Mevlana: Mesnevi-i Manevi ve Ruh-ul Mesnevi | |
---|---|
Mevlana/VP -Mevlana/WP - Mevlana/Sözleri - Mevlana/Resimleri - Mevlana/Kitapları - Mevlana/Vecizeleri - Mevlana/Kaynak - Mevlana/Video - Mevlana/Siteleri | |
Mevlana | Mevlanâ < Mevlânâ < Mevlana Celalleddin-i Rumi < Mevlânâ Celaleddin-i Rumi < Mevlâna Celâleddin-i Rûmî < Mevlana'nın hayatı |
Mesnevi | Mesnevi-i manevi < Mesnevi-i Manevi < Ruh-ul Mesnevi < Rûhû’l Mesnevî < Şablon:Ruh-ul Mesnevi < Şablon:Mesnevi < Mesnevi/Dokument < Mesnevi/Web siteleri < Mesnevi/Araştırmaları < Mesnevi/Kitapları < Mesnevi/Periyodikleri < Mesnevi/Şerhleri <Mesnevi ve sûfi şiirinin poetikası |
Mevlevi | Mevlevilik < Mevlevi Ayinleri < Mevlevi musikisi <Mevlevi bestekarları |
Mesnevihan | Mesnevi/Video < Mesnevi/Sesli <Mesnevi/PPT |
Şablon:Mevlana |
11. BEYİT[]
ORJİNAL METİN |
LATİNO TRANSKRİPTİ |
TÜRKÇE TERCÜMESİ |
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
| |
1. |
نى حريف هر كه از يارى بريد |
ney herif her ki ez yari berid. |
ney yarından ayrılanın dostu halinden anlayan dır |
Me, plaintive wand'rer from my peerless maid.
|
2. |
پردههايش پردههاى ما دريد |
perdehayeş perdehayi ma derid |
perdeleri perdelerimizi derledi (perdeleri yaralarımzı sardı)
|
The reed has fir'd, and all my soul betray'd
|
[40]Harîf, Arabî’dir. İki manaya gelir.
Biri: حرفته اش ya’nî hem-sanat.
Ve biri dahi bey u şerâ alışığı.
Yanî sâtı bâzâr etdiği kimesne.
Sonra bâde musâhibinde istimâl olundu.
Burada mutlak yâr u musâhib manâsınadır.
Yâri’de olan yâ zâidedir, tenkîr ve ibhâm veya gayrı manâ için değildir.
Nitekim tasvîr-i manâda Rûşen olsa gerekdir.
Perde Divân-i Hâfız şerhinde Sûdî der ki, perde neğamâtın usûl-ı ebaasından müteferri’ve müteşe’ib olan nağmelere derler.
Meselâ ırâk’tan mâyâh ve bûselik müteferri olduğu gibi intihâ.
Velâkin âlem-i edvârde usûl-ı erbaadan murâd yegâh, dügâh, segâh, çehârgâhdır.
Pes ırâk bu usûlden ve kezâlik heft-âğâzeden hâric olup ve on iki makamda dahildir.
Ve bazılar demişlerdir ki, perdeden murâd makâmâtdır.
Nitekim perde-i râst ve perde-i ırak derler.
Ve alâ kile’t-takdîreyn perde neğamâtdan hâlî olmamak hasebiyle, burada elhân ve neğâmât murâd olunur.
Manâ-yı beyt budur ki; her kim ki yârdan, yanî yâr-ı hakîkîden kesildi ve cûda düşdü ve [[vata]-ı âslî]]den dûr ve mecrûr oldu, ney onun mûsâhibidir.
Zîra ney dahi neyistândan kesilip gurbete düşmüşdür. Pes ikisinin miyânında münâsebet-i tamme vecihet-i câmiâ vardır.
binaen alâ-hâzâ firâk ehline hem-derd hemde-sohbet olmaya lâyık olan yine neydir, gayrı değildir.
Veyahut her kim ki, yâr-ı mecâzîden ki, cümle mâsivâdır, kesilip
Ayet Metni
|
Meali
|
Sure ve Ayet
|
ار جعى الى ربك
|
Dön Rabbine
|
(Beled 28)
|
mûcebince yâr-ı hakîkî cânibine müncezib oldu. Nitekim kemâl-i Hûcendî kelimâtında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
وصل ميسر نشود جز بقطع قطع نخست از همه ببر يد نست |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Ayrılandan başkasına kavuşmak nasip olmaz. Ayrılık başlangıç da her şeyden ilgiyi kesmek olur
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Pes ney ona sohbete sezâ-vârdır. Zîra sâlike vahdet-i sarfa âleminde vahşet vardır.
Onucun leyle-i mirâc’da fahr-ı âlem sellallahu aleyhi vesellem Cebrâil’den mufârakat etdikde vahşet hâsıl olacak
Hazret-i Sıddîk raziyellahu anh ile ziyâde me’nûs olmagın def-i vahşet için onun âvâzına müşâbih âvâz ile hitâb vârid oldu.
Pes insân kendi nefsinden izâle-i vahşet için elbette bir enîse ve def-i hüzün icün lâ-cerem bir celîse muhtâcdır.
Binâen alâ-hâzâ fi’l-cümle teğânnî tecvîz olunup hic bir kimse olmadığı sûretde sefîre ve kendi kendiyle zemzemeye ruhsat verilmişdir.
Bu sûretde ehl-i vahdete [41] nâyden özge enîs olmaz. Zîra âvâzı ruhânî ve müessirdir. Sâir lehv gibi galîz-i cismânî kabîlinden değildir.
Mısra-ı sânînın manâsı budur ki; neyin perdeleri ve nâmeleri bizim perdelerimizi yırtdı.
Yani zühd ü takva vü ırz u nâmus u vakar perdelerini aradan kaldırdı. Zîra bunlar perde-i pindârmakûlesidir ki, bu perdeden bîrûn olmaya elbet bir darb-ı deste muhtâcdır.
Bu hususda ney bize mu’în olup âvâz-ı hazîni des-i perdeyle çâk etmedik perde komadı.
Ve Hâce Hâfız kelimâtında gelir:
METNİN ORJİNALİ
|
LATİNO TRANSKRİPTİ
|
TÜRKÇE TERCÜMESİ
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
نه من از يرده تقوى بدر افتادم وبس يدرم نيز بهشت ابد ازدست بهشب |
LATİNO TRANSKRİPTİ BURAYA YAZILACAKTIR
|
Takva perdesinin arkasına düşen sadece ben değilim. Pederim de cenneti elinden bıraktı
|
İNGİLİZCE TERCÜMESİ
|
Ya’nî Adem aleyhisselam dâne-i gendümden tenâvül etmek vesâtediyle perde-bîrûn-ı takva olup cennetden çıktı.
Ve bu dünyâda muktezâ-yı aşk olan âlem ve şedâid ile mübtelâ oldu. Bu ise sıfat-ı memdûhedir.
Zîra bir aşk bin tekvâdan yeğdir.
Bu manâ pederimiz Adem’den bize mîras olmakla bizim dahi perdemiz yırtıldı.
Ve dâmen-i dilimiz hâr-ı mâsivâya irtibâtdan kurtuldu. Selâmet isteyenlere câm-ı takvâ âkıbet olsun.
Melâmet dileyenlere sâgar-ı aşkın devr-i dâim biri nûş olunsun biri dolsun.
Li-muharririhî:
- Perde-i pindâr mı yahut gam-ı dildâr mı
Veyahut nâyın negamât-ı rahîme ve usûl-i müstekîmesi bizim Hakk’a olan perdelerimizi yırtdı ki, ol perdelerin kimi hicâb-ı zülmânî ve kimi hicâb-ı nurânî makûlesidir.
Ve bu perdelerin inhirâfıyla Hakk’a yol açıldı ve cânân ile saçıldı.
Zîra ervâh-ı âliye ve nüfûs-ı kudsiyyeye istimâ-ı negamâtdan bast-ı azîm hâsıl olup âlem-i ulvîye urûc için bedenden mufârık ve münselih olurlar.
Ve ol bastın tesîrinden kalbe dahi ihtirâz ve hareket-i zarûriyye gelir. Velâkin kesâfetine binâen bi’l-âhire nâ-bercâ olup kalır.
Ve bundan ilm-i edvârın telîfinden garaz-ı aslî ne idiği malûm oldu. Demişlerdir ki, ilm-i musîkînin aslı Fisagorsa hekîmin ihtirâıdır.
Hekim-i mezkûr Hazret-i Süleyman aleyhisselam zamanında gelib kuvvet-i riyâzetle harekât-ı eflâki işitmiş ve his ve hadsle [[avâli]i müşâhede]] kılmiş idi.
Ahvâli mufassalan mahallinde mestûrdur.[42 )