Yenişehir Wiki
Register
Advertisement

SEBE' (Sebâ) Hazret-i Süleyman Aleyhisselâm'ın mucizesi sonunda imana gelen ve onunla evlenen Belkıs'ın Yemen'de hükmü altında bulundurduğu mâmur şehrinin ismi.

  • Bir Arab kavminin adı.
  • Bir devlet ismi.
  • Bir şahıs adı.

Sebe Yaşlılıktan dolayı bunamak.

Sebe’ Devleti'ne Gönderilen Arim Seli Sebe Sebe’ Devleti'ne Gönderilen Arim Seli: Yukarıda belirttiğimiz tarihsel gerçekler ışığında Kuran âyetlerini incelediğimiz zaman, ortada çok somut bir uyum olduğunu görürüz. Arkeolojik bulgular ve tarihsel gerçekler, Kuran'da yazanlara işaret etmektedir. Âyette belirtildiği gibi, kendilerine gönderilen peygamberin uyarılarını dinlemeyen ve Allah’ın nimetine nankörlük eden halk, sonunda korkunç bir sel felâketiyle cezâlandırılmıştır. Kuran'da Sebe’ Devleti’ne gönderilen sel felâketi şöyle tarif edilmektedir: “Andolsun, Sebe’ (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir âyet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük. Böylelikle nankörlük etmeleri dolayısıyla onları cezâlandırdık. Biz (nimete) nankörlük edenden başkasını cezâlandırır mıyız?” (34/Sebe’, 15-17) Yukarıdaki âyetlerde de vurgulandığı gibi, Sebe’ Halkı, estetik yönüyle çarpıcı, bereketli bağ ve bahçeleri olan bir toprakta yaşıyordu. Ticaret yolları üzerinde bulunan ve bu nedenle de refah düzeyi oldukça yüksek olan Sebe’ ülkesi, dönemin en gözde beldelerinden biriydi. Hayat şartlarının ve ortamın böylesi olumlu olduğu ülkede Sebe’ Halkına düşen, âyette söylendiği gibi "Rablerinin rızkından yemek ve O'na şükretmek"ti. Ama öyle yapmadılar. İçinde bulundukları refahı sahiplenme yoluna gittiler. O ülkenin kendilerine ait olduğunu, içinde bulundukları olağanüstü ortamı kendi kendilerine elde ettiklerini sandılar. Şükretmek yerine kibirlenmeyi seçtiler. Âyetin ifâdesiyle, Allah'tan "yüz çevirdiler…" Ve içinde bulundukları refahı sahiplenmeye kalkmaları nedeniyle onu kaybettiler. Âyette bildirildiği gibi, Arim seli bütün ülkeyi yerle bir etti. Kuran'da Sebe’ Kavmi’ne gönderilen azaptan "Seyl-ül Arim" yani "Arim seli" olarak bahsedilmektedir. Kuran'da geçen bu ifâde, aynı zamanda bu selin meydana geliş şeklini göstermektedir. Zira "Arim" kelimesinin anlamı, baraj ya da settir. "Seyl-ül Arim" kelimesi de, setin yıkılması sonucunda meydana gelen bir seli anlatmaktadır. Bu konuyla ilgili İslâm yorumcuları da Kuran'da Arim seli ile ilgili olarak kullanılan terimlerden yola çıkarak, konuyla ilgili tutarlı yer ve zaman tespitlerinde bulunmuşlardır. Mevdudi, tefsirinde şöyle yazar: Metindeki (Seyl-ül Arim) ifâdesinde kullanıldığı gibi "arim" kelimesi "baraj, set" anlamına gelen ve Güney Arapçası'nda kullanılan "arimen" kelimesinden türemiştir. Yemen'de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan harabelerde bu kelime sık sık bu anlamda kullanılmıştır. Mesela Yemen'in Habeşli hükümdarı Ebrehe'nin büyük Marib seddinin tamirinden sonra yazdırdığı MS 542 ve 543 tarihli bir kitabede, bu kelime tekrar baraj (set) anlamında kullanılmıştır. O halde Seyl-ül Arim, "bir set yıkıldığında meydana gelen sel felâketi" anlamına gelir. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük" (Sebe’ Sûresi,16). Yani setin (barajın) yıkılmasından sonra meydana gelen sel sonucu bütün ülke harab oldu. Sebe’liler'in dağların arasına setler inşa ederek kazdıkları kanallar yıkıldı ve bütün sulama sistemi bozuldu. Bunun sonucu daha önceden bir bahçe gibi olan ülke yabani otların yetiştiği bir cangıl haline geldi ve küçük bodur ağaçların kiraza benzer yemişi dışında yenebilecek hiçbir meyve kalmadı (Mevdûdî, Tefhîmü’l Kuran, İnsan Yayınları, c. 4, s. 517). "Kutsal Kitap Doğruyu Söyledi" (Und Die Bibel Hat Doch Recht) kitabının yazarı Hıristiyan arkeolog Werner Keller de, Arim selinin Kuran'a uygun olarak gerçekleştiğini kabul ederek şöyle yazar: "Böyle bir barajın olması ve yıkılarak şehri tamamen harap etmesi, Kuran'daki bahçe sahipleriyle ilgili verilen örneğin gerçekten de meydana geldiğini kanıtlıyor." (Werner Keller, Und die Bibel hat doch recht (The Bible as History; a Confirmation of the Book of Books), New York: William Morrow, 1956, s. 230) Arim seliyle beraber gelen felâketten sonra bölgede çölleşme başlamış ve tarım alanlarının yok olmasıyla Sebe’ kavminin en önemli gelir kaynağı da ellerinden çıkmıştı. Allah’ın kendilerini iman etmeye ve şükretmeye çağırmasına kulak asmayan halk, sonunda böylesine bir felâketle cezâlandırıldı. Selin verdiği büyük tahribattan sonra kavim çözülme sürecine girdi. Halk, evlerini terkediyor ve Kuzey Arabistan'a, Mekke'ye ya da Suriye'ye göç ediyordu (New Traveller’s Guide to Yemen, s. 43). Sebe’ halkının yaşadığı ve artık tümüyle ıssız bir harabe konumuna gelmiş olan Marib, şüphesiz, Sebe’ Halkıyla aynı hatayı işleyen herkes için bir ibrettir. Sebe’, sel ile altüst edilen kavimlerin tek örneği değildir. Kehf Sûresi'nde iki bahçe sahibi anlatılır. Birinin, aynı Sebe’ Halkı gibi, çok gösterişli ve verimli bir bahçesi vardır. Hatası da Sebe’ Halkı'yla aynıdır: Allah'tan yüz çevirmek. Kendisine nimet olarak verilenleri, kendisine "ait" sanır ve şöyle der: “...Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki: 'Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.' Kendi nefsinin zalimi olarak (böylece) bağına girdi (ve): 'Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum' dedi. 'Kıyâmet-saati'nin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndürülecek olursam, şüphesiz bundan daha hayırlı bir sonuç bulacağım.' ...(Derken) Onun ürünleri (âfetlerle) kuşatılıverdi. Artık o, uğrunda harcAdıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı, kendisi de şöyle diyordu: 'Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım.' Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu, kendi kendine de yardım edemedi…” (18/Kehf, 34-36, 42-43) Âyetlerden anlaşıldığı gibi, bahçe sahibinin hatası, Allah'ın varlığını inkâr etmek değildir. O, Allah'ın varlığını inkâr etmez, tam tersine "eğer Allah’a döndürülecek olsa" daha da iyi bir sonuçla karşılaşacağını öne sürer. İçinde bulunduğu durumu ise, kendi başarısı olarak görmektedir. Zâten Allah'a ortak koşmanın bir yönü de budur. Tümü Allah'a ait olan şeyleri sahiplenmeye kalkmak ve Allah korkusundan uzaklaşmak... Bu, Sebe’ halkının da yaptığı şeydir. Karşılaştığı cezâ da aynı olmuştur, tüm yurdu darmÂdağın edilmiştir. Ki mülkün "sahibi" olmadığını, o mülkün kendisine "verildiğini" anlasın...

HZ. SÜLEYMAN ve BELKIS Hz. Süleyman saltanatlı ve azametli bir peygamberdir. Onun hükümdarlığı bugünkü Filistin, Ürdün'ün tamamını ve Suriye'nin bir bölümünü içine almakta idi. Süleyman (a.s)'ın en önemli özelliklerinden birisi, Cenab-ı Hakkın verdiği bir takım mucizelerden toplum hizmetinde ve yönetiminde yararlanmasıdır. Kuşların dilini bilmesi, (en-Neml, 27/16.) insan, cin ve kuşlardan ordu toplaması, (en-Neml, 27/17.) rüzgârın gücünden yol katetmede yararlanması, (Sebe', 34/12; el-Enbiyâ, 21/81) bu mucizeler arasında sayılabilir. Hz. Süleyman'ın adının geçtiği her yerde Sebe' Melikesi'nin adı da hatırlanmaktadır. Bilindiği gibi Yemen'deki Sebe' devleti, Melike Belkıs tarafından yönetilmekte idi. Belkıs'ın müslüman oluşu, Hz. Süleyman'ın Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla başlayan mektubu ile gerçekleşmiştir. Onun asıl adının Belkıs binti Şerahil veya Belkıs binti Hedhad b. Sürahbil olduğu ve yirmi yıl meliklik yaptığı nakledilmiştir. Hz. Süleyman'ın Belkıs'la karşılaşması şöyle olmuştur: Süleyman (a.s) Filistin'de Beyt-i Makdis'i inşa ettikten sonra, hac için Harem-i Şerife gider. Hicazdan Yemen tarafına yönelir. San'a'ya kadar gidip, orada konaklar, fakat su bulamaz. Bu arada kılavuzluk yapan ve suyun yerini haber verecek olan Hüdhüd kuşu kaybolmuş ve kılavuzluk işi aksamıştı. Ancak Hüdhüd Sebe' Melikesi Belkıs'ın beldesine ulaşmış ve Süleyman'a ondan haber getirmişti. Kur'an'da bu haber şöyle belirtilir: "Hüdhüd dedi: Onlara hükümdarlık eden, kendisine herşey verilmiş ve büyük bir tahtı olan bir kadınla karşılaştım. Onun ve kavminin Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için doğru yolu bulamıyorlar." (en-Neml, 27/23, 24.) Süleyman (a.s) haberin doğruluğunu anlamak için bir mektup yazıp Hüdhüd kuşu ile Belkıs'a gönderdi ve tepkilerinin ne olacağını bir kenardan izlemesini bildirdi. Melik'e mektubu alınca danışma kurulunu topladı ve Süleyman'dan Rahman ve Rahîm olan Allah'ın adı ile başlayan önemli bir mektup aldığını ve Süleyman'ın kendisine itaat edilmesini istediğini bildirdi. (en-Neml, 27/27-31.) Sebe' Melikesi ile danışma kurulu arasında geçen konuşmalar Kur'an-ı Kerîm'de şöyle bildirilir: "Sonra Melike dedi: Ey Devlet büyükleri! Bana ne yapmam gerektiği konusunda yol gösterin. (Bilirsiniz ki), siz yanımda olmadan hiçbir işi kestirip atmam. Onlar şu cevabı verdiler: Biz güçlü savaşçı kimseleriz, Buyruk senindir, ne dersen onu yaparız." (en-Neml. 27/32, 33.) Belkıs'ın şiddete başvurmazdan önce problemi sulh yoluyla çözme isteği Kur'an'da şöyle belirtilir: "Melike dedi: Hükümdarlar bir ülkeye girince, orayı perişan ederler ve toplumun önderlerini küçük düşürürler. Herhalde onlar da böyle yapacaklardır. Bu yüzden onlara elçilerle bir hediye göndereyim de, bakalım elçiler nasıl bir sonuçla dönecekler?" (en-Neml, 27/34, 35) Süleyman (a.s), Belkıs'ın elçilerini geri çevirdi ve teslim olmadıkları takdirde Sebe' ülkesini işgal edeceklerini bildirdi. Bu arada Süleyman (a.s) Belkıs'ın ünlü tahtının bir mucize eseri olarak kendi sarayına getirilmesini istedi, ifrit adlı bir cin, bir kimse oturduğu yerden kalkmadan tahtı getirebileceğini, yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse ise, göz açıp kapayıncaya kadar tahtın önlerinde hazır olabileceğini söyledi. Gerçekten o sırada San'a'da veya başka bir rivayete göre Şam yöresinde bulunan Süleyman (a.s)'ın yanına Melike'nin tahtı göz açıp kapayıncaya kadar getirildi. (en-Neml, 27/35-40.) Tahtı getiren kişi Abdullah b. Mes'ud'a (Ö. 32/652) göre Hızır (a.s) (Alûsî, Rûhu'l-Meânî, X, 203.) İbn Abbas'a (Ö. 68/687) göre ise Süleyman (a.s)'ın veziri Asaf b. Berhıyâ idi. Asaf, dosdoğru (sıddîk) bir kul olup, kendisi ile Yüce Allah'tan bir şey istenince verilen, dua edilince kabul olunan "Allah'ın en büyük ismi (ism-i azam)"ni biliyordu. Hz. Süleyman'ın bir mucizesi olarak veziri böyle bir keramet göstermişti. (el-Kurtubî, a.g.e, XIII, 136; es-Sûyûti, ed-Dürrû'l-Mensûr, VI, 360; Elmalılı, a.g.e, VI, 142,143.) Hz. Âişe'den (Ö. 57/676) nakledilen şu hadisde bunu destekler: "Asaf b. Berhıyâ'nın kendisi ile dua ettiği, Allah'ın en büyük ismi (ism-i a'zam), "yâ hayy yâ kayyûm (ey diri olan ve herşeyin kendisi ile ayakta durup varlığını sürdürdüğü Yüce Allah)" ifadeleridir. (bk. Tirmizî, Deavât, 64; İbn Mâce, Dua, 9; Dârimî, Fadâilü'l-Kur'ân, 14,15; A. b. Hanbel, VI, 461; el-Kurtubî, a.g.e. XIII. 136.) Fahreddîn Razı (Ö. 606/1210) tahtı getirenin bizzat Süleyman (a.s) olduğunu söylemiştir. "Yanında kitaptan bir ilim bulunan kimse" ifadesi onun durumuna uygun düşüyorsa da, çoğunluk bilginler, bu kişinin bizzat Hz. Süleyman olmayıp, adamlarından birisinin olmasını âyetlerdeki ifade üslûbuna daha uygun düştüğünü söylemişlerdir. (Fahru'r-Râzî, Mefatihu'l-Gayb, XXIV, 197,198; el-Kurtubî. a.g.e., XIII, 136; Elmalılı, a.g.e., VI, 143.) Tahtın bir anda fizik olarak başka bir yere nakledilmesi günümüzde yapılan "ışınlama" yolu ile nakil çalışmalarına ışık tutacak niteliktedir. Belkıs daha sonra adamlarıyla Filistin'e gelmiş, Hz. Süleyman'ın kurduğu göz kamaştıran medeniyet ve sarayında ilahi dinin güç ve ihtişamına hayran kalmıştır. Çünkü billur bir saray ve girişinden meydanlığa kadar büyük bir havuz yapılıp içine su salınmış, yine içine balık vb. deniz hayvanları konulmuş ve üzeri şeffaf bir kristalle kaplanmıştı. Gerçeğine o kadar benzemişti ki, suya girdiğini sanan Melike, ıslanmasın diye eteklerini toplamıştı. Belkıs'ın bu harika manzara ve olağanüstülükler karşısındaki dua ve teslimiyeti âyette şöyle bildirilir. "Rabbim, ben kendime zulmetmişim. (Artık) Süleyman'la birlikte âlemlerin Rabbi olan Allah'a teslim oldum." (en- Neml, 27/44; bk.el-Kurtubî, a.g.e., XIII, 138, 139.) Müfessirlerin çoğunluğuna göre Süleyman (a.s) Belkıs'le evlenmiş ve onu mülkünde bırakmıştı. (Elmalılı a.g.e., VI, 146) Hz. Süleyman'la Sebe' melikesi arasında geçen bu kıssa, Tevrat ve İncil'de de çeşitli şekillerde anlatılmıştır. (bk. Tevrat, II. Tarihler, IX, 1-12; İncil, Matta, XII, 42, Luka, XI, 31.) Ancak Kur'an-ı Kerim'de Sebe' Melikesi'nin adı zikredilmediği için, Hz. Süleyman'la çağdaş olan Sebe' kraliçesinin, Mîlattan sonra 250'li yıllarda yaşayan ve adı Belkıs olan bir Himyeri kraliçesinin adı ile karıştırılmış olması muhtemeldir. (bk. Osman Cilacı, «Hz. Süleyman» mad. Şamil İslam Ansik. İst. 1992.) Diğer yandan biri Hz. Süleyman devrinde, diğeri M. S. 250 yıllarında olmak üzere aynı isimde iki Melike'nin yaşamış olması da imkân dahilindedir. Sonuç olarak, yüce Allah Dâvud (a.s)'ın oğlu Süleyman (a.s)'a büyük bir saltanat vermiş ve Ortadoğuda kendi yüzyılına göre çok ileri olan kültür ve uygarlık eserleri meydana getirmiştir. Aynı dönemde Yemen yöresinde bir kadının yönetiminde Sebe' toplumu vardır. Melike Belkıs'ın yönettiği bu toplumun güneşe taptığını öğrenen Süleyman (a.s) bu yöreye tevhid akidesini ulaştırmak ister. Ancak medeniyetinin üstünlüğünü ona göstererek iman ve hidayetine vesile olur. Burada iman ehlinin, küfür ehlinden daha üstün ilim ve teknolojilere sahip olması gerektiğine bir işaret vardır. Süleyman (a.s)'ın askeri güç yanında bu kültür ve san'at üstünlüğünü öne sürmesi, irade üzerinde baskı ve zorlama olmaksızın ikna metodunu kullandığını gösterir. Özellikle billurdan köşkün inşası, kristal kaplama havuzların yapılması ve kendi tahtının da hazır bulunduğu bir salonda Belkıs'ın kabul edilmesi semavi bir dinin kadına verdiği önemi gösterir. Ancak hak dinin bâtıl karşısındaki bu üstünlüğü açıkça görülünce Belkıs Allah'a iman etmiş ve Süleyman (a.s)'a tabi olmuştur.

SEBE DEVLETİ Yemen’in doğusunda, M.Ö. 8 ve 2. yüzyıllar arasında hüküm süren bir devlet. Başşehirleri Ma’rib bölgesinde Sebe şehriydi. Bilhassa Ma’rib Seddinin inşâsından sonra bölge refâha kavuştu. Her taraf bahçelere ve yeşilliklere büründü. Bölge halkı, zirâat ve ticâretle meşgul oldu.

Sebe halkı, melikeleri Belkıs zamânında Süleymân aleyhisselâma tâbi oldular (Bkz. Belkıs). Zamanla azgınlaşan insanlar, verilen (nîmetlere şükretmeyip, kendilerine gönderilen peygamberlerle (aleyhimüsselâm) alay ettiler. Zenginliklerinin kaynağı olan Ma’rib Seddi, köstebekler tarafından delinince, her tarafı su kapladı. Bağlar bahçeler harâb olup, güzel kokulu ağaçların yerini çalılıklar kapladı. Bölgedeki şehirler harâb olup, insanlar değişik bölgelere göç ettiler.

Bölge M.Ö. 115 yılında Himyerîler Devletinin hâkimiyetine geçti. (Bkz. Himyerîler)

Advertisement