahimdir.
(Tür 28)

[29]" ()" zira bu kitapda bu ilme mü’min olanlara ber ve lütuf vardır. Pes bunu mütâlaaya kâdir ve müzâkeresi meclisinde hazır olanlara lazımdır ki, bu nimet-i hâzıra ya şükr-i bisyâr eyleyip sebep olanın ruhunu daima hayr ile yâd edeler ve vasıtaya küfrân üzere olmayalar. Nitekim hadîsde gelir:[30]

Hadis Metni
Meali
Kaynak
من لم يشكراانا س لم يشكر الله
İnsanlara teşekkür etmesini bilmeyen Allah’a şükredemez
(Ebu Davud, Edeb 11 )

Mervîdir ki, Ümmü’l-mü’minîn Aişe radiyellahü anhanın berâati hakkında on sekiz ayet nüzül edip Sıddîka hazretleri ınân-ı şükrü cânib-i Hak’ka imâle kıldıkta pederi Sıddik radiyellahü anha, Resülullah sallallahü aleyhi ve sellemden şükre müteaalık has u tahrîz vâkî oldu. Zira âyât-ı mezkûrenin nüzûlüne vesâteti ve makam-ı ceme göre hakkıyyeti mâna-yı mezbûre mûcib-i tâm oldu. Ve Kur’an’da ba’zı âyât-ı mutlaka dahi bu sırra imâ eder. Nitekim buyurur:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
من يطع الرسول فقد اطا ع الله
Kim peygamhere itaat ederse şüphesiz Allah’a itaat etmiş olur.
(Nisâ, 80)
Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
ان الذين يبا يعونك انما يبا يعون الله
Muhakkak ki sana itaat edenler Allah’a itaat ederler.
(Fetih 10)

Pes nazar eyle ki, resûl’e irtâat ve mübâyeati kendine itâat ve mübâyeat kıldı. Ve biri dahi harf-i bâ bidayete işaretdir. Nitekim mürûr etdi. Velâkin bidâyet-i شنو ki, emirdir, işit mânasına, onunla vâki [9] oldu.به بين yâni gör, veyahut yâni söyle, diye bidâyet vâki olmadı. Zirâ tab’an sem ba-basardan ve basar dahi kelâmdan mukaddemdir. Nitekim rahm-i mâderde cenîne ibtidâ hâsıl olan his sem’ kuvvetidir. Onunçün hâmil-i mutallaka veya müteveffâ anhâyi tezevvücden şer’de nehy olunmuşdur. Zîra vety ile ceninin hiss-i sem’i ziyâde olup hers-i gayr-ı saky etmek gibi olur. Ondan dünyaya geldikte hiss-i basar ondan kelâm zuhûr bulur. Pes kelâm merâtib-i sıfâtın âhiridir. Zîra sifât-i seb’ tertîb olup hayat ve ilm ve irâdet ve kudret ve sem’ ve basar ve kelâm denilmişdir. Ve kelâm ki, kemâlin maklubudur, evveli kemâldir ve kemâlin âhiri kelâmdır. Yâni taayyunât-ı İlâhiyyenin evveli hüviyyet-i zâtiyye ve âhiri kelâmdır. Nitekim taayyunat-i kevniyyenin evveli ruh-ı Muhammedî ve âhiri neşe-i insaniyyedir ve bu zikrolunan tertib melekte ve cinde dahi bu üslûb üzerinedir. Egerçi meleğin hilkati insan tevellüdü gibi etvârmuhtelife üzerine değildir. Onunçün kemâli def’îdir, insan gibi tedrîci değildir. Velâkin her nev’in kendi makamına layık ve şânına münâsib sıfatı vardır. Keyfiyyetde sıfât-ı insaniyye gibi değildir. latîf olanın haline göre ve kesîf olanın dahi haline göredir. El-hasıl بشنو ile emreyledi. Zîra sem’ sifata sâir sıfâttanmukaddemdir ve sâlik dahi rahm-ı mâderde cenin gibidir. Zîra vilâdet-i sâniye ehlidir. Onunçün Hazret-i İsâ aleyhisselâm buyurur:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
لن يلج ملكوت السموات من لم يولد مر تين
İki kere doğmuş olmayan semaların melekûtunun sırrına vakıf olamaz.
(İncil, Yuhanna Bab 3, Ayet 6.

Türkçe tercümesinde ise ayet şöyledır: Bir kimse sudan ve ruhtan doğmadıkça Allah’ın melekûtuna giremez. (Kitâb-ı Mukaddes, Eski ve Yeni Ahit, İstanbul, Kitab-i Mukaddes Şirketi, 1997, s. 94.)" Pes sâlike lâzım oldu ki, evvela nidâ-yı Hakk’a ve hâtıf-ı gaybe doğru sem’ aça ve bu sem’in hakikati ile mütehakkık olduktan sonra basar mertebesinde ru’yet-i didâr sahibi ola. Ondan Hak’la münâcât ve mükâlemeye isti’dâd bula. Bu sebebdendir ki, Fahr-ı Âlem sallallahü aleyhi veselleme kable’n-nübüvve, İsrafil aleyhisselâm mukârenet eyleyip ba’zı umûr ve ulûm ta’lîm eylerdi. Ve Fahri Alem İsrafil’in savt u hissini işitirdi. Lakin şahsını görmezdi. Sonra bir müddet dahi âyine-i ekvânda nûr-ı İlâhi müşâhede eylerdi. Sonra vech-i hass u avâmdan vahye müste’id ve müteheyyi’ oldukta Cebrâil aleyhisselam nüzûl eyledi. Sonra mi’râc-ı cismâni dahi vâki olup âlem-i tefrîdde Hakk’ın hem kelâmın işitdi ve hem bî-perde cemâlin: gördü. Onunla bin bir aded kelâm mükâleme [10] eyledi ki, esmâ-i hüsnânın tafsili mertebesi idi.

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
آمن الرسول
Peygamber iman etti.
(Bakara 285)

âhirine dek ve kezâlik

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
هوالذي يصلي عليكم وملا ئكته
Sizi karanlıklardar aydınlığa çıkarmak için üzerinize rahmetini gönderen O’dur.
(Ahzab 43)

âyeti ol demde bî-vâsıta vahyolundu. İşte Peygamberden bu mirasdır ki, kümmel-i evliyâ-yı ümmete kalmış ve her biri ondan hazzevfer almışdır. Yalnız sem’ mertebesi bidâyet ve sem’ ve ru’yet pâyesi tavassut ve mecmûu nihayet erbâbınındır. Bu üç mânanın içtimâı farz-ı ma’a’t-ta’sîb gibidir. Yalnız semâ ehli veya semâ ve rü’yet ehli min vech merzûk ve min vech mahrûmdur. Zîrâ cemî merâtibin ganâimi ihrâz olunmadıkça ve cümle etvârın hakâyıkı ile tahakkuk bulunmadıkça ervâh ve kulûba gınâ-yı tâm gelmez ve ney gibi feryâd u figândan hâli olmaz. Ve müreffehetü’l hâl olanlara nazar edip ağlar, gülmez. Manâ-yı beyt budur ki; işit neyden nice şikâyet eyler, yâni şikâyet eylemez, belki cüdâlıklardan hikâyet eyler ve âlem-i aslından dûr ve vatanından mehcûr olduğun hem-derd olanlara yanıp söyler. Zîrâ ney temsil tarîkıyla zikr olunmuşdur. murâd, vücûd-ı insanîdir ki, zarûrî bu âlem-i gurbete düşmüş ve mertebe-i ehâdiyetten tedrîcle nüzûl eylemiş ve nâçâr yine vatanına rücûu lazım gelmişdir. Âşık-ı Hakkânî ve ârif-i Rabbânî olanların lisânı ise lisân-ı hikâyettir ki, huzûr-ı mahbûba mücerred arz-ı iftikâr ve ızhâraczdir. Yoksa lisân-ı şikâyet değildir ki, sırr-ı kaderden gâfil ve hilye-i marifet- ten âtıl olan câhil mahbûbun lisânıdır. Pes mısra-ı sâni evveli beyân olur. Zîrâ bazı şikayet sûreti hikâyete mahmûldur. Nitekim bazı ehi-i derd serd edip demişdir; Hikâyet eylesem belki şikâyet anlanur bilmem Ne yüzden arz-ı hâl etsem sana ben ey kerem-kâni Ânınçün ba’zı ehl-i hakikat buyurmuşlardır ki; tenfîs-i kürbet ve tefrîc-i şiddet için kişi ahvâlini ebnâ-i cinsi ile müzâkere etmek şikyetten add olunmaz. Hususan dergâhvâlâ-yı Kibriyâ’ya arz-ı hal ve tazarrû’ u ibtihâl ola. Nitekim Kur’an’da, Hazret-i Yakub aleybisselamdan bi-tarîki’l-hikâye gelir:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
انمااشكوابثي وحزني الي الله
Beri sadece gam ve kederımi Allah’a arzediyorum.
(Ysuf 86)

ve Hazret-i Eyüb aleyhisselamdan dahi tercüme olunur:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
ربه اني مسني الضر
Hani Rabb’ine “Başıma bu dert geldi” [diye niyaz etmişti.]
(Enbiyâ 83)

Pes ârif ne şikayet eder ve ne kendi mücânisi ârifden sâdır olan mâcerâyı şikâyete haml eyler. Binâen alâ hâzâ, gûşı cânı küşâde olanlar neyin feryâd u figânını hikâyet olmak üzre istimâ' [11] eyeler1er ve sıyt u sadâsı mücerred efsanedir, demezler. Hakkında hak söylerler. Bilirler ki, her mevcûd elsine-i Hak’dan bir lisan ve her sûret bir sırr-ı acîbden nişândır. Bundan sonra cüdâyihâ dedi, cem îrâd eyledi, neyin efrâdkesîresi i’tibârıyla. "Hani Rabb’ine “Başıma bu dert geldi” [diye niyaz etmişti.] (Enbiyâ 83)" Ve bir dahi neyistandan kat’ olunduktan sonra elden ele geçip sûretten sûrete girdi. Tâ ki, taayyun-ı mahsûsu mertebesine erdi. Pes her taayyünde bir nevi cüdâlık ve bir gûne hicâb ârız oldu ve bir dahi neyistandan mufârakat edeli bu kadar demler güzâr etmiş idi ki, her demi bir dem-i vuslat olmakla sâlih idi. Pes her deme göre bir cüdâlık hâsıl oldu. Ve kezâlik vücûd-ı insanî dahi hüviyet-i zâtiyye mertebesinden tenezzül edip kendi taayyunmahsusu âyinesinde cilveger olunca bu kadar etvâr ve menâzil dûr eylemiş ve ahd baîd oldukça gurbet ve dûru dahi kemâlin bulmuşdur. Nitekim gurbet-âşina olanlara malüm, feefhem cidden. Li-muharririhî: andelîb-i dil nice feryâd u fîgân itmesün Çün gül-i sad-berk-i cân kat kat hicâb altındadur mezra’vahdetde bitmiş dâne iken bu vücûd Şimdi kesrette nihân olup turâb altındadır sual olunursa ki, niçin ney temsile tahsîs olundu? Maa-hâzâ mevâlid arasında takrîb-i münâsebet edip demişlerdir ki; mercan, me’âdinin mertebe-i nebâte akrebidir. Zîra nümüvvârdır. Ve nahl, nebâtın mertebe-i hayvana akrebidir. Zîra kellesi kat olunsa hüşk olur ve telkîh olunmasa bâr-dâr olmaz. Ve esb hayvanın mertebe-i insana akrebidir. Zîra şuûr sabibidir ve zeyrekdir. hususan ki, insan gibi rüya ehlidir. Pes ney ki, nebât cinsindendir insandan bâîddir. Cevâb budur ki, ibtidâ-yı mahlukât kalemdir. Nitekim hadîs’de gelir:[38]

Hadis Metni
Meali
Kaynak
اول ما خلق اللهالقلم
Allah’ın yarattığı ilk şey kalemdir.
(Süneni Tirmizi,Tefsiri Sure 68)

Kalem ise bu nişana göre bi-hasebi’l-gâlib kamışdan olur. Kalem ile bu kadar nukûşhurûf ve süver-i kelimât zâhir olduğu gibi evvel-i mahlûk ve ibtidâ-yı masnû’ olan kalemin yüzünden dahi bu kadar ervâh ve ecsâm zulmet-âbâd-ınâ bûddan sahra-yı vücûda kadem basdı. Nitekim hadisde gelir:39

Hadis Metni
Meali
Kaynak
انا من الله والمؤ منون من نوري
Ben Allah’tanım ve inananlar benim nurumdandır
(Acluni,C,1,s,205)

Allah tealâ hakîkat-ı Muhammediye nurunâ tecellî, ettikde kalem gibi iki şakk oldu. Bu cihetten dahi kalem ıtlak olundu. Ve biri dahi, kalem ile sahib-i kalem murâd olunur, sahib-i seyfe seyf [12] denildiği gibi. Nitekim Halid b. Velid radiyellahü anh seyfullahu’l-meslûl’ diye mulakkab olmuşdur. Ve bu kalem gerçi hakîkât-i Muhammediye’den ibâretdir. Velakin cümle hakâyık-ı kevniyyenin ol hakikatden hissesi vardır, Adem aleyhisselam’ın turâbından evlâdının behresi olduğu gibi. Onunçün Kur’an’da gelir:

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
هوالذي خلقكم من طين
Sizi bir çamurdan yaratan odur.
(En’âm 2)

Pes kalem ile mutlak vücûd-ı insanî irâdetine vech budur ve bu tarîk ile ney’den insana intikal olunmuşdur. El-hsıl ney mutlaka

Ayet Metni
Meali
Sure ve Ayet
ارجعي
Rabbine dön
(Fecr 28)

hıtâbına lâyık olan uşşâka misal olup nüzül ve urûc miyânında olan ahvâli beyâna işâretdir. Zîra hemm kabilindendir ve hem feryadhazîn etmede ehl-i fırâk ile müşterek ve hâlet-i erbâbı gibi neyzen elinde bi-ihtiyârdır. Bundan gayri kelâm-ı temehhülât kabilinden olduğu ashâb-ı zevke bedîhîdir. Bade-zâ Hazret-i Mevlânâ kuddise sırrıhû neyden istimâ ile emr eyledi ve bu emr nedb içindir. Ve istimâ ol vakitde mendûp olur ki, müstemi’ olan kimesneye muhabbet-i Hak ve şevk-ı mutlak gâlib ola. Onunçün demişlerdir ki, âlâtmutribenin hurmeti, hurmet-i ayniyye değildir, hurmet-i hamr ve zina-gibi. Belki hurmet-i gayriyyedir. Pes lehv ü lu’b tarikiyle istimâl olunsa haram ve illa mübâh olur. Bunun şerhi budur ki, insanda beş mentebe vardır. Biri tabîat ve biri nefs ve biri kalb ve biri rûh ve biri sırdır. Pes ol meyl-i tabiî ki, tabiatin savt-ı hüsnü istimâ ve mütâlaasından tevellüd eder, ona şehvet derler. Ve ol meyl-i nefsânî ki, nefsin nağemât u elhânı istimâ ve mütâlaasından tevellüd eder ki, ona hevâ derler. Ve bu ikisi yani meyl-i tabi’î ve nefsânî haramdır. Zîra şeytanîdir. Onunçün bu mertebelerde olan semaâ mutlaken ruhsat yokdur, hususan ki, tâife-i şübbânın semâına. Zîra semâ bunların vücudlarınıda gâlib olan sıfât-ı zemîyeyi tahrik eder, şehvet ve hevâ gibi. Pes şol kimsenin ki, bâtını kedüret-i şehvet ve hevâ ile mütekeddir ve zulmet-i sıfât-ı zemîme ile muzlem olup semâda garazfâsidi ola, ona semâ haram olur, ebnâ-ı zamânın ekseri gibi. Ve ol meyl-i kalbî ki, kalbin semâ halinde nûref’âl-ı Hakk’ı mutâlaasından tevellüd eder, ona aşk derler ve ol meyl-i rûhâni ki, ruhûn inde’s-semâ nûr-ı sıfât-ı Hakk’ı mütâlaası sebebiyle tevellüd eder, [131 ona muhabbet ve huzur ve sükûn derler. Ve ol meyl-i sır ki, sırrın vâktü’s-semâ nûr-ı zat-ı Hakk’ı müşâhedesi vesâtetiyle tevellüd eder, ona üns derler ve bu üçü; yâni meyl-i kalbî ve meyl-i ruhânî ve meyl-i sırrî helâldir, zîra rahmanîdir. Onunçün bu mertebelerin erbâbına semaâ izin verilmişdir. Zîra semâ bunların bâtınlarında gâlib olan sıfât-ı hamideyi tahrîk eder. Bu sebebdendir ki, süret-i hasenenin nazarda te’sîri Olduğu gibi nağme-i lezîzenin dahi nefsde te’sîri vardır. Binâen alâ hâzâ mecâlis-i zikirde zâkirlere ve kavvâllere kasâid ve ilâhiyyât ve bazı muharrikât kıraatine ruhsat verilmişdir. El-hasıl Hazret-i Mevlânâ’nın “bişnev” diye emri erbâb-ı kalb ve ruh ve sırra göredir ki, bunlar ve bunların meclisleri ve hareketleri ve semâları hakkânîdir, ehl-i tabî’at ve nefse göre değildir ki, bunların cemi ahvâli şeytanîdir. Zîrâ bunlar âlât ve vesâite bend olup nazarları mazhara maksûrdur. Fe-emmâ Hakkânî olanlar kuyûddan halâs olup sırr-ı mutlaka nâzır olmuşlardır ve her âvâzı Hak’dan istimâ ile sâirlerden imtiyâzazîm bulmuşlardır. hikâyet olunur ki; Hayru’n-Nessâc kuddise sırrıhûya bir kimesne mülâkî olup, sen benim kulumsun, dedi. Hayr dahi ol vakitte felek-i sem’de devvâr olmakla mazhara nazar etmeyip bu hitâbı Hak’dan istımâ’ edip “ne’am” dedi. Ve nice müddet ol kimesnenin hizmetinde oldu ve muhalefet göstermedi. tâ sonra, sen benim memlüküm değilsin, diye izin verip ıtlâk eyledi. Ve erbâbmükâşefeden biri dahi, Harem-i Kâbe’de bir imama iktidâ edip imamın kıraatini Resûlullah sallallahü aleyhi vesellemin lisânetinden istimâ eyledi. Pes bu makûle sema ehline taklîd câiz değildir. Zîra bunların semâları galebe-i hâldedir ve hüküm gâlibindir ve Mevlânâ hazretleri dahi bu kabilden. Onunçün esrârına istitlâ'için istimâ'ile emr eyler. Gayrılara bu babı fethetmede mefâsid çokdur. Eğerçi ki, mefâsid ehli dahi mahall-i ibret olmakla inkar olunmaz, Nitekim Şeyh Ebü Medyen Mağribî kuddise sırrıhu buyurur:

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

لاتنكرالباطل في طوره فانه بعض ظهوراته

LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR

"Onun hal ve tavırlarındaki batılı kötüleme. Çünkü bu da onun tecellilerindendir."

İNGİLİZCE TERCÜMESİ

Ve bundan fehm olunur ki, vücûdda bâtıl-ı mutlak dedikleri ademdir, fefhem cidden. Reşehât’de gelir: Hâcegân-ı Nakşibendiyye kaddesellahü esrârühümden biri buyurmuşlar ki, [14] zaman-ı cüvânîde bir gece dâ’iye-i fesâd ile hane-birûn olmuş idim ve karyemizde gâyet şerîr ve bed-nefs bir ases var idi ki, ol habâsette kimse olmak ma’lûm değil idi. Ve cümle karye ahâlisi ondan teres-nâk idi. Şeb-i mezkûrde gördüm ki, ol ases bir gemîn-gâhda durmuş ve rasad tarîkıyle oturmuş. Onu gördükte havfden ol fesadı terk ettim ve bildim ki, bed-nefs olanlar dahi bu kâr-hânede kârdan hâlî değillerdir.

METNİN ORJİNALİ
LATİNO TRANSKRİPTİ
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

جون بعض ظهورات حق امدبا طل بش منكربا طل نشود جز جا هل دركل وجودهر كه جز حق بيند با شدزحقيقةالحقا يق غا فل

LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
TÜRKÇE TERCÜMESİ
İNGİLİZCE TERCÜMESİ

Rumeli'de Kayılar kazasının Aydos karyesinden olan İsmail Hakkı Bursevi'nin "Ruh-ul Mesnevi" adlı eseri (Mevlana'nın Mesnevi-i manevisinin en iyi yorumudur.)


1.Kitap (1-100 Beyitler)


Ruh-ul Mesnevi/1 . Ruh-ul Mesnevi/2 . Ruh-ul Mesnevi/3 . Ruh-ul Mesnevi/4 . Ruh-ul Mesnevi/5 . Ruh-ul Mesnevi/6 . Ruh-ul Mesnevi/7 . Ruh-ul Mesnevi/8 . Ruh-ul Mesnevi/9 . Ruh-ul Mesnevi/10 . Ruh-ul Mesnevi/11 . Ruh-ul Mesnevi/12 . Ruh-ul Mesnevi/13 . Ruh-ul Mesnevi/14 . Ruh-ul Mesnevi/15 . Ruh-ul Mesnevi/16 . Ruh-ul Mesnevi/17 . Ruh-ul Mesnevi/18 . Ruh-ul Mesnevi/19 . Ruh-ul Mesnevi/20 . Ruh-ul Mesnevi/21 . Ruh-ul Mesnevi/22 . Ruh-ul Mesnevi/23 . Ruh-ul Mesnevi/24 . Ruh-ul Mesnevi/25 . Ruh-ul Mesnevi/26 . Ruh-ul Mesnevi/27 . Ruh-ul Mesnevi/28 . Ruh-ul Mesnevi/29 . Ruh-ul Mesnevi/30 . Ruh-ul Mesnevi/31 . Ruh-ul Mesnevi/32 . Ruh-ul Mesnevi/33 . Ruh-ul Mesnevi/34 . Ruh-ul Mesnevi/35 . Ruh-ul Mesnevi/36 . Ruh-ul Mesnevi/37 . Ruh-ul Mesnevi/38 . Ruh-ul Mesnevi/39 . Ruh-ul Mesnevi/40 . Ruh-ul Mesnevi/41 . Ruh-ul Mesnevi/42 . Ruh-ul Mesnevi/43 . Ruh-ul Mesnevi/44 . Ruh-ul Mesnevi/45 . Ruh-ul Mesnevi/46 . Ruh-ul Mesnevi/47 . Ruh-ul Mesnevi/48 . Ruh-ul Mesnevi/49 . Ruh-ul Mesnevi/50 . Ruh-ul Mesnevi/51 . Ruh-ul Mesnevi/52 . Ruh-ul Mesnevi/53 . Ruh-ul Mesnevi/54 . Ruh-ul Mesnevi/55 . Ruh-ul Mesnevi/56 . Ruh-ul Mesnevi/57 . Ruh-ul Mesnevi/58 . Ruh-ul Mesnevi/59 . Ruh-ul Mesnevi/60 . Ruh-ul Mesnevi/61 . Ruh-ul Mesnevi/62 . Ruh-ul Mesnevi/63 . Ruh-ul Mesnevi/64 . Ruh-ul Mesnevi/65 . Ruh-ul Mesnevi/66 . Ruh-ul Mesnevi/67 . Ruh-ul Mesnevi/68 . Ruh-ul Mesnevi/69 . Ruh-ul Mesnevi/70 . Ruh-ul Mesnevi/71 . Ruh-ul Mesnevi/72 . Ruh-ul Mesnevi/73 . Ruh-ul Mesnevi/74 . Ruh-ul Mesnevi/75 . Ruh-ul Mesnevi/76 . Ruh-ul Mesnevi/77 . Ruh-ul Mesnevi/78 . Ruh-ul Mesnevi/79 . Ruh-ul Mesnevi/80 . Ruh-ul Mesnevi/81 . Ruh-ul Mesnevi/82 . Ruh-ul Mesnevi/83 . Ruh-ul Mesnevi/84 . Ruh-ul Mesnevi/85 . Ruh-ul Mesnevi/86 . Ruh-ul Mesnevi/87 . Ruh-ul Mesnevi/88 . Ruh-ul Mesnevi/89 . Ruh-ul Mesnevi/90 . Ruh-ul Mesnevi/91 . Ruh-ul Mesnevi/92 . Ruh-ul Mesnevi/93 . Ruh-ul Mesnevi/94 . Ruh-ul Mesnevi/95 . Ruh-ul Mesnevi/96 . Ruh-ul Mesnevi/97 . Ruh-ul Mesnevi/98 . Ruh-ul Mesnevi/99 . Ruh-ul Mesnevi/100


2.Kitap (101-200. beyitler)


Ruh-ul Mesnevi/101 . Ruh-ul Mesnevi/102 . Ruh-ul Mesnevi/103 . Ruh-ul Mesnevi/104 . Ruh-ul Mesnevi/105 . Ruh-ul Mesnevi/106 .Ruh-ul Mesnevi/107 . Ruh-ul Mesnevi/108 . Ruh-ul Mesnevi/109 . Ruh-ul Mesnevi/110 . Ruh-ul Mesnevi/111 . Ruh-ul Mesnevi/112 .Ruh-ul Mesnevi/113 . Ruh-ul Mesnevi/114 . Ruh-ul Mesnevi/115 . Ruh-ul Mesnevi/116 . Ruh-ul Mesnevi/117 . Ruh-ul Mesnevi/118 .Ruh-ul Mesnevi/119 . Ruh-ul Mesnevi/120 . Ruh-ul Mesnevi/121 . Ruh-ul Mesnevi/122 . Ruh-ul Mesnevi/123 . Ruh-ul Mesnevi/124 .Ruh-ul Mesnevi/125 . Ruh-ul Mesnevi/126 . Ruh-ul Mesnevi/127 . Ruh-ul Mesnevi/128 . Ruh-ul Mesnevi/129 . Ruh-ul Mesnevi/130 .Ruh-ul Mesnevi/131 . Ruh-ul Mesnevi/132 . Ruh-ul Mesnevi/133 . Ruh-ul Mesnevi/134 . Ruh-ul Mesnevi/135 . Ruh-ul Mesnevi/136 .Ruh-ul Mesnevi/137 . Ruh-ul Mesnevi/138 . Ruh-ul Mesnevi/139 . Ruh-ul Mesnevi/140 . Ruh-ul Mesnevi/141 . Ruh-ul Mesnevi/142 .Ruh-ul Mesnevi/143 . Ruh-ul Mesnevi/144 . Ruh-ul Mesnevi/145 . Ruh-ul Mesnevi/146 . Ruh-ul Mesnevi/147 . Ruh-ul Mesnevi/148 .Ruh-ul Mesnevi/149 . Ruh-ul Mesnevi/150 . Ruh-ul Mesnevi/151 . Ruh-ul Mesnevi/152 . Ruh-ul Mesnevi/153 . Ruh-ul Mesnevi/154 .Ruh-ul Mesnevi/155 . Ruh-ul Mesnevi/156 . Ruh-ul Mesnevi/157 . Ruh-ul Mesnevi/158 . Ruh-ul Mesnevi/159 . Ruh-ul Mesnevi/160 .Ruh-ul Mesnevi/161 . Ruh-ul Mesnevi/162 . Ruh-ul Mesnevi/163 . Ruh-ul Mesnevi/164 . Ruh-ul Mesnevi/165 . Ruh-ul Mesnevi/166 .Ruh-ul Mesnevi/167 . Ruh-ul Mesnevi/168 . Ruh-ul Mesnevi/169 . Ruh-ul Mesnevi/170 . Ruh-ul Mesnevi/171 . Ruh-ul Mesnevi/172 .Ruh-ul Mesnevi/173 . Ruh-ul Mesnevi/174 . Ruh-ul Mesnevi/175 . Ruh-ul Mesnevi/176 . Ruh-ul Mesnevi/177 . Ruh-ul Mesnevi/178 .Ruh-ul Mesnevi/179 . Ruh-ul Mesnevi/180 . Ruh-ul Mesnevi/181 . Ruh-ul Mesnevi/182 . Ruh-ul Mesnevi/183 . Ruh-ul Mesnevi/184 .Ruh-ul Mesnevi/185 . Ruh-ul Mesnevi/186 . Ruh-ul Mesnevi/187 . Ruh-ul Mesnevi/188 . Ruh-ul Mesnevi/189 . Ruh-ul Mesnevi/190 .Ruh-ul Mesnevi/191 . Ruh-ul Mesnevi/192 . Ruh-ul Mesnevi/193 . Ruh-ul Mesnevi/194 . Ruh-ul Mesnevi/195 . Ruh-ul Mesnevi/196 .Ruh-ul Mesnevi/197 . Ruh-ul Mesnevi/198 . Ruh-ul Mesnevi/199 . Ruh-ul Mesnevi/200


3.Kitap (201-300. Beyitler)


Ruh-ul Mesnevi/201 . Ruh-ul Mesnevi/202 . Ruh-ul Mesnevi/203 . Ruh-ul Mesnevi/204 . Ruh-ul Mesnevi/205 . Ruh-ul Mesnevi/206 . Ruh-ul Mesnevi/207 . Ruh-ul Mesnevi/208 . Ruh-ul Mesnevi/209 . Ruh-ul Mesnevi/210 . Ruh-ul Mesnevi/211 . Ruh-ul Mesnevi/212 . Ruh-ul Mesnevi/213 . Ruh-ul Mesnevi/214 . Ruh-ul Mesnevi/215 . Ruh-ul Mesnevi/216 . Ruh-ul Mesnevi/217 . Ruh-ul Mesnevi/218 . Ruh-ul Mesnevi/219 . Ruh-ul Mesnevi/220 . Ruh-ul Mesnevi/221 . Ruh-ul Mesnevi/222 . Ruh-ul Mesnevi/223 . Ruh-ul Mesnevi/224 . Ruh-ul Mesnevi/225 . Ruh-ul Mesnevi/226 . Ruh-ul Mesnevi/227 . Ruh-ul Mesnevi/228 . Ruh-ul Mesnevi/229 . Ruh-ul Mesnevi/230 . Ruh-ul Mesnevi/321 . Ruh-ul Mesnevi/232 . Ruh-ul Mesnevi/233 . Ruh-ul Mesnevi/234 . Ruh-ul Mesnevi/235 . Ruh-ul Mesnevi/236 . Ruh-ul Mesnevi/237 . Ruh-ul Mesnevi/238 . Ruh-ul Mesnevi/239 . Ruh-ul Mesnevi/240 . Ruh-ul Mesnevi/241 . Ruh-ul Mesnevi/242 . Ruh-ul Mesnevi/243 . Ruh-ul Mesnevi/244 . Ruh-ul Mesnevi/245 . Ruh-ul Mesnevi/246 . Ruh-ul Mesnevi/247 . Ruh-ul Mesnevi/248 . Ruh-ul Mesnevi/249 . Ruh-ul Mesnevi/250 . Ruh-ul Mesnevi/251 . Ruh-ul Mesnevi/252 . Ruh-ul Mesnevi/253 . Ruh-ul Mesnevi/254 . Ruh-ul Mesnevi/255 . Ruh-ul Mesnevi/256 . Ruh-ul Mesnevi/257 . Ruh-ul Mesnevi/258 . Ruh-ul Mesnevi/259 . Ruh-ul Mesnevi/260 . Ruh-ul Mesnevi/261 . Ruh-ul Mesnevi/262 . Ruh-ul Mesnevi/263 . Ruh-ul Mesnevi/264 . Ruh-ul Mesnevi/265 . Ruh-ul Mesnevi/266 . Ruh-ul Mesnevi/267 . Ruh-ul Mesnevi/268 . Ruh-ul Mesnevi/269 . Ruh-ul Mesnevi/270 . Ruh-ul Mesnevi/271 . Ruh-ul Mesnevi/272 . Ruh-ul Mesnevi/273 . Ruh-ul Mesnevi/274 . Ruh-ul Mesnevi/275 . Ruh-ul Mesnevi/276 . Ruh-ul Mesnevi/277 . Ruh-ul Mesnevi/278 . Ruh-ul Mesnevi/279 . Ruh-ul Mesnevi/280 . Ruh-ul Mesnevi/281 . Ruh-ul Mesnevi/282 . Ruh-ul Mesnevi/283 . Ruh-ul Mesnevi/284 . Ruh-ul Mesnevi/285 . Ruh-ul Mesnevi/286 . Ruh-ul Mesnevi/287 . Ruh-ul Mesnevi/288 . Ruh-ul Mesnevi/289 . Ruh-ul Mesnevi/290 . Ruh-ul Mesnevi/291 . Ruh-ul Mesnevi/292 . Ruh-ul Mesnevi/293 . Ruh-ul Mesnevi/294 . Ruh-ul Mesnevi/295 . Ruh-ul Mesnevi/296 . Ruh-ul Mesnevi/297 . Ruh-ul Mesnevi/298 . Ruh-ul Mesnevi/299 . Ruh-ul Mesnevi/300


Advertisement