Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Ya hafiyyel eltaf

Ey lütufları gizli olan zatı ala

Muradiye camii kapısı neccina mimma nehaf korktuklarımızdan necatt ver

Neccina mimma nehaf Korktuklarımızdan ve korkmadıklarımızdan bize necat ver. Hafi

Bakınız

Şablon:Duabakınız d {{Duabakınız}}


Dua eden adam anlar ki
Dua zamanı
Audio:[1] NAMAZIN KIBLESİ KABE, DUANIN KIBLESİ SEMADIR
“Yunus peygamberin, balığın karnında yaptığı dua;
Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’zzâlimîn (Ya Rabbî! Senden başka ilâh yoktur, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum)’
şeklinde idi. Bu sözlerle dua eden herhangi bir müslüman yoktur ki Allah onun duasını kabul etmiş olmasın” (Tirmizî, De’avât, 85) Tabii bu ayet ala meksin (durarak) kıraat edilir.
Evrad
Ezkar
Ezkar-us Sabah
Evrad-u Ezkar
Allahtan kendi Korkularından dolayı Necat ve lütuf bekleyenin duası
Ya hafiyyel eltaf neccina mimma nehaf ve mimma la nehaf
Dua
Duâ
Dûa
Dualar
De’avât
Dua, meyalan-ı hayrı artırır
İstiğfar, meyelan-ı şerri keser
İstiğfar
Günün Belli Zamanında Okunacak Duâlar
Dua arkadaşı
Evlilere yapılan dua
Ordunun Duası
Hayır duâ
Dua çeşitleri
Kunut duası
Pazrtesi duaları
Salı duaları
Çarşamba duaları
Perşembe duaları
Cuma duaları
Cumartesi duaları
Pazar duaları

Hacc duaları
Namaz duaları
Mukayyed dualar
Gayri mukayyed dualar
İstihare namazı
İstıhare duası
(Hayır isteme duası)
Hacet duası
Hacet namazı

Cevşen <be> Dua-yı Cevşenü'l Kebir
Dua-yı İsm-ul Âzam <be> Kumeyl duası
Ayet el-Kursi
Hizbun nasr duası

Dualarla irşad
Duanın İnsan Hayatına Tesiri
DUANIN ÇEŞİTLERİ
DUANIN ÖNEMİ

DUÂ-YI HAYR Hâyırlı dua, hayır isteyen dua.
DUÂ-YI FİİLÎ Fiil ile yapılan dua. Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.
DUÂ-YI KAVLÎ Sözle yapılan dua ki bildiğimiz meşhur duâlardır.
DUÂ-YI MÜSTECAB Kabul olunan dua.
DUÂGÛ
Duâhân f. Duâ okuyan. Duâ eden.
DUAT Dâî. C. Duâ edenler. Allah'a yalvaranlar. * Dâvet edenler.
Tahiyye
Selâmlar <be> Ettahiyyat duası
TAHİYYAT
Et-tahiyyatü
Selâm
Namaz duaları
Abdest duaları
Cenaze
Cenaze namazı
Mevt
Cenaze duaları
Telkin
Telkin duası
Cenaze duası Alevilik ve cenaze işleri
“Duâ” kelimesinin Kur’ân’da 212 defa geçtigi ayetler
Duâ ayetleri
Akşam duaları Video Sabah duaları
Aşırı dua
kelam-ı nefsiyle dua
1000 elemtere
4444 Tefriciye
19 Fetih
gece namazı
özel geceler 1999 kartalları çok sert geldi
Şablon:Dua

Psikokinesis_&_Chi_Qui_Gong.flv

Psikokinesis & Chi Qui Gong.flv

Dua şeklinde eller açılarak meditation . Psikokinesis & Chi Qui Gong.flv

Maher_Zain-Barakallah_(Wedding_Indonesia_Version).mp4

Maher Zain-Barakallah (Wedding Indonesia Version).mp4

Maher Zain-Barakallah (Wedding Indonesia Version).mp4 Yeni evlilere yapılacak dua üzerine çok hoş bir şarkı . Evlilere yapılan dua şiir ve şarkı formatına getirilmiş

صلاح_الجمل_دعاء_الانبياء_كامل_-_ادعية_رمضان_--

صلاح الجمل دعاء الانبياء كامل - ادعية رمضان --

صلاح الجمل دعاء الانبياء كامل - ادعية رمضان -

Dua niçin kabul olmaz

Dualar niçin kabul olmaz?

CEVAP

Şartlarına uygunsa dua kabul olur. Hadis-i şerifte, (Rabbiniz kerimdir, kendine açılan eli boş çevirmekten haya eder, edilen duayı kabul eder) buyuruldu. (Tirmizi)

Duanın kabul olması için bazı hususlara dikkat etmek gerekir. Sebeplere yapışmadan istemek kuru bir temennidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Çalışmadan dua eden, silahsız harbe giden gibidir.) [Deylemi]

Yapılacak işlerden bazıları şöyledir:

Önce günahlara tevbe etmeli, istiğfar okumalı, sadaka vermeli, imanını düzeltmeli, duanın kabul olacağına inanmalı, iki diz üzerine kıbleye karşı oturup, duaya başlarken, Sübhane Rabbiyel aliyyil a’lel vehhab demeli, euzü besmele çekip hamd ve salevat okumalı, duayı üçten fazla söylemeli! Kabul olmadı diyerek ümit kesmemeli, kabul olana kadar uzun zaman tekrar etmelidir! (Feraid)

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Siz, kabul edileceğine yakînen inanarak, Allah’a dua ediniz. Allahü teâlâyı unutarak, gafletle edilen dua kabul olmaz.) [Tirmizi]

(Emr-i marufu bırakırsanız dualarınız kabul olmaz.) [Bezzar]

(Bid'at ehlinin duası ve ibadetleri kabul olmaz.) [Deylemi]

(Kızını fâsıkla evlendirenin duası kabul olmaz.) [Şir’a]

Farzları yapmayanın, mesela namaz kılmayanın duası kabul olmaz. Haramlardan sakınmayanın duası kabul olmaz. Ebülleys-i Semerkandi hazretleri, (Haram yiyenin, gıybet edenin ve haset edenin duası kabul olmaz) buyuruyor. Hadis-i şerifte de, (Duanın kabul olması için, yenilen ve giyilen helal olmalıdır) buyuruluyor. (Tergib-üs-salât)

İhlaslı ve salih olmaya çalışmalı. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki: (İhlaslı olarak dua edin!) [Mümin 14, 65]

(Allahü teâlâ, ancak takva sahiplerinin [salihlerin amellerini, dualarını] kabul eder.) [Maide 27]

Evliyayı vesile ederek, dua etmeli. Buhari’deki hadis-i şerifte, duanın kabul olması için, Peygamberleri ve salihleri vesile etmek gerektiği bildirilmektedir. (Hısn-ül-hasin)

Mesela silsile-i aliyyenin isimleri okunup onların hürmetine dua edilmeli.

Din kardeşine gıyabında dua etmeli. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Müminin din kardeşi için, arkasından yaptığı hayır dua kabul olur. Bir melek, Allah bu iyiliği sana da versin der. Meleğin duası reddedilmez.) [İbni Ebi Şeybe]

Beş vakit namazı doğru ve severek kılmalı ve sonra dua etmeli. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Beş vakit namazlardan sonra yapılan dua kabul olur.) [Buhari]

Yine hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ buyuruyor ki: büyüklenmeyen, gününü Allah’ı anmakla geçiren, [Allah’ın razı olduğu işleri yapan] günahta ısrar etmeyip istiğfar eden, aç doyuran, garibi koruyan, küçüğe merhamet, büyüğe saygı gösterenlerin namazlarını kabul ederim. Böyle bir kimselerin istediklerini veririm, dua ederlerse, dualarını kabul ederim.) [Darekutni]

(Gizli-açık çok sadaka verin ki rızkınız bollaşsın, yardıma mazhar olasınız ve duanız kabul edilsin.) [İbni Mace]

(Allahü teâlâ, duanızı kabul eder. Dua ettim, hâlâ duam kabul olmadı diye acele etmeyiniz! Allah’tan çok isteyiniz! Çünkü kerem sahibinden istiyorsunuz.) [Buhari]

(Kim, Yunus aleyhisselamın balığın karnında iken ettiği duayı okursa, duası kabul olur.) [Tirmizi]

(Birinize dert ve bela gelince, Yunus Peygamberin duasını okusun! Allahü teâlâ onu muhakkak kurtarır. Dua şudur: “La ilahe illa ente sübhaneke inni küntü minezzalimin”) [Tirmizi]

(Duasının kabul olmasını isteyen, darda kalanı ferahlandırsın!) [İbni Ebiddünya]

(İstiğfara devam eden, her türlü sıkıntıdan ve geçim darlığından kurtulur, ferahlığa çıkar, ummadığı yerden rızka kavuşur.) [Nesai]

(Sıkıntılı iken duasının kabul edilmesini isteyen kimse, refahta iken çok dua etsin!) [Tirmizi]

(Sıkıntılı veya borçlu bir kimse, bin kere "La havle ve la kuvvete illa billahil aliyyil azim" derse, Allahü teâlâ işini kolaylaştırır.) [Şir’a]

Sual: Evlilik için dua ettim, kabul olmadı. Sebebi nedir?

CEVAP

Evlenmeyi istemek normaldir. Ancak her evlilik mutlaka hayırlı olur mu? Çok az da olsa, evlilik bir kimsenin dünya ve ahiret felaketine sebep olabilir. Ne olursa olsun evlenmeyi değil de, mutlaka hayırlı olanını istemelidir. Hayırsız bir evlilik yerine bekârlığı tercih etmelidir!

Esas hayat, ahiret hayatıdır. Muhteşem bir hayat sürülse de, dünya geçicidir. Akıllı, ahiretini düşünüp, (Ya Rabbi evlilik hakkımda hayırlı ise nasip et) diye dua eder. Kur'an-ı kerimde, (Dua edin, duanızı kabul ederim), hadis-i şerifte ise (Rabbiniz kerimdir, kendine açılan eli boş çevirmekten haya eder) buyuruldu. (Tirmizi)

(Duam kabul olmadı) demek yanlıştır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Dua edenin ya günahı affolur veya hemen hayırlı karşılığını görür, yahut ahirette mükafatını bulur.) [Deylemi]

Allahü teâlâ, Kıyamette, duası dünyada kabul edilmeyen kula (Dünyada ettiğin duana karşılık şu sevapları veriyorum) buyuracak, o kadar çok sevap verecek ki, o kimse, (Keşke dünyada hiçbir duam kabul edilmeseydi) diyecektir. (T.Gafilin)

Allahü teâlâ, dua edeni sever, dua etmeyene gazap eder. Dua müminin silahı, dinin temel direklerinden biridir. Duanın faydaları çoktur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Dua, işlenen günahlara kefarettir.) [İbni Hibban]

(Dua, bela gelirken korur.) [Şir’a]

Allahü teâlâ, isteyene verir. Dua etmenin, istemenin de şartları vardır. Bu şartlara riayet eden arzusuna kavuşur. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Allahü teâlâ, sabra gayret edeni muvaffak kılar, iffet talep edeni de iffetli, istigna edeni de gani kılar.) [Hakim]

(Hayır isteyen hayra kavuşur. Şerden sakınan da korunmuş olur.) [Hatib]

Demek ki, sabreden başarır, namuslu olmak isteyen ve insanlara muhtaç olmak istemeyen arzusuna kavuşur. Arayan Mevlasını, azan belasını bulur.

Sevilen kulun duası gecikir mi?

Sual: Allahü teâlânın, sevdiği kulunun dua etmesini sevdiği için, duasını geciktirdiği doğru mudur?

CEVAP

Öyle durumlar da olabilir. Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle anlatıyor: (Allahü teâlâ bir kulunu severse veya onun sevgili bir kul olmasını isterse, üstüne bardaktan boşanırcasına musibet yağdırır, onun üzerine ardı ardına belalar gönderir. Bu kimse dua ederse, Cebrail aleyhisselam der ki:

— Ya Rabbi bu sevgili kulun istediğinin verilmemesinin hikmeti nedir ki?

Allahü teâlâ buyurur ki:

— Ben onun sesini dinlemeyi seviyorum. Bırakın, duaya devam etsin!

Kul, ya Rabbi der, Allahü teâlâ lebbeyk der, (Senin her istediğini vereceğim ve memnun edeceğim. İzzetime yemin ederim ki, ne dua edersen kabul edeceğim, ne istersen vereceğim; ancak bu isteklerini ya dünyada veya ahirette veririm. Ahirette verirsem daha üstününü verir, daha büyük belaları üzerinden def ederim) buyurur.

Kıyamet günü, teraziler kurulur, namaz ehli getirilir, karşılığını tam alırlar. Oruç tutanlar getirilir, karşılığını tam alırlar. Zekât ehli getirilir, onlar da karşılığını tam alırlar. Hac ehli getirilir, onlar da karşılığını tam alırlar. Belaya, musibete uğrayanlar getirilir, onlar için terazi kurulmaz, ücretleri, mükâfatları tartısız bol bol verilir. Bunlara verilen sevabların büyüklüğünü görenler, (Keşke bizim de dünyada vücutlarımız makaslarla doğransaydı da, biz de böyle büyük nimetlere kavuşsaydık) derler. İşte şu mealdeki âyet-i kerime bunu bildiriyor: (Ey îman eden kullarım, Rabbinizden [emir ve yasaklarına riayetsizlikten] korkun. Bu dünyada [Allahü teâlâya itaat ederek] iyi iş yapanlar için, [ahirette] bir güzellik [Cennet] vardır. Allah’ın toprağı yeryüzü geniştir. [Kâfirler içinde daraldığınız zaman, başka ülkelere hicret edebilirsiniz.] Ancak [ibâdete, taate, belâlara ve vatanından ayrılıp hicretin güçlüklerine] sabredenlere ecirleri hesapsız ödenecektir.) [Zümer 10] (Dürr-ül mensûr – İmam-ı Süyûti)

Her dua kabul olur

Sual: Her dua kabul olur mu?

Kabul edilmeyen dua olur mu?

CEVAP

Günah olmayan ve şartlarına uygun yapılan her dua kabul olur. Allahü teâlâ kendisine açılan eli boş çevirmekten hayâ eder. Kur’an-ı kerimde Allahü teâlâ, (Bana dua edin, kabul edeyim) buyuruyor. (Mümin 60)

Allahü teâlâ, kabul etmese böyle buyurur mu? (Ben dua ediyorum; ama kabul olmuyor) demek yanlıştır. Onunki de kabul olmuştur. Mesela o kimse bir araba ister de, Allahü teâlâ ona bir ev ihsan edebilir. O, arabayı alamadığı için duam kabul olmadı zanneder. Duası sayesinde başına gelecek büyük bir bela önlenmiş olabilir. Yahut dua sayesinde günahları affedilmiş olur veya ahirette çok büyük ihsanlara kavuşur. Bu kabul edilme hususu, bir hadis-i şerifte şöyle açıklanıyor: (Meşru olarak dua eden mümin, şunlardan birine muhakkak kavuşur: Kabul olur veya kabul edilmiş bir ibadet sevabı alır ve âhirette büyük nimetlere kavuşur. Günahları affedilir veya iyilikleri artar yahut önlenmesini istediği o kötülüğün bir benzerinden onu kurtarır. O halde dua etmeye devam edin! Allah’ın ihsanı boldur. Dünyada duası kabul olanlar, duası dünyada kabul olmayanlara, ahirette verilen nimetleri görünce, “keşke, bizim de dünyada dualarımız hiç kabul olmasaydı” diyeceklerdir.) [Deylemi, Hâkim]

Peygamber efendimiz anlatır:

Allahü teâlâ bir kulunu severse veya onun sevgili bir kul olmasını isterse, üstüne bardaktan boşanırcasına musibet yağdırır, onun üzerine ardı ardına belalar gönderir. Bu kimse dua ederse, Cebrail aleyhisselam, (Yâ Rabbi, bu sevgili kulun istediğinin verilmemesinin hikmeti nedir?) diye sorunca, Allahü teâlâ, (Ben onun sesini dinlemeyi seviyorum, bırakın, duaya devam etsin!) buyurur. Kul, ya Rabbi der, Allahü teâlâ, (Söyle, her istediğini vereceğim ve memnun edeceğim. İzzetime yemin ederim, ne dua edersen kabul edeceğim, ne istersen vereceğim; ancak bu isteklerini ya dünyada veya ahirette veririm, ahirette verirsem daha üstününü verir, daha büyük belaları üzerinden def ederim) buyurur.

---

DUA HASTALIKLARIN TEDAVİ SÜRECİNİ HIZLANDIRIYOR

"Kalpten Ölüm %30 Oranında Azaldı", "İyileşme % 11 Hızlandı", "Kısırlık Tedavisi %25 İlerledi" , "Toplu Dua AIDS'i İyileştirdi"…

Son günlerde gazetelerde yer alan bazı haberlerdeki bu başlıklar dikkat çekici bir araştırmanın sonuçlarının özeti niteliğindedir. Dua ile iyileşme süreci arasındaki bağlantıyı incelemek amacıyla yürütülen araştırmalar son derece önemli sonuçlar ortaya koymaktadır. Mind/Body Medicam Enstitüsü'nün kurucusu Dr. Herbert Benson tarafından 10 yıl boyunca devam eden ve 1800 kişinin katıldığı bir araştırma, bu alanda şimdiye kadarki en geçerli sonuçların elde edildiği araştırma olarak nitelendirilmektedir. ABD'de federal hükümetin 2.3 milyon dolar fon ayırdığı araştırmalarla ulaşılan sonuç, dua ve hastalıkların iyileşmesi arasında birebir bağlantı olduğudur.

Allah'tan Yardım Dilemek

"Çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamlarına gelen dua, Kuran'a göre "insanın içten bir kalp ile Allah'a yönelmesi, O'na muhtaç bir varlık olduğunun bilinci ile sonsuz güç sahibi, Rahman ve Rahim olan Allah'tan yardım dilemesi"dir. Hastalık anları da insanın bu acizliğini daha net hissettiği, Allah'a yakınlaştığı anlardan biridir. Ayrıca hastalıklar Allah'ın takdiriyle gerçekleşen çok hikmetli bir imtihan, dünya hayatının geçici ve kusurlu olduğunu hatırlatan bir uyarı, sabreden ve tevekkül edenler için ahirette bir ecir kaynağıdır.

Allah bir ayette duaya şöyle dikkat çekmektedir:

Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin, size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüş kimseler olarak gireceklerdir. (Mümin Suresi, 60)

İman etmeyen kimseler, bir hastalıkla muhatap olduklarında kendilerini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünürler. Sağlıklıyken vücutlarındaki sistemi çalıştıranın, hastalandıklarında şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru var edenin Allah olduğunu düşünmezler. Pek çok kişi ancak doktor ve ilaçların yetersiz kaldığına kanaat getirince, Allah'a yönelir. Böyle bir durumdaki kişi, içinde bulunduğu zor durumdan onu ancak Allah'ın kurtarabileceğini anlayarak, yalnızca Allah'tan yardım diler. Allah bu ahlakı bir ayette şöyle bildirmektedir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

Halbuki insanın sağlıklıyken ya da bir zorluk, sıkıntı içinde olmadığında da dua etmesi, Allah'ın kendisine verdiği rahatlık, sağlık ve diğer tüm nimetler için şükretmesi gerekir.

Fiili Duanın Önemi

Dua ile ilgili çok önemli bir konu da şudur: Sözlü duanın yanı sıra kişinin fiili dua olarak çaba sarf etmesi de son derece önemlidir. Fiili dua, kişinin herhangi bir isteğine ulaşmak için elinden gelen herşeyi yapmasıdır. Örneğin hasta bir kişinin sözlü duanın yanı sıra mutlaka uzman bir doktora başvurması, kendisi için faydalı ilaçları kullanması, gerekli ise hastanede tedavi görmesi, hassas bir bakım altında olması da gerekebilir. Çünkü Allah dünyada meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Dolayısıyla kişinin de bu sebeplere uygun olarak gerekli tedbirleri alması, ancak bunları etkili kılacak olanın Allah olduğunu bilerek, tevekkül, teslimiyet ve sabırla sonucunu Allah'tan beklemesi gerekir.

İmanın ve duanın hastaların üzerindeki olumlu etkisi ve tedavi sürecini hızlandırması doktorların da dikkatlerini çeken, tavsiye olarak dile getirdikleri bir konudur.

Duanın İyileştirici Etkisine Örnekler

ABD'de yayınlanan ünlü haber dergisi Newsweek, 10 Kasım 2003 sayısında "Allah ve Sağlık: Din İyi Bir İlaç mı? Bilim Neden İnanmaya Başlıyor?" (God & Health: Is Religion Good Medicine? Why Science is Starting to Believe?) başlığı altında dinin iyileştirici etkisini kapak konusu yaptı. Allah inancının insanın moralini yükseltip hastalıktan daha kolay kurtulmasını sağladığına değinilen makalede, bilimin de inançlı insanların hastalıkları daha kolay ve çabuk atlattığına inanmaya başladığını bildirdi. Newsweek'in anketine göre, insanların %72'si dua ederek hastalıktan daha çabuk kurtulduklarına, duanın iyileşmeyi kolaylaştırdığına inanmaktadırlar. ABD ve İngiltere'de yapılan araştırmalarda da, hastalar için dua etmenin, hastaların rahatsızlık belirtilerini azalttığı ve iyileşme sürecini hızlandırdığı sonucu elde edilmiştir.

Michigan Üniversitesi'nin araştırmasına göre, dindarlarda depresyon ve stres daha az görülürken, Chicago'daki Rush Üniversitesi'nin araştırmasına göre, düzenli olarak ibadet ve dua edenlerin erken ölüm oranı, dine bağlı olmayanlara göre yüzde 25 daha az olarak tespit edilmiştir.

Bu konuda The New York Times gazetesinde yer alan bir habere göre ise bugüne kadar dua ve hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantıyla ilgili olarak yapılan bazı önemli araştırmaları ve sonuçlarını şöyle özetleyebiliriz:

Duke Üniversitesi'nin anjiyo operasyonu geçiren 750 hasta üzerinde yaptığı bir başka araştırmada da, "duanın iyileştirici gücü" bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Dua okuyan kalp hastalarının, ameliyattan sonraki birkaç yıl içinde ölüm oranlarının yüzde 30 daha az olduğu tespit edilmiştir.

St Luke's Hastanesinde tedavi gören kalp hastalarından, 466 tanesine din adamları dua okumuş, sonuç olarak kendileri için dua okunan hastaların %11 oranında daha çabuk iyileştiği ve rahatsızlık belirtilerinin azaldığı görülmüştür.

Columbia Üniversitesi'nin yaptığı araştırmada üreme sorunları yaşayan kişiler için düzenli olarak dua okunmuştur. Bu kişilerde döllenmenin başarı oranı %8'den %16'ya çıkmıştır. Embriyonun sağlıklı bir şekilde büyüme ihtimali ise %25'ten %50'ye yükselmiştir.

Bu konuda yapılan araştırmalar bu örneklerle sınırlı değildir. San Francisco Hastanesi'nde 393 kalp hastası üzerinde yapılan başka araştırmada, 150 hasta için düzenli olarak dua edilmiş, tanımadıkları kişilerin kendilerine dua ettiği bu hastaların, ilaç tedavisine daha çabuk cevap verdikleri ortaya çıkmıştır.

1998'de yayınladığı bir araştırmayla Dr. Elizabeth Targ Afrika'daki bazı AIDS hastalarının toplu yapılan dualarla iyileşme gösterdiklerini kaydetmiştir.

Bütün bu örnekler dua ile çeşitli hastalıkların iyileşmesi arasındaki bağlantının delillerindendir.


Vatan, 11 Ekim 2004


Yeni Asya, 12 Ekim 2004

Her An, Her Konuda Allah'a Yönelmek

Allah'ın Kuran'da bildirdiği dualardan bir kısmı şöyledir:

Eyüp de; hani o Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Şüphesiz bu dert (ve hastalık) beni sarıverdi. Sen merhametlilerin en merhametli olanısın." Böylece onun duasına icabet ettik. Kendisinden o derdi giderdik; ona Katımız'dan bir rahmet ve ibadet edenler için bir zikir olmak üzere ailesini ve onlarla birlikte bir katını daha verdik. (Enbiya Suresi, 83-84)

Balık sahibi (Yunus'u da); hani o, kızmış vaziyette gitmişti ki; bundan dolayı kendisini sıkıntıya düşürmeyeceğimizi sanmıştı. (Balığın karnındaki) Karanlıklar içinde: "Senden başka İlah yoktur, Sen Yücesin, gerçekten ben zulmedenlerden oldum" diye çağrıda bulunmuştu. Bunun üzerine duasına icabet ettik ve onu üzüntüden kurtardık. İşte Biz, iman edenleri böyle kurtarırız. (Enbiya Suresi, 87-88)

Zekeriya da; hani Rabbine çağrıda bulunmuştu: "Rabbim, beni yalnız başıma bırakma, sen mirasçıların en hayırlısısın." Onun duasına icabet ettik, kendisine Yahya'yı armağan ettik, eşini de doğurmaya elverişli kıldık. Gerçekten onlar hayırlarda yarışırlardı, umarak ve korkarak Bize dua ederlerdi. Bize derin saygı gösterirlerdi. (Enbiya Suresi, 89-90)

Andolsun, Nuh Bize (dua edip) seslenmişti de, ne güzel icabet etmiştik. (Saffat Suresi, 75)

Daha evvel de belirttiğimiz gibi dua sadece hastalıktan ya da dünyevi sıkıntılardan, zorluklardan kurtulmak için olmamalıdır. Samimi iman eden bir kişi, her zaman Allah'a dua etmeli ve Allah'tan gelecek her karşılığa razı olmalıdır. Kuran'da pek çok ayetle bildirilen dua ibadetinin, günümüzde bilimsel olarak da faydalarının ispatlanması Kuran'ın mucizevi özelliklerinden biridir. Başka bir ayette duayla ilgili olarak Rabbimiz şöyle buyurmaktadır:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

---

KURAN'DA DUA NASIL ANLATILIYOR?

En son ne zaman dua ettiğinizi düşündünüz mü?... Bu soruya farklı cevaplar verilebilir ama ortak nokta herkesin bir şekilde dua ettiği olacaktır. İnsanlar elbette her yerde, her ortamda, istedikleri herşey için Rabbimiz olan Allah'a dua edebilirler. Allah iman edenlerin her ortamda dua edebileceklerine, Kendini zikredebileceklerine aşağıdaki ayetlerle dikkat çekmiştir:

Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) “Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru.” “Rabbimiz, şüphesiz Sen kimi ateşe sokarsan, artık onu ‘hor ve aşağılık’ kılmışsındır; zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” “Rabbimiz, biz: “Rabbinize iman edin” diye imana çağrıda bulunan bir çağırıcıyı işittik, hemen iman ettik. Rabbimiz, bizim günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi de iyilik yapanlarla birlikte öldür.” “Rabbimiz, elçilerine va’dettiklerini bize ver, kıyamet gününde de bizi ‘hor ve aşağılık’ kılma. Şüphesiz Sen, va’dine muhalefet etmeyensin.” Nitekim Rableri onlara (dualarını kabul ederek) cevab verdi: “Şüphesiz Ben, erkek olsun, kadın olsun, sizden bir işte bulunanın işini boşa çıkarmam…” (Al-i İmran Suresi, 191-195)

Bunların yanısıra bir de duanın, en güzel, en makbul şekli vardır ki Kuran'da bunlar ayrıntılarıyla anlatılmıştır.

YÜKSEK OLMAYAN BİR SESLE, YANLIZ BAŞINA İÇİN İÇİN DUA

Çok çaresiz ve sıkıntı içerisinde kaldığınız, Allah'a dua etme ihtiyacı hissettiğiniz bir anda dua etmek için nasıl bir ortamı tercih ettiğinizi hatırlıyor musunuz? Hiç şüphesiz gece yastığa başınızı koyduğunuzda ya da çok sessiz ve gürültüsüz, Allah'la başbaşa olabileceğinizi hissettiğiniz bir ortamda dua etmeyi tercih etmişsinizdir.

İbadetler sırasında manevi yoğunluk en fazla yalnız başına, kimsenin bilmediği zamanlarda, tam bir konsantrasyonun sağlanabildiği sırada yaşanır. İhtiyaçları, hataları veya eksikleri konusunda Allah'a dua etme gereksinimi duyan insan, yalnız başına ve için için dua etmeyi tercih eder. Buna güzel bir örnek Hz. Zekeriya'nın duasıdır. Kuran'da, onun Allah'tan soyunu devam ettirecek bir varis isterken gizlice dua ettiğine işaret edilir:

Hani o Rabbine gizlice seslendiği zaman demişti ki: "Rabbim, şüphesiz benim kemiklerim gevşedi ve baş, yaşlılık aleviyle tutuştu; ben sana dua etmekle mutsuz olmadım." (Meryem Suresi, 3-4)

Duanın tanımı için "gücü sınırlı ve sonlu bir varlığın gücü sınırsız bir kudret karşısında acizliğini ortaya koyarak istekte bulunmasıdır" demiştik. Bu yüzden dua, gerçekten Allah'a karşı acizlik ve fakirlik bilinerek yapılmalıdır. Fakat elbette ki bu birtakım yapmacık hareketlerle, kalıpçı ve taklitçi düşünce yapısıyla sağlanamaz. Zaten gerçek anlamda samimi olan, acizliğini hisseden insan doğal olarak bunu yaşayacaktır. Kuran'da, müminlere şu şekilde dua etmeleri tavsiye edilir:

Rabbinize yalvara yalvara ve için için dua edin. Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez. (A'raf Suresi, 55)

Rabbini, sabah akşam, yüksek olmayan bir sesle, kendi kendine, ürpertiyle, yalvara yalvara ve için için zikret. Gaflete kapılanlardan olma. Şüphesiz Rabbinin Katında olanlar, O’na ibadet etmekten büyüklenmezler...” (A’raf Suresi, 205-206)

Kuran'da, duanın yalnızken, yalvararak ve için için yapılabileceğine dikkat çekilir. Dolayısıyla duanın nerede yapıldığı, dua sırasında düzenlenen "tören"in büyüklüğü, katılımın fazla olması ve dua eden şahsın sesinin çok fazla çıkması ölçü değildir.

Öncelikle bilinmelidir ki, duadaki yüksek ses tonları duanın Allah'a ulaşmasını ya da Allah'ın duaya icabetini kolaylaştırmaz. Dua ettiğimiz Rabbimiz, içimizden geçirdiğimiz düşünceleri bilen, herşeyden haberdar olan ve bize şah damarımızdan daha yakın olandır. (Kaf Suresi, 16) Bize bu kadar yakın olan Allah'a dua ederken sesimizi gereksiz yere yükseltmemizin bir anlamı yoktur. Kişi içinden dua edebileceği gibi, ancak kendisinin duyabileceği bir tonla da dua edebilir.

Kuran'da gerek ibadet sırasında, gerekse yaşamın her anında ses tonunun uygun tutulması gerektiği insanlara aşağıdaki ayetlerde şöyle bildirilir:

Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü, seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir. (Lokman Suresi, 19)

De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse. (İsra Suresi, 110)

Görüldüğü gibi Kuran'da tarif edilen ibadet modeli gösterişten uzaktır. Başkaları görsün veya duysun diye yapılmaz, sadece Allah'a karşı olan vazifenin hakkıyla yerine getirilmesi amacını taşır. Kuran'da bunun üzerinde önemle durulur. Dua ile ilgili ayetlerde defalarca "dini Allah'a halis kılarak dua etmek"ten söz edilir. Bunun anlamı, dinin, yani ibadetin sadece ve sadece Allah için yapılması, O'ndan başkalarının rızasının kesinlikle aranmamasıdır:

O, Hayy (diri) olandır. O’ndan başka ilah yoktur; öyleyse dini yalnızca Kendisi’ne halis kılanlar olarak O’na dua edin. Alemlerin Rabbine hamdolsun. (Mü’min Suresi, 65)

Öyleyse, dini yalnızca O’na halis kılanlar olarak Allah’a dua (kulluk) edin; kafirler hoşgörmese de. (Mü’min Suresi, 14)

De ki: “Rabbim adaletle davranmayı emretti. Her mescid yanında (secde yerinde) yüzlerinizi (O’na) doğrultun ve dini yalnız Kendisi’ne has kılarak O’na dua edin. “Başlangıçta sizi yarattığı” gibi döneceksiniz.” (A’raf Suresi, 29)

Din sadece Allah'ındır. İbadetlerin hepsi sadece O'nun hoşnutluğunu kazanmak amacıyla yapılır. Bunun yegane yolu da O'nun istediği ve tarif ettiği gibi yapmaktır.

Duasını, ya da başka herhangi bir ibadetini Allah'a halis kılmadan yapanlar, yani etraflarındaki insanlara "takva" görünmek endişesinde olanlar büyük bir dalalet içindedirler. Allah Kuran'da onlardan şöyle söz eder:

İşte (şu) namaz kılanların vay haline, Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar, Onlar gösterişyapmaktadırlar. (Maun Suresi, 4-6)

ALLAH'IN VARLIĞINI HİSSEDEREK DUA

Duanın en önemli unsurlarından biri Allah'a olan kesin imandır. İnsan çaresiz kaldığı durumlarda Allah'ın varlığını ve kendisine sadece O'nun yardım edeceğini hiç şüphesiz bilir. Ancak insanın rahat zamanlarında da Allah'ın varlığını ve gücünün büyüklüğünü hissederek dua etmesi gerekmektedir. Aslında insan sadece dua sırasında değil, günlük yaşantısının her anında bu bilinçte olmalıdır.

Her an, Allah'ın varlığını ve yakınlığını hissederek dua etmelidir. Çünkü ancak Allah'ın varlığının farkında olan insan duanın anlamını ve önemini kavrar. Duanın özelliği, Allah ile kulu arasında özel ve sıcak bir bağlantı kurmasıdır. İnsan tüm sıkıntılarını ve isteklerini Allah'a açar, O'na yakarır ve Allah kulunun isteğine icabet eder, duasını karşılıksız bırakmaz.

Daha önce de belirttiğimiz gibi Kuran'da dua hiçbir şekli kalıba sokulmaz. "Allah'ı ayaktayken, otururken ve yan yatarken zikredin" (Nisa Suresi, 103) ayeti, insanın her durumda ve her şartta Allah'ı anıp O'na dua edebileceğini gösterir. Önemli olan şekil değil, dua eden kişinin samimiyet ve teslimiyetidir.

Bunun aksi bir anlayışise, duayı gerçek anlamından çıkarır ve bir tür büyü ya da tılsım gibi görülmesine yol açar. Birtakım cahil insanların kendi kendilerine ürettikleri ağaçlara bez bağlama, suya üfleme gibi batıl inançlar bunun bir göstergesidir. Dikkat edilirse bu tür uygulamaların temel özelliği, bunları uygulayan kişilerin Kuran'ın mantığından uzak oluşlarıdır. Doğrudan Allah'a yönelip isteklerini O'ndan istemektense, birtakım batıl tören ya da semboller icad etmekte, duayı da bunlar aracılığıyla yapmaktadırlar. Kime dua ettiklerinin, kime yakardıklarının ise pek farkında değildirler. Dua için kullandıkları cisimlerde bir tür "keramet" olduğu zannındadırlar, ama sorulsa bunun ne demek olduğunu tarif edemezler. Türbe ziyaretlerini amacından saptırarak bu türbelerde yatan insanlara dua edenler, onlardan medet umanlar da aynı batıl ve sapık inanca sahiptirler.

Mümin ise "Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel" (Müzemmil Suresi, 8) emrine uyar, tüm bu batıl inanışlardan uzak olarak sadece ve sadece Allah'a döner, O'nun huzurunda boyun eğer ve Rabbimize yalvarır.

KORKU İLE ÜMİT ARASINDA DUA

Kuran'da Allah'ın "... merhametlilerin en merhametlisi..." (Enbiya Suresi, 83) olduğu belirtilmektedir. Yine Kuran'da hata yapanın Allah'tan bağışlanma dilemesi durumunda hiçbir günah ayrımı gözetilmeden affedileceği söylenmektedir. (Nisa Suresi, 110) Bu nedenle insanların dualarında Allah'ın "esirgeyen ve bağışlayan" sıfatlarını düşünmeleri, ümit içinde dua etmeleri gerekir. Kişinin yapmışolduğu hata ve bu yüzden duyduğu vicdan azabı ne kadar büyük olsa da, Allah'ın affediciliğinden ümit kesmesine neden değildir. Bununla paralel olarak insanın hata yapmaktan ve günah işlemekten dolayı içine girmişolduğu ruh hali, onun umut içinde dua etmesine engel olmamalıdır. Çünkü Kuran'da sadece kafirlerin Allah'ın rahmetinden umut keseceği söylenir:

"... Allah'ın rahmetinden umut kesmeyin. Çünkü kafirler topluluğundan başkası Allah'ın rahmetinden umudunu kesmez." (Yusuf Suresi, 87)

Öte yandan kimsenin mutlaka cennete layık olma gibi bir garantisi yoktur. Nitekim Allah Kuran'da; "Şüphesiz Rablerinin azabından emin olunamaz" (Mearic Suresi, 28) ayetiyle bu gerçeğe karşı insanları uyarmıştır. Bu nedenle de herkes Allah'tan gücünün yettiği kadar korkmak durumundadır. Öyle ise imtihan için dünyada bulunan insanın her zaman için sapması, dalalete düşmesi, şeytanın oyununa gelip Allah'ın yolundan dönmesi ihtimal dahilindedir. Bu konuda kimsenin bir garantisi yoktur. Bu nedenle insan duasında bir yandan Allah'ın rahmetini ümid ederken, bir yandan da O'nun rızasını yitirmekten korkmalıdır.

Nitekim gerçek bir mümini diğer insanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri Allah korkusudur. Çünkü inanmayan bir insana göre cehennemin varlığı meçhuldür. Mümin ise cehennem tehlikesinin farkındadır. Ahiret gününe kesin bir bilgi ile inandığı için en büyük korkuyu yaşar. Sadece inanan ve Allah'a karşı büyüklenmekten kaçınan kişi bu korku ile hareket eder. Azabın gerçekliğinden ve şiddetinden emindir. Bu azapla karşılaşmamak için dünya hayatında risk sayılan hiçbir şeye yaklaşmaz. Ahiretteki o zorlu azaptan uzaklaşmayı ve sonsuz güzellikle karşılanacağı cenneti hak etmeyi ister. Müminin ahiret azabından korkusu duasına da yansımaktadır.

İşte bu yüzden Kuran'da korku ve ümit kavramları birlikte kullanılmıştır. Eğer insan duasında cehennem korkusunu hissetmiyorsa -ki bunun temelinde Allah korkusunun eksikliği yatmaktadır- ortada mutlaka bir tefekkür yani düşünüp anlama eksikliği vardır. İnsan cenneti kazanmak için ne kadar istekli bir şekilde dua ediyorsa, cehennemden kurtulmak için de o kadar istekli bir şekilde dua etmelidir. Yani cehennemden korkup, cennete kavuşmayı ümit etmelidir. Bu ruh halini ifade eden ayetlerden ikisi şöyledir:

"Düzene konulması (ıslah)ından sonra yeryüzünde bozgunculuk (fesad) çıkarmayın; O'na korkarak ve umut taşıyarak dua edin. Doğrusu Allah'ın rahmeti iyilik yapanlara pek yakındır." (Araf Suresi, 56)

"Onların yanları (gece namazına kalkmak için) yataklarından uzaklaşır. Rablerine korku ve umutla dua ederler ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Secde Suresi, 16)

Görüldüğü gibi korku ve umut, Kuran'da kastedilen duayı oluşturan iki temel histir. Kuran dikkatlice incelendiğinde zaten tüm ibadetlerde, ve yaşamın her anında bu iki hissin hayati önem taşıdığı rahatlıkla fark edilebilir.

Unutulmamalıdır ki dua Allah'a karşı hem büyük bir görev hem de bizim ebedi hayatımızı kurtaracak bir vesiledir. Çünkü Kuran'da Allah'a dua etmeyenlerin sonunun ebedi cehennem azabı olduğu haber verilir.

"Rabbiniz dedi ki: "Bana dua edin size icabet edeyim. Doğrusu Bana ibadet etmekten büyüklenen (müstekbir)ler; cehenneme boyun bükmüşkimseler olarak gireceklerdir." (Mümin Suresi, 60)

ALLAH'IN SIFATLARINI ANARAK DUA ETMEK

Allah'ın isimleri, bize O'nun vasıflarını tanıtırlar. Örneğin Allah Rahman'dır, yani esirgeyicidir; Rab'dır, yani eğiten ve yol gösterendir; Hakim'dir, yani hüküm veren, herşeye hakim olandır; Rezzak'tır, yani rızık verendir... Bu isimler Allah'ı tanıttığı için, insan bunlarla Rabbimize seslenerek O'nun büyüklüğünü, yakınlığını, gücünü ve rahmetini daha iyi kavrar. Allah'tan rızık isteyen bir kişinin O'nun Rezzak ismini anarak dua etmesi, elbette ki duasının anlamına uygun olacaktır. Nitekim Kuran'da da, Allah'a O'nun farklı isimleri ile dua edilebileceği haber verilmektedir:

"De ki: "Allah, diye çağırın, 'Rahman' diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O'nundur." Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse." (İsra Suresi, 110)

"İsimlerin en güzeli Allah'ındır. Öyleyse O'na bunlarla dua edin. O'nun isimlerinde 'aykırılığa (ve inkâra) sapanları' bırakın. Yapmakta oldukları dolayısıyla yakında cezalandırılacaklardır." (A'raf Suresi, 180)

Allah'ın sıfatlarını bilen insan hatalarını Allah'tan gizlemeye çalışmaz. Çünkü gizlese de, açığa vursa da Allah'ın herşeyi bildiğinin farkında olur. Hatalarını gizlemenin kendisine zarardan başka bir şey kazandırmayacağını bilen mümin, her türlü eksiklik ve hatalarından dolayı Allah'tan bağışlanma diler. Nitekim Hz. İbrahim'in bir duası şu şekilde başlamaktadır:

"Rabbimiz, şüphesiz Sen, bizim saklı tuttuklarımızı da, açığa vurduklarımızı da bilirsin. Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (İbrahim Suresi, 38)

Mümin, istekleri ne kadar büyük olsa da herşeyin Allah'ın kontrolünde olduğunun, Allah dilerse en imkansız gibi görünen bir şeyin O'nun "Ol" demesi ile gerçekleşeceğinin farkındadır. Bu yüzden de Allah'ın nimetlerine ulaşmak için hiçbir şeyi aşılmaz bir engel olarak görmez. Aksine, her türlü zorluğu ve engeli duası ile aşar.

Duanın, istek ve ihtiyaçlarımızı Allah'a duyurmaktan başka, Allah'ı anmanın ve yüceltmenin bir yolu olduğunu söylemiştik. Kuran'da özellikle peygamber dualarında, Rabbimiz sıfatları ile birlikte yüceltilmektedir. Aşağıdaki birkaç örnek, bunu görmek için yeterlidir:

“(Süleyman) Rabbim, beni bağışla ve benden sonra hiç kimseye nasib olmayan bir mülkü bana armağan et. Şüphesiz Sen, karşılıksız armağan edensin. (Sad Suresi, 35)

“Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.” (Al-i İmran Suresi, 8)

(Musa yalvarıp) Dedi ki: “Rabbim, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetine kat. Sen merhamet edenlerin en merhametli olanısın.” (Araf Suresi, 151)

“Orada Zekeriya Rabbine dua etti: ‘Rabbim bana Katından tertemiz bir soy armağan et. Doğrusu Sen duaları işitensin’ dedi.” (Al-i İmran Suresi, 38)

DUADA KALIPLAŞMIŞ TEKDÜZE İFADELERDEN KAÇINMAK

Dua denilince akla, insanın Allah'ı zikretmesi, Allah'a kusurlarını itiraf etmesi, kendisinin ve müminlerin ihtiyaçlarını duyurması gelir. Bunun içinse duada Allah'a karşı samimi bir üslubun yaşanması gerekmektedir.

Duada tekdüze ve kalıplaşmışifadelerin sık sık tekrarlanmasının tek nedeni, duanın samimi bir ibadetten çıkıp, bir tür alışkanlık ya da gelenek haline gelmişolmasıdır. Allah'ın azametini hisseden, O'nun azabından korkan ve rızasını kazanmayı isteyen insan, kalbinden gelen samimi ve dürüst ifadelerle O'na yönelir. Aynı şekilde kendisini Allah'a teslim etmiş, dost ve yardımcı olarak O'nu benimsemişolan insan, her türlü sıkıntısını ve derdini O'na açar. "...Ben, dayanılmaz kahrımı ve üzüntümü yalnızca Allah'a şikayet ediyorum..." (Yusuf Suresi, 86) diyen Hz. Yakub gibi, ruhundaki tüm sıkıntılarını ve taleplerini O'na söyler, her türlü yardım ve hayrı O'ndan ister.

Dua eden kişi bu tür bir samimiyet içerisinde değilse ve duayı sadece yerine getirilmesi gereken bir formalite ya da icabet edilip edilmeyeceği belli olmayan bir tılsım olarak görüyorsa, doğal olarak kalıplaşmışifadeler kullanır. Ne demek olduğunu hiç anlamadığı ya da üzerinde hiç düşünmediği birtakım süslü cümleleri sıralayarak kendince bir dua edecektir. Bunun Kuran'da tarif edilen dua olmadığı ise çok açıktır.

Oysa dua, insanın Allah ile samimi bir bağlantısıdır. Her insanın içinde bulunduğu sorunlar, istekleri, arzuları, ruh hali birbirinden çok farklıdır. Dua sırasında önemli olan sözcükler değil kulun o anki ruh halidir.

Kuran’da örnek olarak gösterilen dualar, peygamberler ve müminlerin ruh halllerini yansıtan çok samimi ve içten Allah’a yönelmelerdir.

DUADA ACELECİ DAVRANMAKTAN KAÇINMAK

İnsan fıtratı gereği aceleci bir varlıktır. Yaratılışındaki bu acelecilik ön plana çıktığı zamanlarda da hareketlerinin sonucunu düşünmeden davranabilmektedir. Nitekim bu yüzden Kuran'da, "İnsan aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında göstereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin" (Enbiya Suresi, 37) şeklinde bildirilmektedir. Bu acelecilik genellikle dünya nimetlerinin elde edilmesi konusunda ön plana çıkar.

İnsan cennete ve Allah'ın nimetlerine karşı büyük bir istek duyar. Bu nimetlerin benzerlerinin dünyada da yaratılmışolmasının sebeplerinden biri, cennetin özelliklerini biraz daha iyi kavranmasını, cennete duyulan isteğin artmasını sağlamaktır. Oysa insan hem bu nimetlere duyduğu istekten, hem de aceleci olduğundan ötürü nefsinin arzu ettiklerinin hemen gerçekleşmesini ister. İnsanın bu aceleciliği zaman zaman dualarına da yansıyabilir. Dua ettiği zaman hemen duasına karşılık verilmesini ister. Duasına karşılık alması biraz gecikirse "dua da ediyorum, ancak kabul edilmiyor" şeklinde çok yanlışbir serzenişte bulunabilir. Sabırsızlık, zamanla ümitsizliğe hatta duanın terkedilmesine kadar gider.

Oysa mümin bilir ki, kendisi için neyin hayırlı olduğunu en iyi bilen Allah'tır. "... Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey, sizin için hayırlıdır ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz" (Bakara Suresi, 216) ayeti, insana bunu haber verir. Bu nedenle insan Allah'tan bir şeyi istediğinde, takdiri O'na bırakmalı, O'ndan her şartta razı olmuşbir biçimde sabırla beklemelidir. Belki dua ederek talep ettiği şey kendisine bir fayda sağlamayacaktır, o nedenle Allah bunu kendisine vermemektedir. Belki de o hayra ulaşması için belirli bir olgunluğa kavuşması, bunun için de bir süre eğitilmesi gerekmektedir. Belki Allah kendisine daha da hayırlı bir başka nimet verecektir, ama sabrını ve sadakatini denemektedir.

Tüm bunlar dua eden insanın, duasında sabırlı ve kararlı olması, Allah'ın rahmetinden asla ümit kesmemesi gerektiğini göstermektedir. Nitekim Kuran'da, duada sabırlı olmaya özellikle dikkat çekilir:

"Sabır ve namazla yardım dileyin. Bu şüphesiz, huşu duyanların dışındakiler için ağır bir yüktür." (Bakara Suresi, 45)

Kuran'da dua ederken kararlı olmak öğütlenmiştir. Dua bir ibadettir ve duada sabır, dua eden açısından önemlidir. Sabırla dua etmek duanın konusu olan isteklere olan ihtiyacın, bu konudaki sıkıntının, daha önemlisi Allah'a olan yakınlığın arttığının göstergesidir. Duada sabır göstermek mümini olgunlaştırır, güçlü bir irade ve karakter kazandırır. Duada sabır gösteren mümin, duasının karşılığını, istediği şeylerin birçoğundan daha değerli olan, derin bir manevi hal kazanarak alır.

Peygamberlerin çoğu Allah'a olan taleplerini kimi zaman yıllar boyu hiç durmadan duayla ifade etmişler, Allah ise onlara istediklerini kimi zaman yıllar sonra vermiştir. Hz. Yakub'un, oğlu Hz. Yusuf'a kavuşması, Hz. Yusuf'un yıllar boyu kaldığı zindandan kurtularak güç ve iktidar sahibi olması, Hz. Eyüp'ün şeytanın kendisine dokundurduğu azaptan kurtulması, bunların hepsi büyük sabır örnekleridir.

Allah bu salih kullarının dualarının karşılığını belirli bir süre ertelemekle onlara hayır dilemiş, onları bu sayede olgunlaştırmış, eğitmiş, sadakat ve ihlaslarını pekiştirmiş, onları cennette yüksek makamlara layık kullar haline getirmiştir.

Bu nedenle yaptığı bir duanın karşılığını görmek için aceleci davranmak asla ve asla bir mümine yaraşmaz. Müminin yegane görevi Rabbimize kul olması ve O'nun kendisi için belirlediği kadere rıza göstermesidir. İşte salih bir mümin duasını, bu kulluk vazifesinin bir parçası olarak yapmalıdır.

DUANIN KONUSU SADECE DÜNYEVİ NİMETLER DEĞİLDİR

Dua ederken dünya hayatımız için de isteklerde bulunmalı mıyız, yoksa "dünyadan geçip" de sadece ahiret hayatına mı yönelmeliyiz?

Allah samimi müminler için her ikisini de hayırlı görmüştür. Elbette ki dünya hayatı son bulacak olan çok kısa bir hayattır. Her nimetin, kişiyi Allah'a yakınlaştırma ve şükretmesine vesile olma ihtimali vardır. Bir nimete bakılarak cennet tefekkür edilebilir, Allah'ın sıfatları hatırlanabilir, Allah'ın şanı yüceltilebilir. İşte bu sebepten ötürü Allah müminlere hem dünya hayatları için, hem de ahiret hayatları için dua etmelerini öğütler. Sadece dünya hayatının geçici süsüne yönelip ahireti unutmamaları için de onları uyarır. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

“... İnsanlardan öylesi vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada ver” der; onun ahirette nasibi yoktur. Onlardan öylesi de vardır ki: “Rabbimiz, bize dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik (ver) ve bizi ateşin azabından koru” der. İşte bunların kazandıklarına karşılık nasibleri vardır. Allah, hesabı pek seri görendir.” (Bakara Suresi, 200-202)

İnsan, kendi dünyasına ait şeyler için istekte bulunur. Ne için yaşıyorsa, onu en çok ne ilgilendiriyorsa, neye daha fazla vakit harcıyorsa duasını da onlar için eder. Allah için yaşayan bir insanın amacı Allah'ın kendisinden istediklerini yerine getirmeye çalışmaktır. Bu nedenle duası da o yönde olur.

İnsanın dünyaya ait istekleri gerçekleşebilir. Ama bunlar, az önce belirttiğimiz gibi, kendisi için sandığı gibi hayırlı olmayabilir. Para için istekte bulunur. Ama sonrasında para onun inkarını arttırıcı bir meta olabilir. Çünkü tam anlamıyla maddiyatın put edinildiği bu çevrede muhatap olduğu ve olacağı herşey ve neredeyse herkes tam anlamıyla dinin gerekleriyle tezat teşkil edecektir.

İstek, dünyevi bir istektir ve karşılığını dünyada görecektir. Ahiretteki karşılığı ise hiç de umduğu gibi çıkmayabilir. İşte dünya hayatının çekici özelliklerinden bazıları bir ayette şöyle sıralanır:

"Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmışaltın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah Katında olandır." (Al-i İmran Suresi, 14)

Dünyada bu dünyevi istek ve tutkuların gerçekleşmesinin insana getirdiği belli birtakım kazançlar elbette vardır. Ama dünyadaki bu kazançlar ahiret için birer kayıp olabilirler. Dünyevi isteklerin ahiret için de bir kazanç sağlayan yönleri vardır. Buna en güzel örnek peygamberlerdedir.

Bu kutlu insanlar, dünya hayatının geçici metaı olan kazançları sadece Allah'ın rızasını kazanmak için istemişlerdir. Bunların en başlıcaları maddiyat, soyun devamı, toplumda belirli bir statü edinmek gibi konulardır.

Peygamberlerin istekleri tamamen Allah'ı hoşnut etmeye yöneliktir. Hiçbir peygamber çocuk edinmeyi, kendisinden sonra adını devam ettirme ayrıcalığını edinebilmek için istememiştir. Çocuğu, sadece kendilerinden sonra iman edenlere önder olması için istemişlerdir.

Buna karşılık kendi soyunun devamını dünyada böbürlenme uğruna isteyen bir kişinin bu isteği, ahirette kendisi için bir şer olur. Çünkü ancak kendi hırs ve üstünlük isteğini tatmin için böyle bir istekte bulunmuşve bu isteği Allah'ı anmasını engellemiştir. Allah bu isteğin karşılığını dünyada verir, ama ahirette nasibi olmayabilir.

Sadece dünya nimetlerini isteyerek yapılan dua bir mümin davranışı olmadığı gibi, Allah'a karşı büyük bir samimiyetsizliktir. Müminlerin asıl hedefleri cennettir. Dua eden insan eğer gerçekten müminse, asıl yurdu olan cenneti unutarak tüm duasını geçici olarak bulunduğu dünya hayatının nimetlerine yoğunlaştırmamalıdır. Allah'tan hem dünyada, hem ahirette güzellik istemelidir.

DUALAR KİŞİSEL DEĞİL, TÜM MÜMİNLER İÇİN OLMALIDIR

Cahiliye toplumunda insanlar mal, servet, evlat, eşve huzurun en iyisinin kendilerinde olmasını isterler. Zaman zaman yakın arkadaşlar olarak tanınan kişilerin, hatta akrabaların arasında bile kıskançlıktan, hasetten kaynaklanan çekişmelerin yaşandığına ve insanların kendilerine rakip olarak görebilecekleri herkese zarar vermeye çalıştığına şahit olmuşuzdur.

Oysa Kuran'da tarif edilen mümin modelini yaşayan insan hem dünya hayatındaki güzellikleri, hem de ahiretteki nimetleri diğer müminlerle birlikte yaşar. Dünyada nimetler kısıtlı olduğundan bunları onlarla paylaşması, bazen de kendi nefsinden fedakarlık yaparak kardeşine ikram etmesi gerekebilir. Nitekim Kuran'da mümin vasıfları tanıtılırken bu özelliğe de ayrıca dikkat çekilir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

"... Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır." (Haşr Suresi, 9)

Müminlerin birbirlerine olan bu düşkünlükleri, birbirlerinin iyiliği için çaba sarf etmelerinin önemi Kuran'ın başka ayetlerinde de tekrarlanmaktadır:

"Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71)

Müminler arasındaki tesanüd, elbette ki dualarına da yansımaktadır.

Öncelikle dikkat çeken, Kuran'daki müminlerin, dualarında Allah'a hitap ederken çoğunlukla "ben" değil, "biz" demeleridir. Yani dua eden bir mümin, Allah'tan istediği herşeyi sadece kendisi için değil, tüm müminler için istemektedir. Elbette ki insan kişisel olarak da Allah'a dua eder. Her türlü nimete ulaşabilmek için, hatalarının düzelmesi için, kıyamet günü hor ve aşağılık kılınmamak için, cehennem azabından kurtulmak için Allah'tan yardım isteyebilir. Ama bunun yanında birçok konuda da kendisi için istediklerini diğer müminler için de istemesi, Kuran'da örnek olarak gösterilen bir vasıftır. Aşağıdaki birkaç ayet, bu konuda yol göstericidir:

"... Rabbimiz, unuttuklarımızdan veya yanıldıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutma. Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Rabbimiz, kendisine güç yetiremeyeceğimiz şeyi bize taşıtma. Bizi affet. Bizi bağışla. Bizi esirge, Sen bizim mevlamızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et." (Bakara Suresi, 286)

"Rabbimiz, bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve Katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen. Rabbimiz, kendisinde şüphe olmayan bir günde insanları gerçekten Sen toplayacaksın. Doğrusu Allah, va'dinden cayıp-dönmez." (Al-i İmran Suresi, 8-9)

"Rabbimiz, biz indirdiğine inandık ve elçiye uyduk. Böylece bizi şahidlerle beraber yaz." (Al-i İmran Suresi, 53)


DUANIN YERİ VE ZAMANI

Allah'ın Kuran'da tarif ettiği duada kişi Allah'ın kendisini gördüğünü, duyduğunu kavramış, O'na saygı ve korkuyla boyun eğmiş ve O'nun önünde kulluğunu açıkça kabul etmiştir.

Kuran'a bakıldığında duanın belli bir zamanı olmadığı görülür. İnsanı dua etmeye yönelten her türlü istek, bu ibadetin vaktinin geldiğinin göstergesidir. İnsanın istek ve ihtiyaçları sürekli olduğu için duası da sürekli olmalıdır. Yani duanın belirli bir vakti, saati yoktur.

Ancak Kuran'da, duada konsantrasyonun daha kolay sağlanacağı, günlük uğraşların dışında kalan saatlere, yani geceye ve sabah namazı vaktine dikkat çekilmektedir. Bir ayette müminler "... seher vakitlerinde bağışlanma dileyenler" (Al-i İmran Suresi, 17) olarak tarif edilmekte ve dolayısıyla günün bu en erken saatinin önemi vurgulanmaktadır. Başka ayetlerde ise, gece vaktinin, hareketli olan gündüze göre düşünme, okuma ve duaya daha elverişli olduğu şöyle bildirilmektedir:

"Doğrusu gece neşesi (gece ibadeti, insanın iç dünyasında uyandırdığı) etki bakımından daha kuvvetli, okumak bakımından daha sağlamdır. Çünkü gündüz, senin için uzun uğraşılar vardır. Rabbinin ismini zikret ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O'na yönel." (Müzemmil Suresi, 6-8)

Dua için belli bir zaman sınırı konulmamış olmasına rağmen, Kuran'ın seher vaktine ve geceye dikkat çekmesinin büyük hikmetleri vardır. Allah ile yakın bir bağlantı kurarak samimi bir dua ile güne başlayan müminin gün içinde Allah'ın rızasını unutması ya da sınırlarını göz ardı etmesi ihtimali çok azalır. Güne dua ile başlayan insan, gün boyunca Allah'ın kendisini izlediğinin bilinci ile hareket eder.

Kuran'da öğütlenmiş olan gece duası da gün içinde dünyevi uğraşlarla vakit geçiren insanın kendi kendine bir vicdan muhasebesi yapmasına vesile olur. İnsanın gün içinde başına gelen ve zahiren olumsuz gibi gördüğü olayları daha hikmetli, tevekküllü ve şuurlu bir biçimde değerlendirmesini sağlar.

İnsanın gece saatlerinde dua için zaman ayırması, gün içinde yapılan hataların gözden geçirilmesine ve bu hatalardan dolayı tevbe edilmesine, bağışlanma dilemesine ve günlük uğraşıların insan ruhunda yarattığı muhtemel olumsuzlukların önüne geçilmesine bir vesiledir.

Dua için belli bir mekan da yoktur. İnsan çarşıda, sokakta, otomobilinin içinde, okulda, işyerinde, kısacası her yerde dua edebilir. Değişik mekanlarda olmanın herhangi bir önemi yoktur. Ancak önemli olan insanın her nerede olursa olsun Allah'ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu unutmamasıdır. Kuran'da peygamberlerin her an ve her yerde dua ettikleri haber verilir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:

"(Musa) Hemencecik onların sürülerini suladı, sonra yine gölgeye çekilerek dedi ki: "Rabbim, doğrusu bana indirdiğin her hayra muhtacım." (Kasas Suresi, 24)


DUANIN KABUL EDİLMEYECEĞİNDEN ENDİŞE ETMEK

İnsanın hayatı boyunca almış olduğu telkinler, zamanla hayatın akışı içerisindeki inanılmaz mucizeleri göz ardı etmesine neden olur. Bu yüzden birçok insan, dünyadaki olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde işlediğine zamanla kendisini inandırır. Aslında Allah'ın varlığına inanmıyor değildir, en azından bunu kesin olarak reddetmemektedir. Ancak dünyanın Allah'tan bağımsız olarak işlediğini, O'nun olayların akışına hiçbir müdahalesinin olmadığını, ya da "mucizeler" aracılığıyla binlerce yılda bir müdahale ettiğini düşünür.

Allah'ı gerektiği gibi takdir edemeyen bu insan, doğal olarak Allah'ın dualara icabet eden sıfatını da kavrayamaz. Dua etse bile Allah'ın duasına icabet edeceğinden şüphe içindedir.

Oysa mümin dua ettiği zaman Allah'ın kendisini işittiğini ve duasına her ne şekilde olursa olsun icabet edeceğini bilir; çünkü olayların başıboş ve tesadüfi bir biçimde değil, Allah'ın belirlediği kadere göre geliştiğinin, O'nun dilediği şekilde yürüdüğünün farkındadır. Bu nedenle, duasına karşılık görmemek gibi bir kuşkusu yoktur. Bu samimi ruh haliyle dua edenin duasını da Allah makbul görür ve kabul eder. Allah, Kuran'da şöyle buyurmaktadır:

Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve Bana iman etsinler. Umulur ki irşad (doğru yolu bulmuş) olurlar. (Bakara Suresi, 186)

Allah, başka ayetlerde de "... sıkıntı ve ihtiyaç içinde olana, Kendisine dua ettiği zaman icabet eden..." (Neml Suresi, 61-62) olarak bildirilir ki, bu da yine samimi duaların Allah Katında mutlaka karşılık göreceğinin ifadesidir.

Dolayısıyla duayı, Allah'ın yardımından kuşkuya düşmeden, kabul olacağına kesin olarak iman ederek dile getirmek gerekir. Aksi bir tutum içinde bulunan, yani Allah'ın icabetine karşı kuşku ile yaklaşan kişi ise, daha başlangıçta Kuran mantığı ile ters düşmüştür.

Bu nedenle dua eden kişinin sahip olması gereken en temel iki özellik, Allah'a karşı samimiyet ve güvendir. Allah kullarının Kendisine yakın olmasını ister. Samimi bir ruh hali içinde istenen güzel şeylere karşılık verir. İnsanı sadece bir su damlasından yaratan, yeryüzünü yoktan var eden Allah için, herhangi bir kişinin duasına karşılık vermek çok kolaydır. Yapılması gereken tek şey inançla ve sabırla istemektir.

Dua konusunda belki de en büyük tehlike, kabul olmayacağı endişesiyle dua etmekten vazgeçmektir. Bu, pek çok yönden hatalı, hatta cahilce bir tavırdır. Öncelikle belirtmek gerekir ki, ayetlerde vurgulanan "duaya icabet" bir şeyin "aynen gerçekleşmesi" anlamına gelmez; çünkü insan, daha önce de belirttiğimiz gibi, bazen kendisi için zararlı olan bir şeyi Allah'tan talep ediyor olabilir. "İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua etmektedir. İnsan, pek acelecidir" (İsra Suresi, 11) ayeti, bu durumu açıklamaktadır.

Duada istenilen şeyin geciktirilerek verilmesinin veya tamamen farklı bir şekilde icabet edilmesinin bir nedeni, Allah'ın insanları imtihan etmesi de olabilir. Allah, kullarının sabrını denemek ve onları olgunlaştırmak için vereceği nimetleri belirli bir hikmete göre belirli sürelerin sonunda verebilir.

Bu ve benzeri nedenlerden ötürü duada istenilen herşeyin hemen gerçekleşmesini bekleyemeyiz. Büyük İslam alimi Bediüzzaman'ın belirttiği gibi, Allah dua konusu olan şeyin daha azını verebilir, belki de mükafat olarak daha fazlasını verebilir, ya da yukarıda saydığımız nedenlerden ötürü hiç vermeyebilir. Ancak her durumda da Allah Kendisine dua edenin duasına icabet etmiştir.

---

SÖZLÜ DUA VE FİİLİ DUA

Allah yeryüzünde meydana gelen tüm olayları belli sebeplere bağlamıştır. Dünyadaki ve evrendeki herşey Allah'ın koyduğu kanun ve kurallara göre işler. Allah, sözlü duanın yanında insanların çabalarıyla dualarının gerçekleşmesini ne kadar arzuladıklarını göstermelerini beklemektedir. Bu da "fiili dua"dır.

Fiili dua, kişinin herhangi bir arzusuna ulaşmak için elinden gelen herşeyi tamamen yapmasını ifade eder. Bir insanın üniversite imtihanına girmek için form doldurması, dershaneye gitmesi, ders çalışması bir duadır. Bununla birlikte tüm bu işleri yaparken Allah'ın kendisine başarı vermesi için istekte bulunması da bir duadır. Fiili dua, sözlü dua ile birlikte yapılması gereken temel bir ibadettir. Fiili ve sözlü duayı açıklayan bir başka örnek, tevbedir. İnsanın işlediği bir günaha karşılık tevbe etmesi ve bağışlanma dilemesi sözlü bir duadır. Ancak insanın sorumluluğu bununla bitmemektedir. Kendisini kötülükten koruması için Allah'a dua eden insanın, bu konuda bir çaba göstermesi, tercih yapması gereken durumlarda iradesine hakim olarak doğru olan yolu tercih etmesi gerekmektedir. Yani tevbe edip vazgeçtiği kötü davranışına bir daha geri dönmemelidir. Bunlar ise onun fiili duasıdır.

Bir işin gerçekleşmesi için dua edip oturan insanın yapmış olduğu hareket ne kadar yanlış ise, tüm çalışmaları ve tedbirleri aldıktan, yani fiili duasını tamamladıktan sonra "bu işi ben tamamladım" diyerek sözlü dua etmeyenin yapmış olduğu davranışda o derece yanlıştır.

Fiili dua bir insanın sözlü dua ederek istediği şeyi, elinden gelen tüm gayreti gösterip, o işin gerçekleşmesi için gereken herşeyi yerine getirerek istemeye devam etmesidir. Örneğin bir insan su ister, ama suyun önüne gelmesini beklemez, gider suyu bardağına koyar ve sonra suyu içer. Yani Allah'tan istediği şeyin gerçekleşmesi için Allah'ın kendisine öğrettiği sebepleri ve kanunları elinden geldiği kadar yerine getirip sonucunu Allah'tan bekler.

İnsanların bir kısmı, dua hakkında yanlış bir inanca sahiptirler. Bu kişilere göre Allah'a dua edildikten sonra bir köşeye çekilmek ve duanın sonucunu beklemek gerekir. Oysa bu samimi bir tavır değildir. Çünkü bir şeyi gerçekten isteyen kişi onun için hem sözlü, hem de fiili duayı yerine getirmelidir. Ancak her türlü fiili çabayı yerine getirip "ben herşeyi yaptım" diyen ve Allah'a sözlü olarak dua etmeyi unutan bir insanın da hatasına düşmemek gerekir. Her iki duanın da birarada yapılması gerekir.

---

ALLAH'TAN BAŞKASINA DUA EDİLMEZ

Ortak koşmak, yani şirk, Allah'tan başka ilahlar edinmek, Allah'a karşı işlenecek en büyük suçtur. Şirk koşmanın ne derece büyük bir suç olduğu Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

"Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmişolur." (Nisa Suresi, 48)

Şirkin bilinmesi gereken önemli bir yönü ise, tarihin her döneminde, içinde yaşadığımız çağ da dahil olmak üzere, çok yaygın oluşudur. Çoğu kimse, şirk koşmayı yani "Allah'tan başka ilah edinme"yi kendisine yakıştırmaz belki, ama şirk içinde yaşıyor olabilir. Çünkü şirk Allah'ın sıfatlarını başka varlıklara atfetmek demektir. Bu nedenle bir insan Allah'tan başka varlıkların rızasını kazanmak, onları hoşnut etmek için yaşıyorsa, başkalarından korkup başkalarından medet umuyorsa şirk içinde yaşamaktadır.

İnsanlar için en büyük tehlike olan şirke karşı korunma yollarından biri Allah'a dua etmektir. Çünkü dua eden insan Allah'ın varlığını ve birliğini, O'na karşı olan acizliğini, Kendisi'ne tek yardım edecek olanın Allah olduğunu ve O'ndan başka ibadet edilecek kimse olmadığını kabul etmiş demektir. Bu nedenle dua, mümini şirke karşı korur.

Kuran’da, “Ey Peygamber, sana ve seni izleyen müminlere Allah yeter” (Enfal Suresi, 64) ayeti gereği, Müslümanlar bilirler ki kendisinden yardım istenilecek tek varlık Allah’tır. O, her konuda en üstün olan, sonsuz kudret sahibi, herşeyi gören ve işitendir. Tüm eksik sıfatlardan münezzeh olan ve sonsuz kudret sahibi olan Allah’tır. Evrende tüm kudret O’nun elindedir. Öyleyse yardım ve bağışlanma, sadece ve sadece, herkesin Kendisi’ne muhtaç olduğu, Kendisi’nin ise kimseye muhtaç olmadığı Allah’tan istenmelidir. Kuran’da Allah’tan başkasına dua etmenin yanlışlığı ve tek dua makamının Allah olduğu birçok ayette belirtilir:

Allah ile beraber başka bir ilaha yalvarıp-yakarma, sonra azaba uğratılanlardan olursun. (Şuara Suresi, 213)

Başka ayetlerde ise Allah'tan başkasına dua edenlerin durumu şöyle anlatılır:

Allah'tan başka yakardıkları hiçbir şeyi yaratamazlar, üstelik onlar yaratılıp durmaktadırlar. Ölüdürler, diri değildirler; ne zaman dirileceklerinin şuuruna varamazlar. (Nahl Suresi, 20-21)

Dolayısıyla samimi bir mümin asla ve asla Allah'tan başkasına dua etmez. Yalnızca O'na yalvarıp, yalnızca O'ndan yardım diler. Kuran'ın ilk suresi olan Fatiha Suresi'nde, bu nedenle iman edenlere aşağıdaki dua öğretilir:

Biz yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Sen'den yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet; Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna. Gazaba uğrayanların ve sapmışlarınkine değil. (Fatiha Suresi, 4-7)

Müminlere düşen de, Allah'ın sonsuz kudretini düşünüp kavramak, bu kudrete gönülden boyun eğmek ve yalnızca O'ndan yardım dilemektir. Aksi bir davranışın ise dünyada da, ahirette de karşılığı hüsran olacaktır. Bu, Allah'ın bir vaadidir.

---

CAHİLİYENİN DUA ANLAYIŞI

Allah'tan başkalarını ilah edinenler, yani müşrikler de zaman zaman Allah'a dua ederler. Ancak müşriklerin duası, müminlerin duasından çok farklıdır. Müşrikler sadece darda kaldıkları durumlarda Allah'a muhtaç olduklarını hatırlar ve sadece bu tür durumlardan kurtulmak için dua ederler.

Oysa insanın hayatında Allah'a muhtaç olmadığı tek bir an bile yoktur. İşte müşrik ile müminin dualarındaki fark burada ortaya çıkar. Müminler her zaman ve her durumda Allah'a yönelirler. Mümin dua etmek için kendisine bir sıkıntı dokunmasını beklemez. Allah'a her an yakınlaşma ihtiyacı içinde olduğundan dua eder.

Müşrik karakterinin en belirgin özelliği ise, Allah'a karşı son derece nankör ve ikiyüzlü olmasıdır. Kendisi sıkıntıdayken herşeyi bir kenara bırakarak Allah'a dua eder. Sıkıntısı geçince de sanki dua eden kendisi değilmiş gibi Allah'ı unutur. Çünkü olayların büyük bölümünün Allah'tan başka varlıkların kontrolünde gerçekleştiğini sanmaktadır. Dünyadaki herşeyin aslında Allah'ın iradesiyle gerçekleştiğini bilmemektedir. Bu sığ görüşlülüğü sebebiyle, kendince bel bağladığı tüm ümitlerin zaten Allah'ın kontrolünde olduğunu hesap edemez.

Örneğin, bir hastalıkla muhatap olduğunda kendisini iyileştirecek olanın, doktorlar, ilaç veya hastanenin üstün teknolojik imkanları olduğunu düşünür. Her hastalığa şifa verenin, gerekli ilacı, doktoru da var edenin Allah olduğunu düşünemez. Çok güvendiği doktorlar, ilaçlar yetersiz kalınca, o ana kadar çok az düşündüğü, hatta belki de hiç düşünmediği Allah'a sığınma fikrine yönelir. Oysa şifa verecek olan yalnızca Allah'tır. Cahiliye insanları ise bunu kavrayamazlar ve nankörce bir tavır içinde bulunurlar. Bu nankörlükleri bir ayette şöyle tarif edilir:

İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken Bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamışgibi döner-gider. İşte, ölçüyü taşıranlara yapmakta oldukları böyle süslenmiştir. (Yunus Suresi, 12)

İnsanın zor bir anında Allah'ı aklına getirmesi, aslında tek sığınacağı varlığın Allah olduğunu bildiği anlamına gelmektedir. Daha önce nefsinin çıkarlarına ters geldiği için göz ardı ettiği bu gerçeği, büyük bir sıkıntıyla karşılaşınca hemen hatırlar. Fakat bu sıkıntıdan kurtulunca yine nankörlük edecektir. Bu durumun belirgin bir örneği Kuran'da şöyle tarif edilir:

Karada ve denizde sizi gezdiren O'dur. Öyle ki siz gemide bulunduğunuz zaman, onlar da güzel bir rüzgarla onu yüzdürürlerken ve (tam) bununla sevinmektelerken, ona çılgınca bir rüzgar gelip çatar ve her yandan dalgalar onları kuşatıverir; onlar artık bu (dalgalarla) gerçekten kuşatıldıklarını sanmışlarken, dinde O'na 'gönülden katıksız bağlılar (muhlisler)' olarak Allah'a dua etmeye başlarlar: "Andolsun eğer bundan bizi kurtaracak olursan, muhakkak Sana şükredenlerden olacağız." Ama (Allah) onları kurtarınca, hemen haksız yere, yeryüzünde taşkınlığa koyulurlar. Ey insanlar, sizin taşkınlığınız, ancak kendi aleyhinizedir; (bu) dünya hayatının geçici metaıdır. Sonra dönüşünüz Bizedir, Biz de yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus Suresi, 22-23)

Fırtınada denizin ortasında kalan bir gemiden kurtulmak son derece zordur. Kişi ölümle burun burunadır ve o zamana kadar bel bağladığı sebeplerden hiçbiri onun yardımına gelebilecek gibi gözükmemektedir. Ona ancak öyle bir güç sahibi yardım edebilir ki, denize de, fırtınaya da, gemiye de, karanlığa da hakim olsun... Ki bu üstün gücün sahibi, ancak Allah'tır.

Bu, insanın Allah dışında kendisinden yardım beklediği tüm yardım kapılarının kapanmış olması demektir. Yani tam anlamıyla çaresiz kalmıştır. Böyle bir durumda kalan kişi birden Allah'ın varlığından emin olarak, kendisine ancak O'nun yardım edebileceğinden şüphe duymayarak dua etmeye başlar. Dua ederken herşeyden kendini çekip, yalnızca Allah'a yakarır. İçinde bulunduğu bu zor durumdan onu ancak Allah'ın kurtarabileceğini anlamıştır. Ve bunun da ancak Allah'ın dilemesine bağlı olduğunu bilmektedir.

Bu gerçeği o an çok iyi düşünüp akleder. Daha önceden Allah'a eştuttuğu herşey yok olup gitmiştir. Onları düşünmez bile. Kendisine yardım etme ihtimalleri aklına dahi gelmez. Çünkü öyle bir ihtimal olmadığını çok iyi bilir. Daha önceden böyle veya buna benzer bir durumla karşılaşabileceğini belki de hiç düşünmemiştir. Ölümü kendisinden çok uzak gördüğünden, ölümden sonrası için oldukça kayıtsız ve rahat davrandığından, dünyevi destekçilerine güvenmiştir. Ama hiç hesaba katmadığı böyle bir olayla karşılaştığında, söz konusu destekçilerin varlığı onu ilgilendirmez. Allah'a dua etme konusunda tereddüt dahi etmez. Söz konusu kişi, Allah'a teslimiyet, O'ndan yardım dileme konusunda daha önceden zorlanan biri de olsa, o anda katıksızca dua edecektir. Allah'a dua etmesi gerektiğini ona kimse söylemez, hatırlatmaz. Buna ihtiyaç yoktur. Kendisi tek yardımın ancak Allah'tan gelebileceğini kavramıştır çünkü.


Şimdiye kadar hiç düşünmediği kendi sonu birdenbire kendisi ile yakınlaşmış, neredeyse onunla yüzyüze gelmiştir. Ölümün varlığını ilk defa olarak bu kadar yoğun şekilde anlamıştır. Hayatı boyunca düşünmediği bu sonu ve bundan sonrasını birkaç dakika içinde detaylarıyla düşünür ve kendisiyle daha önce tanışmadığı bir korku ile tanışır. Dünyadaki yaşamında hiç düşünmediği ahiret gerçeği birdenbire gözünde beliriverir.

Ölüme bu kadar yaklaştığında cenneti hak edecek işler yapmadığını anlar ve en büyük korkusunun bundan kaynaklandığı gerçeği ile karşılaşır. Dünyada yaptıklarını değerlendirir. Bunun sonucundan çok korktuğu için ne büyüklenebilir, ne de din konusundaki pervasızlığını sürdürebilir. Sanki daha önce Allah'a yakınlığı reddeden, duada büyüklenen ve herşeyi kendisine mal etmeye çalışan kendisi değilmişgibi hareket eder. Oysa aslında kendi nankörlüğünün farkındadır. Kendi iradesi ile Allah'a yakınlaşıp dua eder. Bu, ne yapması gerektiğini çok iyi bildiğinin en büyük alametidir.

Kendisine daha önceden öğretilmemiş olmasına rağmen, zorluklarla karşılaşan pek çok insan tarif ettiğimiz yakınlık ve içlilikle Allah'a dua etmektedir. Hatta bu insanlardan bir kısmı, daha önce rahat içindeyken Allah'ın varlığını reddetmekten çekinmemişkişilerdir. Allah'ı inkarlarıyla tanınan kişilerin önemli bir kısmı böyle bir anda yine "Kendisinden başka hiçbir sığınılacak bulunmayan" Allah'a sığınırlar.

Ancak, Kuran'da bildirildiği gibi, gemide içten, O'ndan başka hiçbir güç sahibinin olmadığını anlamışbir şekilde Allah'a yönelen inkarcı, tehlikenin geçmesi ile o anda yaşadığı korkularını ve içliliğini bir anda kaybeder. Şaşılacak şekilde eski müşrik yaşamına geri döner. Duyduğu pişmanlık ve Allah'a yöneliş, ani şekilde yerini inkara ve nankörlüğe bırakır. İmansızlığına geri döner. Tehlike anında düşündüğü ve farkına vardığı gerçekleri birdenbire unutur. Rahatlamanın ve tehlikeden uzaklaşmanın verdiği güven içinde Allah'a dua etmeyi unutur.

Cahiliyenin bu bozuk psikolojik durumu ve nankörlüğü başka ayetlerde şöyle anlatılır:

İnsan, hayır istemekten bıkkınlık duymaz; fakat ona bir şer dokundu mu, artık o, ye’se düşen bir umutsuzdur. Oysa ona dokunan bir zarardan sonra tarafımızdan bir rahmet taddırsak, mutlaka: “Bu benim (hakkım)dır. Ve ben kıyamet-saatinin kopacağını da sanmıyorum; eğer Rabbime döndürülsem bile, muhakkak O’nun Katında benim için daha güzel olanı vardır.” der. Ama andolsun Biz, o kâfirlere yaptıklarını haber vereceğiz ve andolsun onlara, en kaba bir azabtan taddıracağız. İnsana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirir ve yan çizer; ona bir şer dokunduğu zaman ise, artık o, geniş(kapsamlı ve derinlemesine) bir dua sahibidir. (Fussilet Suresi, 49-51)

Tüm bu ayetlerde sıkıntıda Allah'a yöneldiği halde rahata kavuşunca nankörleşen insanlardan söz edilmektedir. Bu, başta da belirttiğimiz gibi müşriklere ait bir tavırdır; çünkü müminlerin özelliği her şart altında Allah'a yönelmeleridir. Sadece zorlukta değil, ferah ve rahat içindeyken de O'na dua eder, O'nu övgüyle tesbih ederler. Kendisinden yardım istenecek tek güç sahibinin Allah olduğunu kesin olarak bilirler.

Fakat burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır: Gemide Allah'a dua edip sonra güvenliğe kavuşunca O'nu unutan nankör karakter, her insanın nefsinde bulunan ve dolayısıyla herkesi etkileyebilecek bir eğilimdir. Kuran'daki bu kıssanın bir hikmeti elbette müşrikleri kınamaktır ancak, tüm okuyanların da burada anlatılanlardan ibret alması ve böyle bir tavra girmekten sakınması gerekir. Yani herkes bu örnek üzerinde düşünmeli, kendi durumunu tartmalı, samimi bir nefis muhasebesi yapmalıdır.

Örneğin siz, kendi durumunuzu düşünüyor musunuz?...

Acaba sizin de dualarınız, gemiyle fırtınaya yakalananlar gibi, sadece büyük zorluk zamanlarında mı güçleniyor? Allah'a sadece bir belayla, bir sıkıntıyla yüzleşince mi yöneliyorsunuz? Dualarınız hep sıkıntılı dönemlerinizde mi samimi ve içli hale geliyor? Rahat ve mutlu olduğunuz zamanlarda ise Allah'ı az anmaya, O'na pek dua etmemeye mi başlıyorsunuz?....

Eğer böyleyse bunun üzerinde durup düşünmeniz gerekir. Kuran'daki kıssadan ibret almanız, gemide dua edip sonra da nankörlük eden müşriklere benzememek için çabalamanız, Allah'a tevbe etmeniz, O'ndan bağışlanma dilemeniz gerekir. Çünkü imanlı her insanın görevi, Kuran'da anlatılan kafir ve müşrik özelliklerinden elinden geldiğince sakınmak ve mümin özelliklerini eksiksiz olarak kazanmak için çabalamaktır. Bir müminin en önemli vasıflarından biri ise, hem zorlukta hem rahatlıkta, hem darlıkta hem bollukta, her türlü şartta Allah'a kul olduğunu unutmaması, hep O'na yönelmesi, hep O'na dua edici ve şükredici olmasıdır.

Unutulmamalıdır ki, sadece zorluk ve sıkıntı durumunda Allah’a dua etmek, samimi bir davranış değildir. Nitekim Kuran’da, Allah’a ve elçisine başkaldırmış en azılı din düşmanlarının dahi zorluk ve sıkıntı durumunda Allah’a yönelerek dua ettiği bildirilir. Bu konuda verilebilecek en açık örneklerden biri, Firavun’dur. Eski Mısır’da kendini ilah olarak tanıtarak büyüklenen Firavun, Hz. Musa ve kavmine birçok eziyette bulunmuş ve kendisine gelen tüm mucizelere ve tebliğe rağmen Allah’ı inkar etmişti. Üstelik bu inkarı ve büyüklenmesi ölümle yüzyüze gelinceye kadar sürmüştü. Fakat ölümün kendisine çok yakın olduğunu ve kurtuluş imkanının kalmadığını anladığında çaresizlik içinde dua etmeye başlamıştı ve kendisinin de bir Müslüman (Allah’a teslim olmuş) olduğunu iddia etmişti. Kuran’da bu olay şöyle bildirilir:

Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): “İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım” dedi. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 90-92)

Kuran'da defalarca anlatılan bu çarpık dua anlayışından, üstte de vurguladığımız gibi, müminin de kendisine bir pay çıkarması gerekmektedir. Kuran'ın muhatabı onu okuyan tüm müminlerdir ve Allah bu ayetlerde müminlere de uyarıda bulunmakta ve duanın tüm zamanlara yayılmasını istediğini bildirmektedir. İşte cahiliyenin dua anlayışı ile iman edenlerin dua anlayışları arasındaki en çarpıcı farklardan biri bu noktada ortaya çıkar. Müminler, kendilerini yaratan, sayısız nimet veren Rabbimize karşı son derece boyun eğicidirler. Kendileri için gerçek dost ve yardımcının yalnızca Allah olduğunun bilincindedirler. Ve bu yüzden her türlü ortamda yalnızca Allah'tan yardım diler ve O'na dua ederler. Cahiliye insanları ise ancak bir zorluk içine düştükleri zaman Allah'tan yardım dilemeyi hatırlar ve bunun dışındaki zamanlarda kendilerine başka veliler edinip, onlardan medet umarlar. Elbette bu cahilliklerinin acı karşılığını dünyada da ahirette de göreceklerdir.

---

DUANIN USUL VE ADABI

Dua basit bir iş değil, yüce Allah’a ibadet etme, O’nu anma ve O’na iman etmenin gereğidir. Bu sebeple duanın makbul olabilmesi için, bir kısım usul, âdâp ve kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu usul, adap ve kuralları şöyle sıralayabiliriz:

1. Duaya Eûzü Besmele, Allah’a Hamd ve Peygambere Salât İle Başlanmalı

Dua öncesinde Müslüman, rûhen ve bedenen duaya hazır hâle gelmeli, mümkünse abdest alıp kıbleye dönülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Her hayırlı işte olduğu gibi duaya da eûzü ve besmele çekerek iki rekat namaz kıldıktan sonra başlanmalıdır. Ayet ve hadislerde hayvanın Allah’ın adı anılarak kesilmesi (En’âm, 6/18), besmele ile yenilip içilmesi (Ebû Davud, Et’ıme, 15), Allah’ın adı ile (Alâk, 96/1) ve eûzü çekerek Kur’ân okunması (Nahl, 16/98) emredilmektedir. Dua da bir ibadet olduğuna göre, duaya da eûzü ve besmele çekerek başlanmalı, sonra Allah’a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm getirilmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.) duaya, سُبْحاَنَ رَبِّيَ الْعَلِيِّالْاَعْلَى الْوَهَّابِ “Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün noksanlıklardan tenzih ederim” diyerek başlamış (Ahmed, IV, 54; Hâkim, Dua, I, 498) ve إِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِتَحْمِيدِ الِّٰهل وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ ثُمَّ لْيُصَلِّ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ ثُمَّ لْيَدْعُ بَعْدُ مَا شَاءَ “Biriniz dua ettiği zaman, Allah’a hamd ve övgü ile başlasın, sonra Peygambere salât etsin, sonra dilediği duayı yapsın” buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 66; Ebû Davud, Salât, 358) Sahabeden Hz. Ömer, إِنَّ الدُّعَاءَ مَوْقُوفٌ بَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَا يَصْعَدُ مِنْهُ شَيْءٌ حَتَّى تُصَلِّيَ عَلَى نَبِيِّكَ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ “Peygambere salât getirilinceye kadar dua, yer ile gök arasında durur, hiçbir dua O’na yükselmez/kabul olmaz” demiştir. (Tirmizî, Salât, 347) Peygamberimiz (s.a.s.); sahabeden Enes bin Malik’e, herhangi bir yeri ağrıdığı zaman, şikayet ettiği yerin üzerine elini koyup besmele ile şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: بِاسْمِ الِّٰهل اَعُوذُ بِعِزَّةِ الِّٰهل وَ قُدْرَتِهِ مِنْ شَرِّ مَا اَجِدُ مِنْ وَجَعِي هٰذَا ثُمَّ ارْفَعْ يَدَكَ ثُمَّ أَعِدْ ذٰلِكَ وِتْرًا “Bismillah, şu çektiğim acının şerrinden Allah’ın gücü ve kudretine sığınırım. Sonra elini kaldır, sonra bu duayı üç beş defa tekrar et.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1126)

2. Duadan Önce Tövbe ve İstiğfar Edilmeli

Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye lâyık değildir. Peygamberimizin şu hadisi çok dikkat çekicidir. اَلرَّجُلُ يُطِيلُ السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ اِلَى السّمَاءِ يَا رَبِّ يَا رَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وغُذِيَ بِالْحَرَامِ فَأَنّٰى يُسْتَجَابُ لِذٰلِكَ “Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam, ellerini semaya kaldırarak, ‘Ya Rabbi’ ‘Ya Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?” (Müslim, Zekât, 19) Bu itibarla mü’min duaya başlamadan önce günahlarını itiraf edip ihlâs ile Allah’a tövbe etmeli ve affını dilemeli, sonra dua yapmalıdır.

3. Eller Semaya Açılmalı ve Dua Sonunda Yüze Sürülmeli

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), dua ettiği zaman koltuk altları görünecek kadar ellerini semaya kaldırmıştır. Sahabeden Ebû Mûsâ el-Eş’arî, دَعَا النَّبِيُّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَرَأَيْتُ بَيَاضَ إِبْطَيْهِ “Hz. Peygamber, dua etti ve ellerini kaldırdı. Ben koltuk altlarının beyazlığını gördüm” demiştir. (Buhârî, De’avât, 22) Yine sahabeden Enes (r.a.); كَانَ النَّبِيُّ يَرْفَعُ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ حَتَّى يُرَى بَيَاضُ اِبْطِه۪ “Hz. Peygamber, duada ellerini (semaya) koltuk altlarının beyazı görününceye kadar kaldırırdı” demiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 877)

Sahabeden Abdullah ibn Abbâs, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu bildirmiştir: اِذَا سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْئَلُوهُ بِبُطُونِ اَكُفِّكُمْ وَلَا تَسْأَلُوهُ بِظُهُورِهَا وَامْسَحُوا بِهَا وُجُوهَكُمْ “Allah’tan bir şey istediğiniz zaman avuçlarınızın içi ile isteyin, ellerinizin tersi ile istemeyin ve ellerinizi (dua sonunda) yüzünüze sürün.” (Hâkim, De’avât, I, 536) Sahabeden Sehl b. Sa’d; كَانَ يَجْعَلُ اِصْبِعَيْهِ بِحِذَاءِ مَنْكِبَيْهِ وَ يَدْعُو “Hz. Peygamber (s.a.s.), parmaklarını omuz hizasına kadar kaldırır ve öyle dua ederdi” demiştir. (Hâkim, De’avât, I, 536) Hz. Ömer; كَانَ رَسُولُ الَّهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذاَ رَفَعَ يَدَيْهِ فِي الدُّعاَءِ لَمْ يَحُطَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ “Hz. Peygamber, duada ellerini semaya kaldırdığı zaman yüzlerine sürmeden indirmezdi” demiştir. (Tirmizî, De’avât, 11) Dua ederken mümkünse kıbleye dönülür (Buhârî, De’avât, 24), ellerin içi / avuç açılır, parmaklar omuz hizasına kadar, başı geçmeyecek (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 878) ve koltuk altları görünecek şekilde kaldırılır, dua sonunda eller yüze sürülür. Dua esnasında gözler semaya dikilmez. Peygamberimiz, لَيَنْتَهِ أَقْوَامٌ عَنْ رَفْعِهِمْ أَبْصَارَهُمْ عِنْدَ الدُّعَاءِ فِي الصَّ ةَالِ

إِلَى السَّمَاءِ أَوْ لَتَخْطِفَنَّ أَبْصَارَهُمْ “Birtakım kimseler namaz kılarken ve dua ederken gözlerini semaya kaldırmalarından ya vazgeçerler ya da gözleri kör olur” (Müslim, Salât, 118) buyurmuştur.

4. Esmâ-i Hüsnâ İle Dua Edilmeli

Yüce Allah, Kur’ân’da; وَ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا “En güzel isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isimler ile dua edin” (A’râf, 7/180) anlamındaki ayeti ile kendisine, esmâ-i hüsnâ ile dua edilmesini emretmekte ve; قُلِ ادْعُوا الٰهّلَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنٰى “De ki: İster Allah diye dua edin, ister Rahmân diye dua edin, hangisiyle dua ederseniz (edin) en güzel isimler O’nundur” (İsrâ, 17/110) anlamındaki ayet ile “Allah” ismi veya “Rahmân” ismi ya da diğer isimlerinden biri ile dua edilebileceğini bildirmektedir. Hem Kur’ân’da hem de hadislerdeki dua örneklerinde bunu görmekteyiz.

5. Mübarek Gün ve Geceler Tercih Edilmeli

Dua, her zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla birlikte Arefe günü ve geceleri, Ramazan ayları, Cuma ve bayram gün ve geceleri, seher vakitleri, gecenin üçte ikisi, sabah ve akşam vakitleri, ezan ile kamet arasında, secdede ve namaz akabinde yapılan duaların kabul edileceği ile ilgili hadisler vardır (bk. kabul olan dualar bölümü). Meselâ Kur’ân’da akşam ve sabah dua edilmesine işaret edilmektedir:

وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَ مِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَ مِنَ الظَّالِمِينَ “Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun!” (En’âm, 6/52; bk. Kehf, 18/28) Muttakîler, Kur’ân’da, وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ “Seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi” (Zâriyât, 51/18) diye övülmektedir.

6. İhlâs İle ve Bilinçli Olarak Yapılmalı

Dil ile dua cümlelerini söylerken, zihin başka düşüncelere dalmamalı; insan, bütün varlığı ile Allah’a yönelmeli, bilerek ve isteyerek, ihlâs ve samimiyetle dua etmelidir. هُوَ الْحَىُّ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَ اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ “O diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini sadece Allah’a özgü kılarak ihlâsla O’na dua edin / ibadet edin. Her türlü övgü, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mü’min, 40/65; bk. A’râf, 7/29; Mü’min, 40/14) فَادْعُوا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ

“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua edin” (Mü’min, 40/14) anlamındaki ayetler ile (bk. Yunus, 10/22; Ankebût, 29/65; Lokman, 31/32) وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ “Biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez” (Tirmizî, De’avât, 66) anlamındaki hadis, duanın ihlâslı ve şuurlu yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

7. Kabul Olacağına İnanılarak Dua Edilmeli

Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri “semî’u’d-dua (duaları işiten / kabul eden)”dir. (Âl-i İmrân, 3/38) Bu itibarla mü’min dualarını Allah’ın kabul edeceğine inanarak yapmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.); اُدْعُوا الٰهّلَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالْإِجَابَةِ “Kabul edileceğine kesin bir şekilde inanarak Allah’a dua edin” (Tirmizî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, I, 493) tavsiyesinde bulunmuş ve; إِذَا دَعَا أَحَدُكُمْ فَلْيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ وَلاَ يَقُولَنَّ اَللّٰهُمَّ إِنْ شِئْتَ فَأَعْطِنِى فَإِنَّهُ لَا مُسْتَكْرِهَ لَهُ “Dua ettiğiniz zaman, isteğinizi kesin olarak isteyin. ‘Allah’ım! Dilersen bana ver’ demeyiniz. Çünkü Allah’ı zorlayacak herhangi bir güç yoktur.” (Buharî, De’avât, 21; Müslim, Zikir, 7; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 977) لَايَقُولَنَّ أَحَدُكُمْ اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي إِنْ شِئْتَ اَللّٰهُمَّ ارْحَمْنِي إِنْ شِئْتَ لِيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ فَإِنَّهُ لَا مُكْرِهَ لَهُ

“Biriniz, ‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla’, ‘Allah’ım! Dilersen bana merhamet et’ diye dua etmesin. İsteğini kesin olarak istesin. Çünkü O’na engel olacak hiç kimse yoktur.” (Ebû Davud, Salât, 358) buyurmuştur. Bu hadisler, duanın kabul olacağına inanarak yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

8. Kısık Bir Sesle ve Yalvararak Dua Edilmeli

Bağırıp çağırarak, yüksek ses ve riya ile değil yalvararak ve kısık bir sesle dua edilmesi, Allah ve peygamberin emridir: اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ “Rabbinize yalvararak ve içten dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55) وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّ وَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ “Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gâfillerden olma.” (A’râf, 7/205) وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَ ذَلِكَ سَبِيلًا “Duanda pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut.” (İsrâ, 17/110) Hz. Âişe validemiz, bu ayetin, dua hakkında indiğini söylemiştir. (Buhârî, De’avât, 16) Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arî der ki: Allah Resûlü ile birlikte bulunduğumuz bir seferde, tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek sesle tekbir ve

tehlîl getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber; يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِرْبَعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ فَإِنَّكُمْ لَا تَدْعُونَ أَصَمَّ وَلَاغَائِبًا إِنَّكُمْ تَدْعُونَ سَمِيعًا قَرِيبًا وَهُوَ مَعَكُمْ “Ey İnsanlar! Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sağır ve uzaktaki birine değil, her an sizinle olan, her şeyi duyan Allah’a dua ediyorsunuz” buyurarak bizi uyardı. (Buhârî, Cihâd,131; Müslim, Zikir, 44, Dua, 44) Hasan el-Basrî, دَعْوَةٌ فِي السِّرِّ تَعْدِلُ سَبْعِينَ دَعْوَةً فِي الْعَلَنِيَّةِ “İçten gizlice yapılan dua açıktan yapılan 70 duaya denktir” demiştir. (Abdürrazzak, Dua, No:19645) Yüksek sesle bağırarak dua etmek adaba da uygun değildir. Çünkü, وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ “Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4; bk. Mücâdele, 58/7; Şu’arâ, 26/62) anlamındaki ayet ile; اَنَا مَعَ عَبْدِي اِذَا هُوَ ذَكَرَنِي وَ تَحَرَّكَتْ بِي شَفَتَاهُ “Beni zikrettiği ve dudaklarını benim için hareket ettirdiği zaman ben kulumla beraberim.” (Hâkim, De’avât, I, 496) وَاَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي “Bana dua ettiği zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) anlamındaki kutsî hadislerde beyan edildiği gibi biz nerede olursak olalım Allah bizimle beraberdir. Allah, bizim kısık sesle bile olsa yaptığımız duaları duyar, hatta; وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ “Biz insana şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) anlamındaki ayette bildirildiği gibi O, bize bizden, şah damarımızdan da yakındır. Yüce Allah, Zekeriya peygamberin, اِذْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا “Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı” (Meryem, 19/3) şeklinde dua ettiğini bildirerek bize nasıl dua edeceğimizi haber vermektedir. Bu itibarla, duada bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye yapmacık hareketlerde bulunmak doğru değildir.

Duayı sessizce ve yalvararak yapmak, ihlasın gereğidir. Yüksek sesle yapılan duaya, riya karışabilir. Bu sebeple Hanefî bilginler, namazda Fatiha sonunda “âmin” kelimesini sessiz söylemenin daha fazîletli olduğu içtihadında bulunmuşlardır.

Dualar, ibadet şuuruyla, dinî vakar ve ölçülere uygun olarak yapılmalıdır. Gösterişe düşkün, dinî şuurdan mahrum birtakım kişileri memnun etmek için, mana yavanlığı taşıyan, tumturaklı ifadelerle hüner göstermeye girişmek, duanın amacına ve ruhuna aykırıdır. Kur’ân ve Sünnet’te yer alan dualar, kapsamlı ve veciz sözler tercih edilmeli, tekellüf, kafiye ve seci yapmaktan kaçınılmalıdır: كَانَ رَسُولُ الّٰهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْتَحِبُّ الْجَوَامِعَ مِنَ الدُّعَاءِ وَيَدَعُ مَا سِوَى ذٰلِكَ “Allah’ın Resûlü (s.a.s.), dualarda veciz ve kapsamlı sözler ile dua etmeyi tercih eder, bunların dışındakileri terk ederdi.” (Ebû Davud, Salât, 358) Hz. Âişe validemiz; وَاجْتَنِبِ السَّجْعَ فِي الدُّعَاءِ “Secili / kafiyeli sözlerle dua etmekten sakın” demiş, ashap ve peygamberin bunu kerih gördüğünü bildirmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 979; bk. Buhârî, Dua, 19)

9. Israrla Dua Edilmeli

Mü’min, yüce Allah’tan isteğinde ısrarlı olmalı, isteğim yerine gelmedi diye duadan vazgeçmemelidir. Sahabeden Abdullah ibn Mes’ûd, Peygamberimiz (s.a.s.)’in; كَانَ إِذَا دَعَا دَعَا ثَ ثَالًا وَإِذَا سَأَلَ سَأَلَ ثَ ثَالًا “Dua ettiği zaman üç sefer tekrar eder ve bir şey istediği zaman yine üç sefer tekrar ederdi.” demiştir. (Müslim, Cihâd, 107) Peygamberimiz, اِنَّ الٰهّلَ لَيُحِبُّ الْمُلِحِّينَ فِي الدُّعَاءِ “Şüphesiz ki Allah, ısrarla dua edenleri sever” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1108) anlamındaki sözleri ile ısrarla dua edeni Allah’ın sevdiğini bildirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.); يُسْتَجَابُ لِأَحَدِكُمْ مَالَمْ يَعْجِلْ يَقُولُ قَدْ دَعَوْتُ رَبِّى فَلَمْ يُسْتَجَبْ لِى “Rabbime dua ettim de kabul edilmedi, diyerek acele etmediğiniz sürece Allah dualarınızı kabul eder.” (Buhârî, De’avât, 22; Müslim, Zikir, 92) anlamındaki hadisi ile ısrarla dua edilmesini tavsiye etmiş ve; ماَ مِنْ عَبْدٍ يَرْفَعُ يَدَيْهِ حَتَّى يَبْدُو إِبْطَهُ يَسْأَلُ الٰهّلَ مَسْأَلَةً إِلاَّ آتَاهَا إِيَّاهُ مَا لَمْ يَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ الِّٰهل كَيْفَ عَجَلَتُهُ؟ قَالَ يَقُولُ قَدْ سَأَلْتُ وَسَأَلْتُ ولَمَ أعُطْ شَيئْاً “Koltuk altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden hiçbir kul yoktur ki acele etmediği sürece Allah ona istediğini vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey Allah’ın elçisi! Duanın acelesi nasıl olur?” şeklindeki sorusuna, “İstedim, istedim de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap vermiştir. (Tirmizî, De’avât, 133) Sahabeden Ebû’d-Derdâ; مَنْ يُكْثِرُ الدُّعَاءَ يُوشِكُ اَنْ يُسْتَجَابَ لَهُ “Kim çok dua ederse, onun duası daha çok kabul olur” (Abdürrazzak, Dua, No: 19644) demiştir. Dua ettikten sonra sonucu Allah’a havale etmek gerekir. Allah, kulunun istediğini hemen verebileceği gibi, daha sonra da verebilir veya kulun isteği, kendisi için hayırlı değildir, ona daha hayırlı olanı verir veya mükâfatını ahirete bırakır. (Tirmizî, De’avât, 133)

10. Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmeli

İnsan, dua ederken, Allah’a karşı saygı ve azabından korku içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli olmalıdır. Yüce Allah; وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الِّٰهل قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ “Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, sözünü ve işini en iyi bir şekilde yapan mü’minlere yakındır” (A’râf, 7/56) buyurmakta, ümit ve korku içinde dua edenleri övmektedir: تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ “Onlar (mü’minler); yanları yataklardan uzaklaşırlar (gece kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Secde, 32/16) Bu ayette, kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığı zaman derhal boyun eğen, secdeye kapanan, Allah’a hamd eden, O’nu noksan sıfatlarından tenzih eden ve asla kibirlenmeyen mü’minlerin, gece kalkıp korku ve ümit ile dua ettikleri (Secde, 32/15) bildirilerek övülmektedir. اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خاَشعِي۪نَ “Onlar (Zekeriya ve Yahya peygamberler); gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiyâ, 21/90) Bu ayette iki seçkin peygamberin, Allah’ın rahmetini umarak ve azabından da korkarak dua etmeleri övülmektedir. Mü’minlerin bu şekilde dua etmelerine de işaret edilmektedir. Zikrettiğimiz üç ayette dua ederken insanın içinde bulunması gereken tavrı ifade eden dört kavram dikkati çekmektedir: “Havf ”, “tama’ “, “rağab” ve “raheb”. “Havf”, “bilinen veya hissedilen bir işaretten dolayı irkilmek, bir tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde olmak” (Râğıb, s.161), “gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma düşüncesiyle kalbin yanıp üzülmesi” demektir. (Gazâlî, IV, 286) Dua ederken korkmaktan maksat ise; günahından dolayı istediği şeyi hak etmeme düşüncesiyle duanın kabul edilmemesi endişesini taşımaktır. (Beydâvî, II, 569) “Tama’”; Allah’ın lütfu, ihsanı ve merhametinin çokluğu sebebiyle duanın kabul edileceğini ummak, istediğinin verileceğinden ümitvâr olmaktır. (Beydâvî, II, 569) “Rağab”; yaptığı duanın kabul edileceğini, isteğinin verileceğini kuvvetle ümit etmek ve Allah’a yönelmek demektir. (Beydâvî, IV, 277) “Raheb”; günahları sebebiyle ilâhî azaptan ve duasının reddedilmesinden korkmak demektir. (Beydâvî, IV, 277) Rağab ve raheb ile havf ve tama’ aynı anlamı ifade eder. (Nesefî, IV, 277) Bu dört kavram; her iş ve görevde olduğu gibi dua ederken de mü’minin korku ile ümit arasında bulunması (beyne’l-havfi ve’recâ) gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca birinci ayette dua eden kimsenin “muhsin”, ikinci ayette Allah’ın verdiği rızıktan infak eden, üçüncü ayette ise Allah’a saygı gösteren ve boyun eğen (hâşi’) olması gerektiğine de vurgu yapılmaktadır. Mü’min, ilâhî azaptan korku içinde bulunmakla birlikte yaptığı duayı Allah’ın kabul edeceği inancı ve düşüncesini taşımalıdır. Çünkü yüce Allah, Kur’ân’da, رَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ “Rahmetim her şeyi kaplamıştır” (A’râf, 7/156), bir kutsî hadiste ise, سَبَقَتْ رَحْمَتِي غَضَبِي “Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyurmuştur. (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1037) Peygamberimiz (s.a.s.), mü’minlerin Allah hakkında iyi zanda bulunmalarını tavsiye etmiştir: يَااَيُّهَا النَّاسُ اَحْسِنوُا الظَّنَّ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ فَاِنَّ الرَّبَّ عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِهِ “Ey insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında iyi zanda bulunun, çünkü Rab, kulunun zannı üzeredir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1012) Bir kutsi hadiste yüce Allah; اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي وَ اَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي “Ben, kulumun bana olan zannı üzereyim ve beni andığı zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) buyurmaktadır. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile; حُسْنُ الظَنِّ مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ “İyi zanda bulunmak, ibadetin güzelliğindendir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1018) Bu itibarla mü’min dua ettiği zaman, Allah’ın duasını kabul edeceğini ve isteğini yerine getireceğini düşünmeli ve inanmalıdır.

11. Meşru Şeyler İstenmeli, Ölçülü Olunmalı, Aşırı Gidilmemeli

İşlenmesi ve istenmesi dinimizce günah sayılan konularda dua edilmemelidir. Çünkü bu tür dualar kabule şayan olmaz. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: لاَيَزَالُ يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَالَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ “Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasını istemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.” (Müslim, Zikir, 25; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:881, 976) Dinin haram kıldığı ve yapılması günah olan şeylerin elde edilmesini istemek, Allah’a saygısızlıktır. Allah’ın bizden yapılmamasını istediği şeyi Allah’tan istemek edep dışına çıkmak, haddi aşmaktır. Allah, aşırı gidenleri ve haddi aşanları sevmez (Bakara, 2/190). Resûlullah (s.a.s.), buyurmuştur ki: سَيَكُونُ قَوْمٌ يَعْتَدُونَ فِي الدُّعَاءِ فَإِيَّاكَ أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ “Bazı toplumlar duada aşırı gidecekler / sınırı aşacaklardır, siz onlardan olmaktan sakının.” (Ebû Davud, Salât, 358) Duada haddi aşmak; duanın usul ve adabına uymamak, istenmeyecek şeyleri istemek, dînen haram ve yasak olan şeyleri istemek, haram konusunda meselâ oynayacağı kumarda, yapacağı hırsızlıkta, işleyeceği cinayette veya herhangi bir kötülükte Allah’ın yardım etmesini istemek, yüksek sesle, bağıra bağıra dua etmek veya tekellüfte bulunmak şeklinde sözde olur veya insanlara zarar vermeyi ve kıtlık olmasını istemek gibi meşru olmayan şeyler için dua etmek veya sebeplere yapışmadan zafer kazanmayı veya çalışmadan zengin olmayı istemek veya günah işlemeye ısrarla devam ettiği hâlde Allah’tan isteklerde bulunmak gibi duanın içeriğinde olur. Hem söz hem de içerikte haddi aşmak dua adabına uygun değildir, duanın kabul edilmemesinin sebebidir.

12. Sadece Sıkıntılı Zamanlarda Değil, Her Zaman Dua Edilmeli

Her insan bir derde, bir sıkıntıya, bir belaya uğradığı zaman Allah’a sığınır, O’na dua eder. Böyle sıkıntılı zamanlarda gönüller bütünüyle Allah’a açılır, samimiyetle ve candan dua edilir. Allah da bu duaları kabul eder. Nitekim bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s); ثِنْتَانِ لاَتُرَدَّانِ أَوْ قَلَّمَا تُرَدَّانِ الدُّعَاءُ عِنْدَ النِّدَاءِ وَعِنْدَ الْبَأْسِ “İki dua reddedilmez veya reddedilmesi çok nadir olur: (Bunlar) ezan okunduğu esnada ve sıkıntı zamanlarında yapılan duadır” (Ebû Davûd, Edeb, 41) buyurmuştur. Ancak sadece darlıkta, sıkıntıda veya bir korku, kaza ve felâketle karşı karşıya gelindiği zaman değil varlıklı ve sağlıklı zamanlarda, huzur ve rahatlığın hüküm sürdüğü anlarda da dua edilmelidir. Kişi sıkıntıya, darlığa ve zorluğa karşı sabır ve dua ile ayakta kalmaya çalıştığı gibi, nimetlere kavuşması durumunda da şükredip dua etmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَسْتَجِيبَ الٰهّلُ لَهُ عِنْدَ الشَّدَائِدِ وَالْكُرَبِ فَلْيُكْثِرِ الدُّعَاءَ فِي الرَّخَاءِ “Sıkıntılı ve musibete uğradığı zamanlarda Allah’ın duasını kabul etmesini isteyen kimse, rahat zamanlarında çok dua etsin.” (Tirmizî, De’avât, 9) تَعَرَّفْ اِلَى الِّٰهل فِي الرَّخَاءِ يَعْرِفْكَ فِي الشِّدَّةِ “Rahatlık zamanlarında Allah’a yönel, O’nu tanı ve O’na dua et ki sıkıntılı zamanlarda da Allah sana yönelsin, seni tanısın ve sana yardım etsin” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No:1139) Sadece sıkıntılı zamanlarda dua etmek doğru olmadığı gibi dua edip sıkıntı geçtiğinde ettiği duayı ve sıkıntılarını unutmak, iman ve ibadetten yüz çevirmek de doğru değildir. Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir: وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُوٓا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ “İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir nimet verdi mi; önceden O’na yaptığı duayı unutur da, O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya başlar…” (Zümer, 39/8) فَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُ عَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit; ‘Bu, (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi, der. Hayır, o bir imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer, 39/49) وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَا لِلْمُسْرِفِينَ مَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَ كَانُوا يَعْمَلُونَ “İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta iken bize dua eder; ama biz onun darlığını açıp kaldırınca sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç dua etmemiş gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere, yaptıkları iş böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 10/12) فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ إِلَى الْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ “Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua ederler. Fakat (Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.” (Ankebût, 29/65) وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَآ اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةً اِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ “İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rahmet tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.” (Rûm, 30/33) وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ اِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَآ اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ “(Denizde) onları, gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak Allah’a dua ederler. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı iktisâd eder (Allah’a yönelmeyi kısar, gevşetir); zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.” (Lokmân, 31/32) لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ “İnsan hayır istemekten usanmaz (dâima malının artmasını diler). Ama kendisine bir şer dokundu mu hemen üzülür, ümitsiz olur.” (Fussilet, 41/49) وَاِذَآ اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَآء عَر۪يضٍ “İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir şer dokundu mu yalvarıp durur.” (Fussilet, 41/51) وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّآ اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَى الْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا “Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu zaman O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur (artık o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım istemezsiniz. Çünkü O’ndan başka sizi kurtaracak kimse yoktur.) Fakat (O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allâh’ı bir tanımaktan) yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür.” (İsrâ, 17/67) Bu ayetler, insanların genel psikolojisini ve insanın fıtratında olan din duygusunu, Allah inancını, duaya olan ihtiyacını, hayır dua etmekten usanmadığını, darlık zamanlarında herkesin dua ettiğini, duanın ayakta, otururken ve yatarken yapılabileceğini, nimete kavuşunca bir kısım insanın nankörlük ettiğini, bir musibete uğrayınca dua edip durduğunu ve ümitsizliğe kapıldığını, nimete kavuşunca yüz çevirdiğini, ilâhî iradeye uygun olmayan davranışlar sergilediğini, hatta bir kısmının Allah’a ortaklar koştuğunu, küfre saplandığını ifade etmektedir. Bu tür insanlar; kınanmakta, darlıkta ve bollukta, rahatlık ve sıkıntılı her zaman Allah’a dua edilmesi, dua kabul edilip maksada erdikten sonra duanın terk edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.

13. Sadece Allah’a Dua Edilmeli

Dua, sadece Allah’a yapılmalı, araya başka aracılar sokulmamalıdır. Her namazda okuduğumuz Fatiha sûresinde, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “Sadece Sana ibadet eder, sadece Senden yardım dileriz” diyerek bunu dile getiriyoruz. Yüce Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır. (Kâf, 50/16) Bu sebeple ne istersek, aracısız O’ndan istemeliyiz. Bakara sûresinin 186. ayetinde yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ “Kullarım sana beni sorarlarsa, gerçekten Ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim.” Kur’ân’da duanın sadece Allah’a yapılması önemle vurGİRİŞ 91 gulanmıştır. Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır. Konuyla ilgili ayetlerin bazısı şöyledir: لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ ل يَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَىْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُ وَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪ “Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıkları ise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler.” (Ra’d, 13/14) Bu ayette, Allah’tan başka varlıklara dua edenler kınanmakta ve Allah’tan başka varlıklara, putlara, türbelere, ölülere yapılacak duaların, onlardan isteklerin boşa gideceği bildirilmektedir. فَ تَدْعُ مَعَ الِّٰهل اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ “Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğrayanlardan olursun.” (Şu’arâ, 26/213) Bu ayette sadece Allah’a dua edilmesi istenmekte ve Allah’tan başkasına dua eden kimselerin haddi aşmış olacakları bildirilmektedir. (bk. En’âm, 6/40-41; Yunus, 10/106; Kasas, 28/88) İnsan her isteğini sadece Allah’tan istemelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); اِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ الٰهّلَ وَ اِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِالل “Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste, bir yardım talebinde bulunduğun zaman Allah’tan yardım talep et” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1075) اَلَيْسَ الٰهّلُ بِكَافٍ عَبْدَهُ “Allah, kuluna kâfi değil mi?” (Zümer, 39/36) Allah’ı bırakıp da zararı ve faydası dokunmayan, hatta zararı faydasından çok olan varlıklara dua edenler (putlardan, türbelerden, ölülerden yardım isteyenler, medet umanlar) şu ayetlerde kınanmaktadır: يَدْعُو مِنْ دُونِ الَّهلِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّ لَالُ الْبَعِيدُ “Allah’ı bırakıp da kendine ne zarar, ne menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur.” (Hac, 22/12) يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَفْعِه۪ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ “Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. (O), ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!” (Hac, 22/13) وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ الَّهلِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ وَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ “Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.” (Ahkâf, 46/5) Bu ayetler; hem sadece Allah’a dua edilmesi gerektiğini, hem de Allah’tan başkasına yapılacak duaların günah olduğunu ve boşa gideceğini ifade etmektedir.

14. Esmâ-i Hüsnâ, Salih Amel ve Hayırlı İşler Vesile Edilmeli

Mü’min, duanın kabul olması için Allah’ın güzel isimlerini, işlediği sâlih ve hayırlı amelleri vesile etmelidir. Bunun örnekleri hadislerde vardır. Meselâ Peygamberimiz (s.a.s.), kızı Fatıma’ya akşam ve sabah şu duayı yapmasını tavsiye etmiştir: يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ اَسْتَغِيثُ اَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَ لَا تَكِلْنِي اِلٰى نَفْسِي طَرْفَةَ عْنيٍَ “Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım! Rahmetin sebebiyle senden yardım istiyorum. İşlerimin hepsini ıslah eyle, göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 914) Bu hadiste, Allah’a iki güzel ismi ile hitaptan sonra “rahmeti” vesile edilmiştir. Geçmiş ümmetlerden üç kişi yaya olarak yolculuğa çıkarlar. Yolda şiddetli bir yağmura yakalanırlar. Yağmurdan korunmak için dağdaki bir mağaraya sığınırlar. Dağdan bir taş yuvarlanır ve gelip mağaranın girişini tamamen kapatır. Birbirlerine; çıkışımızı taş kapattı, izimiz kayboldu, burada olduğumuzu Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor, kurtuluşumuz ancak dua ile olur, bu sebeple en güvendiğiniz sâlih bir amelinizi vesile ederek dua edin, belki Allah bir kurtuluş yolu var eder, derler. Biri şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi benim yaşlı bir annem-babam vardı. Bir de eşim ve küçük çocuklarım. Her gün çocuklarımdan önce anne-babama süt içirirdim. Bir gün biraz geç kaldım, süt içirmek için anne-babamın yanına geldiğimde, onlar uyuyorlardı. Onları uyarmaya kıyamadım, uyanmalarını bekledim. Bu arada çocuklarım ayaklarıma dolanıyor, karınlarının acıktığını söylüyorlardı. Ben önce âdetim üzere sütü anne-babama içirmek istiyordum. Sabaha kadar başlarında bekledim, nihayet uyandılar ve onlara sütlerini içirdim. Allah’ım! Bildiğin gibi bunu ben sırf Senin rahmetini ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya bulunduğu yerden biraz hareket eder, ışık görünür ve gökyüzünü görürler. İkinci kişi şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi amcamın bir kızı vardı, ben onu çok seviyordum, ona âşık olmuştum. Onunla birlikte olmak, ondan murat almak istedim, kabul etmedi. Muradıma erebilmek için yüz dinar para verdim. Bu parayı elde etmek için çok çalışmış, çok yorulmuştum. Tam ilişkide bulunacağım bir anda bana, ‘Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, nikâhsız Allah’ın mührünü açma (kızlığımı bozma)’ dedi. Ben de vazgeçtim. Allah’ım! Biliyorsun ki bunu ben sırf Senin rahmetin ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar, bize semayı göster.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya biraz daha bulunduğu yerden hareket eder, ışık iyice görünür. Üçüncü kişi de şöyle dua eder: “Allah’ım! Ben bir ölçek pirinç karşılığında bir işçi çalıştırmıştım, iş bitince ücretini vermek istemiştim ancak ücretini almamıştı. Ben de bu pirinci ektim, ürününü biriktirdim, nihayet ürünleri satıp parası ile sığır ve koyun aldım. Bir zaman sonra işçi geldi ve bana ‘ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, bana zulmetme, ücretimi ver’ dedi. Ben de, ‘Bu sığırları ve davarları çobanlarıyla birlikte al, bunlar senin ücretin’ dedim. Bana, ‘Allah’tan kork ve benimle alay etme’ dedi. Ben de ‘Alay etmiyorum, bütün bu mallar senin’ dedim. İsteseydim, sadece bir ölçek pirincini verirdim. Allah’ım! Sen de biliyorsun ki ben bunu rahmetini elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım. Şu mağaranın kapısını bütünüyle bize açıver.” Bu duanın üzerine taş mağaranın ağzından tamamen uzaklaşır ve mağaradan kurtulurlar. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No; 897, 971; Müslim, Zikir ve Dua, 100; Buhârî, Muzâraa,11) Üç kişinin başına gelen bu olay, günümüzde olsa, bu kişilerin yanlarında cep telefonu bulunsa ve çekse, bulundukları yeri de bilseler, yakınlarına telefon edip kendilerini kurtarmalarını isteyebilirler. Olayın kahramanları için o gün böyle bir imkân yoktur. Şiddetli yağmur yağdığı için iz sürmek suretiyle kendilerine ulaşma imkânı da kalmamıştır. Bedensel güçleri ile kurtulmaları da mümkün değildir. Allah’ın yardımından başka çareleri kalmamıştır. Allah’a dua etmeye karar verirler. Dualarının kabul olması için Allah rızası için yaptıkları bir ameli, işi veya sırf Allah korkusu ile terk ettikleri bir fiili vesile ederek dua ederler. Her üç fiil de kul hakkı ile ilgilidir. Birinci, annebabasına hizmeti her şeyin üstünde tutmakta, bunu herhangi bir dünyevî çıkar için değil Allah rızası için yapmaktadır. İkincisi çok arzu ettiği bir isteğine kavuşur, son anda Allah’a olan saygı ve korkusu ağır basar, bir haramı bu yüzden terk eder. Üçüncüsü çalıştırdığı bir işçinin emeğini zayi etmez, değerlendirir, çoğaltır ve hak sahibine verir. Her üç davranış da takdire değer niteliktedir, Allah’a iman ve ahlâk ön plana çıkartılmış, nefse yenik düşülmemiştir. Bu asil davranışlar vesile edilerek dua edilmiş, Allah da kabul etmiştir. Biz bu hadisten, kabul olmasını istediğimiz bir duada sırf Allah için yaptığımız amelleri vesile ederek dua edebileceğimizi öğreniyoruz. Allah’ın güzel isimleri ve böyle sâlih ameller vesile edilebilir; ancak türbelere, çalılara bez bağlamak, mum yakmak, adakta bulunmak ve benzeri davranışlar dînen doğru olmadığı gibi bir faydası da olmaz, hatta bu tür davranışlar, inanca bile zarar verebilir. Hâkim’in Müstedrek adlı eserinde Peygamberimizin duada vesile edilebileceği ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi için kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kimseye güzelce bir abdest almasını ve iki rekat namaz kılmasını ve şöyle dua etmesini emreder: اَللّٰهُمَّ اِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلّٰى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ نَبِيِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِكَ إِلَى رَبِّكَ فِي حَاجَتِي هٰذِه۪ فَتَقْض۪يهَا لِي اَللّٰهُمَّ شَفِّعْهُ فِيَّ وَشَفِّعْنِي فِيهِ “Allah’ım! Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet peygamberi olan elçin Muhammed (s.a.s.)’i vesile ederek Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygamberini) bana şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şefaatçi eyle.” (Hâkim, De’avât, No: 1909, 1929-1930, I, 519, 526) Bu hadiste, Peygamberden bir şey istenmiyor, istekler doğrudan Allah’a arz ediliyor, sadece Allah’ın en sevgili kulu ve son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), duanın kabulü için vesile ediliyor. Konu ile ilgili üç rivayetten ikisinde, Peygamberimizden bu duayı öğrenen kişinin dua ettiği ve iyileştiği bildirilmektedir. (Hâkim, De’avât, No: 1929-1930, I, 526)

15. Dua Sonunda “Âmin”, “Duamı Kabul Et”

Denilmeli, Hz. Peygambere Salât ü Selâm Getirilmeli ve Fâtiha Sûresi Okunmalı Dua bitiminde “âmin” ve رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ “Ya Rabbi! Duamı kabul et” (İbrâhim, 14/40) denilmeli, Peygamberimize salât ve selâm getirilmeli ve Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fâtiha sûresi okunmalıdır. إِذَا قَالَ أَحَدُكُمْ آم۪ينْ وَالْمَلَائِكَةُ فِي السَّمَاءِ آم۪ينْ فَوَافَقَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرٰى غُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِه۪ “Biriniz ‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’ der. İkisinden biri diğerinin ‘âmin’ demesine denk gelirse geçmiş günahları bağışlanır” (Hemmâm b. Münebbih, Sahîfetü Hemmâm, No: 10) anlamındaki hadis, dua sonunda “âmin” demenin önemini ortaya koymaktadır. Fâtiha sûresinin ilk ayetlerinde yüce Allah’ın nitelikleri bildirildikten sonra dua ayetleri gelmektedir: بِسْمِ الِّٰهل الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ “Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla” اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ “Hamd (her türlü övgü), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ “O, rahmândır ve rahîmdir.” مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ “Din (cezâ ve mükâfât) gününün sâhibidir.” إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “(Yâ Rabbi!) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz!” اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ “Bizi doğru yola ilet.” صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالّ۪ينَ “Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.” Fâtiha sûresi, sevap bakımından en büyük sûredir. (Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1, V, 146) Fâtiha’yı okuyan kimsenin duası kabul olur. Bir kutsî hadiste yüce Allah, şöyle buyurmuştur: “Fâtiha’yı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm: Yarısı benim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, kendisine verilecektir.” Hadisin devamında Peygamberimiz şöyle demiştir: “Bir kul, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediği zaman yüce Allah; ‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul; “er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde yüce Allah, ‘Kulum beni övdü’ der. Kul, ‘Mâliki yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah, ‘Kulum beni yüceltti, bana saygı gösterdi’ der. Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în” dediği zaman Allah, ‘Bu benim ile kulum arasındadır (ibadet eden kuluma, yardım etmek bana aittir). Kulumun istediği verilecektir’ der. Kul, “İhdina’s-Sırâta’l-müstekîm, sırâta’l-lezîne en ’amte aleyhim ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve la’d-dâllîn” dediği zaman Allah, ‘Bu dilek kula aittir, istediği verilecektir’ buyurur.” (Müslim, Salât, 38)

Sonuç olarak;

dua yaparken mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, abdest alıp kıbleye dönülmeli, eller semaya kaldırılmalı, eûzü ve besmele çekilmeli, Allah’a hamd ve Peygambere salât ü selâm getirilmeli ve günahlara tövbe ederek duaya başlanmalıdır. Dua eden kişi, konumuna uygun bir edep içinde olmalıdır. Sadece Allah’a dua edilmeli, duada meşru sınırlar aşılmamalı, meşru isteklerde bulunulmalı, kabûlü için acele edilmemeli, duanın kabul edileceği inancı taşınmalı, ihlâs ile ve yürekten, kısık bir sesle ve yalvararak dua edilmelidir. Duada anlamlı ve veciz sözler seçilmeli, yapmacık sözlerden kaçınılmalıdır. Dua sonunda Hz. Peygambere salât ve selâm getirilmeli ve eller yüzlere sürülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Dua her zaman ve mekânda; her hâl ve şartta söz gelimi; yürürken, otururken ve yatarken yapılabilir. (Yûnus, 10/12). Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur: اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ الٰهّلَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ “Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmrân, 3/191) Usul ve adabına uygun bir dua; sadece dil ve dudaklarla yapılmaktan ibaret olmamalı, kalp ve rûh da duaya katılmalıdır. Eller, dil ve gönül hep birlikte Allah’a yönelmelidir. Dua esnasında korku ve ümit birlikte bulunmalı, candan ve yalvararak, ihlâs ve samimiyetle istenmelidir. Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişmanlık duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak yapılmalı, dua esnasında dinî şuur yoğunlaştırılmalı, kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir. Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd-ü senâ, Peygamberimize de salât-ü selâm getirmelidir. Abdest alınmalı (Tirmizî, De’avât, 125), mümkünse kıbleye dönülmeli, dua cümleleri üç defa tekrar edilmelidir.



© Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý

Dini Yayýnlar Dairesi Baþkanlýðý

Ýletiþim Adresleri

Eskiþehir yolu 9. km. Çankaya / Ankara

Tel.: 0 (312) 295 72 93-94

Faks : 0 (312) 284 72 88

e-mail: diniyayinlar@diyanet.gov.tr


Günün Belli Zamanında Okunacak Duâlar[]

Duanın önemi[]

Dua, insanda doğuştan var olan bir duygudur. Bu sebeple bütün dinlerde dua mevcuttur. Üstün bir varlığa inanan her insan, hayatının herhangi bir anında dua ihtiyacınıhisseder. Çünkü her insan, zaman zaman üstesinden gelemeyeceği birçok olay, üzüntü ve sıkıntı ile karşılaşır. Böyle anlarda insan, Allah’a sığınma ve O’ndan yardım isteme ihtiyacı hisseder ve dua eder. Normal zamanlarda dua etmeyen veya Allah’a inanmayan insanlar bile üstesinden gelemedikleri olaylar karşısında, darda kaldıkları ve sıkıntıya düştükleri zamanlarda dua ihtiyacı hissederler. Bu da insanın duaya muhtaç olduğunun delilidir. Yüce Allah, bu durumu Yûnus sûresinin 12. ayetinde şöyle açıklar:

وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًافَلَمَّا كَشَفْنَاعَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَ لِلْمُسْرِفِينَ مَاكَانُوا يَعْمَلُونَ

“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken ya da ayaktayken bize dua eder; zararını kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarardan dolayıbize hiç dua etmemiş gibi davranır. İşte aşırı gidenlere yaptıklarışeyler böyle süslü gösterilmiştir.”Aynı şekilde, Lokman sûresinin 32. ayetinde;

وَإِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجَّاهُمْإِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌ وَمَا يَجْحَدُ بِآيَاتِنَا إِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ

“(Denizde) onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O’na halis kılan gönülden bağlılar olarak Allah’a yalvarırlar. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca, içlerinden bir kısmı orta yolu tutar. Zaten bizim ayetlerimizi nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez” buyrulmaktadır. Bu iki ayetten anlaşılacağı gibi, dua etmek, insanın fıtrîbir özelliğidir. Yine bu ayetlerde Yüce Allah bize, duanın sadece sıkıntılı zamanlarda değil, her zaman yapılması gerektiğini de hatırlatmaktadır.

Dua yaptıktan sonra insan, gönlünde bir ferahlık ve rahatlık hisseder, isteğinin yerine getirileceği hususunda ümitvâr olur. Bu yönü ile dua, ruhî bunalımlara karşı koruyucu sağlık tedbiri konumundadır.

1. Dua, İlâhî Bir Emirdir

Dua etmek, ayet ve hadislerde övülmüş ve teşvik edilmiştir. اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً “Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin.” (A’râf, 7/55; bk. En’âm, 6/63) وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا“Korkarak ve umarak O’na dua edin.” (A’râf, 7/56) قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ“(Ey Peygamberim!) De ki; duanız / ibadetiniz / imanınız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkân, 25/77) Peygamberimiz (s.a.s.); فَعَلَيْكُمْ عِبَادَ الِّٰهل بِالدُّعَاءِ“Ey Allah kulları! Size dua etmenizi tavsiye ederim.”(Hâkim, De’avât, I, 493; Tirmizî, De’avât, 102) تَرْكُ الدُّعَاءِ مَعْصِيَةٌ“ Duayı terk etmek isyandır, günahtır.” (Heysemî, Ed’ıye, 2, No: 17194) لَا تَعْجِزُوا فِي الدُّعَاءِ فَاِنَّهُ لَايُهْلَكُ مَعَ الدُّعَاءِ اَحَدٌ“Dua etmekte aciz olmayın, çünkü dua eden hiçbir insan helâk olmaz.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:871; Hâkim, De’avât, I, 494) اذَا سَأَلَ اَحَدُكُمْ فَلْيُكْثِرْ فَاِنَّهُ يَسْأَلُ رَبَّهُ“Biriniz dua edip bir şey istediği zaman çok istesin. Çünküo, Rabbinden istiyor (O’nun nimeti, keremi ve lütfu çok ve boldur).” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 889)

اِذَا دَعَا اَحَدُكُمْ فَلْيُعْظِمِ الرَّغْبَةَ فَاِنَّهُ لَا يَتَعَاظَمُ عَلَى الِّٰهل شَيْئٌ“

Biriniz dua ettiği zaman istediğini çok ve büyük istesin. Çünkü Allah’a hiçbir şey büyük ve çok gelmez.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 896) buyurmuştur. Dua eden kimse, Allah ve Peygamberin emrine uymuş, ibadet etmiş, Allah’ı anmış ve sevgisini kazanmış olur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

سَلُوا الٰهّلَ مِنْ فَضْلِه۪ فَإِنَّ الٰهّلَ يُحِبُّ أَنْ يُسْأَلَ وَأَفْضَلُ الْعِبَادَةِ اِنْتِظَارُالْفَرَجِ

“Allah’ın fazlından isteyin, çünkü Allah kendisinden bir şey istenmesini sever. En faziletli ibadet (dua edip) bir sıkıntının kalkmasını beklemektir.” (Tirmizî, De’avât, 116)

2. Dua, Bir İbadettir.

Peygamberimiz (s.a.s.); اَلدُّعَاءُ مُخُّ الْعِبَادَةِ“Dua, ibadetin özüdür.” (Tirmizî, De’avât, 1), اِنَّ اَفْضَلَ الْعِبَادَةِ اِنْتِظَارُ الْفَرَجِ مِنَ الل“En faziletli ibadet, Allah’tan sıkıntıyı kaldırmasını beklemektir.”(Heysemî, Ed’ıye, 7, No: 17202), اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ“Dua, mahza ibadettir” buyurmuş, sonra Mü’min sûresinin; وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِيسَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ“Rabbiniz buyurdu ki: ‘Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana kulluk etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir’ anlamındaki 60. ayetini okumuştur. (Tirmizî, De’avât, 1; bk. İbn Mâce, Dua, ; Ebû Davut, Salât, 358; Hâkim, De’avât, I, 491; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 890) Sahabeden İbn Abbâs, اَفْضَلُ الْعِبَادَةِ هُوَ الدُّعَاءُ“En faziletli ibadet duadır” demiş ve yukarıdaki ayeti okumuştur. (Hâkim, De’avât, I, 491)

3. Dua, Allah Katında Çok Değerlidir

لَيْسَ شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلٰى الِّٰهل مِنَ الدُّعَاءِ

“Allah katında duadan daha şerefli bir şey yoktur.” (Tirmizî, De’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1) anlamındaki hadis bunun delilidir. Çünkü, dua eden kimse, Allah’ın varlığını, yüceliğini, kudretini ve kullarına yardım eden olduğunu, acziyetini ve Allah’a muhtaç olduğunu kabul ve ikrar etmiş olur.

4. Dua, Rahmet Kapılarını Açan Bir Anahtardır

اَلدُّعَاءُ مِفْتَاحُ الرَّحْمَةِ

“Dua, rahmet (kapılarını açan) bir anahtardır” (Süyûtî, I, 486) anlamındaki hadis, dua eden kimsenin Allah’ın merhametine mazhar olacağını ifade etmektedir. İnsan, içinden gelerek “Rabbim! Allah’ım! Nimetlerini ihsan eyle, affeyle, yardım eyle, musibetlerden koru” ve benzeri dilek ve isteklerini Allah’a arz ettiği zaman, Allah, rahmet kapılarını kuluna açar, ona yardım eder.

5. Allah, Dua Etmeyene Kızar

مَنْ لاَ يَدْعُو الٰهّلَ يَغْضَبْ عَلَيْهِ“Kim Allah’a dua etmezse, Allah ona gazap eder.” (İbn Hıbbân, Zikir ve Dua, No: 890; Hâkim, De’avât, I, 491; Tirmizî, De’avât, 2; İbn Mâce, Dua, 1) anlamındaki hadis, bu gerçeği ifade etmektedir. Çünküdua etmeyen insan; hem Allah ve Peygamberin “dua edin”emrine uymamış, hem de büyüklenmiş, kendisini müstağnîgörmüş demektir. Bu durum, “kulluk” ile bağdaşmaz ve Allah’ın gazabını celbeder.

6. Dua, Mü’minin Manevî Silahıdır

اَلدُّعَاءُ سِلاَحُ الْمُؤْمِنِ وَ عِمَادُ الدِّينِ وَ نُورُ السَّمَوَاتِ وَالْاَرْضِ

“Dua, mü’minin silahıdır, dinin direğidir, göklerin ve yerin nurudur.” (Hâkim, De’avât, No: 1812; Heysemî, Ed’ıye, 5, No: 17198) anlamındaki hadis, duanın mü’mini birtakım sıkıntı, kaza ve belalardan koruyacağını ifade etmektedir. Buradaki “silah” izâfî anlamdadır. İnsan “silah” ile düşman saldırılarına karşı kendini korur. Hadiste dua da silaha benzetilmiştir. Çünkü insan dua ederek Allah’tan kendisini görünür görünmez kazalardan, belalardan ve âfetlerden korunmasını ister. Eğer şartlarına uygun ve ihlâs ile dua edebilirse, Allah onu korur. Böylece dua, mü’minin manevî silahı olur. Dua etmemizi emreden yüce Rabbimizin, Kur’ân’ın ilk sûresinde bize nasıl dua edeceğimizi bildirmesi, duanın önemini ortaya koymaktadır: اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ“Bizi sırat-ı müstakime / doğru yola ilet.” (Fâtiha, 1/6) İnsanın hayatındaki en değerli an, yüce Allah’a yöneldiği ve onunla baş başa kaldığı zaman dilimidir. Allah ile baş başa kalmanın en güzel vasıtası ise duadır. Dua eden insan, bütün varlığı ile Allah’a yönelir ve O’ndan istek ve dilekte bulunur. Ayet ve hadislerde her konu ile ilgili onlarca dua örneklerinin bulunması, duanın dindeki yerini ve önemini ifade eder.

Dua kavramının anlamı

A. Sözlük ve terim anlamı

Sözlükte; “çağırmak, seslenmek, davet etmek, istemek ve yardım talep etmek” anlamlarına gelen dua, din ıstılahında; Allah’ın yüceliği karşısında insanın aczini ve zafiyetini itiraf etmesi, sevgi ve saygı ile O’nun lütuf, nimet ve yardımını, dünya ve ahirette nimetler ve iyilikler ihsan etmesini; üzerindeki sıkıntı, dert ve belayı gidermesini; günah, hata ve kusurlarını bağışlamasını dilemesi; yalvarıp yakarması ve O’na hâlini arz edip niyazda bulunması demektir. (bk. Rağıb ve İbn Manzûr, d.’a.v. maddesi) Dua kavramı; “saygı” ve “Allah’ı anma” (ta’zîm ve zikir) ile “çağrı” ve “istekte bulunma” (nidâ ve istiâne) anlamlarınıbirlikte içerir.

Dua; sınırlı, sonlu ve aciz olan insanın bütün benliğiyle sınırsız, sonsuz ve kudret sahibi olan yüce Allah’a yönelip O’ndan istek ve dilekte bulunması, O’nunla arasında bir köprü ve diyalog kurmasıdır. Dua eden insan; bütün zayıflığı, acizliği ve ihtiyaçları içinde, Yüce Allah’ın sonsuz kudretinin ve yüceliğinin, isteklerini ancak O’nun lütfu ve yardımıyla elde edebileceğinin bilincindedir. Bu bilinçle yapılan dua; insanın Yaratan’ına olan inancının, güveninin ve O’na teslim oluşunun bir göstergesidir. İşte bundan dolayı Peygamberimiz (s.a.s.);

لَيْسَ شَيْءٌ أَكْرَمَ عَلٰى الِّٰهل مِنَ الدُّعَاءِ

“Allah’a duadan daha değerli bir şey yoktur” buyurmuştur. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 870; Ahmed, II, 362; Tirmizî, De’avât, 1; İbn Mâce, Dua, 1)

B. Kur'an'daki anlamı

Çok anlamlı kavramlardan biri olan “dua”; Kur’ân’da yedi farklı anlamda kullanılmıştır. (bk. Ebû’l-Ferec, s. 292-295)

1. Çağrı (nidâ)

يَوْمَ يَدْعُوكُمْ فَتَسْتَج۪يبُونَ بِحَمْدِهِ وَتَظُنُّونَ إِنْ لَبِثْتُمْ إِلاَّ قَل۪يلًا“Sizi çağırdığı gün, O’na hamd ederek davetine uyarsınız ve (kabirlerinizde) pek az bir müddet kaldığınızı zannedersiniz.”(İsrâ, 17/52; bk. Enbiya, 21/45; Fâtır, 35/14; Kamer, 54/10)

2. İstiâne / Birinden yardım isteme

وَإِنْ كُنْتُمْ ف۪ي رَيْبٍ مِمَّا نَزَّلْنَا عَلٰى عَبْدِنَا فَأْتُوا بِسُورَةٍ مِنْ مِثْلِهِ وَادْعُواشُهَدَاءَكُمْ مِنْ دُونِ الِّٰهل إِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ“Kulumuza indirdiğimiz Kur’ân’dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sûre meydana getirin; eğer doğru sözlüiseniz, Allah’tan başka, güvendiklerinizi de yardıma çağırın.”(Bakara, 2/23; bk. Yunus, 10/38; Mü’min, 40/26)

3. Söz (kavl)

فَمَا كَانَ دَعْوَاهُمْ إِذْ جَاءَهُمْ بَأْسُنَا إِلاَّ أَنْ قَالُوا إِنَّا كُنَّا ظَالِم۪ينَ“Azabımız onlara (helâk ettiğimiz toplumlara) geldiğinde sözleri, ancak ‘biz gerçekten zalimlermişiz’ demekten ibarettir.” (A’râf, 7/5; bk. Yunus, 10/10; Enbiya, 21/15)

4. İstifhâm / Bir şeyi sormak, anlamak istemek

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اسْتَج۪يبُوا وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُمْ لِمَا يُحْي۪يكُمْوَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ يَحُولُ بَ الْمَرْءِ وَقَلْبِه۪ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ“Ey inananlar! (Elçi), sizi yaşatacak şeylere çağırdığızaman Allâh’ın ve Elçisinin çağrısına koşun ve bilin ki, Allah, kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz, O’nun huzuruna toplanacaksınız.” (Enfâl, 8/24; bk. Bakara, 2/68; Yunus, 10/25; Kehf, 18/58; Mü’minûn, 23/73; Nuh, 71/5, 8)

5. İstekte bulunmak, yalvarmak (suâl)

وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ“Kullarım, sana benden sorarlarsa (de ki): Ben (onlara) yakınım, dua edip yalvaran, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm…” (Bakara, 2/186; bk. A’râf, 7/134; Zuhruf, 43/49; Mü’min, 40/49, 60)

6. İbadet

Kur’ân’da birçok ayette “dua” kelimesi ve türevleri bu anlamda kullanılmıştır. Şu ayetleri örnek olarak verebiliriz: قُلْ أَنَدْعُو مِنْ دُونِ الِّٰهل مَا لاَ يَنْفَعُنَا وَلاَ يَضُرُّنَا“De ki: ‘Biz hiç Allah’ı bırakıp da bize fayda da, zarar da vermeyecek şeylere ibadet eder miyiz?...” (En’âm, 6/71) وَالَّذِينَ لَا يَدْعُونَ مَعَ الِّٰهل إِلٰهًا آخَرَ“Onlar (Rahman’ın kulları), Allah’ın yanında başka tanrıtutup ona ibadet etmezler…” (Furkân, 25/68; bk. Mü’minûn, 23/117; Cin, 72/18, 20) 7. İman

قُلْ مَا يَعْبَأُ بِكُمْ رَبِّي لَوْلَا دُعَاؤُكُمْ“De ki: ‘İbadetiniz / imanınız olmasa Rabbim size ne diye değer versin?’...” (Furkân, 25/77) Bu ayetteki “dua” kelimesi ibadet anlamına gelebileceği gibi iman anlamına da gelir. (Buhârî, İman, 2) İbadet kavramı, iman kavramını da içine alır. Bir insanın ibadet edebilmesi için her şeyden önce iman etmesi gerekir.

C. Dua anlamına gelen Kur'an kavramları

1. İbadet

“Dua” kavramı, ibadet anlamına geldiği gibi “ibâdet”kavramı da dua anlamına gelir. Meselâ şu ayette geçen “ibâdet” kelimesi, “dua” anlamındadır: وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُونِي أَسْتَجِبْ لَكُمْ إِنَّ الَّذِينَيَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَتِي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِرِينَ“Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua edin, duanızı kabul edeyim. Bana dua (ibadet) etmeğe tenezzül etmeyenler, aşağılık olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min, 40/60) Sahabeden Nu’mân ibn Beşîr, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in minberde, اَلدُّعَاءُ هُوَ الْعِبَادَةُ

“Dua ibadettir” dediğini, sonra sözüne delil olarak bu ayeti okuduğunu söylemiştir. (Tirmizî, De’avât, 2; bk. İbn Mâce, Dua,

1; Ebû Davut, Salât, 358)

2. Salât

Sözlükte dua anlamına gelen “salât” kelimesi Kur’ân’da; namaz anlamında kullanıldığı gibi sözlük anlamında da kullanılmıştır: Şu ayetleri örnek olarak verebiliriz: وَصَلِّ عَلَيْهِمْ إِنَّ صَلاَتَكَ سَكَنٌ لَهُمْ“Ve onlara dua et; çünkü senin duan, onlara huzûr ve sükûn verir.” (Tevbe, 9/103) أَلَمْ تَرَ أَنَّ الٰهّلَ يُسَبِّحُ لَهُ مَنْ فِي السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالطَّيْرُ صَافَّاتٍ كُلٌّقَدْ عَلِمَ صَ تَالَهُ وَتَسْبِيحَهُ“Görmedin mi, göklerde ve yerde olan kimseler ile kanatlarınıçırparak uçan kuşlar Allah’ı tespih ederler? Her biri kendi duasını ve tespihini bilmiştir…” (Nûr, 24/41)

3. Nidâ

Sözlükte çağrı anlamına gelen “nidâ” kavramı, Kur’ân’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu örneği zikredebiliriz: وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ“(Ey Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı (nâdâ).” (Enbiya, 21/83)

4. Kavl

Lügatte söz anlamına gelen “kavl” kelimesi, Kur’ân’da dua anlamında da kullanılmıştır. Şu ayeti örnek olarak zikredebiliriz: قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنْتَالْوَهَّابُ“O, Rabbim! Beni affet, bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık) ver. Çünkü Sen, çok lütufkârsın, dedi /diye dua etti.” (Sâd, 38/35; Âl-i İmrân, 3/38)

5. Tazarru

Yalvarmak anlamına gelen “tazarru” kelimesi dua ile eş anlamlıdır. Şu ayeti örnek olarak verebiliriz: وَلَقَدْ أَرْسَلْنَا إِلَى أُمَمٍ مِنْ قَبْلِكَ فَأَخَذْنَاهُمْ بِالْبَأْسَاءِ وَالضَّرَّاءِ لَعَلَّهُمْيتَضََرعَّوُنَ“Şüphesiz ki senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik. Bize yalvarsınlar / dua etsinler diye onları darlık ve sıkıntı ile yakalayıp cezalandırdık.” (En’âm, 6/42)

6. Suâl

Sözlükte istemek ve sormak anlamına gelen “suâl” kelimesi, bir kısım hadislerde dua anlamında kullanılmıştır. Şu örnekleri verebiliriz: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الْهُدٰى وَالتُّقٰى وَالْعَفَافَ وَالْغِنٰى“Allah’ım! Senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği istiyorum.” (Müslim, Dua, 72; Tirmizî, De’avât, 9) فَإِذَا سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْأَلُوهُ الْفِرْدَوْسَ“Allah’tan cennet istediğiniz zaman Firdevs cennetini isteyin.”(Tirmizî, Sıfatü’l-Cenne, 4) Allah’tan bir şey istemek, O’na dua etmektir.

7. İstiâne

“İstiâne” yardım istemek anlamında olup bir kısım ayet ve hadislerde dua anlamında kullanılmıştır. Şu örnekleri verebiliriz: Yüce Allah, Fâtiha sûresinde bize; وإَيِّاَك نسَْتعَِينُ“Ancak Senden yardım isteriz” (Fâtiha, 1/5) şeklinde dua etmemizi öğretmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) de, yaptığı konuşmalarına; إِنَّ الْحَمْدَ نَسْتَعِينُهُ ونَسْتَغْفِرُهُ“Her türlü övgü Allah’a mahsustur, O’ndan yardım ister ve O’nun bağışlamasını dileriz” (Tirmizî, Vitir, 116) dua cümlesi ile başlamıştır.

8. İstiğâse

“İstiğâse”, yardım istemek demektir. Kur’ân’da dua etmek anlamında kullanılmıştır. Şu ayeti örnek olarak zikredebiliriz: إِذْ تَسْتَغِيثُونَ رَبَّكُمْ فَاسْتَجَابَ لَكُمْ أَنِّي مُمِدُّكُمْ بِأٰلٰفٍ مِنَ الْمَلآئِكَةِمرُدْفِيِنَ“Siz Rabbinizden yardım istiyordunuz, O da: ‘Ben size birbiri ardınca bin melek ile yardım edeceğim’ diye duanızıkabul buyurmuştu.” (Enfâl, 8/9)

9. İstiğfâr

“İstiğfâr”; Allah’tan af ve mağfiret dilemek demektir. Af ve mağfiret dilemek, Allah’ın affetmesi için O’na dua etmek, yalvarmak demektir. Nuh Peygamberin, kavmine hitabını içeren şu ayeti örnek olarak verebiliriz: فَقُلْتُ اسْتَغْفِرُوا رَبَّكُمْ إِنَّهُ كَانَ غَفَّارًا“Rabbinizden mağfiret dileyin, çünkü O çok bağışlayandır, dedim.” (Nûh, 71/10) وَ اِنِّي لَاَ سْتَغْفِرُ الٰهّلَ فِي الْيَوْمِ مِائَةَ مَرَّةٍ“Vallahi ben günde yüz defa Allah’tan mağfiret diliyorum.”(Müslim, Zikir, 41)

10. İstiâze

“İstiâze”, bela, kaza, âfet ve kötülüklerden Allah’a sığınma, O’ndan kendisini korumasını isteme anlamındadır. Şu ayet ve hadisi örnek olarak verebiliriz: قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِه۪ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِيوَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ“Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu.” (Hûd, 11/47) اَللّٰهمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْبَرَصِ وَالْجُنُونِ وَالْجُذَامِ وَمِنْ سَيِّىءِ الْأَسْقَامِ“Allah’ım! Alaca hastalığından, delilikten, cüzzam hastalığından ve her türlü kötü hastalıktan sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367)

11. Tövbe

“Tövbe”, insanın günahına pişmanlık duyması ve Allah’tan af dilemesi demektir. Tövbe eden insan, Allah’a dua edip yalvarmışolur. فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ“O’ndan mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin! ÇünküRabbim yakındır, duaları kabul edendir.” (Hûd, 11/61) Ayette “tövbe edin” emrinden sonra Allah’ın dualarıkabul eden olduğunun bildirilmesi, tövbe etmenin de dua anlamına geldiğini ifade eder. “Zikir” (Allah’ı anma), “tesbih” (Sübhânellah / Allah’ınoksan sıfatlardan tenzih ederim), “hamd” (Elhamdülillâh / Allah’a hamd olsun), “tehlil” (lâ ilâhe illallah / Allah’tan başka ilâh yoktur), “tekbir” (Allâhü ekber / Allah en büyüktür) “senâ” (Allah’ı övme) ve “şükür” (Allah’ın verdiği nimetlere teşekkür etme), “icâbet”, “istîcâb” ve “tenciye” (duayı kabul etme), “keşf” (sıkıntıları giderme, kaldırma) kavramları“dua” kavramının mana alanını oluşturur.


Duanın çeşitleri

Dua; söz ve kalple, fiil ve hâl ile yapılır. Dua, “hayır dua” ve “beddua” şeklinde olabilir. Dua, insanın kendisine veya başkasına yönelik olabilir. İçeriği açısından dua, maddî veya manevî isteklere, dünyevî ve uhrevî isteklere yönelik olabilir. Duanın farklı yönlerden çeşitlerini şöyle özetleyebiliriz:

Sözlü dua

Sözlü dua, sözle ve kalple yapılan duadır. Bu tür dua; kalp ve dil ile Allah’ı anmak, O’na saygı ifade eden cümleleri okumak, dünya ve ahiret ile ilgili isteklerde bulunmak, af ve mağfiret dilemek şeklinde yapılır. Sözlü duaya, genellikle “ey Rabbim” “ey Rabb’imiz”, “Allah’ım” ve benzeri hitap cümleleriyle başlanır.

Meselâ Hz. Âdem ile eşi Havva validemizin;

رَبَّنَا ظَلَمْنَا أَنْفُسَنَا وَإِنْ لَمْ تَغْفِرْ لَناَ وَتَرْحَمْنَا لَنَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ“

Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan, muhakkak ziyana uğrayanlardan oluruz!” (A’râf, 7/23 )

Zekeriya Peygamberin; وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ“Zekeriyyâ’yı da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni yalnız başıma bırakma! Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şeyim sana kalacaktır)’ diye dua etmişti.” (Enbiyâ, 21/89 )

Peygamberimiz (s.a.s.)’in; اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ قَلْبٍ لَا يَخْشَعُ وَمِنْ دُعَاءٍ لَا يُسْمَعُ ومِنْ نَفْسٍلَا تَشْبَعُ ومِنْ عِلْمٍ لَا يَنْفَعُ“Allah’ım! Saygı duymayan kalpten, kabul olmayan duadan, doymayan nefisten ve fayda vermeyen ilimden sana sığınırım.”(Tirmizî, De’avât, 69) اَللّٰهُمَّ رَبَّنَا آتِنَا فيِ الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفيِ الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِ“Allah’ım! Rabbimiz! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver, ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver ve bizi ateşazabından koru.” (Buhârî, De’avât, 55) şeklinde yaptığı dualar, sözle ve kalple yapılan dua örnekleridir. Sözlü dualar; hayır dua veya beddua olarak iki kısma ayrılır: a) Hayır Dua Kur’ân’da “hayır dua kavramı” geçmektedir: لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ“İnsan hayır dua etmekten usanmaz.” (Fussilet, 41/49) Peygamberimiz (s.a.s.), her şeyin hayırlısını isteyerek “hayır duayı” teşvik etmiştir: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ خَيْرَ الْمَسْأَلَةِ وَخَيْرَ الدُّعَاءِ وَخَيْرَ النَّجَاحِ وَخَيْرَالْعَمَلِ وَخَيْرَ الثَّوَابِ وَخَيْرَ الْحَيَاةِ وَخَيْرَ الْمَمَاتِ“Allah’ım! Senden istenen şeylerin hayırlısını, duanın hayırlısını, kurtuluşun hayırlısını, işlerin hayırlısını, sevabın hayırlısını, hayatın hayırlısını, ölümün hayırlısını istiyorum.”(Hâkim, De’avât, No: 1911) İnsanın Allah’tan bir iyilik ve nimet istemeye, bir beladan ve sıkıntıdan kurtulmaya yönelik olarak yaptığı dualar hayır dualardır. Bu tür dualar iki kısma ayrılır: aa) Kişinin Kendisi İçin Yaptığı Hayır Dua En faziletli dua kişinin kendisi için yaptığı duadır. Hz. Âişe validemizin bildirdiğine göre, Peygamberimiz (s.a.s.)’e, اَيُّ الدُّعَاءِ اَفْضَلُ“Hangi dua daha fazîletlidir?” diye sorulmuş, Peygamberimiz (s.a.s.) de; دُعَاءُ الْمَرْءِ لِنَفْسِه۪“Kişinin kendi nefsi için yaptığı duadır” (Hâkim, De’avât, I, 543) buyurmuştur. Onun için kişiler, öncelikle kendileri için dua ederler. Bu tür dualar, üç kısma ayrılır: aa1. Allah’ı Övgü İle Anma Allah’ın birliğini, yüceliğini ve kudretini ifade eden, O’nu öven ve noksan sıfatlardan tenzih eden cümleleri söylemek hem zikir hem de duadır. Meselâ Âl-i İmrân sûresinin 26. ayeti bunun en güzel örneğidir. قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَاءُوَتُعِزُّ مَنْ تَشَاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَاءُ بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ“De ki: Allah’ım! (Ey) mülkün sahibi! Sen dilediğine mülküverirsin, dilediğinden mülkü alırsın; dilediğini yükseltirsin, dilediğini alçaltırsın. Her türlü hayır (mal-mülk), senin elindedir. Sen her şeye kâdirsin!”Ayette yüce Allah’ın nitelikleri zikredilerek övülmekte ve zımnen O’ndan hayır, mal-mülk ve nimet istenilmesine işaret edilmektedir. Kur’ân’da iman edip sâlih amel işleyenlerin, “sübhânellah” ve “el-hamdülillah” diye dua ettikleri bildirilmektedir: دَعْوٰيهُمْ ف۪يهَا سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ ف۪يهَا سَ مَالٌۚ وَاٰخِرُ دَعْوٰيهُمْ اَنِالْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ۟“Onların (iman edip salih amel işleyenlerin), orada (cennette) duası; ‘sübhâneke allâhümme (Allâh’ım! Sen her türlü eksiklikten uzaksın)’, orada selamlaşmaları, ‘selâm (üzerinize olsun)’, dualarının sonu ise, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ (âlemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun) sözleridir.”(Yûnus, 10/10) Peygamberimiz (s.a.s.); أَفْضَلُ الذِّكْرِ لَا إِلٰهَ إِلَّا الٰهّلُ وَأَفْضَلُ الدُّعَاءِ اَلْحَمْدُ ل“En fazîletli zikir; ‘lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur)’ demek; en fazîletli dua ise, ‘Elhamdülillâh (her türlüövgü Allah’a mahsustur)’ demektir.” (Tirmizî, De’avât,9), دَعْوَةُ ذِي النُّونِ إذَا دَعَا وَهُوَ فِي بَطْنِ الْحُوتِ لَا إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ سُبْحَانَكَإنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ فَإِنَّهُ لَمْ يَدْعُ بِهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلاسْتَجَابَ الٰهّلُ لَهُ“Balık sahibi (Yunus peygamberin), balığın karnında yaptığı dua; ‘lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’zzâlimîn (Ya Rabbî! Senden başka ilâh yoktur, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum)’ şeklinde idi. Bu sözlerle dua eden herhangi bir müslüman yoktur ki Allah onun duasını kabul etmiş olmasın”(Tirmizî, De’avât, 85) anlamındaki sözleri ile “Elhamdülillah”ve “lâ ilâhe illâ ente sübhâneke” demenin dua olduğunu bildirmiştir. Enes ibn Malik’in rivayet ettiği şu hadis de tekbir, tehlil, tahmîd ve tesbihin dua olduğunu ve bu vesile ile kulun günahlarının bağışlandığını ifade etmektedir: Peygamberimiz (s.a.s.), yaprakları kurumuş bir ağacın yanına gitmiş, âsâsı ile ağaca vurmuş ve yapraklar dökülmüş, bunun üzerine şöyle buyurmuştur: “Elhamdülillâh (her türlü övgü Allah’a mahsustur), sübhânellah (Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim), lâ ilâhe illallah (Allah’tan başka ilâh yoktur), Allâhü ekber (Allah en büyüktür) cümleleri, şu ağacın yaprakları döküldüğü gibi kulun günahlarını döker.”(Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:1155) Bu cümleleri söyleyen kimse, zımnen Allah’a dua etmiş, O’ndan mükâfat ve sevap talep etmiş olur. Sahabeden Enes (r.a.); كَانَ رَسُولُ الِّٰهل يَدْعُو يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ“Allah’ın Elçisi, ‘Yâ Hayyü yâ Kayyûm (Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıklarıyöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım!)’diye dua ederdi” demiştir. (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1118) aa2. Allah’tan Manevî İsteklerde Bulunma İnsanın yaptığı duaların bir kısmı; hidâyet, takva, iffet ve günahların affı gibi manevî istekler; tembellik, iki yüzlülük ve kötü ahlâktan Allah’ın korumasını isteme gibi taleplerdir. Peygamberimizin yaptığı şu duaları örnek olarak zikredebiliriz: اَللّٰهُمَّ زَيِّنَّا بِزِينَةِ اْلِايمَانِ“Allah’ım! Bizi iman zîneti ile zînetlendir.” (Abdürrazzak, Dua, No: 19646) اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الشِّقَاقِ وَالنِّفَاقِ وَسُوءِ الْأَخْ قَالِ“Allah’ım! Ayrılıktan, iki yüzlülükten ve kötü ahlâktan sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367) اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي وَارْحَمْنِي وَعَافِنِي وَاهْدِنِي وَارْزُقْنِي“Allah’ım! Beni bağışla, bana merhamet et, beni doğru yola ilet ve bana rızık ver.” (Ebû Davud, Salât, 145) aa3. Allah’tan Maddî İsteklerde Bulunma İnsanın yaptığı duaların bir kısmı, bir nimete kavuşma ve maddî bir sıkıntıdan korunmaya yöneliktir. Peygamberimiz (s.a.s.)’in yaptığı şu duaları örnek olarak verebiliriz: اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْفَقْرِ وَالْقِلَّةِ وَالذِّلَّةِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ أَنْ أَظْلِمَ أَوْأظُلْمََ“Allah’ım! Fakirlikten, yokluktan, zilletten Sana sığınırım. Zulmetmektenِ ve zulme uğramaktan Sana sığınırım.”(Ebû Davud, Salât, 367) اَللَّهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنْ زَوَالِ نِعْمَتِكَ وَتَحْوِيلِ عَافِيَتِكَ وَفُجَاءَةِ نِقْمَتِكَوجَمَيِع سَخطَكَِ“Allah’ım! Nimetinin yok olmasından, sağlık ve âfiyetin bozulmasından, ansızın belaya uğramaktan ve her türlü gazabından Sana sığınırım.” (Ebû Davud, Salât, 367) ab) Kişinin Başkaları İçin Yaptığı Hayır Dua Kişiler, kendileri için dua ettikleri gibi, çocukları, sağveya ölü anne-babaları, diğer yakınları, Peygamberimiz ve bütün mü’minler için de dua ederler. Ayet ve hadislerde de bu tür duaların örnekleri vardır. Mü’minler, bencil değillerdir. Kendileri için istedikleri şeyleri mü’min kardeşleri için de isterler, “ben” yerine “biz” diyerek dua etmeyi tercih ederler. Yüce Allah da Kur’ân’ın ilk sûresinde bize bu hususu açıkça bildirmekte ve “biz” diyerek dua etmemizi istemektedir: إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ * اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ“(Ey Rabbimiz!) Biz ancak sana ibadet eder, ancak Senden yardım isteriz! Bizi doğru yola ilet.” (Fâtiha, 1/5–6) Kur’ân’da hem dünyayı hem ahireti isteyen mü’minlerin dualarının; وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ رَبَّنَا آتِنَا فِي الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِي الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَاعَذَابَ النَّارِ“Onlardan kimi; Rabbimiz! Bize dünyada da nimet, iyilik ve güzellik ver, ahirette de nimet, iyilik ve güzellik ver, bizi ateş azâbından koru! der.” (Bakara, 2/201) şeklinde “biz” hitabıyla olduğu bildirilmektedir. Akıllı insanların dualarında; رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَالْوَهَّابُ“(Onlar derler ki); Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme, bize katından bir rahmet ver, kuşkusuz sen çok bağış yapansın.” (Âl-i İmrân, 3/8) Allah’ın Peygamber ve mü’minlerden yapmalarını istediği dualarında; رَبَّنَا لاَ تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا رَبَّنَا وَلاَ تَحْمِلْ عَلَيْنَا إِصْرًا كَمَاحَمَلْتَهُ عَلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِنَا رَبَّنَا وَلاَ تُحَمِّلْنَا مَا لاَ طَاقَةَ لَنَا بِه۪ وَاعْفُعَنَّا وَاغْفِرْ لَنَا وَارْحَمْنَا أَنْتَ مَوْلاَنَا فَانْصُرْنَا عَلَى الْقَوْمِ الْكَافِرِينَ“Rabbimiz! Unutur ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmız (sâhibimiz, efendimiz)sin! Kâfirler toplumuna karşı bize yardım eyle!” (Bakara, 2/286) Rahman’ın kullarının yaptığı dualarında; رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الْأَبْرَارِ“Rabbimiz! Bizim günâhlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört, canımızı iyilerle beraber al” (Âl-i İmrân, 3/193) şeklinde hep “Rabbimiz” çoğul siygası kullanılmıştır. İnsanların, dua yaptıkları kişileri şöyle özetleyebiliriz: ab1. Anne-Babaya Dua Kur’ân’da İbrahim (a.s.)’ın anne-babası için şöyle dua ettiği bildirilmektedir: رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ“Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamıve mü’minleri bağışla!” (İbrâhim, 14/41) İsrâ sûresinde anne-babaya şöyle dua edilmesi tavsiye edilmiştir: وَاخْفِضْ لَهُمَا جَنَاحَ الذُّلِّ مِنَ الرَّحْمَةِ وَقُلْ رَبِّ ارْحَمْهُمَا كَمَا رَبَّيَانِيصَغِيرًا“Onlara acımadan dolayı, tevazu kanadını indir, (onlara karşı alçak gönüllü ol) ve: ‘Ey (her varlığı terbiye edip yetiştiren) Rabbim! Bunlar, beni küçükken nasıl (acıyıp) yetiştirdilerse sen de bunlara (öyle) acı!’ de.” (İsrâ, 17/24) Ahkâf sûresinin 15. ayetinde çocukların anne-babalarıiçin şöyle dua etmeleri öğretilmektedir: رَبِّ اَوْزِعْن۪يٓ اَنْ اَشْكُرَ نِعْمَتَكَ الَّت۪يٓ اَنْعَمْتَ عَلَيَّ وَعَلٰى وَالِدَيَّ وَاَنْاَعْمَلَ صَالِحًا تَرْضٰيهُ وَاَصْلِحْ ل۪ي ف۪ي ذُرِّيَّت۪يۚ اِنّ۪ي تُبْتُ اِلَيْكَ وَاِنّ۪ي مِنَالْمُسْلِم۪ينَ“Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın sâlih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de sâlih kimseler kıl. Doğrusu ben tövbe edip sana yöneldim. Ve ben gerçekten Müslümanlardanım.”(Ahkâf, 46/15) Anne-baba için hayır dua etmek, çocukların temel görevlerinden biri olup bu dua onlar için minnet ve vefa borcudur. Çocukların yaptığı dua ile anne-babaların, cennetteki manevî dereceleri artar. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: اِنَّ الرَّجُلَ لَتُرْفَعُ لَهُ الدَّرَجَةُ فِي الْجَنَّةِ فَيَقوُلُ يَا رَبِّ اَنّٰى لِي هٰذِه۪ فَيُقَالُبِاسْتِغْفَارِ وَلَدِكَ لَكَ“Mü’minin cennetteki derecesi yükseltilir. Bu kimse, ‘Ya Rabbi! Bu derece nereden kaynaklandı’ diye sorar. ‘Çocuğunun senin için af dilemesi sebebiyle’ diye cevap verilir.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 111, No: 29731) ab2. Çocuklara Dua İbrahim (s.a.s.), çocukları ve gelecek nesilleri için şöyle dua etmiştir: رَبَّنَا وَاجْعَلْنَا مُسْلِمَ لَكَ وَمِنْ ذُرِّيَّتِنَا أُمَّةً مُسْلِمَةً لَكَ“Rabbimiz, bizi sana teslim olanlar yap, neslimizden de sana teslim olan bir ümmet çıkar…” (Bakara, 2/128) İmrân, kızı Meryem ve onun nesli için şöyle dua etmiştir: وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيم“Onu (Meryem’i) ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana havale ediyorum / korumanı diliyorum.” (Âl-i İmrân, 3/36) Anne-babanın, çocukları için yaptığı duanın kabul olacağını Peygamberimiz bize haber vermiştir. (Ebû Davûd, Salât, 364; Tirmizî, De’avât, 48) ab3. Mü’minin, Mü’minlere DuasıMü’minler; kendileri, çocukları ve anne-babaları için dua ettiği gibi mü’minler için de dua ederler. Şu ayette yüce Allah, bize bu konuda nasıl dua edeceğimizi öğretmektedir: رَبَّنَا اغْفِرْ لِي وَلِوَالِدَيَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُ“Rabbimiz! Hesabın görüleceği gün, beni, anamı-babamıve bütün mü’minleri bağışla!” (İbrâhim, 14/41) Müslümanın, Müslüman kardeşine dua etmesi kendisi için sadaka olur. Konu ile ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmaktadır: اَيُّمَا رَجُلٍ مُسْلِمٍ لَمْ يَكُنْ عِنْدَهُ صَدَقَةٌ فَلْيَقُلْ فِي دُعَائِهِ اَللّٰهُمَّ صَلِّعَلَى مُحَمَّدٍ عَبْدِكَ وَ رَسُولِكَ وَ صَلِّ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ وَ الْمُؤْمِنَاتِ وَالْمُسْلِمِينَ وَالْمُسْلِمَاتِ فَاِنَّهَا زَكَاةٌ“Sadaka verme imkânı olmayan Müslüman, ‘Kulun ve Peygamberin Muhammed’e rahmet eyle, mü’min erkek ve mü’min kadınlara, Müslüman erkek ve kadınlara da rahmet eyle’ diye dua etsin, bu onun için sadaka olur.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 903) Bu hadis, hem mü’minin mü’mine dua etmesi gerektiğini, hem de mü’min için yapılan duanın sadaka olduğunu ifade etmektedir. Bir mü’minin aksırdığı zaman, “Elhamdülillâh” demesi, onu duyan kimsenin “yerhamükellâh (Allah sana merhamet etsin)” diye karşılık vermesi, aksıran kimsenin de ona “yehdîkümüllâhü ve yuslih bâleküm (Allah size hidayet versin ve işlerinizi ıslah etsin)” diye mukabelede bulunmasıda mü’minin mü’mine yaptığı duadır. Konu ile ilgili olarak Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: إِذَا عَطَسَ أَحَدُكُمْ فَلْيَقُلْ اَلْحَمْدُعَلَى كَلِّ حَالٍ وَلْيَقُلِ الَّذِي يَرُدُّ عَلَيْهِيَرْحَمُكَ الٰهّلُ وَلْيَقُلْ هُوَ يَهْدِيكُمُ الٰهّلُ وَيُصْلِحْ بَالَكُمْ“Biriniz aksırdığı zaman, her durumda ‘Elhamdülillâh’(Allah’a hamd olsun) desin. Aksıran kimse buna ‘yerhamükellâh’(Allah sana merhamet etsin) karşılığını versin. Diğeri de buna, ‘Allah size hidayet etsin ve işinizi ıslah eylesin’diye mukabelede bulunsun.” (Tirmizî, De’avât, 37) Mü’minlerin birbirleriyle karşılaştıkları zaman selâmlaşmaları da birbirleri için bir duadır. Yüce Allah’ın; وَإِذَا حُيِّيْتُمْ بِتَحِيَّةٍ فَحَيُّوا بِأَحْسَنَ مِنْهَا أَوْ رُدُّوهَا“Bir selâm ile selâmlandığınız zaman siz de ondan daha güzeliyle selâm verin; yahut verilen selâmı aynen iâde edin”(Nisa, 4/86) emrine uyarak bir Müslümana “selâmün aleyküm (Allah’ın rahmeti, mağfireti, güvenlik ve esenliği üzerinize olsun)” diye selam veren kimse de “ve aleyküm selam (Allah’ın rahmeti, mağfireti, güvenlik ve esenliği sizin de üzerinize olsun)” diye karşılık veren kimse de mü’min kardeşi için dua etmiş olur. ab4. Ölüler İçin Dua İslâm bilginleri, ölüler için yapılan duanın önemli olduğu, bağışlanan sevabın onlara yarar sağlayacağı konusunda görüş birliği içindedir. Ayet ve hadisler, ölüler için dua, istiğfar ve bağışta bulunulabileceğine açıkça işaret etmektedir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır: وَالَّذِينَ جَاؤُوا مِنْ بَعْدِهِمْ يَقُولُونَ رَبَّنَا اغْفِرْ لَنَاوَلِإِخْوَانِنَا الَّذِينَسَبَقُونَا بِالْإِيمَانِ وَلَا تَجْعَلْ فِي قُلُوبِنَا غِلّاً لِلَّذِينَ آمَنُوا رَبَّنَا إِنَّكَرَؤُوفٌ رَحِيمٌ“Onlardan sonra gelenler ise şöyle derler: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin.”(Haşr, 59/10) Bu ayette yüce Allah, kendilerinden önce gelip geçmiş, mü’minlerin bağışlanmasını isteyen mü’minleri övmektedir. Ölülerin bağışlanmasını dilemek yararsız bir iş olsaydı, Allah onları övmezdi. Kur’ân’da Nuh Peygamberin; kendisi, anne-babası ve mü’minler için şöyle dua ettiği bildirilmektedir: رَبِّ اغْفِرْ ل۪ي وَلِوَالِدَيَّ وَلِمَنْ دَخَلَ بَيْتِيَ مُؤْمِنًا وَلِلْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜوَلَا تَزِدِ الظَّالِم۪ينَ اِلَّا تَبَارًا“Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.” (Nûh, 71/28) Peygamberimiz (s.a.s.); ölenler için cenaze namazıkılmış ve Müslümanlara da kılmalarını emretmiştir. Dinimizde farz-ı kifâye olan cenaze namazı, esas itibariyle ölüler için yapılan dua ve istiğfardan ibarettir. Müslümanların ölen kişi hakkındaki dua ve şahadetinin Allah katında değeri olduğu ve ölülerin bağışlanmasına vesile olabileceği unutulmamalıdır. Hz. Peygamber, cenazeyi defnettikten sonra kabri başında durmuş ve kabir sualinin kolay geçmesi hususunda dua etmiştir. (Ebû Davûd, Cenâiz, 73) Ölenlerden sadece mü’minler için dua edilir, af ve mağfiret dilenir, kâfirler için dua edilmez. (bk. Tevbe, 9/113; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 981) Kabir ziyaretleri yapıldığında, orada yatanlar için Kur’ân okunup sevabı bağışlanır, onlara hayır dua edilir, ancak ölülerden yardım istenmez, bir dilekte bulunulmaz. Aksi takdirde ibadete şirk karıştırılmış olur. ÇünküAllah’tan başkasına dua/ibadet etmek Allah’a başkalarınıortak koşmaktır. Putlar ve ölüler, yapılan yardım talebine cevap da veremezler. Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir: وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ الِّهَل مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِوَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ“Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.”(Ahkâf, 46/5) ab5. Peygamberimize Dua / Salât ü Selâm Ahzâb sûresinin 56. ayetinde, Allah’ın ve meleklerin Peygambere “salât” ettikleri bildirilmekte, müminlerin de Peygambere “salât” ve “selâm” etmeleri emredilmektedir: إِنَّ الٰهّلَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِوَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا“Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyorlar. Ey mü’minler! Siz de ona salât edin ve selâm edin.”Allah’ın Peygamberine salâtı; ona merhamet ve ihsan etmesi, onu övmesi, ondan razı olması, şan ve şerefini yüceltmesi, itibar ve değerini artırmasıdır. Meleklerin ve mü’minlerin salâtı ise; onun şan ve şerefinin yüceltilmesi, itibar ve değerinin artması için dua etmeleridir. Sahabeden Ka’b bin Ucre, يَا رَسُولَ الِّهٰل اُمِرْنَا اَنْ نُصَلِّيَ عَلَيْكَ وَ اَنْ نُسَلِّمَ عَلَيْكَ فَاَمَّا السّلَامُ فَقَدْعَرَفْنَاهُ فَكَيْفَ نُصَلّ۪ي عَلَيْكَ“Ey Allah’ın Peygamberi! Sana salât ve selâm getirmekle emrolunduk. Selâmı nasıl vereceğimizi biliyoruz. Sana nasıl salât edeceğiz?” diye sorduk. (Ebû Davud, Salât, 183; Nesâî, Sehv, 49) Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.); قُولُوا اَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰىاِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ اَللّٰهُمَّ بَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَ عَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍكَمَابَارَكْتَ عَلٰى اِ بْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌ“Allah’ım! İbrahim Peygambere (ve ailesine) (Ebû Davud, Salât, 183) merhamet ettiğin gibi Muhammed (ve ailesine) (EbûDavud, Salât, 183; Nesâî, Sehv, 49) de merhamet et, şan ve şerefini yücelt, itibar ve değerini arttır. Sen çok övülen, çok şerefli olansın. İbrahim’i (ve âilesini) mübârek ve şerefli kıldığın gibi Muhammed’i (ve âilesini de) mübarek ve şerefli kıl. Sen çok övülen, çok şerefli olansın” duasını okuyun buyurdu, demiştir. (Buhârî, Dua, 32; Nesâî, Sehv, 49; Müslim, Salât, 66) Peygamberimiz (s.a.s.), mealini verdiğimiz Ahzab suresinin 56. ayetinin açıklanması sadedinde şöyle buyurmuştur: مَنْ صَلّٰى عَلَيَّ صَ ةَالً وَاحِدَةً صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ عَشْرَصَلَوَاتٍ وَحُطَّتْ عَنْهُ عَشْرُخَطَيَاتٍ وَ رُفِعَتْ لَهُ عَشْرُ دَرَجَاتٍ“Kim bana bir defa salât ederse, Allah da ona on defa salât eder ve onun on hatasını bağışlar ve onun derecesini on kat yükseltir.” (Nesâî, Sehv, 55) مَنْ صَلّٰى عَلَيَّ مَرَّةً وَاحِدَةً كُتِبَ لَهُ بِهَا عَشْرُ حَسَنَاتٍ“Kim bana bir defa salât ederse, bu sebeple ona on hasene (sevabı) yazılır.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 905) Hadislerde Peygamberimize salât etmemiz teşvik edilmekte, salât edene mükâfat vaat edilmekte, buna mukabil salât etmeyenler kınanmaktadır. (Ahmed, II, 254) رَغِمَ اَنْفُ رَجُلٍ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ“Yanında ismim geçtiğinde bana salât getirmeyen kimsenin burnu yerde sürünsün.” (Tirmizî, De’avât, 101; Hâkim, Dua, I, 549; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 908) anlamındaki hadis, Peygambere salât etmeyi terk etmenin vebal olduğunu ifade etmektedir. اِنَّ اَوْلَى النَّاسِ بِي يَوْمَ الْقِيَامَةِ اَكْثَرُهُمْ عَلَيَّ صَ ةَالً“Kıyamet günü insanların bana en evlâ olanı bana en çok salâvat getiren/dua edenidir” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 911) şeklinde kendisine salât ve selâm getireni öven Peygamberimiz (s.a.s.); ismi anıldığında salât getirmeyen kimseyi “cimri”olarak nitelendirmektedir: اَلْبَخِيلُ الَّذِي مَنْ ذُكِرْتُ عِنْدَهُ فَلَمْ يُصَلِّ عَلَيَّ“Yanında ismim anıldığı hâlde bana salât etmeyen kimse cimridir.” (Tirmizî, De’avât, 101; Ebû Davud, Vitr, 23; Hâkim, Dua, I, 549)

b) Beddua

İnsanlar; bazen kendileri, çocukları, yakınları ve diğer insanların aleyhine dua ederler. Türkçe’de buna “beddua”denilmektedir. Yüce Allah, insanın beddua ettiğini Kur’ân’da şöyle beyan etmektedir: وَيَدْعُ الْإِنْسَانُ بِالشَّرِّ دُعَاءَهُ بِالْخَيْرِ وَكَانَ الْإِنْسَانُ عَجُولًا“İnsan, hayra dua eder gibi, şerre de dua eder (hayrı ister gibi şerri de ister.) İnsan pek acelecidir.” (İsrâ, 17/11) Ayette insanın beddua etmesinin gerekçesi olarak “aceleci” oluşu zikredilmiştir. İnsan, acele edip istediği şeyin hakkında hayır mı şer mi olduğunu bilmeden dua veya beddua etmemelidir. Duanın bilerek, düşünerek ve teenni ile yapılması gerekir. İnsan daima Allah’tan hakkında hayırlı olanı istemelidir. Çünkü neyin hayır neyin şer olduğunu en iyi bilen Allah’tır. İnsanın hayır zannettiği şer, şer zannettiği hayır olabilir. (bk. Bakara, 2/216) Yüce Allah, kâfirlerin kendileri için azap, bela ve kötülüğü istediklerini Kur’ân’da bize haber vermektedir. Şu ayetleri örnek olarak zikredebiliriz: يَسْتَعْجِلُونَكَ بِالْعَذَابِ“Senden azabı acele bekliyorlar.” (Ankebût, 29/53-54), وَيَسْتَعْجِلُونَكَ بِالسَّيِّئَةِ قَبْلَ الْحَسَنَةِ“Senden, iyilikten önce kötülüğü acele istiyorlar.” (Ra’d, 13/6) وَإِذْ قَالُوا اللّٰهُمَّ إِنْ كَانَ هٰذَا هُوَ الْحَقَّ مِنْ عِنْدِكَ فَأَمْطِرْ عَلَيْنَا حِجَارَةًمِنَ السَّمَاءِ أَوِ ائْتِنَا بِعَذَابٍ أَلِيمٍ“(Mekke müşrikleri); hani, ‘Allâh’ım! Eğer bu (Kur’ân), senin yanından gelmiş gerçekse başımıza gökten taş yağdır, yahut bize acı bir azap getir!’ demişlerdi.” (Enfâl, 8/32) Dolayısıyla bir Müslüman kendisi, yakınları ve diğer Müslümanlar, hatta bütün insanlar için hayır dua etmeli, beddua etmemelidir. “Allah, belanı versin”, “canın cehenneme”, “gözün kör olsun”, “canın çıksın”, “gün yüzü görme”, “boyun devrilsin”, “Allah, canımı alsın”, “Allah’ım, canımı al”gibi yapılan beddualar, İslâmî adaba uygun değildir. Peygamberimiz (s.a.s.), bir sıkıntıdan dolayı bile olsa ölmek için dua etmeyi yasaklamış (Buhârî, De’avât, 29) ve لَا يَتَمَنَّى اَحَدُكُمُ الْمَوْتَ لِضُرٍّ نَزَلَ بِه۪ فِي الدُّنْيَا“Sizden biri başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü temenni etmesin.” (İbn Hıbbân, Ed’ıey, No. 968; Buhârî, De’avât, 29) لَا تَدْعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰى أَوْلَادِكُمْ وَلَا تَدْعُوا عَلٰىأمَوْاَلكِمُْ“Kendinize beddua etmeyin, çocuklarınıza beddua etmeyin, mallarınız için de beddua etmeyin.” (Müslim, Zühd, 74) لَعَنَ الٰهّلُ مَنْ لَعَنَ وَالِدَهُ“Allah, ana-babasına lanet edene / beddua edene lanet eder” (Müslim, Edâhî, 43) buyurmuştur. İnsan kendisi, çocukları, ana-babası ve malı mülkü için ancak öfkeli olduğu zaman beddua eder, bedduası kabul oluverdiğinde ise zararını kendisi çeker, neticede kendisine, ana-babasına ve çocuklarına zulmetmiş olur. Peygamberimiz özünde, sözünde ve davranışlarında dürüst olan mü’minin lanetçi olamayacağını ve lanetçilerin kıyamet günü şefaat ve tanıklık edemeyeceklerini bildirerek mü’minleri bedduadan sakındırmıştır: لَا يَنْبَغِي لِصِدِّيقٍ أَنْ يَكُونَ لَعَّانًا“Sadık mü’mine lanetçi olmak yakışmaz.” (Müslim, Birr, 84) لَا يَكُونُ اللَّعَّانُونَ شُفَعَاءَ وَلَا شُهَدَاءَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ“Lanetçiler, kıyamet gününde şefaatçi ve tanık olamayacaklardır.”(Müslim, Birr, 84) İnsanlara örnek olarak gönderilen peygamberler, insanlara hep hayır dua etmişler, mecbur kalmadıkça beddua etmemişlerdir. Bedduayı da mü’minler için değil sadece imana yanaşmayan ve inkârda ısrar eden kâfirler için yapmışlardır. Şu örnekleri zikredebiliriz: Israrla hak dine davet ettiği, ancak bir türlü imana yanaştıramadığıkavmi için Nuh (a.s.) şöyle beddua etmiştir: وَقَدْ أَضَلُّوا كَثِيرًا وَلَا تَزِدِ الظَّالِمِينَ إِلَّا ضَللاَاًً“(Rabbim!) Onlar, çok kimseyi yoldan çıkardılar. Sen de o zâlimlere şaşkınlıktan başka bir şey arttırma.” (Nûh, 71/24) قَالَ نُوحٌ رَّبِّ لَا تَذَرْ عَلَى الْأَرْضِ مِنَ الْكَافِرِينَ دَيَّارًا إِنَّكَ إِنْ تَذَرْهُمْيُضِلُّوا عِبَادَكَ وَلَا يَلِدُوا إِلَّا فَاجِرًا كَفَّارًا“Nûh, dedi ki: Rabbim! Yeryüzünde kâfirlerden tek kişi bırakma. Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını şaşırtırlar ve sadece ahlâksız, nankör (insanlar) doğururlar.” (Nûh, 71/26–27) Nuh (a.s.), imana yanaşmayan kavmine beddua etmesinin gerekçesi olarak; insanları hak yoldan saptırmalarınızikretmiştir. Nuh Peygamberin bedduası kabul olmuş; Allah, kâfirleri helâk etmiştir. (bk. Enbiyâ, 21/76-77) Yüce Allah, mü’minlere kin tutan münafıklar için; قُلْ مُوتُوا بِغَيْظِكُمْ“De ki: Kininizle ölünüz” (Âl-i İmrân, 3/119) diye beddua edilmesine müsaade etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.), mecbur kalmadıkça kimseye beddua etmemiştir. Meselâ; قِيلَ يَا رَسُولَ الِّٰهل اُدْعُ عَلٰى الْمُشْرِكِينَ قَالَ إِنّ۪ي لَمْأُبْعَثْ لَعَّانًا وَإِنَّمَا بُعِثْتُ رَحْمَةً“Ey Allah’ın elçisi! Müşriklere beddua et” denildiğinde, “Ben lanetçi olarak gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim”buyurmuştur. (Müslim, Birr, 87) Uhut savaşında yüzü yaralandığında; اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي قَوْمِي فَاِنَّهُمْ لَا يَعْلَمُونَ“Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar, bilmiyorlar”diye dua etmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 973) Ancak mecbur kalınca kendilerini yok etmek için Medine’ye saldıran Mekke müşriklerine Uhut savaşında şöyle beddua etmiştir: اَللّٰهُمَّ قَاتِلِ الْكَفَرَةَ الَّذِينَ يُكَذِّبوُنَ رُسُلَكَ وَيَصُدُّونَ عَنْ سَبِيلِكَوَاجْعَلْ عَلَيْهِمْ رِجْزَكَ وَعَذَابَكَ اِلٰهَ الْحَقِّ“Allah’ım! Peygamberlerini yalanlayan ve insanları Senin yolundan alıkoyan şu kâfirleri helâk et, onlara rezillik ve azap ver. (Sen) gerçek ilahsın Allah’ım!” (Hâkim, De’avât, No:1868) Hendek savaşı esnasında müşriklere şöyle beddua etmiştir: اَللّٰهُمَّ مُنْزِلَ الْكِتَابِ سَرِيعَ الْحِسَابِ هَازِمَ الْاَحْزَابِ اَهْزِمْهُمْ وَ زَلْزِلْهُمْ“Ey kitabı indiren, hesabı süratli olan, güçlü topluluklarıhelâk edebilen Allah’ım! Müşriklerin kökünü kes ve onlarıdarmadağın et.” (Buhârî, De’avât, 58; Müslim, Cihad, 20–21) شَغَلُونَا عَنِ الصَّ ةَالِ الْوُسْطَي صَ ةَالِ الْعَصْرِ مَلَأَ الٰهّلُ بُيُوتَهُمْ وَ قُبُورَهُمْنَارًا“(Müşrikler) bizi orta (fazîletli) namazdan (yani) ikindi namazından alıkoydular. Allah, onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun.” (Müslim, Mesâcid, 205; bk. Buhârî, Cihâd, 98) Zulme uğrayan insan, zalimin zulmüne meşru yollarla mani olamazsa, zalime beddua edebilir. لاَ يُحِبُّ الٰهّلُ الْجَهْرَ بِالسُّوءِ مِنَ الْقَوْلِ إِلاَّ مَنْ ظُلِمَ“Allah, kendisine haksızlık edilen dışında (hiç kimse tarafından) açıkça kötü söz söylenmesini sevmez.” (Nisa, 4/148) anlamındaki ayet, buna işaret etmektedir. Peygamberimiz; مَنْ دَعَا عَلٰى مَنْ ظَلَمَهُ فَقَدِ انْتَصَرَهُ“Zalime beddua eden kimseye Allah yardım eder” (İbn EbîŞeybe, Dua, 68, No: 29567) buyurmuş, bu sebeple mazlumun bedduasından sakınılmasını tavsiye etmiştir: اِيَّاكُمْ وَ دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ فَاِنَّهُ لَيْسَ بَيْنَهَا وَ بَ الِّٰهل حِجَابٌ“Mazlumun bedduasından sakının, çünkü mazlumun bedduası ile Allah arasında perde yoktur (duası kabul olur.)”(İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29361; Abdürrazzâk, Dua, V, 216) دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ تُحْمَلُ عَلَى الْغَمَامِ وَ تُفْتَحُ لَهَا اَبْوَابُ السَّمٰوَاتِ وَيَقُولُ الرَّبُّ تَبَارَكَ وَ تَعَالٰى وَ عِزَّتِي لَاَنْصُرَنَّكَ وَ لَوْ بَعْدَ حِينٍ“Mazlumun duası bulutların üzerine taşınır, sema kapılarıonun için açılır, şanı yüce Allah şöyle buyurur: Belli bir zaman sonra da olsa mutlaka sana yardım edeceğim.” (İbn Hıbbân, Ed’ıye, 874) دَعْوَةُ الْمَظْلُومِ مُسْتَجَابَةٌ وَ اِنْ كَانَ فَاجِرًا فُجُورُهُ عَلٰى نَفْسِه۪“Mazlum, fâcir/günahkâr bile olsa bedduası makbuldür, günahı kendi boynunadır.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 37, No: 29365) Bu hadislerden, mazlumun, kendisine zulmeden kimseye beddua edebileceğini ve bedduasının kabul olacağınıanlıyoruz. “Alma mazlumun âhını çıkar âheste âheste” atasözümüz de bu gerçeğin ifadesidir. Ebû Ya’lâ, son hadisi el-Müsned’inde şu şekilde rivayet etmiştir: اِتَّقوُا دَعْوَةَ الْمَظْلُومِ وَ اِنْ كَانَ كَافِرًا فَاِنَّهُ لَيْسَ دوُنَهَا حِجَابٌ“Kâfir bile olsa mazlumun bedduasından sakının, çünküAllah ile onun duası arasında bir perde yoktur (duası kabul olur.)” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1092) İbadet olması hasebiyle kâfir, duası ile Allah’a kulluk etmiş olmaz ve sevap alamaz, ancak kendisine zulmedene -Müslüman bile olsa- beddua ettiği zaman, duası kabul olur. Hadis, bu gerçeği ifade etmektedir. Zarar veren ve zulmeden insana beddua edilebileceği gibi zarar veren başka bir canlıya da onun zararından korunmak için beddua edilebilir. Sahabeden Enes b. Malik’in bildirdiğine göre Peygamberimiz (s.a.s.), Medine’yi istila eden çekirge sürüsüne karşı şöyle beddua etmiştir: كَانَ رَسُولُ الِّٰهل اِذَا دَعَا عَلٰى الْجَرَادِ قَاَل اَللّٰهُمَّ اَهْلِكِ الْجَرَادَ اُقْتُلْكِبَارَهُ وَ اَهْلِكْ صِغَارَهُ وَ اَفْسِدْ بِيضَهُ وَ اقْطَعْ دَابِرَهُ وَ خُذْ بِاَفْوَاهِهِمْ عَنْمَعَاشِنَا وَ اَرْزَاقِنَا اِنَّكَ سَمِيعُ الدُّعَاءِ“Allah’ım! Çekirgeleri helâk et, büyüklerini öldür, küçüklerini yok et, yumurtalarını işe yaramaz hâle getir, köklerini kes, ağızlarından ekinlerimizi, ürünlerimizi ve rızıklarımızı al, Sen duaları işitensin.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 1127) Peygamberimiz (s.a.s.)’in, görevlerinde kusurlu davranan Müslümanlara beddua ettiği olmuştur. Meselâ annebabasının hizmetinde bulunmayan kimse için şöyle beddua etmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.) bir gün; رَغِمَ أَنْفٌ ثُمَّ رَغِمَ أَنْفٌ ثُمَّ رَغِمَ أَنْفٌ قِيلَ مَنْ يَا رَسُولَ الِّٰهل قَالَ مَنْ أَدْرَكَأَبَوَيْهِ عِنْدَ الْكِبَرِ أَحَدَهُمَا أَوْ كِلَيْهِمَا فَلَمْ يَدْخُلِ الْجَنَّةَ“Burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün, burnu yerde sürtünsün” demiş, sahabe, “Kimin burnu yerde sürtünsün ey Allah’ın elçisi?” diye sormuş, Peygamberimiz (s.a.s.); “Yaşlılıklarında anne-babasıveya ikisinden biri yanında olup onlara hizmet ederek cennete girmeyi hak edemeyen kimsenin burnu yerde sürtünsün” buyurmuştur. (Müslim, Zikir ve Dua, 9-10) Bu hadisin, İbn Hıbbân’ın rivayetinde; Peygamberimiz (s.a.s.)’in “burnu yerde sürtünsün” şeklindeki bedduasınıRamazan ayına yetişip de bağışlanamayan, yanında ismi geçince kendisine salât ü selâm getirmeyen kimse için de yaptığı vardır. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 908)


Fiili dua ;

insanın sözlü olarak Allah’tan istediği şeyin zeminini hazırlaması ve Allah’ın koyduğu kanunlara (dine ve sünnetüllâha) uyması demektir. Söz gelimi, çocuk sahibi olmak isteyen bir kimsenin evlenmesi; sağlık ve âfiyet isteyen bir kimsenin yemesine içmesine, sıcağa, soğuğa ve sağlık kurallarına dikkat etmesi; zengin olmak isteyen kimsenin çok çalışması, bir sınavda başarılı olmak isteyen kimsenin sınava iyi hazırlanması, tarlasından, bağından ve bahçesinden bol ürün almak isteyen kimsenin bağına, bahçesine ve tarlasına iyi bakması, gerektiğinde sulamasıve gübrelemesi gerekir. Evlenmeden çocuk sahibi olmayı, sağlık kurallarına uymadan sağlıklı kalmayı, çalışmadan zengin olmayı, iyi hazırlanmadan bir sınavda başarılı olmayı, gerekli emeği harcamadan bol ürün almayı istemek sünnetüllâha aykırıdır. Yüce Allah, A’râf sûresinin 56. ayetinde umarak ve korkarak dua edilmesini istedikten sonra rahmetinin işlerini en güzel biçimde yapanlara yakın olduğunu bildirerek şöyle buyurmaktadır: وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الِّٰهل قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ“Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, işlerini en güzel biçimde yapanlara yakındır.”(A’râf, 7/56) Ayette, Allah’ın rahmetinin “muhsin” olanlara yakın olduğu açıkça beyan edilmektedir. “Muhsin”; iman edip sâlih amelleri Allah’ı görüyormuş gibi en güzel biçimde yapan kimseye denir. Dolayısıyla bir insan, elinden gelen bütün gayretleri gösterdikten, istediği şeyin zeminini hazırladıktan sonra neticeyi dua ederek Allah’tan istemelidir. Bunun Kur’ân’da açık örneği, Eyyûb (a.s.)’ın hastalığından kurtulması için yaptığı dua ve Allah’ın iyileşmesi için ona gösterdiği çözümdür. Uzun yıllar hastalık çeken Eyyûb (a.s.), hastalığının iyileşmesi ve sıkıntısının giderilmesi için Allah’a şöyle dua eder: وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ“(Ey Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine, ‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı.” (Enbiya, 21/83; bk. Sâd, 38/41) Yüce Allah, Eyyûb Peygamberin duası üzerine hastalığının iyileşmesi için; اُرْكُضْ بِرِجْلِكَ هٰذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ“Ayağını (yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)” (Sâd, 38/42) buyurur. Bunun üzerine Eyyûb (a.s.) ayağını yere vurur, çıkan sudan içer ve bu su ile yıkanır, neticede iç ve dış bütün hastalıkları iyileşir. (Enbiya, 21/84) Yüce Allah, bu örneği, ibadet/dua eden kulları için bir öğüt olduğunu bildirmektedir: وَذِكْرٰى لِلْعَابِدِينَ“(Bu), ibadet eden / dua eden bütün kullar için bir öğüttür.”(Enbiya, 21/84) Derdinden kurtulmak isteyen bir hasta düşünelim; hasta hem iyileşmesi, şifa vermesi için Allah’a dua etmeli, hem de hastalığı için gerekli olan tıbbî çarelere başvurmalı, doktorların tavsiyesine uymalı, ilaç kullanmalı, gerektiğinde ameliyat olmalıdır. Birinci yapılan, sözlü dua; ikinci yapılan ise fiilî duadır. Tıbbî çarelere başvurmak ile de yetinilmemeli, “derdi veren Allah dermanı da verir” inancı ile dua edilmelidir. Eyyûb (a.s.), hem sözlü hem de fiilî dua yapmıştır. Peygamber Efendimizin; Hendek savaşında sadece sözlü olarak Allah’tan yardım istemekle kalmayıp şehrin etrafına hendek kazması da fiilî duadır. Peygamberimiz (s.a.s.); “hendek kazdık, düşman şehre giremez, kendimizi garantiye aldık” demedi, düşman ordusunun bozguna uğramasıiçin yüce Allah’a dua etti, yalvardı. Yüce Allah duasınıkabul etti. Düşmanın bulunduğu tarafta çok şiddetli bir fırtına çıktı, düşmanın neyi varsa alt üst oldu, daha fazla dayanamadı, büyük bir korkuya kapıldı ve Medine’yi terk etmek zorunda kaldı. Yüce Allah, peygamberimizin sözlü ve fiilî duasını kabul etmiş, Müslümanları düşmandan korumuştu. Peygamberimiz (s.a.s.), Bedir savaşında da gerekli bütün askerî tedbirleri aldıktan sonra yardım etmesi için Allah’a dua etmiş, Allah da bin melekle yardım etmiştir. (Enfâl, 8/9-11) Aynı şeyleri, manevî ve uhrevî nimetler için de söyleyebiliriz. Meselâ, işlediği günahlarının affını isteyen bir kimsenin, “ey Rabbim! Beni affet, bağışla” diye yalvarmasısözlü dua, günahları terk edip Allah’ın emrine yönelmesi, işlediği günahlara bir daha dönmemesi ve sâlih ameller işlemesi, fiilî duadır. Mü’minin, “Allah’ım! Cennetini bana nasip et” demesi sözlü dua, iman edip sâlih ameller işlemesi, Allah’ın emir ve yasaklarına uyması fiilî duadır. Sadece sözlü dua ile yetinmek, fiilî duayı terk etmek, insanı istediğine kavuşturmaz. Mü’min istediği şeyin zeminini hazırlamalı, fiil öncesinde de sonrasında da dua etmelidir. Fiil öncesinde yapılan sözlü dua, başarılı olmak için bir hazırlık ve ruhî bir arınmadır. Fiil sonrasında yapılan sözlü dua ise; o fiilin başarıile sonuçlanmasını ve harcanan emeğin ve çabanın boşa gitmemesini yüce Allah’tan istemek, fiilini O’nun takdir, irade ve yardımına havale etmektir. Sadece sözlü dua edip fiilî duayı terk etmek de, yalnızca fiilî dua yani eylemle yetinip, sözlü olarak ilâhî yardımı dilemekten uzak durmak da hatalı bir davranıştır. Öte yandan insan, iradesi dışında kalan ve gücünü aşan konularda da Allah’ın yardımını, lütfunu ve ihsanını ister. Allah için her şey mümkündür, O’nun her şeye gücü yeter. Ayet ve hadislerde bunun örnekleri vardır. Meselâ Zekeriya (a.s.), yüce Allah’tan bir evlat istemiş, eşi çocuk yapacak çağı geçtiği hâlde Allah, ona çocuk yapma imkânı vermişve Yahya’yı dünyaya getirmiştir. Kur’ân’da bu husus şöyle ifade edilmektedir: فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ“Biz onun (Zekeriyya’nın) duasını kabul ile icabet ettik de kendisine Yahya’yı ihsan ettik ve eşini (doğum yapmaya) elverişli hâle getirdik…” (Enbiya, 21/90) Ayetin devamında Zekeriya (a.s.) ve eşinin umarak ve korkarak Allah’a dua ettiği bildirilmektedir. Peygamberimizin bildirdiğine göre yağan yağmur sebebiyle bir mağaraya sığınan, yuvarlanan bir taşın mağaranın ağzını kapatması ile içeride kalan üç mü’min, yaptıklarıen güzel amellerini dile getirerek Allah’a dua etmişler, mağaranın ağzındaki taş, dua ile oradan yuvarlanmış ve kurtulmuşlardır. (bk. duada vesile bölümü) Dolayısıyla mü’minler, yaptıkları işlerde başarıya ulaşmaları, işlerinin akim kalmaması için iş öncesinde ve sonrasında dua ettikleri gibi aciz oldukları konularda ve beklenmedik âfet ve musibetlere karşı koruması için de Allah’a dua ederler. Sonuç olarak dua; biri fiil ve hâl ile diğeri söz ve kalp ile yapılmak üzere iki kısma ayrılır. Fiil ve hâl ile yapılan dua, kişinin ulaşmasını arzu ettiği şeyin oluşmasını gerekli kılan sebeplere başvurmasıdır. Çiftçinin tarlasını sürüp tohumunu ekmesi, bakımını yapıp onu sulaması fiille yapılan bir duadır. Ürünün elde edilmesi için gerekli olan bu sebeplere başvuran çiftçi, “Allah’ım! Üzerime düşen gerekli sebeplere başvurdum. Senden rızık istiyorum” diye dua etmişdemektir. Lisan ve kalp ile yapılan dua ise, kişinin gücünün yetmediği şeyleri, bela ve musibetlerden korumasını, işlerinde kolaylıklar ihsan etmesini Allah’tan istemesi demektir.


DUANIN USUL VE ADABI

Dua basit bir iş değil, yüce Allah’a ibadet etme, O’nu anma ve O’na iman etmenin gereğidir. Bu sebeple duanın makbul olabilmesi için, bir kısım usul, âdâp ve kurallara riayet edilmesi gerekir. Bu usul, adap ve kuralları şöyle sıralayabiliriz:

1. Duaya Eûzü Besmele, Allah’a Hamd ve Peygambere Salât İle Başlanmalı

Dua öncesinde Müslüman, rûhen ve bedenen duaya hazır hâle gelmeli, mümkünse abdest alıp kıbleye dönülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Her hayırlı işte olduğu gibi duaya da eûzü ve besmele çekerek iki rekat namaz kıldıktan sonra başlanmalıdır. Ayet ve hadislerde hayvanın Allah’ın adı anılarak kesilmesi (En’âm, 6/18), besmele ile yenilip içilmesi (Ebû Davud, Et’ıme, 15), Allah’ın adı ile (Alâk, 96/1) ve eûzü çekerek Kur’ân okunması (Nahl, 16/98) emredilmektedir. Dua da bir ibadet olduğuna göre, duaya da eûzü ve besmele çekerek başlanmalı, sonra Allah’a hamd ve Peygamberimize salât ve selâm getirilmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.) duaya, سُبْحاَنَ رَبِّيَ الْعَلِيِّالْاَعْلَى الْوَهَّابِ“Yücelerin yücesi ve bağışlayıcı olan Rabbimi, bütün noksanlıklardan tenzih ederim” diyerek başlamış (Ahmed, IV, 54; Hâkim, Dua, I, 498) ve إِذَا صَلَّى أَحَدُكُمْ فَلْيَبْدَأْ بِتَحْمِيدِ الِّٰهل وَالثَّنَاءِ عَلَيْهِ ثُمَّ لْيُصَلِّ عَلَىالنَّبِيِّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وسَلَّمَ ثُمَّ لْيَدْعُ بَعْدُ مَا شَاءَ“Biriniz dua ettiği zaman, Allah’a hamd ve övgü ile başlasın, sonra Peygambere salât etsin, sonra dilediği duayı yapsın”buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 66; Ebû Davud, Salât, 358) Sahabeden Hz. Ömer, إِنَّ الدُّعَاءَ مَوْقُوفٌ بَ السَّمَاءِ وَالْأَرْضِ لَا يَصْعَدُ مِنْهُ شَيْءٌ حَتَّىتُصَلِّيَ عَلَى نَبِيِّكَ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ“Peygambere salât getirilinceye kadar dua, yer ile gök arasında durur, hiçbir dua O’na yükselmez/kabul olmaz” demiştir. (Tirmizî, Salât, 347) Peygamberimiz (s.a.s.); sahabeden Enes bin Malik’e, herhangi bir yeri ağrıdığı zaman, şikayet ettiği yerin üzerine elini koyup besmele ile şöyle dua etmesini tavsiye etmiştir: بِاسْمِ الِّٰهل اَعُوذُ بِعِزَّةِ الِّٰهل وَ قُدْرَتِهِ مِنْ شَرِّ مَا اَجِدُ مِنْ وَجَعِي هٰذَاثُمَّ ارْفَعْ يَدَكَ ثُمَّ أَعِدْ ذٰلِكَ وِتْرًا“Bismillah, şu çektiğim acının şerrinden Allah’ın gücü ve kudretine sığınırım. Sonra elini kaldır, sonra bu duayı üçbeş defa tekrar et.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 1126)

2. Duadan Önce Tövbe ve İstiğfar Edilmeli

Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duası kabul edilmeye lâyık değildir. Peygamberimizin şu hadisi çok dikkat çekicidir. اَلرَّجُلُ يُطِيلُ السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ اِلَى السّمَاءِ يَا رَبِّ يَارَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وغُذِيَ بِالْحَرَامِ فَأَنّٰىيُسْتَجَابُ لِذٰلِكَ“Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam, ellerini semaya kaldırarak, ‘Ya Rabbi’ ‘Ya Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?” (Müslim, Zekât, 19) Bu itibarla mü’min duaya başlamadan önce günahlarınıitiraf edip ihlâs ile Allah’a tövbe etmeli ve affını dilemeli, sonra dua yapmalıdır.

3. Eller Semaya Açılmalı ve Dua Sonunda Yüze Sürülmeli

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), dua ettiği zaman koltuk altları görünecek kadar ellerini semaya kaldırmıştır. Sahabeden Ebû Mûsâ el-Eş’arî, دَعَا النَّبِيُّ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُمَّ رَفَعَ يَدَيْهِ وَرَأَيْتُ بَيَاضَ إِبْطَيْهِ“Hz. Peygamber, dua etti ve ellerini kaldırdı. Ben koltuk altlarının beyazlığını gördüm” demiştir. (Buhârî, De’avât, 22) Yine sahabeden Enes (r.a.); كَانَ النَّبِيُّ يَرْفَعُ يَدَيْهِ فِي الدُّعَاءِ حَتَّى يُرَى بَيَاضُ اِبْطِه۪“Hz. Peygamber, duada ellerini (semaya) koltuk altlarının beyazı görününceye kadar kaldırırdı” demiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 877) Sahabeden Abdullah ibn Abbâs, Peygamberimizin şöyle buyurduğunu bildirmiştir: اِذَا سَأَلْتُمُ الٰهّلَ فَاسْئَلُوهُ بِبُطُونِ اَكُفِّكُمْ وَلَا تَسْأَلُوهُ بِظُهُورِهَا وَامْسَحُوابِهَا وُجُوهَكُمْ“Allah’tan bir şey istediğiniz zaman avuçlarınızın içi ile isteyin, ellerinizin tersi ile istemeyin ve ellerinizi (dua sonunda) yüzünüze sürün.” (Hâkim, De’avât, I, 536) Sahabeden Sehl b. Sa’d; كَانَ يَجْعَلُ اِصْبِعَيْهِ بِحِذَاءِ مَنْكِبَيْهِ وَ يَدْعُو“Hz. Peygamber (s.a.s.), parmaklarını omuz hizasına kadar kaldırır ve öyle dua ederdi” demiştir. (Hâkim, De’avât, I, 536) Hz. Ömer; كَانَ رَسُولُ الَّهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذاَ رَفَعَ يَدَيْهِ فِي الدُّعاَءِ لَمْيَحُطَّهُمَا حَتَّى يَمْسَحَ بِهِمَا وَجْهَهُ“Hz. Peygamber, duada ellerini semaya kaldırdığı zaman yüzlerine sürmeden indirmezdi” demiştir. (Tirmizî, De’avât, 11) Dua ederken mümkünse kıbleye dönülür (Buhârî, De’avât, 24), ellerin içi / avuç açılır, parmaklar omuz hizasına kadar, başı geçmeyecek (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 878) ve koltuk altları görünecek şekilde kaldırılır, dua sonunda eller yüze sürülür. Dua esnasında gözler semaya dikilmez. Peygamberimiz, لَيَنْتَهِ أَقْوَامٌ عَنْ رَفْعِهِمْ أَبْصَارَهُمْ عِنْدَ الدُّعَاءِ فِي الصَّ ةَالِإِلَى السَّمَاءِ أَوْ لَتَخْطِفَنَّ أَبْصَارَهُمْ“Birtakım kimseler namaz kılarken ve dua ederken gözlerini semaya kaldırmalarından ya vazgeçerler ya da gözleri kör olur” (Müslim, Salât, 118) buyurmuştur.

4. Esmâ-i Hüsnâ İle Dua Edilmeli

Yüce Allah, Kur’ân’da; وَ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنَى فَادْعُوهُ بِهَا“En güzel isimler Allâh’ındır. O hâlde O’na o güzel isimler ile dua edin” (A’râf, 7/180) anlamındaki ayeti ile kendisine, esmâ-i hüsnâ ile dua edilmesini emretmekte ve; قُلِ ادْعُوا الٰهّلَ أَوِ ادْعُوا الرَّحْمٰنَ أَيًّا مَا تَدْعُوا فَلَهُ الْأَسْمَاءُ الْحُسْنٰى“De ki: İster Allah diye dua edin, ister Rahmân diye dua edin, hangisiyle dua ederseniz (edin) en güzel isimler O’nundur” (İsrâ, 17/110) anlamındaki ayet ile “Allah” ismi veya “Rahmân” ismi ya da diğer isimlerinden biri ile dua edilebileceğini bildirmektedir. Hem Kur’ân’da hem de hadislerdeki dua örneklerinde bunu görmekteyiz.

5. Mübarek Gün ve Geceler Tercih Edilmeli

Dua, her zaman ve her yerde yapılabilir. Bununla birlikte Arefe günü ve geceleri, Ramazan ayları, Cuma ve bayram gün ve geceleri, seher vakitleri, gecenin üçte ikisi, sabah ve akşam vakitleri, ezan ile kamet arasında, secdede ve namaz akabinde yapılan duaların kabul edileceği ile ilgili hadisler vardır (bk. kabul olan dualar bölümü). Meselâ Kur’ân’da akşam ve sabah dua edilmesine işaret edilmektedir: وَلاَ تَطْرُدِ الَّذِينَ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ بِالْغَدَاةِ وَالْعَشِيِّ يُرِيدُونَ وَجْهَهُ مَا عَلَيْكَمِنْ حِسَابِهِمْ مِنْ شَيْءٍ وَمَا مِنْ حِسَابِكَ عَلَيْهِمْ مِنْ شَيْءٍ فَتَطْرُدَهُمْ فَتَكُونَمِنَ الظَّالِمِينَ“Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam ona dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun!” (En’âm, 6/52; bk. Kehf, 18/28) Muttakîler, Kur’ân’da, وَبِالْأَسْحَارِ هُمْ يَسْتَغْفِرُونَ“Seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi”(Zâriyât, 51/18) diye övülmektedir.

6. İhlâs İle ve Bilinçli Olarak Yapılmalı

Dil ile dua cümlelerini söylerken, zihin başka düşüncelere dalmamalı; insan, bütün varlığı ile Allah’a yönelmeli, bilerek ve isteyerek, ihlâs ve samimiyetle dua etmelidir. هُوَ الْحَىُّ لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُالدّ۪ينَ اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ“O diridir. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde dini sadece Allah’a özgü kılarak ihlâsla O’na dua edin / ibadet edin. Her türlü övgü, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.” (Mü’min, 40/65; bk. A’râf, 7/29; Mü’min, 40/14) فَادْعُوا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ وَلَوْ كَرِهَ الْكَافِرُونَ“Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua edin” (Mü’min, 40/14) anlamındaki ayetler ile (bk. Yunus, 10/22; Ankebût, 29/65; Lokman, 31/32) وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ“Biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez”(Tirmizî, De’avât, 66) anlamındaki hadis, duanın ihlâslı ve şuurlu yapılması gerektiğini ifade etmektedir.

7. Kabul Olacağına İnanılarak Dua Edilmeli

Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri “semî’u’d-dua (duaları işiten / kabul eden)”dir. (Âl-i İmrân, 3/38) Bu itibarla mü’min dualarını Allah’ın kabul edeceğine inanarak yapmalıdır. Nitekim Peygamberimiz (s.a.s.); اُدْعُوا الٰهّلَ وَأَنْتُمْ مُوقِنُونَ بِالْإِجَابَةِ“Kabul edileceğine kesin bir şekilde inanarak Allah’a dua edin” (Tirmizî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, I, 493) tavsiyesinde bulunmuşve; إِذَا دَعَا أَحَدُكُمْ فَلْيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ وَلاَ يَقُولَنَّ اَللّٰهُمَّ إِنْ شِئْتَ فَأَعْطِنِىفَإِنَّهُ لَا مُسْتَكْرِهَ لَهُ“Dua ettiğiniz zaman, isteğinizi kesin olarak isteyin. ‘Allah’ım! Dilersen bana ver’ demeyiniz. Çünkü Allah’ı zorlayacak herhangi bir güç yoktur.” (Buharî, De’avât, 21; Müslim, Zikir, 7; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 977) لَايَقُولَنَّ أَحَدُكُمْ اَللّٰهُمَّ اغْفِرْ لِي إِنْ شِئْتَ اَللّٰهُمَّ ارْحَمْنِي إِنْ شِئْتَلِيَعْزِمِ الْمَسْأَلَةَ فَإِنَّهُ لَا مُكْرِهَ لَهُ“Biriniz, ‘Allah’ım! Dilersen beni bağışla’, ‘Allah’ım! Dilersen bana merhamet et’ diye dua etmesin. İsteğini kesin olarak istesin. Çünkü O’na engel olacak hiç kimse yoktur.” (EbûDavud, Salât, 358) buyurmuştur. Bu hadisler, duanın kabul olacağına inanarak yapılmasıgerektiğini ifade etmektedir.

8. Kısık Bir Sesle ve Yalvararak Dua Edilmeli

Bağırıp çağırarak, yüksek ses ve riya ile değil yalvararak ve kısık bir sesle dua edilmesi, Allah ve peygamberin emridir: اُدْعُوا رَبَّكُمْ تَضَرُّعًا وَخُفْيَةً اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الْمُعْتَد۪ينَ“Rabbinize yalvararak ve içten dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (A’râf, 7/55) وَاذْكُرْ رَبَّكَ فِي نَفْسِكَ تَضَرُّعًا وَخِيفَةً وَدُونَ الْجَهْرِ مِنَ الْقَوْلِ بِالْغُدُوِّوَالْآصَالِ وَلَا تَكُنْ مِنَ الْغَافِلِينَ“Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah akşam an, gâfillerden olma.” (A’râf, 7/205) وَلاَ تَجْهَرْ بِصَلاَتِكَ وَلاَ تُخَافِتْ بِهَا وَابْتَغِ بَ ذَلِكَ سَبِيلًا“Duanda pek bağırma, pek de sesini gizleme, bu ikisinin arasında bir yol tut.” (İsrâ, 17/110) Hz. Âişe validemiz, bu ayetin, dua hakkında indiğini söylemiştir. (Buhârî, De’avât, 16) Sahabeden Ebû Musa el-Eş’arîder ki: Allah Resûlü ile birlikte bulunduğumuz bir seferde, tepelere çıktıkça, derelere indikçe yüksek sesle tekbir ve tehlîl getiriyorduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber; يَا اَيُّهَا النَّاسُ اِرْبَعُوا عَلٰى أَنْفُسِكُمْ فَإِنَّكُمْ لَا تَدْعُونَ أَصَمَّ وَلَاغَائِبًاإِنَّكُمْ تَدْعُونَ سَمِيعًا قَرِيبًا وَهُوَ مَعَكُمْ“Ey İnsanlar! Kendinizi yormayınız. Çünkü sizler sağır ve uzaktaki birine değil, her an sizinle olan, her şeyi duyan Allah’a dua ediyorsunuz” buyurarak bizi uyardı. (Buhârî, Cihâd,131; Müslim, Zikir, 44, Dua, 44) Hasan el-Basrî, دَعْوَةٌ فِي السِّرِّ تَعْدِلُ سَبْعِينَ دَعْوَةً فِي الْعَلَنِيَّةِ“İçten gizlice yapılan dua açıktan yapılan 70 duaya denktir”demiştir. (Abdürrazzak, Dua, No:19645) Yüksek sesle bağırarak dua etmek adaba da uygun değildir. Çünkü, وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنْتُمْ“Nerede olursanız olun Allah sizinle beraberdir” (Hadîd, 57/4; bk. Mücâdele, 58/7; Şu’arâ, 26/62) anlamındaki ayet ile; اَنَا مَعَ عَبْدِي اِذَا هُوَ ذَكَرَنِي وَ تَحَرَّكَتْ بِي شَفَتَاهُ“Beni zikrettiği ve dudaklarını benim için hareket ettirdiği zaman ben kulumla beraberim.” (Hâkim, De’avât, I, 496) وَاَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي“Bana dua ettiği zaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) anlamındaki kutsî hadislerde beyan edildiği gibi biz nerede olursak olalım Allah bizimle beraberdir. Allah, biGİRİŞ79 zim kısık sesle bile olsa yaptığımız duaları duyar, hatta; وَنَحْنُ اَقْرَبُ اِلَيْهِ مِنْ حَبْلِ الْوَر۪يدِ“Biz insana şah damarından daha yakınız” (Kâf, 50/16) anlamındaki ayette bildirildiği gibi O, bize bizden, şah damarımızdan da yakındır. Yüce Allah, Zekeriya peygamberin, اِذْ نَادَى رَبَّهُ نِدَاءً خَفِيًّا“Hani o, Rabbine gizli bir sesle yalvarmıştı” (Meryem, 19/3) şeklinde dua ettiğini bildirerek bize nasıl dua edeceğimizi haber vermektedir. Bu itibarla, duada bağırıp çağırmak, süslü olsun ve beğenilsin diye yapmacık hareketlerde bulunmak doğru değildir. Duayı sessizce ve yalvararak yapmak, ihlasın gereğidir. Yüksek sesle yapılan duaya, riya karışabilir. Bu sebeple Hanefî bilginler, namazda Fatiha sonunda “âmin” kelimesini sessiz söylemenin daha fazîletli olduğu içtihadında bulunmuşlardır. Dualar, ibadet şuuruyla, dinî vakar ve ölçülere uygun olarak yapılmalıdır. Gösterişe düşkün, dinî şuurdan mahrum birtakım kişileri memnun etmek için, mana yavanlığıtaşıyan, tumturaklı ifadelerle hüner göstermeye girişmek, duanın amacına ve ruhuna aykırıdır. Kur’ân ve Sünnet’te yer alan dualar, kapsamlı ve veciz sözler tercih edilmeli, tekellüf, kafiye ve seci yapmaktan kaçınılmalıdır: كَانَ رَسُولُ الّٰهلِ صَلَّى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَسْتَحِبُّ الْجَوَامِعَ مِنَ الدُّعَاءِوَيَدَعُ مَا سِوَى ذٰلِكَ“Allah’ın Resûlü (s.a.s.), dualarda veciz ve kapsamlı sözler ile dua etmeyi tercih eder, bunların dışındakileri terk ederdi.”(Ebû Davud, Salât, 358) Hz. Âişe validemiz; وَاجْتَنِبِ السَّجْعَ فِي الدُّعَاءِ“Secili / kafiyeli sözlerle dua etmekten sakın” demiş, ashap ve peygamberin bunu kerih gördüğünü bildirmiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 979; bk. Buhârî, Dua, 19)

9. Israrla Dua Edilmeli

Mü’min, yüce Allah’tan isteğinde ısrarlı olmalı, isteğim yerine gelmedi diye duadan vazgeçmemelidir. Sahabeden Abdullah ibn Mes’ûd, Peygamberimiz (s.a.s.)’in; كَانَ إِذَا دَعَا دَعَا ثَ ثَالًا وَإِذَا سَأَلَ سَأَلَ ثَ ثَالًا“Dua ettiği zaman üç sefer tekrar eder ve bir şey istediği zaman yine üç sefer tekrar ederdi.” demiştir. (Müslim, Cihâd, 107) Peygamberimiz, اِنَّ الٰهّلَ لَيُحِبُّ الْمُلِحِّينَ فِي الدُّعَاءِ“Şüphesiz ki Allah, ısrarla dua edenleri sever” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1108) anlamındaki sözleri ile ısrarla dua edeni Allah’ın sevdiğini bildirmiştir. Peygamberimiz (s.a.s.); يُسْتَجَابُ لِأَحَدِكُمْ مَالَمْ يَعْجِلْ يَقُولُ قَدْ دَعَوْتُ رَبِّى فَلَمْ يُسْتَجَبْ لِى“Rabbime dua ettim de kabul edilmedi, diyerek acele etmediğiniz sürece Allah dualarınızı kabul eder.” (Buhârî, De’avât, 22; Müslim, Zikir, 92) anlamındaki hadisi ile ısrarla dua edilmesini tavsiye etmiş ve; ماَ مِنْ عَبْدٍ يَرْفَعُ يَدَيْهِ حَتَّى يَبْدُو إِبْطَهُ يَسْأَلُ الٰهّلَ مَسْأَلَةً إِلاَّ آتَاهَا إِيَّاهُ مَالَمْ يَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ الِّٰهل كَيْفَ عَجَلَتُهُ؟ قَالَ يَقُولُ قَدْ سَأَلْتُ وَسَأَلْتُولَمَ أعُطْ شَيئْاً“Koltuk altları gözükecek kadar ellerini kaldırıp dua eden hiçbir kul yoktur ki acele etmediği sürece Allah ona istediğini vermiş olmasın” buyurmuş, ashabın, “Ey Allah’ın elçisi! Duanın acelesi nasıl olur?” şeklindeki sorusuna, “İstedim, istedim de Allah hiçbir şey vermedi demektir” diye cevap vermiştir. (Tirmizî, De’avât, 133) Sahabeden Ebû’d-Derdâ; مَنْ يُكْثِرُ الدُّعَاءَ يُوشِكُ اَنْ يُسْتَجَابَ لَهُ“Kim çok dua ederse, onun duası daha çok kabul olur” (Abdürrazzak, Dua, No: 19644) demiştir. Dua ettikten sonra sonucu Allah’a havale etmek gerekir. Allah, kulunun istediğini hemen verebileceği gibi, daha sonra da verebilir veya kulun isteği, kendisi için hayırlıdeğildir, ona daha hayırlı olanı verir veya mükâfatınıahirete bırakır. (Tirmizî, De’avât, 133)

10. Ümit ve Korku İçinde Dua Edilmeli

İnsan, dua ederken, Allah’a karşı saygı ve azabından korku içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli olmalıdır. Yüce Allah; وَادْعُوهُ خَوْفًا وَطَمَعًا إِنَّ رَحْمَتَ الِّٰهل قَرِيبٌ مِنَ الْمُحْسِنِينَ“Korkarak ve umarak O’na dua edin. Muhakkak ki Allâh’ın rahmeti, sözünü ve işini en iyi bir şekilde yapan mü’minlere yakındır” (A’râf, 7/56) buyurmakta, ümit ve korku içinde dua edenleri övmektedir: تَتَجَافَى جُنُوبُهُمْ عَنِ الْمَضَاجِعِ يَدْعُونَ رَبَّهُمْ خَوْفًا وَطَمَعًا وَمِمَّارَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ“Onlar (mü’minler); yanları yataklardan uzaklaşırlar (gece kalkarlar), korkarak ve umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Secde, 32/16) Bu ayette, kendilerine Allah’ın ayetleri hatırlatıldığızaman derhal boyun eğen, secdeye kapanan, Allah’a hamd eden, O’nu noksan sıfatlarından tenzih eden ve asla kibirlenmeyen mü’minlerin, gece kalkıp korku ve ümit ile dua ettikleri (Secde, 32/15) bildirilerek övülmektedir. اِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَ فِى الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَاخاَشعِي۪نَ“Onlar (Zekeriya ve Yahya peygamberler); gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygıduyan kimselerdi.” (Enbiyâ, 21/90) Bu ayette iki seçkin peygamberin, Allah’ın rahmetini umarak ve azabından da korkarak dua etmeleri övülmektedir. Mü’minlerin bu şekilde dua etmelerine de işaret edilmektedir. Zikrettiğimiz üç ayette dua ederken insanın içinde bulunması gereken tavrı ifade eden dört kavram dikkati çekmektedir: “Havf ”, “tama’ “, “rağab” ve “raheb”. “Havf”, “bilinen veya hissedilen bir işaretten dolayıirkilmek, bir tehlike karşısında ne olacağı endişesi içinde olmak” (Râğıb, s.161), “gelecekte hoşlanmadığı bir şeyle karşılaşma düşüncesiyle kalbin yanıp üzülmesi” demektir. (Gazâlî, IV, 286) Dua ederken korkmaktan maksat ise; günahından dolayı istediği şeyi hak etmeme düşüncesiyle duanın kabul edilmemesi endişesini taşımaktır. (Beydâvî, II, 569) “Tama’”; Allah’ın lütfu, ihsanı ve merhametinin çokluğu sebebiyle duanın kabul edileceğini ummak, istediğinin verileceğinden ümitvâr olmaktır. (Beydâvî, II, 569) “Rağab”; yaptığı duanın kabul edileceğini, isteğinin verileceğini kuvvetle ümit etmek ve Allah’a yönelmek demektir. (Beydâvî, IV, 277) “Raheb”; günahları sebebiyle ilâhî azaptan ve duasının reddedilmesinden korkmak demektir. (Beydâvî, IV, 277) Rağab ve raheb ile havf ve tama’ aynı anlamı ifade eder. (Nesefî, IV, 277) Bu dört kavram; her iş ve görevde olduğu gibi dua ederken de mü’minin korku ile ümit arasında bulunması(beyne’l-havfi ve’recâ) gerektiğini ifade etmektedir. Ayrıca birinci ayette dua eden kimsenin “muhsin”, ikinci ayette Allah’ın verdiği rızıktan infak eden, üçüncüayette ise Allah’a saygı gösteren ve boyun eğen (hâşi’) olmasıgerektiğine de vurgu yapılmaktadır. Mü’min, ilâhî azaptan korku içinde bulunmakla birlikte yaptığı duayı Allah’ın kabul edeceği inancı ve düşüncesini taşımalıdır. Çünkü yüce Allah, Kur’ân’da, رَحْمَتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ“Rahmetim her şeyi kaplamıştır” (A’râf, 7/156), bir kutsî hadiste ise, سَبَقَتْ رَحْمَتِي غَضَبِي“Rahmetim gazabımı geçmiştir” buyurmuştur. (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1037) Peygamberimiz (s.a.s.), mü’minlerin Allah hakkında iyi zanda bulunmalarını tavsiye etmiştir: يَااَيُّهَا النَّاسُ اَحْسِنوُا الظَّنَّ بِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ فَاِنَّ الرَّبَّ عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِهِ“Ey insanlar! Âlemlerin Rabbi hakkında iyi zanda bulunun, çünkü Rab, kulunun zannı üzeredir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-îmân, er-Ricâ Minallah, No: 1012) Bir kutsi hadiste yüce Allah; اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِي بِي وَ اَنَا مَعَهُ اِذَا دَعَانِي“Ben, kulumun bana olan zannı üzereyim ve beni andığızaman ben onunla beraberim” (Müslim, Zikir, 19) buyurmaktadır. Çünkü Peygamberimizin beyanı ile; حُسْنُ الظَنِّ مِنْ حُسْنِ الْعِبَادَةِ“İyi zanda bulunmak, ibadetin güzelliğindendir.” (Beyhakî, Şu’abü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1018) Bu itibarla mü’min dua ettiği zaman, Allah’ın duasınıkabul edeceğini ve isteğini yerine getireceğini düşünmeli ve inanmalıdır.

11. Meşru Şeyler İstenmeli, Ölçülü Olunmalı, Aşırı Gidilmemeli

İşlenmesi ve istenmesi dinimizce günah sayılan konularda dua edilmemelidir. Çünkü bu tür dualar kabule şayan olmaz. Peygamberimiz (s.a.s.), şöyle buyurmuştur: لاَيَزَالُ يُسْتَجَابُ لِلْعَبْدِ مَالَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ“Kul, günah talep etmedikçe veya sıla-i rahmin kopmasınıistemedikçe duası icâbet görmeye (kabul edilmeye) devam eder.” (Müslim, Zikir, 25; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, No:881, 976) Dinin haram kıldığı ve yapılması günah olan şeylerin elde edilmesini istemek, Allah’a saygısızlıktır. Allah’ın bizden yapılmamasını istediği şeyi Allah’tan istemek edep dışına çıkmak, haddi aşmaktır. Allah, aşırı gidenleri ve haddi aşanları sevmez (Bakara, 2/190). Resûlullah (s.a.s.), buyurmuştur ki: سَيَكُونُ قَوْمٌ يَعْتَدُونَ فِي الدُّعَاءِ فَإِيَّاكَ أَنْ تَكُونَ مِنْهُمْ“Bazı toplumlar duada aşırı gidecekler / sınırı aşacaklardır, siz onlardan olmaktan sakının.” (Ebû Davud, Salât, 358) Duada haddi aşmak; duanın usul ve adabına uymamak, istenmeyecek şeyleri istemek, dînen haram ve yasak olan şeyleri istemek, haram konusunda meselâ oynayacağıkumarda, yapacağı hırsızlıkta, işleyeceği cinayette veya herhangi bir kötülükte Allah’ın yardım etmesini istemek, yüksek sesle, bağıra bağıra dua etmek veya tekellüfte bulunmak şeklinde sözde olur veya insanlara zarar vermeyi ve kıtlık olmasını istemek gibi meşru olmayan şeyler için dua etmek veya sebeplere yapışmadan zafer kazanmayıveya çalışmadan zengin olmayı istemek veya günah işlemeye ısrarla devam ettiği hâlde Allah’tan isteklerde bulunmak gibi duanın içeriğinde olur. Hem söz hem de içerikte haddi aşmak dua adabına uygun değildir, duanın kabul edilmemesinin sebebidir.

12. Sadece Sıkıntılı Zamanlarda Değil, Her Zaman Dua Edilmeli

Her insan bir derde, bir sıkıntıya, bir belaya uğradığızaman Allah’a sığınır, O’na dua eder. Böyle sıkıntılı zamanlarda gönüller bütünüyle Allah’a açılır, samimiyetle ve candan dua edilir. Allah da bu duaları kabul eder. Nitekim bir hadiste Peygamberimiz (s.a.s); ثِنْتَانِ لاَتُرَدَّانِ أَوْ قَلَّمَا تُرَدَّانِ الدُّعَاءُ عِنْدَ النِّدَاءِ وَعِنْدَ الْبَأْسِ“İki dua reddedilmez veya reddedilmesi çok nadir olur: (Bunlar) ezan okunduğu esnada ve sıkıntı zamanlarında yapılan duadır” (Ebû Davûd, Edeb, 41) buyurmuştur. Ancak sadece darlıkta, sıkıntıda veya bir korku, kaza ve felâketle karşı karşıya gelindiği zaman değil varlıklı ve sağlıklı zamanlarda, huzur ve rahatlığın hüküm sürdüğüanlarda da dua edilmelidir. Kişi sıkıntıya, darlığa ve zorluğa karşı sabır ve dua ile ayakta kalmaya çalıştığı gibi, nimetlere kavuşmasıdurumunda da şükredip dua etmelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); مَنْ سَرَّهُ أَنْ يَسْتَجِيبَ الٰهّلُ لَهُ عِنْدَ الشَّدَائِدِ وَالْكُرَبِ فَلْيُكْثِرِ الدُّعَاءَ فِيالرَّخَاءِ“Sıkıntılı ve musibete uğradığı zamanlarda Allah’ın duasınıkabul etmesini isteyen kimse, rahat zamanlarında çok dua etsin.” (Tirmizî, De’avât, 9) تَعَرَّفْ اِلَى الِّٰهل فِي الرَّخَاءِ يَعْرِفْكَ فِي الشِّدَّةِ“Rahatlık zamanlarında Allah’a yönel, O’nu tanı ve O’na dua et ki sıkıntılı zamanlarda da Allah sana yönelsin, seni tanısın ve sana yardım etsin” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No:1139) Sadece sıkıntılı zamanlarda dua etmek doğru olmadığıgibi dua edip sıkıntı geçtiğinde ettiği duayı ve sıkıntılarınıunutmak, iman ve ibadetten yüz çevirmek de doğru değildir. Bu hususu yüce Allah, Kur’ân’da şöyle ifade etmektedir: وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَاكَانَ يَدْعُوٓا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ“İnsana bir zarar dokundu mu, hemen içtenlikle Rabbine yönelerek O’na dua eder. Sonra (Rabbi) ona kendisinden bir nimet verdi mi; önceden O’na yaptığı duayı unutur da, O’nun yolundan saptırmak için Allah’a eşler koşmaya başlar…” (Zümer, 39/8) فَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَا ثُمَّ إِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّا قَالَ إِنَّمَا أُوتِيتُهُعَلَى عِلْمٍ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ أَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ“İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize dua eder. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit; ‘Bu, (benim) bilgi(m) sayesinde bana verildi, der. Hayır, o bir imtihandır, fakat çokları bilmiyorlar.” (Zümer, 39/49) وَإِذَا مَسَّ الْإِنْسَانَ الضُّرُّ دَعَانَا لِجَنْبِهِ أَوْ قَاعِدًا أَوْ قَآئِمًا فَلَمَّا كَشَفْنَالِلْمُسْرِفِينَ مَا عَنْهُ ضُرَّهُ مَرَّ كَأَنْ لَمْ يَدْعُنَا إِلَى ضُرٍّ مَسَّهُ كَذٰلِكَ زُيِّنَكَانُوا يَعْمَلُونَ“İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yanı üzere yatarken, yahut otururken ya da ayakta iken bize dua eder; ama biz onun darlığını açıp kaldırınca sanki kendisine dokunan bir darlıktan ötürü bize hiç dua etmemiş gibi hareket eder. İşte aşırı gidenlere, yaptıkları iş böyle süslü gösterilmiştir.” (Yûnus, 10/12) فَإِذَا رَكِبُوا فِي الْفُلْكِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْ إِلَىالْبَرِّ إِذَا هُمْ يُشْرِكُونَ“Gemiye bindikleri zaman, dini yalnız Allah’a hâlis kılarak O’na dua ederler. Fakat (Allâh) onları salimen karaya çıkarınca hemen (O’na) ortak koşarlar.” (Ankebût, 29/65) وَاِذَا مَسَّ النَّاسَ ضُرٌّ دَعَوْا رَبَّهُمْ مُن۪يب۪ينَ اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَآ اَذَاقَهُمْ مِنْهُ رَحْمَةًاِذَا فَر۪يقٌ مِنْهُمْ بِرَبِّهِمْ يُشْرِكُونَۙ“İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rablerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra (Rableri), onlara kendinden bir rahmet tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rablerine ortak koşarlar.”(Rûm, 30/33) وَاِذَا غَشِيَهُمْ مَوْجٌ كَالظُّلَلِ دَعَوُا الٰهّلَ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۚ فَلَمَّا نَجّٰيهُمْاِلَى الْبَرِّ فَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۜ وَمَا يَجْحَدُ بِاٰيَاتِنَآ اِلَّا كُلُّ خَتَّارٍ كَفُورٍ“(Denizde) onları, gölgeler gibi dalgalar sardığı zaman, dini yalnız kendisine has kılarak Allah’a dua ederler. Fakat O, onları kurtarıp karaya çıkarınca içlerinden bir kısmı iktisâd eder (Allah’a yönelmeyi kısar, gevşetir); zaten bizim ayetlerimizi (öyle) nankör gaddarlardan başkası inkâr etmez.”(Lokmân, 31/32) لَا يَسْأَمُ الْإِنْسَانُ مِنْ دُعَاءِ الْخَيْرِ وَإِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُوسٌ قَنُوطٌ“İnsan hayır istemekten usanmaz (dâima malının artmasınıdiler). Ama kendisine bir şer dokundu mu hemen üzülür, ümitsiz olur.” (Fussilet, 41/49) وَاِذَآ اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَآءعَر۪يضٍ “İnsana bir nimet verdik mi yüz çevirir; yan çizer. Ona bir şer dokundu mu yalvarıp durur.” (Fussilet, 41/51) وَاِذَا مَسَّكُمُ الضُّرُّ فِي الْبَحْرِ ضَلَّ مَنْ تَدْعُونَ اِلَّآ اِيَّاهُۚ فَلَمَّا نَجّٰيكُمْ اِلَىالْبَرِّ اَعْرَضْتُمْۜ وَكَانَ الْاِنْسَانُ كَفُورًا“Denizde size bir sıkıntı (boğulma korkusu) dokunduğu zaman O’ndan başka bütün yalvardıklarınız kaybolur (artık o zaman, Allah’tan başka kimseden yardım istemezsiniz. Çünkü O’ndan başka sizi kurtaracak kimse yoktur.) Fakat (O) sizi kurtarıp karaya çıkarınca yine (Allâh’ı bir tanımaktan) yüz çevirirsiniz. Gerçekten insan nankördür.” (İsrâ, 17/67) Bu ayetler, insanların genel psikolojisini ve insanın fıtratında olan din duygusunu, Allah inancını, duaya olan ihtiyacını, hayır dua etmekten usanmadığını, darlık zamanlarında herkesin dua ettiğini, duanın ayakta, otururken ve yatarken yapılabileceğini, nimete kavuşunca bir kısım insanın nankörlük ettiğini, bir musibete uğrayınca dua edip durduğunu ve ümitsizliğe kapıldığını, nimete kavuşunca yüz çevirdiğini, ilâhî iradeye uygun olmayan davranışlar sergilediğini, hatta bir kısmının Allah’a ortaklar koştuğunu, küfre saplandığını ifade etmektedir. Bu tür insanlar; kınanmakta, darlıkta ve bollukta, rahatlık ve sıkıntılı her zaman Allah’a dua edilmesi, dua kabul edilip maksada erdikten sonra duanın terk edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.

13. Sadece Allah’a Dua Edilmeli

Dua, sadece Allah’a yapılmalı, araya başka aracılar sokulmamalıdır. Her namazda okuduğumuz Fatiha sûresinde, إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ“Sadece Sana ibadet eder, sadece Senden yardım dileriz”diyerek bunu dile getiriyoruz. Yüce Allah, bize şah damarımızdan daha yakındır. (Kâf, 50/16) Bu sebeple ne istersek, aracısız O’ndan istemeliyiz. Bakara sûresinin 186. ayetinde yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: وَاِذَا سَاَلَكَ عِبَاد۪ي عَنّ۪ي فَاِنّ۪ي قَر۪يبٌۜ اُج۪يبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ اِذَا دَعَانِۙ“Kullarım sana beni sorarlarsa, gerçekten Ben onlara yakınım. Bana dua edenin duasını kabul ederim.”Kur’ân’da duanın sadece Allah’a yapılması önemle vurgulanmıştır. Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi Kur’ân’da kesinlikle yasaklanmıştır. Konuyla ilgili ayetlerin bazısı şöyledir: لَهُ دَعْوَةُ الْحَقِّ وَالَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ ليَسْتَج۪يبُونَ لَهُمْ بِشَىْءٍ اِلَّا كَبَاسِطِ كَفَّيْهِ اِلَى الْمَاءِ لِيَبْلُغَ فَاهُوَمَا هُوَ بِبَالِغِه۪“Gerçek dua ancak O’nadır. O’ndan başka yalvardıklarıise onların isteklerine ancak, ağzına ulaşmayacağı hâlde, ulaşsın diye avuçlarını suya uzatan kimsenin isteğine suyun cevap verdiği kadar cevap verirler.” (Ra’d, 13/14) Bu ayette, Allah’tan başka varlıklara dua edenler kınanmakta ve Allah’tan başka varlıklara, putlara, türbelere, ölülere yapılacak duaların, onlardan isteklerin boşa gideceği bildirilmektedir. فَ تَدْعُ مَعَ الِّٰهل اِلٰهًا اٰخَرَ فَتَكُونَ مِنَ الْمُعَذَّب۪ينَ“Öyle ise sakın Allah ile beraber başka bir ilâha yalvarma, sonra azaba uğrayanlardan olursun.” (Şu’arâ, 26/213) Bu ayette sadece Allah’a dua edilmesi istenmekte ve Allah’tan başkasına dua eden kimselerin haddi aşmışolacakları bildirilmektedir. (bk. En’âm, 6/40-41; Yunus, 10/106; Kasas, 28/88) İnsan her isteğini sadece Allah’tan istemelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); اِذَا سَأَلْتَ فَاسْأَلِ الٰهّلَ وَ اِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِالل“Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste, bir yardım talebinde bulunduğun zaman Allah’tan yardım talep et” buyurmuştur. (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, er-Ricâ Minallah, No: 1075) اَلَيْسَ الٰهّلُ بِكَافٍ عَبْدَهُ“Allah, kuluna kâfi değil mi?” (Zümer, 39/36) Allah’ı bırakıp da zararı ve faydası dokunmayan, hatta zararı faydasından çok olan varlıklara dua edenler (putlardan, türbelerden, ölülerden yardım isteyenler, medet umanlar) şu ayetlerde kınanmaktadır: يَدْعُو مِنْ دُونِ الَّهلِ مَا لَا يَضُرُّهُ وَمَا لَا يَنْفَعُهُ ذَلِكَ هُوَ الضَّ لَالُ الْبَعِيدُ“Allah’ı bırakıp da kendine ne zarar, ne menfaat veremeyecek şeylere yalvarır. İşte derin sapıklık budur.” (Hac, 22/12) يَدْعُو لَمَنْ ضَرُّهُ أَقْرَبُ مِن نَفْعِه۪ لَبِئْسَ الْمَوْلَى وَلَبِئْسَ الْعَشِيرُ“Zararı, faydasından daha yakın olana yalvarır. (O), ne kötü bir yardımcı ve ne kötü bir arkadaştır!” (Hac, 22/13) وَمَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُو مِنْ دُونِ الَّهلِ مَنْ لَا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِوَهُمْ عَنْ دُعَائِهِمْ غَافِلُونَ“Allah’ı bırakıp da kıyâmet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere yalvarandan daha sapık kim olabilir? Oysa onlar, bunların yalvardıklarından habersizdirler.”(Ahkâf, 46/5) Bu ayetler; hem sadece Allah’a dua edilmesi gerektiğini, hem de Allah’tan başkasına yapılacak duaların günah olduğunu ve boşa gideceğini ifade etmektedir.

14. Esmâ-i Hüsnâ, Salih Amel ve Hayırlı İşler Vesile Edilmeli

Mü’min, duanın kabul olması için Allah’ın güzel isimlerini, işlediği sâlih ve hayırlı amelleri vesile etmelidir. Bunun örnekleri hadislerde vardır. Meselâ Peygamberimiz (s.a.s.), kızı Fatıma’ya akşam ve sabah şu duayı yapmasınıtavsiye etmiştir: يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ بِرَحْمَتِكَ اَسْتَغِيثُ اَصْلِحْ لِي شَأْنِي كُلَّهُ وَ لَا تَكِلْنِي اِلٰىنَفْسِي طَرْفَةَ عْنيٍَ“Ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî, ebedî ve zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı, uykusu ve uyuklamasıolmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarınıüstlenen Allah’ım! Rahmetin sebebiyle senden yardım istiyorum. İşlerimin hepsini ıslah eyle, göz açıp kapayıncaya kadar beni nefsime bırakma.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 914) Bu hadiste, Allah’a iki güzel ismi ile hitaptan sonra “rahmeti” vesile edilmiştir. Geçmiş ümmetlerden üç kişi yaya olarak yolculuğa çıkarlar. Yolda şiddetli bir yağmura yakalanırlar. Yağmurdan korunmak için dağdaki bir mağaraya sığınırlar. Dağdan bir taş yuvarlanır ve gelip mağaranın girişini tamamen kapatır. Birbirlerine; çıkışımızı taş kapattı, izimiz kayboldu, burada olduğumuzu Allah’tan başka hiç kimse bilmiyor, kurtuluşumuz ancak dua ile olur, bu sebeple en güvendiğiniz sâlih bir amelinizi vesile ederek dua edin, belki Allah bir kurtuluş yolu var eder, derler. Biri şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi benim yaşlıbir annem-babam vardı. Bir de eşim ve küçük çocuklarım. Her gün çocuklarımdan önce anne-babama süt içirirdim. Bir gün biraz geç kaldım, süt içirmek için anne-babamın yanına geldiğimde, onlar uyuyorlardı. Onları uyarmaya kıyamadım, uyanmalarını bekledim. Bu arada çocuklarım ayaklarıma dolanıyor, karınlarının acıktığını söylüyorlardı. Ben önce âdetim üzere sütü anne-babama içirmek istiyordum. Sabaha kadar başlarında bekledim, nihayet uyandılar ve onlara sütlerini içirdim. Allah’ım! Bildiğin gibi bunu ben sırf Senin rahmetini ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya bulunduğu yerden biraz hareket eder, ışık görünür ve gökyüzünü görürler. İkinci kişi şöyle dua eder: “Allah’ım! Bildiğin gibi amcamın bir kızı vardı, ben onu çok seviyordum, ona âşık olmuştum. Onunla birlikte olmak, ondan murat almak istedim, kabul etmedi. Muradıma erebilmek için yüz dinar para verdim. Bu parayı elde etmek için çok çalışmış, çok yorulmuştum. Tam ilişkide bulunacağım bir anda bana, ‘Ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, nikâhsız Allah’ın mührünü açma (kızlığımıbozma)’ dedi. Ben de vazgeçtim. Allah’ım! Biliyorsun ki bunu ben sırf Senin rahmetin ve rızanı elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım, bizi sıkıntıdan kurtar, bize semayıgöster.” Bu dua üzerine mağaranın girişindeki kaya biraz daha bulunduğu yerden hareket eder, ışık iyice görünür. Üçüncü kişi de şöyle dua eder: “Allah’ım! Ben bir ölçek pirinç karşılığında bir işçi çalıştırmıştım, iş bitince ücretini vermek istemiştim ancak ücretini almamıştı. Ben de bu pirinci ektim, ürününü biriktirdim, nihayet ürünleri satıp parasıile sığır ve koyun aldım. Bir zaman sonra işçi geldi ve bana ‘ey Allah’ın kulu! Allah’tan kork, bana zulmetme, ücretimi ver’ dedi. Ben de, ‘Bu sığırları ve davarları çobanlarıyla birlikte al, bunlar senin ücretin’ dedim. Bana, ‘Allah’tan kork ve benimle alay etme’ dedi. Ben de ‘Alay etmiyorum, bütün bu mallar senin’ dedim. İsteseydim, sadece bir ölçek pirincini verirdim. Allah’ım! Sen de biliyorsun ki ben bunu rahmetini elde etmek için ve azabından korktuğum için yaptım. Şu mağaranın kapısını bütünüyle bize açıver.” Bu duanın üzerine taş mağaranın ağzından tamamen uzaklaşır ve mağaradan kurtulurlar. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No; 897, 971; Müslim, Zikir ve Dua, 100; Buhârî, Muzâraa,11) Üç kişinin başına gelen bu olay, günümüzde olsa, bu kişilerin yanlarında cep telefonu bulunsa ve çekse, bulunduklarıyeri de bilseler, yakınlarına telefon edip kendilerini kurtarmalarını isteyebilirler. Olayın kahramanları için o gün böyle bir imkân yoktur. Şiddetli yağmur yağdığı için iz sürmek suretiyle kendilerine ulaşma imkânı da kalmamıştır. Bedensel güçleri ile kurtulmaları da mümkün değildir. Allah’ın yardımından başka çareleri kalmamıştır. Allah’a dua etmeye karar verirler. Dualarının kabul olmasıiçin Allah rızası için yaptıkları bir ameli, işi veya sırf Allah korkusu ile terk ettikleri bir fiili vesile ederek dua ederler. Her üç fiil de kul hakkı ile ilgilidir. Birinci, annebabasına hizmeti her şeyin üstünde tutmakta, bunu herhangi bir dünyevî çıkar için değil Allah rızası için yapmaktadır. İkincisi çok arzu ettiği bir isteğine kavuşur, son anda Allah’a olan saygı ve korkusu ağır basar, bir haramı bu yüzden terk eder. Üçüncüsü çalıştırdığı bir işçinin emeğini zayi etmez, değerlendirir, çoğaltır ve hak sahibine verir. Her üç davranış da takdire değer niteliktedir, Allah’a iman ve ahlâk ön plana çıkartılmış, nefse yenik düşülmemiştir. Bu asil davranışlar vesile edilerek dua edilmiş, Allah da kabul etmiştir. Biz bu hadisten, kabul olmasını istediğimiz bir duada sırf Allah için yaptığımız amelleri vesile ederek dua edebileceğimizi öğreniyoruz. Allah’ın güzel isimleri ve böyle sâlih ameller vesile edilebilir; ancak türbelere, çalılara bez bağlamak, mum yakmak, adakta bulunmak ve benzeri davranışlar dînen doğru olmadığı gibi bir faydası da olmaz, hatta bu tür davranışlar, inanca bile zarar verebilir. Hâkim’in Müstedrek adlı eserinde Peygamberimizin duada vesile edilebileceği ile ilgili şöyle bir rivayet vardır: Görme özürlü biri gelip Peygamberimizden iyileşmesi için kendisine dua etmesini ister. Peygamberimiz, bu kimseye güzelce bir abdest almasını ve iki rekat namaz kılmasınıve şöyle dua etmesini emreder: اَللّٰهُمَّ اِنِّي أَسْأَلُكَ وَأَتَوَجَّهُ إِلَيْكَ بِنَبِيِّكَ مُحَمَّدٍ صَلّٰى الٰهّلُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَنَبِيِّ الرَّحْمَةِ يَا مُحَمَّدُ إِنِّي أَتَوَجَّهُ بِكَ إِلَى رَبِّكَ فِي حَاجَتِي هٰذِه۪فَتَقْض۪يهَا لِي اَللّٰهُمَّ شَفِّعْهُ فِيَّ وَشَفِّعْنِي فِيهِ“Allah’ım! Senden (bana şifa vermeni) istiyorum, rahmet peygamberi olan elçin Muhammed (s.a.s.)’i vesile ederek Sana yöneliyorum. Ey Muhammed! Ben, şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbine yöneliyorum. Allah’ım! O’nu (peygamberini) bana şefaatçi kıl ve ihtiyacım konusunda onu bana şefaatçi eyle.” (Hâkim, De’avât, No: 1909, 1929-1930, I, 519, 526) Bu hadiste, Peygamberden bir şey istenmiyor, istekler doğrudan Allah’a arz ediliyor, sadece Allah’ın en sevgili kulu ve son peygamberi olan Hz. Muhammed (s.a.s.), duanın kabulü için vesile ediliyor. Konu ile ilgili üç rivayetten ikisinde, Peygamberimizden bu duayı öğrenen kişinin dua ettiği ve iyileştiği bildirilmektedir. (Hâkim, De’avât, No: 1929-1930, I, 526)

15. Dua Sonunda “Âmin”, “Duamı Kabul Et”Denilmeli, Hz. Peygambere Salât ü Selâm Getirilmeli ve Fâtiha Sûresi Okunmalı

Dua bitiminde “âmin” ve رَبَّنَا وَتَقَبَّلْ دُعَاءِ“Ya Rabbi! Duamı kabul et” (İbrâhim, 14/40) denilmeli, Peygamberimize salât ve selâm getirilmeli ve Kur’ân’ın ilk sûresi olan Fâtiha sûresi okunmalıdır. إِذَا قَالَ أَحَدُكُمْ آم۪ينْ وَالْمَلَائِكَةُ فِي السَّمَاءِ آم۪ينْ فَوَافَقَ إِحْدَاهُمَا الْأُخْرٰىغُفِرَ لَهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِه۪“Biriniz ‘âmin’ dediği zaman gökteki bir melek de ‘âmin’der. İkisinden biri diğerinin ‘âmin’ demesine denk gelirse geçmişgünahları bağışlanır” (Hemmâm b. Münebbih, Sahîfetü Hemmâm, No:

10) anlamındaki hadis, dua sonunda “âmin” demenin önemini ortaya koymaktadır.

Fâtiha sûresinin ilk ayetlerinde yüce Allah’ın nitelikleri bildirildikten sonra dua ayetleri gelmektedir: بِسْمِ الِّٰهل الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ“Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla”اَلْحَمْدُ رَبِّ الْعَالَمِينَ“Hamd (her türlü övgü), âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.”اَلرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ“O, rahmândır ve rahîmdir.”مَالِكِ يَوْمِ الدِّينِ“Din (cezâ ve mükâfât) gününün sâhibidir.”إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ“(Yâ Rabbi!) Ancak sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz!”اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَقِيمَ“Bizi doğru yola ilet.”صِرَاطَ الَّذِينَ أَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ غَيْرِ الْمَغْضُوبِ عَلَيْهِمْ وَلاَ الضَّالّ۪ينَ“Nimet verdiğin kimselerin yoluna. Kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil.”Fâtiha sûresi, sevap bakımından en büyük sûredir. (Buhârî, Tefsîru’l-Kur’ân, 1, V, 146) Fâtiha’yı okuyan kimsenin duası kabul olur. Bir kutsî hadiste yüce Allah, şöyle buyurmuştur: “Fâtiha’yı kendim ile kulum arasında ikiye böldüm: Yarısıbenim, yarısı da kulumundur. Kulumun istediği hakkıdır, kendisine verilecektir.”Hadisin devamında Peygamberimiz şöyle demiştir: “Bir kul, ‘Elhamdülillâhi Rabbi’l-âlemîn’ dediği zaman yüce Allah; ‘Kulum bana hamdetti’ der. Kul; “er-Rahmâni’r-Rahîm” dediğinde yüce Allah, ‘Kulum beni övdü’ der. Kul, ‘Mâliki yevmi’d-dîn” dediğinde, Allah, ‘Kulum beni yüceltti, bana saygı gösterdi’ der. Kul, “İyyâke na’büdü ve iyyâke neste’în” dediği zaman Allah, ‘Bu benim ile kulum arasındadır (ibadet eden kuluma, yardım etmek bana aittir). Kulumun istediği verilecektir’ der. Kul, “İhdina’s-Sırâta’l-müstekîm, sırâta’l-lezîne en ’amte aleyhim ğayri’l-meğdûbi aleyhim ve la’d-dâllîn” dediği zaman Allah, ‘Bu dilek kula aittir, istediği verilecektir’ buyurur.” (Müslim, Salât, 38)

Sonuç olarak; dua yaparken mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, abdest alıp kıbleye dönülmeli, eller semaya kaldırılmalı, eûzü ve besmele çekilmeli, Allah’a hamd ve Peygambere salât ü selâm getirilmeli ve günahlara tövbe ederek duaya başlanmalıdır. Dua eden kişi, konumuna uygun bir edep içinde olmalıdır. Sadece Allah’a dua edilmeli, duada meşru sınırlar aşılmamalı, meşru isteklerde bulunulmalı, kabûlü için acele edilmemeli, duanın kabul edileceği inancı taşınmalı, ihlâs ile ve yürekten, kısık bir sesle ve yalvararak dua edilmelidir. Duada anlamlı ve veciz sözler seçilmeli, yapmacık sözlerden kaçınılmalıdır. Dua sonunda Hz. Peygambere salât ve selâm getirilmeli ve eller yüzlere sürülmelidir. (İbn Mâce, Dua, 13) Dua her zaman ve mekânda; her hâl ve şartta söz gelimi; yürürken, otururken ve yatarken yapılabilir. (Yûnus, 10/12). Nitekim bir ayette şöyle buyurulmuştur: اَلَّذِينَ يَذْكُرُونَ الٰهّلَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِالسَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًا سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَالنَّارِ“Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ıanarlar. Göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. ‘Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın, Seni eksikliklerden uzak tutarız. Bizi ateş azabından koru’ derler.” (Âl-i İmrân, 3/191) Usul ve adabına uygun bir dua; sadece dil ve dudaklarla yapılmaktan ibaret olmamalı, kalp ve rûh da duaya katılmalıdır. Eller, dil ve gönül hep birlikte Allah’a yönelmelidir. Dua esnasında korku ve ümit birlikte bulunmalı, candan ve yalvararak, ihlâs ve samimiyetle istenmelidir. Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle, günahlara pişmanlık duyularak, kıbleye yönelerek ve Allah’ın adıyla başlanarak yapılmalı, dua esnasında dinî şuur yoğunlaştırılmalı, kabulü için acele edilmemelidir. Duanın kabul edileceğine inanılarak ısrarla duaya devam edilmelidir. Ayrıca isteğini Allah’a arz etmeden önce Allah’a hamd-ü senâ, Peygamberimize de salât-ü selâm getirmelidir. Abdest alınmalı(Tirmizî, De’avât, 125), mümkünse kıbleye dönülmeli, dua cümleleri üç defa tekrar edilmelidir.


DUANIN KABÛLÜ VE İNSAN HAYATINA ETKİSİ

Duanın İnsan Hayatına Tesiri

Dua; mü’minin kendini Allah’a yaklaştırmak için yaptığıbir çaba, psikolojik bir rahatlık, huzur ve mutluluk kaynağıdır. Dua; mü’minin Rabbi ile irtibatını sağlar, Allah’a olan inancını ve güvenini pekiştirir, sıkıntılı ve darlık zamanlarında bir ümit ve sığınak olur, insanı yalnızlık hissinden kurtarır. Dua; maddî hastalıklara zemin hazırlayan stres, sıkıntıve dertleri yok eder, psikolojik ve ruhsal hastalıklara ilaçolur, maddî hastalıkların iyileşmesini hızlandırır. Dua; insanı görünür görünmez kaza, bela ve musibetlerden korur, insanın hayır ve hasenat yapmasına vesile olur, alçak gönüllü olmasını sağlar, insana kulluğu hatırlatır ve onu yüce Allah’ın gazabından korur. Dua; insanın yalnızlığını giderir, insana dert ortağıolur. İnsan ancak gücünün yettiği işleri yapabilir ve sıkıntıların üstesinden gelebilir, fakat gücünü aşan konularda zorlanır. Bu zorluk insana acziyetini, kulluğunu ve Rabbini hatırlatır, O’ndan yardım istemeye yöneltir. Zorlukları yenme ve işlerde başarılı olmanın yolu duadan geçer. Pek çok insanın başarısının arkasında ağzı dualıinsanların / anne-babanın hayır duası vardır. Birçok sıkıntıve başarısızlığın arkasında zulüm ve mazlumun bedduasıvardır. Dünya nüfusunun yoğunluğuna rağmen birçok insan, yalnızlıktan şikayet eder. Fertler arasındaki iletişim zayıflığı, sevgi yetersizliği, komşuluk ve arkadaşlık bağlarının kaybolması sebebiyle insanlar, birbirlerine yabancılaşmıştır. “Ferdîleşme” olarak adlandırılan bu olgu, bireylerin hayata bakışlarını olumsuz etkiler. Böylece insan, kalabalıklar içinde yalnızlık çeken bir varlık konumuna düşer. Bu nedenlerle stres, gerilim, sıkıntı ve yalnızlığın sonucu “depresif ” hasta sayısı her geçen gün artmaktadır. Endişe, güvensizlik, trafik sıkışıklığı, ulaşım zorluğu, iş hayatındaki rekabet, gelecek hakkındaki belirsizlik ve geçimsizlik gibi olgu ve kaygılar, kişinin ruh hâlini olumsuz yönde etkilemektedir. Bu tür bunalım ve çıkmaza giren bir kısım insanlar, olumsuz eylem ve davranışlara, sakinleştirici ve uyuşturucu maddelere yönelmektedir. İşte bu gibi durumlarda insandaki Allah ve ahiret inancı ön plana çıkar; sabır, irade, azim, çalışma, tevekkül ve dua gibi dinî değerler, insanlarızorluklara karşı motive eder, psikolojik rahatlama sağlar, yalnızlık hissini ortadan kaldırır, manevî güç verir. Dua; mü’minler için manevî bir sığınaktır, yardım, moral ve güç tazeleme kapısıdır. Bu itibarla dua, müslümanın hayatının ayrılmaz bir parçasıdır, gecesinde ve gündüzünde, evinde ve iş yerinde gönlü ve dili hep duadadır müslümanın. Duası kabul olan kullar arasına girebilirse insan, dünya ve ahiret mutluluğuna ermiş demektir. Sahabeden Hz. Enes’in bildirdiğine göre; “Dua eden mü’minin en az üç kazanımı olur: İstediği hemen verilir veya günahı bağışlanır veya sevabı ahirete bırakılır.” (Abdürrazzâk, Dua, No: 19649) Peygamberimiz (s.a.s.) de şöyle buyurmuştur: مَا مِنْ دَاعٍ يَدْعُو اِلَّا اسْتَجَابَ الٰهّلُ لَهُ دَعْوَتَهُ اَوْ صَرَفَ عَنْهُ مِثْلَهَا سُوءًااَوْ حَطَّ مِنْ ذُنُوبِهِ بِقَدْرِهَا مَا لَمْ يَدْعُ بِاِثْمٍ اَوْ قَطْعِ رَحْمِ“Dua eden bir mü’minin; günah olan bir şeyi istemedikçe veya akrabalık ilişkisini kesmek için dua etmedikçe, Allah ya onun duasını kabul eder veya ondan duası nispetinde bir kötülüğüuzaklaştırır veya onun duası kadar günahlarını siler.”(Abdürrazzâk, Dua, 18650)


(Abdürrazzâk, Dua, 18650)

KABUL OLAN DUALAR

Mü’min, usul ve adabına uygun olarak dua ettiği zaman duası kabul olur ve bunun faydasını ve etkisini dünya ve ahirette görür. Yüce Allah, ayetlerde dua edenin duasınıkabul edeceğini bildirmektedir: وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌ أُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِفَلْيَسْتَجِيبُوا لِي وَلْيُؤْمِنُوا بِي لَعَلَّهُمْ يَرْشُدُونَ“Kullarım, sana benden sorarlarsa (onlara söyle): Ben (onlara) yakınım. Dua eden, bana dua ettiği zaman onun duasına karşılık veririm. O hâlde onlar da bana karşılık versin (benim çağrıma uysun)lar, bana inansınlar ki, doğru yolu bulmuş olalar.” (Bakara, 2/186) أمََّنْ يُجِيبُ الْمُضْطَرَّ إِذَا دَعَاهُ وَيَكْشِفُ السُّوءَ وَيَجْعَلُكُمْ خُلَفَاءَالْأَرْضِ أَإِلٰهٌ مَعَ الَّهلِ قَلِي مَا تَذَكَّرُونَ“Yahut dua ettiği zaman darda kalmışa kim yetişiyor da kötülüğü (onun üzerinden) kaldırıyor ve sizi (eskilerin yerine) yeryüzünün sahipleri yapıyor? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var? Ne de az düşünüyorsunuz?” (Neml, 27/62) Birinci ayette dua edenin duasının kabul edileceği, ikinci ayette ise darda ve sıkıntıda kalanın sıkıntısının giderileceği bildirilerek Allah’ın dualara icabet eden olduğuna işaret edilmektedir. اِنَّ رَبِّي لَسَمِيعُ الدُّعَاءِ“Şüphesiz Rabbim duaları işitendir.” (İbrâhim, 14/39) هُنَالِكَ دَعَا زَكَرِيَّا رَبَّهُ قَالَ رَبِّ هَبْ لِي مِنْ لَدُنْكَ ذُرِّيَّةً طَيِّبَةً إِنَّكَ سَمِيعُالدُّعَاءِ“Orada (mihrapta) Zekeriyyâ, Rabbine; ‘Rabbim, bana katından temiz bir nesil ver. Sen duayı işitensin’ diye dua etmişti.”(Âl-i İmrân, 3/38) فَاسْتَغْفِرُوهُ ثُمَّ تُوبُوا إِلَيْهِ إِنَّ رَبِّي قَرِيبٌ مُجِيبٌ“O’ndan mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin! ÇünküRabbim yakındır, (duaları) kabul edendir” (Hûd, 11/61) anlamındaki ayetlerde ise Allah’ın “karîb (kullarına yakın)”, “semî’u’d-dua (duaları işiten)” ve “mücîb (duaları kabul eden)” olduğu bildirilmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.) de; إِنَّ الَّهلَ حَيِيٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحْيِي إِذَا رَفَعَ الرَّجُلُ إِلَيْهِ يَدَيْهِ أَنْ يَرُدَّهُمَا صِفْرًاخَائبِتََْنيِ“Allah, hayâ sahibidir, çok kerimdir. Bir insan iki elini kaldırıp kendisine dua ettiği zaman, o kalkan iki eli boşçevirmekten hayâ eder” (Tirmizî, De’avât,118; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 876; Hâkim, De’avât, I, 497) anlamındaki hadisi ile Allah’ın dualarıkabul edeceğini beyan etmiştir. Medineli müslümanlardan Ebû Ümâme adlı sahabîyi mescitte kederli bir şekilde otururken gören Resûlullah (s.a.s.), ona; “Namaz vakti değil, niçin mescitte oturuyorsun?”diye sorar. Sahâbî; “Üzüntülerim ve borçlarım sebebiyle buradayım, ey Allah’ın Resûlü!’’ diye cevap verir. Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.s.); “Söylediğin zaman, Allah’ın üzüntünü ve borçlarını gidereceği bir dua öğreteyim mi sana?’’ der. Sahâbî; ‘’Evet, öğret ey Allah’ın elçisi!” karşılığınıverir. Peygamberimiz (s.a.s.) de ona şu duayı öğretir ve akşam-sabah okumasını tavsiye eder: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ مِنَ الْهَمِّ وَالْحُزْنِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْعَجْزِ وَالْكَسَلِوَأَعُوذُ بِكَ مِنَ الْجُبْنِ وَالْبُخْلِ وَأَعُوذُ بِكَ مِنْ غَلَبَةِ الدَّيْنِ وَقَهْرِ الرِّجَالِقَالَ فَفَعَلْتُ ذٰلِكَ فَأَذْهَبَ الٰهّلُ هَمِّي وَقَضَى عَنِّي دَيْنِي“Allah’ım! Kederden ve hüzünden Sana sığınırım, acizlikten ve tembellikten Sana sığınırım, korkaklıktan ve cimrilikten Sana sığınırım, borç altında ezilmekten ve insanların kahrından Sana sığınırım.”Sahabî; “Hz. Peygamberin öğrettiği duayı okudum; Allah da üzüntümü ve borçlarımı giderdi’’ demiştir. (Ebû Davud, Salat, 367) Sırf sözle yapılan bir dua ile çalışmadan borçlar nasıl ödenecek? Sahabîye öğretilen duanın cümleleri arasında; “Acizlikten ve tembellikten Allah’a sığınırım, diye dua et”sözünün bulunması bir mesajdır. Bu mesaj ile; “Ey EbûUmâme! Üzüntülerin ve üzüntülerine sebep olan borçların, mescitte de olsa, oturmakla ortadan kalkmaz, acizliği ve tembelliği bırak, çalış, bu konuda Allah’tan yardım iste, harekete geç, borçlarını ödemenin yollarını ara, mescitte oturup beklemekle ne üzüntün, ne de borcun biter” demek istenmiştir. Dua bir ibadet ve bir zikir olduğu için dua eden mutlaka ilâhî emre uymuş, itaat etmiş ve sevap kazanmış olur. Dünya ile ilgili isteklerini yüce Allah, kulun yararına göre hemen verebileceği gibi bir müddet sonra da verebilir veya duasının karşılığı ahirete bırakılmış olabilir. Dolayısıyla, dünya hayatına yönelik talepleri karşılanmayan kişi, duam kabul edilmedi, dememelidir. Peygamberimiz (s.a.s.); dua edene yüce Allah’ın isteğini ya dünyada hemen vereceğini veya ahirette vereceğini ya da istediği iyilik kadar kötülüğün giderileceğini bize haber vermiştir: مَا مِنْ رَجُلٍ يَدْعُو الٰهّلَ بِدُعَاءٍ إِلَّا اسْتُجِيبَ لَهُ فَإِمَّا أَنْ يُعَجَّلَ لَهُ فِيالدُّنْيَا وَإِمَّا أَنْ يُدَّخَرَ لَهُ فِي الْآخِرَةِ وَإِمَّا أَنْ يُكَفَّرَ عَنْهُ مِنْ ذُنُوبِهِ بِقَدْرِمَا دَعَا مَا لَمْ يَدْعُ بِإِثْمٍ أَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ أَوْ يَسْتَعْجِلْ قَالُوا يَا رَسُولَ الِّٰهلوَكَيْفَ يَسْتَعْجِلُ؟ قَالَ يَقُولُ دَعَوْتُ رَبِّي فَمَا اسْتَجَابَ لِي“Allah’a dua eden herhangi bir insan yoktur ki duası kabul edilmiş olmasın. Günah işlemediği, yakınları ile ilişkisini kesmediği ve isteğinde acele etmediği sürece Allah ona ya dünyada istediğini hemen verir veya isteğini ahirete bırakır ya da duası nispetinde günahlarını bağışlar. Sahabe, “Ey Allah’ın elçisi! Nasıl acele edilir? diye sordular. Hz. Peygamber, “Kulun, Rabbime dua ettim de duama icabet etmedi, demesidir”buyurur. (Tirmizî, De’avât, 13; bk. Müslim, Dua, 92) Aynı hadisin Hâkim’in Müstedrek adlı eserindeki rivayetinde; üçüncü şık; اَوْ يَصْرِفَ عَنْهُ مِنَ السُّوءِ مِثْلَهَا“Ya da duası nispetinde ondan bir kötülüğü savar” şeklindedir. (Hâkim, De’avât, I, 493)

Kabul olan duaları üç kısımda ele alabiliriz:

1. Bazı kimselerin yaptığı dualar,

2. Belirli zamanlarda yapılan dualar,

3. Belirli mekânlarda yapılan dualar.

1. Duası Kabul Olanlar

Kur’ân’da ve hadis-i şeriflerde duası kabul edilenlerden bize örnekler verilmiştir. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

a) Hz. Meryem’in Annesi İmrân’ın Duası

İmrân, kızı Meryem için; وَإِنِّي أُعِيذُهَا بِكَ وَذُرِّيَّتَهَا مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ“Onu (Meryem’i) ve soyunu kovulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum / Senin korumanı diliyorum” (Âl-i İmrân, 3/36) diye dua etmiştir. Yüce Allah, İmrân’ın duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir: فَتَقَبَّلَهَا رَبُّهَا بِقَبُولٍ حَسَنٍ وَأَنْبَتَهَا نَبَاتًا حَسَنًا وَكَفَّلَهَا زَكَرِيَّا“Rabbi onu güzel bir şekilde kabul buyurdu; onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi ve Zekeriyyâ da onun bakımını üstlendi.”(Âl-i İmrân, 3/37)

b) Hz. Eyyûb Peygamberin Duası

Eyyûb (a.s)’ın, hastalığının iyileşmesi ve sıkıntısının giderilmesi için Allah’a şöyle dua ettiği bildirilmektedir: وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ“(Ey Peygamberim!) Eyyûb’u da hatırla. Hani o Rabbine,‘Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin’ diye yalvarmıştı.” (Enbiya, 21/83) وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ“Kulumuz Eyyûb’u da an: (O) Rabbine ‘Şeytan, bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu’ diye seslenmiş, dua etmişti.”(Sâd, 38/41) Yüce Allah, Eyyûb Peygamberin duası üzerine hastalığının iyileşmesi için, اُرْكُضْ بِرِجْلِكَ هَذَا مُغْتَسَلٌ بَارِدٌ وَشَرَابٌ“Ona ayağını (yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)” (Sâd, 38/42) buyurmuş, Eyyûb (a.s.) ayağını yere vurmuş, çıkan su ile yıkanmış ve sudan içmiş, iç ve dış bütün hastalıklarından kurtulmuştur. Yüce Allah, Eyyûb’un duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir: فَاسْتَجَبْنَا لَهُ فَكَشَفْنَا مَا بِهِ مِنْ ضُرٍّ وَآتَيْنَاهُ أَهْلَهُ وَمِثْلَهُمْ مَعَهُمْ رَحْمَةًمِنْ عِنْدِنَا وَذِكْرَى لِلْعَابِدِينَ“Biz de onun duasını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik.” (Enbiyâ, 21/84)

c) Yûnus Peygamberin Duası

Yûnus Peygamber, balığın karnında şöyle dua etmiştir: وَذَا النُّونِ إِذْ ذَهَبَ مُغَاضِبًا فَظَنَّ أَنْ لَنْ نَقْدِرَ عَلَيْهِ فَنَادٰى فِي الظُّلُمَاتِأَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ“(Ey Peygamberim!) Zünnûn’u (balık karnına girmişolan Matta oğlu Yûnus’u) da an; zira (o, kavmine) kızarak (yurdundan) ayrılıp gitmişti, bizim kendisine güç yetiremeyeceğimizi, (kavminin arasından çıkmakla kendisini kurtaracağını) sanmıştı. Nihayet karanlıklar içinde (kalıp); ‘(Ey Rabbim!) Senden başka tanrı yoktur. Senin şânın yücedir, ben zâlimlerden oldum!’ diye yalvardı.” (Enbiyâ, 21/87) Yüce Allah, Yûnus Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir: فَاسْتَجَبْنَا لَهُۙ وَنَجَّيْنَاهُ مِنَ الْغَمِّۜ وَكَذٰلِكَ نُنْجِي الْمُؤْمِن۪ينَ“Biz de onun duasını kabul ettik ve onu tasadan kurtardık. İşte biz, mü’minleri böyle kurtarırız.” (Enbiyâ, 21/88) Bu ayetlerde Allah, bedensel ve zihinsel her türlü hastalıktan kurtulmak için tedavi yollarına başvurulması gerektiğini, şifayı verenin Allah olduğunu vurgulamaktadır. Peygamberimiz (s.a.s.), Yûnus Peygamberin duası ile ilgili olarak; دَعْوَةُ ذِي النُّونِ إِذاَ دَعَا وَهُوَ فِي بَطْنِ الْحُوتِ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَإِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ فإِنَّهُ لَمْ يَدْعُ بِهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلاَّاسْتَجَابَ الَّهلُ لهُ“Balık sahibi (Yûnus peygamberin), balığın karnında yaptığı duası; ‘lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’zzâlimîn (Ya Rabbî!) Senden başka ilâh yoktur, seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zâlimlerden oldum)’şeklinde idi. Bu sözlerle dua eden herhangi bir Müslüman yoktur ki Allah onun duasını kabul etmiş olmasın” buyurmuştur. (Tirmizî, De’avât, 85; bk. Hâkim, De’avât, I, 505)

ç) Zekeriya Peygamberin Duası

Zekeriya (a.s.), Allah’a dua edip kendisine çocuk ihsan etmesini istemişti: وَزَكَرِيَّا إِذْ نَادَى رَبَّهُ رَبِّ لَا تَذَرْنِي فَرْدًا وَأَنْتَ خَيْرُ الْوَارِثِينَ“(Ey Peygamberim!) Zekeriyya’yı da (an). O, Rabbine; ‘Rabbim! Beni tek (yalnız başıma çocuksuz) bırakma. Sen, vârislerin en hayırlısısın (her şeyim sana kalacaktır)’ diye dua etmişti.” (Enbiyâ, 21/89) Yüce Allah, Zekeriya Peygamberin duasını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir: فَاسْتَجَبْنَا لَهُ وَوَهَبْنَا لَهُ يَحْيَى وَأَصْلَحْنَا لَهُ زَوْجَهُ إِنَّهُمْ كَانُوا يُسَارِعُونَفِي الْخَيْرَاتِ وَيَدْعُونَنَا رَغَبًا وَرَهَبًا وَكَانُوا لَنَا خَاشِعِينَ“Onun duasını da kabul buyurduk ve ona Yahyâ’yı armağan ettik. Eşini de kendisi için ıslah ettik (çocuk doğurmağa elverişli bir hâle getirdik). Gerçekten onlar hayır işlere koşarlar, umarak ve korkarak bize dua ederlerdi ve bize derin saygıgösterirlerdi.” (Enbiyâ, 21/90)

d) Süleyman Peygamberin Duası

Süleyman (a.s.), yüce Allah’tan mülk istemiştir: قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي وَهَبْ لِي مُلْكًا لَا يَنْبَغِي لِأَحَدٍ مِنْ بَعْدِي إِنَّكَ أَنْتَالْوَهَّابُ“O, ‘Rabbim! Beni affet, bana, benden sonra hiç kimseye nasip olmayan bir mülk (hükümdarlık) ver. Çünkü Sen, çok lütufkârsın’, diye dua etti!” (Sâd, 38/35) Yüce Allah, onun bu duasını kabul etmiştir: فَسَخَّرْنَا لَهُ الرِّيحَ تَجْرِي بِأَمْرِهِ رُخَاءً حَيْثُ أَصَابَ وَالشَّيَاطِينَ كُلَّ بَنَّاءٍوَغَوَّاصٍ وَآخَرِينَ مُقَرَّنِينَ فِي الْأَصْفَادِ“Bunun üzerine Biz de, istediği yere onun buyruğu ile kolayca giden rüzgârı, bina kuran ve dalgıçlık yapan şeytanları, demir halkalarla bağlı diğerlerini onun buyruğu altına verdik.”(Sâd, 38/35–38) Zikrettiğimiz bu beş örnekte, insanlara önder ve rehber olarak gönderilen peygamberlerin çeşitli konularda dua ettikleri ve dualarının kabul edildiği ve bunun bir öğüt olduğu bildirilerek mü’minlere yol gösterilmektedir. Peygamberler gibi ihlâs ile usul ve şartlarına uygun olarak dua eden mü’minlerin duaları da kabul olur. Özellikle bazı zamanlarda, konumları ve durumları sebebiyle bir kısım insanların dualarının kabul olacağını Peygamberimiz bize bildirmiştir. Bunların bir kısmını şöyle özetleyebiliriz:

e) Oruçlu Kimsenin, Âdil Devlet Başkanının ve Mazlumun Duası

ثَ ثَالَةٌ لَا تُرَدُّ دَعْوَتُهُمْ اَلصَّائِمُ حَتَّى يُفْطِرَ وَالْإِمَامُ الْعَادِلُ وَدَعْوَةُالْمَظْلُومِ يَرْفَعُهَا الٰهّلُ فَوْقَ الْغَمَامِ وَيَفْتَحُ لَهَا أَبْوَابَ السَّمَاءِ وَيَقُولُالرَّبُّ وَعِزَّتِي لَأَنْصُرَنَّكَ وَلَوْ بَعْدَ حِينٍ“Üç kimsenin duası reddedilmez: İftar edinceye kadar oruçlu kimsenin, âdil devlet başkanının ve mazlumun duası. Allah, mazlumun duasını bulutların üzerine kaldırır ve o dua için sema kapılarını açar ve ‘İzzetime yemin ederim ki belli bir süre de olsa mutlaka sana yardım edeceğim’ buyurur.” (Tirmizî, De’avât, 115,129; İbn Mâce, Siyâm, 48; bk. İbn Hıbbân, Ed’ıye, 17, No:17228) Oruç, riya karışmayan bir ibadettir. Oruç tutan sırf Allah için tutmuştur. Dolayısıyla Allah oruç tutanın duasınıkabul eder. Devlet başkanı/yönetici olup da yönetilenlere ve halka adaletli davranabilmek bir meziyettir, dürüstlüktür. Allah, bu kimselerin dualarını kabul edeceğini bildirerek adaletin önemine vurgu yapmıştır. Mazlum ise zarara uğramış, kalbi kırılmıştır, dolayısıyla zalime içtenlikle dua etmiştir. Allah, zalimin değil mazlumun yanındadır. Dolayısıyla mazlumun duasını kabul eder ve zalimden onun intikamını alır.

f) Misafirin ve Anne-Babanın Çocuklarına Duası

ثَ ثَالُ دَعَوَاتٍ مُسْتَجَابَاتٌ لَا شَكَّ فِيهِنَّ دَعْوَةُ الْوَالِدِ وَدَعْوَةُ الْمُسَافِرِوَدَعْوَةُ الْمَظْلُومِ“Hiç şek ve şüphe yok ki üç kimsenin yaptığı dua kabul edilir: Anne-babanın çocuklarına yaptığı dua, misafirin duasıve zulme uğramış kimsenin duası.” (Ebû Davud, Salât, 364; Tirmizî, De’avât, 48; bk. Heysemî, Ed’ıye, 17, No:17229) Dinimiz misafire ibadetlerde birtakım kolaylıklar tanımıştır. Meselâ isterse Ramazan orucunu -daha sonra kaza etmek şartıyla- tutmayabilir, dört rekatlı namazları iki rekat olarak kılar, mestlerin üzerine yetmiş iki saat mesh edebilir. Bu kolaylıklar, misafire verilen değeri ifade eder. Duasının kabulü de bu sebepledir. Anne-baba, çocukların hayata gelme sebebidir. Çocuklarıher türlü zahmete katlanıp büyütmüşlerdir. Üzerlerinde hakları çoktur. Bu itibarla çocukları hakkında yaptıklarıdua reddedilmez.

g) Mü’minlerin Yüzlerine ve Gıyaplarında Birbirlerine Yaptıkları Dua

Peygamberimiz (s.a.s.), bir mü’minin, bir mü’min kardeşinin gıyabında yaptığı duanın en süratli kabul edilen dua olduğunu şu hadislerinde bildirmiştir: إِنَّ أَسْرَعَ الدُّعَاءِ إِجَابَةً دَعْوَةُ غَائِبٍ لِغَائِبٍ“Hiç şüphesiz en süratli kabul edilen dua, bir mü’minin bir mü’mine gıyabında yaptığı duadır.” (Ebû Davud, Salât, 364; Buhârî, Edebü’l-Müfred, No:623) دَعْوَتَانِ لَيْسَ بَيْنَهُمَا وَ بَ الِّٰهل حِجَابٌ دَعْوَةُالْمَظْلُومِ وَ دَعْوَةُ الْمَرْءِ لِاَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ“İki dua vardır ki bu dualar ile Allah arasında perde yoktur. Mazlumun duası, kişinin müslüman kardeşinin gıyabında yaptığı dua.” (Heysemî, Ed’ıye, 17, No:17231) إِذَا دَعَا الرَّجُلُ لِأَخِيهِ بِظَهْرِ الْغَيْبِ قَالَتِ الْمَ ئَالِكَةُ آمِينْ وَلَكَ بِمِثْلٍ“Bir kimse kardeşinin gıyabında dua ettiği zaman melekler, ‘âmin, aynısı sana da verilsin’ diye dua ederler.” (Ebû Davud, Salât, 362) مَا مِنْ مُسْلِمَ الْتَقَيَا فَاَخَذَ اَحَدُهُمَا بِيَدِ صَاحِبِه۪ اِلَّا كَانَ حَقٌّ عَلَى الِّٰهلاَنْ يُجِيبَ دُعَائَهُمَا وَ لَا يَرُدَّ اَيْدِيَهُمَا حَتَّى يَغْفِرَ لَهُمَا“Birbirleriyle karşılaşıp tokalaşan iki Müslüman yoktur ki Allah dualarını kabul etmiş, ellerini bırakmadan onları bağışlamışolmasın.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 4139) اِنَّمَا يَنْصُرُ الٰهّلُ الْمُسْلِمِينَ بِدُعَاءِ الْمُسْتَضْعَفِينَ“Allah, Müslümanlara zayıfların duası sebebiyle yardım eder.” (Taberânî, No: 4160) Bu hadisler, mü’minlerin birbirlerinin yüzlerine ve gıyaplarında dua etmelerini hem teşvik etmekte, hem de bu duaların kabul edileceğini bildirmektedir.

ğ) İsm-i A’zâm İle Yapılan Dua

“İsm-i a’zâm”, en yüce isim, demektir. Hadis kitaplarında ism-i a’zâm ile ilgili farklı isimler zikredilmiştir. Bunlardan iki rivayet şöyledir: Sahabeden Enes b. Malik (r.a.) diyor ki; Hz. Peygamber (s.a.s.), bir gün camiye girdi. Bir sahâbî namaz kılıyordu. Bu sahâbî namazdan sonra dua etmeye başladı ve duasında şöyle diyordu: اَللَّهُمَّ اِنِّي اَسْأَلُكَ بِاَنَّ لَكَ الْحَمْدُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْمَنَّانُ بَدِ يعُالسَّمٰوَاتِ وَ الْاَرْضِ ذُو الْجَ لَالِ وَ الْاِكْرَامِ يَا حَيُّ يَا قَيُّومُ“Allah’ım! Her türlü övgü sana mahsustur. Senden başka ilâh yoktur. (Sen), mennânsın/çok nimet verensin, gökleri ve yeri yokken var edensin, celâl ve ikram sahibisin, ey yaşayan, diri, canlı, ölümsüz, ezelî ve ebedî olan; zatı ile kaim olan, her şeyin varlığı kendisine bağlı olan, uykusu ve uyuklaması olmayan, varlıkları yöneten, koruyan ve ihtiyaçlarını üstlenen Allah’ım! cümleleri ile sana dua ediyor, senden talepte bulunuyorum.”Bu duayı işiten Peygamberimiz (s.a.s.); لَقَدْ دَعَا بِاسْمِ الِّٰهل الْاَعْظَمِ الَّذِي اِذَا دُعِيَ بِه۪ اَجَابَ وَ اذَا سُئِلَ بِه۪ اَعْطَي“Bu kimse, Allah’ın ism-i a’zâm’ı ile dua etti ki ism-i a’zâm ile dua edildiğinde Allah bu duayı kabul eder ve bu isimle istenince Allah verir” (Hâkim, De’avât, I, 504; Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No:1124) buyurdu. Enes bin Malik anlatıyor. Hz. Peygamber bir adamın; اَللّٰهُمَّ اِنِّي اَسْاَلُكَ بِاَنَّ لَكَ الْحَمْدُ لَااِلٰهَ اِلَّا اَنْتَ الْمَنَّانُ بَدِيعُ السَّمٰوَاتِوَ الْاَرْضِ ذُو الْجَ لَالِ وَالْاِكْرَامِ اَسْأَلُكَ الْجَنَّةَ وَ اَعُوذُ بِكَ مِنَ النَّارِ“Allah’ım! ‘Hamd sana mahsustur, Senden başka ilâh yoktur, sadece Sen varsın, Sen mennânsın, gökleri ve yeri yaratansın, celal ve ikram sahibisin, isim ve niteliklerin ile istiyorum. Senden cenneti istiyorum ve cehennemden sana sığınıyorum”diye dua ettiğini duydu ve; لَقَدْ يَدْعُو الٰهّلَ بِاسْمِهِ الْاَعْظَمِ الَّذِي اِذَا دُعِيَ بِهِ.وَ اِذَا سُئِلَ بِهِ اَعْطَىاجَاَبَ“Bu adam Allah’tan, O’nun yüce ismiyle istedi ki Allah’a ism-i azamı ile dua edildiği zaman kabul eder, bu isim ile istenildiği zaman verir” buyurdu. (Hâkim, De’avât, I, 504; İbn Mâce, Dua, 9) Hadislerde Allah’ın ism-i a’zâmı olarak birden çok isim zikredilmiştir. Bu isimlerin başında lafza-i celal; sonra Rahman, Rahîm, Rab, Mennân, Ehad, Samed, Hayy, Kayyûm, Mâlikü’l-mülk, Bedî’u’s-semâvâti ve’l-erd, Zû’lcelâli ve’l-ikram, lâ ilâhe illallah, lâ ilâhe illâ ente isimleri gelmektedir. (bk. Müslim, Salâtü’l-müsâfirîn, 258; Tirmizî, De’avât, 65; İbn Mâce, Dua, 9; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 14; Ahmed, III, 120; VI, 461)

h) Hac ve Umre Yapanların Duası

اَلْحُجَّاجُ وَالْعُمَّارُ وَفْدُ الِّٰهل إِنْ دَعَوْهُ أَجَابَهُمْ وَإِنِ اسْتَغْفَرُوهُ غَفَرَ لَهُمْ“Hacılar ve umre yapanlar Allah’ın (evininin) ziyaretçileridir/ elçileridir. Kendisine dua ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bağışlanma dilerlerse onları bağışlar.” (İbn Mâce, Menâsik, 5) مَنْ حَجَّ هٰذَا الْبَيْتَ فَلَمْ يَرْفُثْ وَلَمْ يَفْسُقْ رَجَعَ كَيَوْمِ وَلَدَتْهُ أُمُّهُ“Kim Allah için hacceder de (Allah’ın rızâsına uymayan) kötü söz ve davranışlardan ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, (kul hakkı hariç) annesinin onu doğurduğu günkü gibi (günahlarından arınmış olarak hacdan) döner.” (Buhârî, Hac, 4; Nesâî, Menâsikü’l-Hac, 4; Müslim, Hac, 438; İbn Mâce, Menâsik, 1) Bu hadislerde Peygamberimiz (s.a.s.), Allah’ın, hac ve umre yapan kimselerin dualarını kabul edeceğini bildirmektedir. Hac ve umre; meşakkatli bir ibadettir, sıcak, izdiham ve kalabalıkta sırf Allah için sıkıntılara katlanmak samimiyetin gereğidir. Ayrıca hac ve umre yapanlar, Mescid-i Haram, Kâbe, Mina, Müzdelife ve Arafat gibi kutsal mekânlarda dua ederler, Allah da onların duasınıkabul eder.

i) Allah Yolunda Cihat Eden Gazilerin Duası

اَلْغَازِي فِي سَبِيلِ الِّٰهل وَالْحَاجُّ وَالْمُعْتَمِرُ وَفْدُالِّٰهل دَعَاهُمْ فَاَجَابُوهُ وَسَأَلُوهُ فَأَعْطَاهُمْ“Allah yolunda cihat eden gaziler, hac ve umre yapanlar Allah’ın elçileridir. Kendisine dua ederlerse dualarına icabet eder, O’ndan bir şey isterlerse onlara verir.” (İbn Mâce, Menasik, 5) Dini mübîni İslâm için cihad eden, Allah için beden ve mal varlığını ortaya koyan, gerektiğinde uykusuz ve aç kalan, düşmanla çarpışan müslüman, bu konumda dua ettiği zaman Allah duasını kabul eder. Her müslümanın kabul olan bir duası vardır. Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: وَ اِنَّ لِكُلِّ مُسْلِمٍ دَعْوَةً يَدْعُو بِهَا فَيُسْتَجَابُ لَهُ“Her müslümanın kabul olan bir duası vardır.” (Heysemî, Ed’ıye, 10, No: 17215)

2. Belirli Zamanlarda Yapılan Dualar

Müslüman, her zaman dua yapabilir, ancak bazı ay, gün ve gecelerde Meselâ üç aylarda, özellikle Ramazan aylarında, Kadir, Berat, Mirac, Regaip, Cuma ve bayram gecelerinde, seher vakitlerinde, secde hâlinde, ezan ile kamet arasında, namazdan sonra yapılan duaların kabul olacağıile ilgili hadisler vardır. Duaların kabul olacağı zamanlarışöyle özetleyebiliriz.

a) Üç Aylarda Yapılan Dualar

Üç aylar, Recep, Şaban ve Ramazan aylarıdır. Recep ve Şaban; içinde bin aydan hayırlı olan kadir gecesinin bulunduğu, Kur’ân’ın indiği ve İslâm’ın beş temel esasından biri olan oruç ibadetinin tutulduğu, rahmet ve mağfiret ayı olan Ramazan ayına hazırlık aylarıdır. Peygamberimiz (s.a.s.), bu aylarda diğer aylara nispetle daha çok oruç tutmuş, bazen Şaban ayının tamamını oruçla geçirmiş (Tirmizî, Savm, 36) ve إِنَّ الٰهّلَ تَبَارَكَ وَتَعَالٰى يَنْزِلُ لَيْلَةَ النِّصْفِ مِنْ شَعْبَانَ إِلٰى سَمَاءِ الدُّنْيَافَيَغْفِرُ لِأَكْثَرَ مِنْ عَدَدِ شَعْرِ غَنَمِ كَلْبٍ“Yüce Allah, Şaban ayının yarısı olduğunda dünya semasına iner ve Kelp kabilesinin koyunlarının tüylerinin sayısından çok kimsenin günahını bağışlar” (Tirmizî, Savm, 38) buyurmuştur. Yüce Allah’ın dünya semasına inmesi, mecazî anlamda olup duaları kabul etmesi ve günahları bağışlamasından, Kelp kabilesinin koyunlarının tüyleri ifadesi de çokluktan kinayedir. Hadis, Allah’ın Şaban ayında mü’minlerin tövbe ve dualarını kabul ettiğini ifade etmektedir. Ramazan ayı ise rahmet ve mağfiret ayıdır, oruç ayıdır, Kur’ân ayıdır, sosyal yardımlaşma ve dayanışma ayıdır. Bu ayda dinî duygular yükselir, Allah’a yönelişler artar ve yapılan dualar kabul olur.

b) İftar Vaktinde Yapılan Dualar Peygamberimiz (s.a.s.);

إِنَّ لِلصَّائِمِ عِنْدَ فِطْرِه۪ لَدَعْوَةً مَا تُرَدُّ“Oruçlunun orucunu açarken yapacağı dua reddedilmez.”(İbn Mâce, Siyâm, 48) Hadiste, ihlas ile yerine getirilen bir ibadetin sona erme zamanında, kulun yaptığı duanın kabul edileceği müjdelenmekte ve dolayısıyla oruç açarken dua edilmesi teşvik edilmektedir. Sahabeden Abdullah ibn Amr, iftar vaktinde şöyle dua etmiştir: اَللّٰهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ بِرَحْمَتِكَ الَّتِي وَسِعَتْ كُلَّ شَيْءٍ أَنْ تَغْفِرَ لِي“Allah’ım! Ben Senden her şeyi kuşatan rahmetin sebebiyle beni bağışlamanı diliyorum.” (İbn Mâce, Siyâm, 48)

c) Cuma Günü ve Gecelerinde Yapılan Dualar

فِي يَوْمِ الْجُمُعَةِ سَاعَةٌ لَا يُوَافِقُهَا مُسْلِمٌ وَهُوَ قَاِئمٌ يُصَلِّييَسْأَلُ الٰهّلَ خَيْرًا إِلَّا أَعْطَاهُ“Cuma gününde bir saat vardır ki Müslüman o saatte namazda Allah’tan bir hayır isterse, Allah ona istediğini verir”(Buhârî, De’avât, 61) anlamındaki hadis bunu ifade etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.), Hz. Ali’ye buyurmuştur ki; إِذَا كَانَ لَيْلَةُ الْجُمُعَةِ فَإِنِ اسْتَطَعْتَ أَنْ تَقُومَ فِي ثُلُثِ اللَّيْلِ الْآخِرِفَإِنَّهَا سَاعَةٌ مَشْهُودَةٌ وَالدُّعَاءُ فِيهَا مُسْتَجَابٌ“Cuma gecesi olduğu zaman gecenin son üçte birinde kalkabilirsen (kalk ve dua et). Çünkü o vakit, (meleklerin) şahit olduğu bir zaman dilimidir. Bu vakitte yapılan dua kabul olur.” (Ebû Davûd, Dua, 115) Peygamberimiz (s.a.s.); اِنَّ مِنْ اَفْضَلِ يَوْمِكُمْ يَوْمَ الْجُمُعَةِ“En faziletli günlerden biri de Cuma günüdür” buyurmuşve bu günde kendisine çok salât ü selâm getirilmesini istemiştir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 910)

ç) Arefe Günü Yapılan Dualar

Peygamberimiz (s.a.s.), خَيْرُ الدُّعَاءِ دُعَاءُ يَوْمِ عَرَفَةَ“En hayırlı / kabulü şayan olan dua, Arefe günü yapılan duadır” buyurmuştur. (Tirmizî Dua, 8; Malik, Dua, No: 500)

d) Gece Vakti Yapılan Dualar

Şu hadisler gece vakti yapılan duaların kabul olacağınıifade etmektedir: إِنَّ فِي اللَّيْلِ لَسَاعَةً لَا يُوَافِقُهَا رَجُلٌ مُسْلِمٌ يَسْأَلُ الٰهّلَ خَيْرًا مِنْ أَمْرِالدُّنْيَا أَوِ الْآخِرَةِ إِلاَّ أَعْطَاهُ إِيَّاهُ وَذٰلِكَ كُلَّ لَيْلَةٍ“Gecede bir an vardır ki, kişi ona rastlar da dünya ve ahiret için bir şey dilerse, şüphesiz Allah dileğini yerine getirir. Bu an, her gecede vardır.” (Müslim, Salâtü’l-Müsâfirîn, 166) يَتَنَزَّلُ رَبُّنَا تَبَارَكَ وَتَعَالَى كُلَّ لَيْلَةٍ إِلَى السَّمَاءِ الدُّنْيَا حِينَ يَبْقِى ثُلُثُاللَّيْلِ الْآخِرِ يَقُولُ مَنْ يَدْعُونِي فَأَسْتَجِيبُ لَهُ مَنْ يَسْأَلْنِي فَأُعْطِيهِ مَنْيَسْتَغْفِرْنِي فَأَغْفِرُ لَهُ“Yüce Rabbimiz her gece yakın semaya iner, gecenin son üçte biri kalıncaya kadar kalır ve; ‘Kim bana dua ederse ona icabet ederim, kim benden bir şey isterse ona isteğini veririm, kim benden af ve bağış dilerse onu bağışlarım’ der.” (Buhârî, De’avât, 13; İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 919–922) Bu hadisin başka bir varyantında, bu durumun, gecenin yarısı veya üçte birinden sabah oluncaya kadar devam ettiği bildirilmektedir. (İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 919, 921) Yüce Allah’ın gece dünya semasına inmesi mecazîanlamda olup bu vakitlerde duanın kabul olacağını ifade eder. Zira Allah, zaman ve mekândan münezzehtir. مَنْ تَعَارَّ مِنَ اللَّيْلِ فَقَالَ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ لَهُ الْمُلْكُ وَلَهُالْحَمْدُ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ وَسُبْحَانَ الِّٰهل وَالْحَمْدُ وَلَا إِلٰهَ إِلاَّالٰهّلُ وَالٰهّلُ أَكْبَرُ وَلاَ حَوْلَ وَلاَ قُوَّةَ إِلاَّ بِا لِّٰهل ثُمَّ قَالَ رَبِّ اغْفِرْ لِي أَوْ قَالَ ثُمَّدَعَا اُسْتُجِيبَ لَهُ فَإِنْ عَزَمَ وَتَوَضَّأَ ثُمَّ صَلَّى قُبِلَتْ صَ تَالُهُ“Kim gece uyanınca, ‘Allah’tan başka ilâh yoktur, bir tek O vardır, O’nun ortağı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur, O’nun her şeye gücü yeter. Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih ederim, her türlü övgü Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilâh yoktur, Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah ile vardır’ der, sonra ‘Rabbim! Beni bağışla’ diye dua ederse -veya sonra dua eder, buyurdu- duası kabul olur. Eğer azmedip abdest alıp namaz kılarsa namazı kabul olur.”(Tirmizî, De’avât, 26) Peygamberimiz, gece vakti yapılan duanın daha faziletli olduğunu bildirmiştir: اَللَّيْلُ الْآٰخِرُ الدُّعَاءُ ف۪يهِ أَفْضَلُ وَأَرْجٰى“Gecenin sonunda yapılan dua daha faziletlidir ve kabul edilmesi daha çok umulur.” (Tirmizî, De’avât, 80) يُنَادِي مُنَادٍ كُلَّ لَيْلَةٍ هَلْ مِنْ دَاعٍ فَيُسْتَجَابُ لَهُ هَلْ مِنْ سَائِلٍ فَيُعْطَى لَهُهَلْ مِنْ مُسْتَغْفِرٍ فَيُغْفَرُ لَهُ“Her gece bir münadi şöyle seslenir? Dua eden yok mu? Onun duası kabul olur. İsteyen yok mu? İstediği verilir. Af ve mağfiret dileyen yok mu? Günahı bağışlanır.” (Heysemî, Ed’ıye, 25, No: 17244) Akşamdan sabah namazı vaktine kadar gece yapılan duaların kabul olacağı ile ilgili rivayetler vardır. (Heysemî, Ed’ıye, 25, No: 17243-17253) Gecenin yarısında ve üçte ikisinde yapılan dualar daha çok kabul olur. (Heysemî, Ed’ıye, 25, No: 17252) Gece yapılan dualar samimiyetle ve gönülden yapıldığıiçin icabete mazhar olur.

e) Ezan Okunduğu ve Kamet Getirildiği Zaman Yapılan Dualar

اِذَا نُودِيَ لِلصَّلٰوةِ فُتِحَتْ اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَ اسْتُجِيبَ الدُّعَاءُ“Namaz için ezan okunduğu zaman sema kapıları açılır ve yapılan dualar kabul olur.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, No: 4072) اِذَا كَانَ عِنْدَ الْاَذَانِ فُتِحَتْ اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَاسْتُجِيبَ الدُّعَاءُ وَ اِذَا كَانَعِنْدَ الْاِقَامَةِ لاَ تُرَدُّ دَعْوَةٌ“Ezan okunduğunda, sema kapıları açılır ve dualar kabul edilir. Kamet getirildiğinde dua reddedilmez.” (İbn Ebî Şeybe, Dua, 17, No: 29239)

f) Ezan İle Kamet Arasında Yapılan Dualar Peygamberimiz (s.a.s.);

اَلدُّعَاءُ لَا يُرَدُّ بَ الْأَذَانِ وَالْإِقَامَةِ قَالُوا فَمَاذَا نَقُولُ يَا رَسُولَ الِّٰهل؟ قَالُواسَلُوا الٰهّلَ الْعَافِيَةَ فِي الدُّنْيَا وَالْآٰخِرَةِ“Ezan ile kamet arasında yapılan dua reddedilmez” buyurdu. Bunun üzerine sahabe; “Ey Allah’ın elçisi! Ne dua edelim?” diye sordular. Hz. Peygamber (s.a.s.), “Allah’tan dünya ve ahirette âfiyet / sağlık isteyiniz” buyurdu. (Tirmizî, De’avât, 129; bk. Ebû Davud, Salât, 35)

g) Namazda, Secde Hâlinde ve Farz Namazların Akabinde Yapılan Dualar

Peygamberimiz (s.a.s.); أَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّه۪ وَهُوَ سَاجِدٌ فَأَكْثِرُوا الدُّعَاءَ“Kulun Rabbine en yakın olduğu an, secdede bulunduğu andır. O hâlde secde hâlinde bolca dua ediniz.” buyurmuştur. (Müslim, Salât, 215; Ebû Davud, Salât, 152) قِيلَ يَا رَسُولَ الِّٰهل أَيُّ الدُّعَاءِ أَسْمَعُ؟ قَالَ جَوْفَ اللَّيْلِ الْآٰخِرِ وَدُبُرَالصَّلَوَاتِ الْمَكْتُوبَاتِ‘’Hangi dua kabul edilmeye daha yakındır?” diye sorulan bir soruya Hz. Peygamber; ‘’Gecenin ikinci yarısında yapılan dua ile farz namazların ardından yapılan dua’’ diye cevap vermiştir. (Tirmizî, De’avât, 80)

ğ) Yağmur Yağarken ve Kâbe’yi Görünce Yapılan Dua

تُفْتَحُ اَبْوَابُ السَّمَاءِ وَ يُسْتَجَابُ الدُّعَاءُ فِي اَرْبَعَةِ مَوَاطِنَ عِنْدَ اِلْتِقَاءِالصُّفُوفِ فِي سَبِيلِ الِّٰهل وَ عِنْدَ نُزُولِ الْغَيْثِ وَ عِنْدَ اِقَامَةِ الصَّلاَةِ وَ عِنْدَرُؤْيَةِ الْكَعْبَةِ“Dört yerde sema kapıları açılır ve dualar kabul olur: Allah yolunda savaşmak üzere saf tutulduğunda, yağmur yağarken, namaz kılarken ve Kâbe’yi görünce.” (Heysemî, Ed’ıye, 25, No: 17253)

h) Yûnus Peygamberin Duası İle Yapılan Dualar

Peygamberimiz (s.a.s.), Yûnus Peygamberin balığın karnında yaptığı dua ile ilgili olarak şöyle buyurmuştur: دَعْوَةُ ذِي النُّونِ إِذْ دَعَا وَهُوَ فِي بَطْنِ الْحُوتِ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَا نَكَإِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ إِنَّهُ لَمْ يَدْعُ بِهَا مُسْلِمٌ فِي شَيْءٍ قَطُّ إِلَّا اسْتَجَابَالٰهّلُ لَهُ بِهَا“Balık sahibi (Yûnus’)un, balığın karnındaki duası; lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn (Allah’ım! Senden başka ilâh yoktur, Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, gerçekten ben zalimlerden oldum.) Bu dua ile dua eden hiçbir müslüman yoktur ki Allah onun isteğini bu dua sebebiyle kabul etmiş olmasın.” (Hâkim, De’avât, No: 1862–1863) أَلَا أُخْبِرُكُم بِشَيْءٍ إِذَا نَزَلَ رَجُلًا مِنْكُمْ كَرْبٌ أَوْ بَ ءَالٌ مِنْ بَ يَالَا الدُّنْيَادَعَا بِه۪ يُفْرَجُ عَنْهُ فَقِيلَ لَهُ بَلٰى فَقَالَ دُعَاءُ ذِي النُّونِ لَا إِلٰهَ إِلَّا أَنْتَسُبْحَا نَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ“(Hz. Peygamber, ashabına) ‘Size bir şey haber vereyim mi? Sizden birine bir sıkıntı veya dünya musibetlerinden bir musibet isabet ettiği zaman, bu dua ile dua ettiği zaman o sıkıntıve imtihan ondan giderilir.’ (demiş) kendisine ‘evet haber ver’ denilmiş, bunun üzerine; ‘Balık sahibi Yûnus’un; Lâilâhe illâ ente sübhâne innî küntü mine’z-zâlimîn (Allah’ım! Senden başka ilâh yoktur, Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden oldum, şeklinde yaptığı duadır, buyurmuştur.” (Hâkim, De’avât, No: 1864)

3. Belirli Mekânlarda Yapılan Dualar

Evde, caddede, sokakta, iş yerinde, tarlada kısaca, tuvalet gibi ibadete elverişli olmayan yerler ile kumarhane ve meyhane gibi günah işlenen mekânların dışında her yerde dua edilebilir. Bununla birlikte cami ve Kâbe gibi ibadet yerlerinde, Arafat ve Müzdelife gibi mübarek mekânlarda yapılan dualar daha faziletlidir. Meselâ Peygamber Efendimiz; Medine’deki Mescid-i Nebevî’de kılınan bir rekat namazın, Mescid-i Haram dışındaki diğer mescitlerde kılınan bin rekat namaza denk olduğunu (Nesâî, Mesâcid, 4), Mescid-i Haram’da kılınan namazın ise diğer mescitlerde kılınan namazlardan yüz bin kat daha fazla sevap olduğunu (İbn Mâce, Salât, 195) bildirmiştir. Dua da bir ibadet olduğuna göre Mescid-i Haram’da ve Mescid-i Nebevî’de yapılan dualar da daha faziletli ve makbul olur.


KABUL OLMAYAN DUALAR

Usul ve adabına riayet ederek mü’minlerin yaptıklarıdualar kabul olur. Mü’min olmayan insanların yaptığı ile usul ve adabına uymadan yapılan dualar kabul olmaz. Kabul olmayan duaları şöyle sıralayabiliriz.

1. Kâfirlerin Duası Kabul Olmaz

İmansız insanların duaları kabul olmaz, çünkü dua bir ibadettir, ibadetlerin kabul olması için iman şarttır. (Mâide, 5/5; Beyyine, 98/5) İman olmadan yapılan ibadetler boşa gider, dolayısıyla dualar da boşa gider, kabul olmaz. Bu husus Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir: وَمَا دُعَاءُ الْكَافِر۪ينَ اِلَّا فِى ضَ لَالٍ“Kâfirlerin duası daima boşa çıkar.” (Râ’d, 13/14; Mü’min, 40/50)

2. Gafletle Yapılan Dualar Kabul Olmaz

Kabul olması için duanın şuurlu olarak yapılması gerekir. Çünkü dua bir ibadettir, ibadetler ancak bilinçli olarak ve samimiyetle yapılırsa kabul olur. Şuursuzca ve gafletle yapılan dualar boşa gider. Şu hadis, gaflet ile yapılan duaların kabul olmayacağını beyan etmektedir: وَاعْلَمُوا أَنَّ الٰهّلَ لاَ يَسْتَجِيبُ دُعَاءً مِنْ قَلْبٍ غَافِلٍ لَاهٍ“Biliniz ki, Allah gafil bir kalpten gelen duayı kabul etmez.”(Tirmîzî, De’avât, 66; bk. Hâkim, De’avât, No: 1817, I, 493)

3. Allah’a İsyan Hâlinde Yapılan Dualar Kabul Olmaz

Allah’a isyan hâlinde yapılan dualar kabul olmaz. Meselâiçki içerken, kumar oynarken, gıybet ederken, hırsızlık yaparken, yalan söylerken yapılan dualar kabul olmaz. Aynışekilde haram gıdalarla beslenen insanın duası da kabul olmaz. Haram gıdalar; insanın inancına, ameline ve ahlâkına olumsuz etki yapar, çünkü haram gıdalar ile beslenen insan, Allah’a isyan hâlindedir. Hem Allah’a isyan edeceksiniz, hem de Allah’tan bir istekte bulunacaksınız. Bu, tezat bir durumdur. Şu hadis, bu gerçeği ifade etmektedir: اَلرَّجُلُ يُطِيلُ السَّفَرَ أَشْعَثَ أَغْبَرَ يَمُدُّ يَدَيْهِ اِلٰى السَّمَاءِ يَا رَبِّ يَارَبِّ وَمَطْعَمُهُ حَرَامٌ وَمَشْرَبُهُ حَرَامٌ وَمَلْبَسُهُ حَرَامٌ وغُذِيَ بِالْحَرَامِ فَأَنَّىيُسْتَجَابُ لِذٰلِكَ“Üstü başı dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp ‘Ya Rabbi! Ya Rabbi!’ diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği ve giydiği haram olan, haramla beslenen bir insanın duası nasıl kabul edilir?” (Müslim, Zekât, 65)

4. Kâfirler İçin Yapılan Dualar Kabul Olmaz

Nuh Peygambere kavmi ile birlikte eşi ve bir oğlu da iman etmemişti. Meydana gelen tufanda babasının çağrısına aldırmayan oğlu, gemiye binmemiş, bir dağa sığınır kurtulurum demişti (Hûd, 11/42–43). Buna rağmen Nuh (a.s.), iman etmeyen oğlunun kurtulması için Allah’a şöyle yalvarmıştı: وَنَادٰى نُوحٌ رَبَّهُ فَقَالَ رَبِّ إِنَّ ابْنِي مِنْ أَهْلِي وَإِنَّ وَعْدَكَ الْحَقُّ وَأَنْتَأَحْكَمُ الْحَاكِمِينَ“Nûh, Rabbine seslendi: ‘Rabbim, dedi, oğlum benim âilemdendir. Senin va’din/sözün elbette haktır ve sen hâkimlerin hâkimisin!” (Hûd, 11/45) Bunun üzerine yüce Allah, Nuh Peygambere şöyle seslendi: قَالَ يَا نُوحُ إِنَّهُ لَيْسَ مِنْ أَهْلِكَ إِنَّهُ عَمَلٌ غَيْرُ صَالِحٍ فَ تَسْأَلْنِ مَا لَيْسَلَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنِّي أَعِظُكَ أَنْ تَكُونَ مِنَ الْجَاهِل۪ينَ“Ey Nûh, dedi, o senin âilenden değildir. Çünkü o sâlih olmayan bir amelin sahibidir. Bilmediğin bir şeyi benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim!” (Hûd, 11/46) Nuh (a.s.), bu ikaz üzerine şöyle dua etti: قَالَ رَبِّ إِنِّي أَعُوذُ بِكَ أَنْ أَسْأَلَكَ مَا لَيْسَ لِي بِهِ عِلْمٌ وَإِلاَّ تَغْفِرْ لِيوَتَرْحَمْنِي أَكُنْ مِنَ الْخَاسِرِينَ“Nuh; ‘Ey Rabbim! Ben bilmediğim bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen, ben hüsrana uğrayanlardan olurum’ diye niyazda bulundu” (Hûd, 11/47) Yüce Allah, şu ayette Peygamberin münafıklar için yaptığı af dilemeyi kabul etmeyeceğini bildirmektedir: اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْۜ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْع۪ينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَالٰهّلُ لَهُمْۜ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِالِّٰهل وَرَسُولِه۪ۜ وَالٰهّلُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِق۪ينَ۟“Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme, onlar için yetmiş defa af dilesen, yine Allâh onları affetmez. Böyledir, çünkü onlar, Allâh’ı ve elçisini tanımadılar/inkâr ettiler; Allah, yoldan çıkan kavmi doğru yola iletmez.” (Tevbe, 9/80)

5. Riya Karışan Dualar Kabul Olmaz

Duanın riya ve gösterişten uzak olması, ihlâs ile yapılmasıgerekir. İbadetlerin kabul olması için ihlâs ile yapılmasıgerekir. Yüce Allah, ibadetlerin ihlâs ile yapılmasınıemretmektedir. (A’râf, 7/29; Beyyine, 98/5) İhlâs, ibadetlerin kabul olma şartıdır.

6. Şirk Karışan Dualar Kabul Olmaz

İbadetlerin yalnız Allah’a yapılması gerekir. Yüce Allah, pek çok ayette duanın, sadece kendisine yapılmasını, kendisi ile birlikte başka ilâhlara dua, ibadet edilmemesini istemektedir. Şu ayetleri örnek olarak zikredebiliriz: وَلَا تَدْعُ مَعَ الِّٰهل اِلٰهًا اٰخَرَۢ لَآ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ۠ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُۜ لَهُالْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ“Allah’la beraber başka tanrıya dua / ibadet etme. O’ndan başka tanrı yoktur. O’ndan başka her şey yok olacaktır. Hüküm O’nundur ve siz O’na döndürüleceksiniz.” (Kasas, 28/88) وَاَنَّ الْمَسَاجِدَ فَ تَدْعُوا مَعَ الِّٰهل اَحَدًاۙ“Mescitler, Allah’a mahsustur. Allah ile beraber hiç kimseye yalvarmayın.” (Cin, 72/18) قُلْ إِنَّمَا أَدْعُو رَبِّي وَلَا أُشْرِكُ بِهِ أَحَدًا“(Ey Peygamberim!) De ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve hiç kimseyi O’na ortak koşmam.” (Cin, 73/20; bk. Mü’minûn, 23/117) Birinci ayette, başka ilâhlara, ikinci ayette herhangi bir kimseye dua edilmemesi, üçüncü ayette sadece Allah’a dua edilmesi ve O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması emredilmektedir.

7. Günah Bir Fiili İşlemek ve Bir Farzı Terk Etmek İçin Yapılan Dua Kabul Olmaz

Haksız yere yapılan dualar kabul olmayacağı gibi bir günahı işleme veya bir farzı terk etme konusunda yapılan dualar da kabul olmaz. Şu hadis bu hususu açıkça ifade etmektedir: دَعْوَةُ الْمُسْلِمِ مُسْتَجَابَةٌ مَا لَمْ يَدْعُ بِظُلْمٍ اَوْ قَطِيعَةِ رَحْمٍ اَوْ يَقُولُ قَدْدعََوْتُ فَلمَْ اجُِبْ“Zulüm olan bir fiili işlemek veya akrabalık bağlarını koparmak için veya dua ettim de kabul edilmedi demediği sürece müslümanın duası kabul olur.” (Ebû Ya’lâ, Zikir ve Dua, 132, No: 2811)


İbadetle İlgili Dualar

EZAN DUASI

Sözlükte bildirmek, duyurmak, çağrıda bulunmak, ilan etmek anlamlarına gelen ezan, dinî bir terim olarak, farz namazların vaktinin girdiğini belli sözlerle ve özel bir şekilde ilan etmek, bildirmek demektir. Ezanın sözleri aşağıdaki şekildedir: الَلّٰه اكَْبَر الَلّٰه اكَْبَر الَلّٰه اكَْبَر الَلّٰه اكَْبَر * اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ الٰهّلُ اَشْهَدُ اَنْلاَ اِلٰهَ اِلاَّ الٰهّلُ * اَشْهَدُاَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ الِّٰهل اَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ الِّٰهل* حَىَّ عَلٰى الصَّلاَةِ حَىَّ عَلٰى الصَّلاَةِ * حَىَّ عَلٰى الْفَلاَحِ حَىَّ عَلٰى الْفَلاَحِ* اَلٰهّلُ اَكْبَرُ اَلٰهّلُ اَكْبَرُ لاَ اِلٰهَ اِلاَّ الٰهّلُ

“Allâhü ekber Allâhü ekber (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür). Allâhü ekber Allâhü ekber (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür). Eşhedü el lâ ilâhe illallâh (Ben tanıklık ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur.) Eşhedü el lâ ilâhe illallâh (Ben tanıklık ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur). Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah (Ben tanıklık ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir). Eşhedü enne Muhammeder Resûlullah (Ben tanıklık ederim ki Muhammed Allah’ın elçisidir). Hayye ‘ale’s-salâh, hayye ‘ale’s-salâh (Haydin namaza gelin, haydin namaza gelin). Hayye ‘alel-felâh, hayye ‘alel-felâh (Haydin felaha / kurtuluşa gelin, haydin felaha / kurtuluşa gelin). Allâhü ekber Allâhü ekber (Allah en büyüktür, Allah en büyüktür). Lâ ilâhe illallâh (Allah’tan başka ilâh yoktur.)”

Sabah ezanında “hayye ‘alel-felâh”tan sonra iki defa “es-salâtü hayrun-minen-nevm (namaz uykudan hayırlıdır)” denir.

“Kamet” de ezan ile aynıdır; sadece “hayye ‘ale’l-felâh”cümlesinden sonra iki kere “kad kâmeti’s-salâh (namaz başladı)” cümlesi okunur.

Medine’ye hicretten sonra, Mescid-i Nebevî’nin inşasıtamamlanıp düzenli bir şekilde cemaatle namaz kılınmaya başlanınca, Peygamberimiz (s.a.s.), vakitlerin girdiğini duyurmak için ne yapılabileceğini sahabe ile istişare etmiş, neticede Hz. Peygamber’e vahiyle, ayrıca sayıları yirmiye kadar ulaşan sahabiye de rüyalarında bugünkü ezanın şekli öğretilmiştir. Ezan, sahabeden Hz. Bilal (r.a.) tarafından sabah namazında, yüksekçe bir evin damında okunarak uygulamaya başlanmıştır.

Ezan, sünnet-i müekked olmakla birlikte, Müslümanlığın şiarı hâline gelmiştir. Ezan aracılığıyla halka hem namaz vaktinin girdiği ilan edilmekte, hem de Allâh’ın büyüklüğü, Peygamberimizin O’nun elçisi ve namazın kurtuluş olduğu ilan edilmektedir. Ezan, dinimizin en önemli şiarlarından biridir. Ezan, Müslüman’ın kimliğidir. Bir aidiyeti ifade eder. Özgürlük bildirisi olan ezan, mü’minleri Allah’a itaat etmeye, şuura, uyanıklığa, takvaya davet eden bir bildiridir. Gönüller onunla yumuşar, duygu yüklü terennümleriyle gözler dolar, ona alışık kulaklar, onu dinlemekten zevk alır. Ezanın hayatımızdaki kıymetini bilebilmek için kısa bir ayrılık yeter. Ezan seslerinden uzak bir ülkede bir süre yaşayınca ve geri dönünce bunu yaşarız. Hele uzun yıllar ezansız kalmışkulaklar için o, gerçek bir rahmet çağlayanı gibidir. Ezan, başlı başına bir davettir, irşaddır. Hz. Bilal (r.a.)’den günümüze, insanlığı Allah’a kulluğa çağırmaktadır. Bu çağrı kelimeleri aşan, açıklanamaz, kavranamaz bir davettir. Ezan, bir tek olan Allah’a, rahmet peygamberi Muhammed (s.a.s.)’e, kötülüklerden ve hayatın monotonluğundan alıkoyan namaza ve bu temel esaslar ekseninde felaha (huzur ve mutluluğa) çağrıdır. Bu itibarla ezanı duyan mü’min, bu kutsal çağrıya kayıtsız kalmaz, büyük bir saygıve hürmetle ona icabet eder. Peygamberimiz (s.a.s.), ezan işitildiğinde aşağıdaki duanın okunmasını tavsiye etmiş ve bu dua hakkında şöyle buyurmuştur: Bir kimse ezanı işittiği zaman; أَللّٰهُمَّ رَبَّ هٰذِهِ الدَّعْوَةِ التَّآمَّةِ وَالصَّلاَةِ الْقَآئِمَةِ اٰتِ مُحَمَّدًا الْوَسِيلَةَوَالْفَضِيلَةَ وَابْعَثْهُ مَقَامًا مَحْمُودًا الَّذ۪ى وَعَدْتَهُOkunuşu: “Allâhümme Rabbe hâzihid-da’vetittâmmeh, ves-salâtil-kâimeh, âti Muhammedenil-vesîlete vel-fadîlete veb’ashü makâmen mahmûdenil-lezîva’adteh.”Anlamı: “Ey bu eksiksiz davetin ve kılınan namazın sahibi! Muhammed’e vesîle’yi ve fazîleti ver. O’nu, vaat ettiğin Makam-ı Mahmûd üzere dirilt’ derse, ona kıyâmet günümutlaka şefaatim helâl olur.” (Buhârî, Ezân, 8; Ebû Davud, Salât, 28) Bu itibarla Müslüman, ezanı duyduğunda müezzine katılmalı, onunla birlikte sözlerini tekrar etmeli, “hayye ‘ales-salah ve hayye ‘alel-felah” cümlelerini duyduğunda ise “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâh (güç ve kuvvet ancak Allah ile vardır)” cümlesini söylemeli, ezan bitince de yukarıdaki dua okunmalıdır. Ezan okunurken konuşulmaz, müzik çalınmaz, selâm verilmez, hatta Kur’ân bile okunmaz. Çünkü Peygamberimiz, إِذَا سَمِعْتُمُ النِّدَاءَ فَقُولُوا مِثْلَ مَا يَقُولُ الْمُؤَذِّنُ“Ezanı duyduğunuz zaman müezzinin söylediğini söyleyin”(Buhârî, Ezan, 7) buyurmuştur. Ezana saygısızlık edenleri Yüce Allah, Mâide sûresinin 58. ayetinde cahillik etmekle nitelendirmektedir.


ABDEST DUALARI

Namazın şartlarından birisi olan abdest; namaz ve Kâbe’yi tavaf, tilavet secdesi gibi bazı ibadetleri yapmak için, vücudun belirli uzuvlarını usulüne uygun olarak yıkamak veya mesh etmektir. Manevî temizlik ve namaz başta olmak üzere ibadetlere ruhen ve bedenen hazırlık mahiyetinde olan abdest, aynı zamanda maddî bir temizlenme vasıtasıdır. Kur’ân-ıKerim’de; يَآ اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوٓا اِذَا قُمْتُمْ اِلَى الصَّلٰوةِ فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْوَاَيْدِيَكُمْ اِلَى الْمَرَافِقِ وَامْسَحُوا بِرُؤُ۫سِكُمْ وَاَرْجُلَكُمْ اِلَى الْكَعْبْنيَِۜ“Ey iman edenler! Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi, dirseklere kadar ellerinizi ve -başlarınıza mesh edipher iki topuğa kadar da ayaklarınızı yıkayın…” (Maide, 5/6) buyurulmaktadır. Peygamber Efendimiz de “Bir Müslüman abdest aldığı zaman, yüzünü yıkarken gözleriyle işlediği günahlar abdest suyu ile dökülür gider. Ellerini yıkadığında elleri ile işlediği günahlar abdest suyu ile dökülür (öyle ki kişi bütün günahlardan arınır ve tertemiz olur). Ayaklarını yıkadığında da, ayaklarıyla işlediği günahları abdest suyu ile akıp gider. Nihayet o Müslüman günahlarından tamamıyla arınmış olur” (Müslim, Tahâret, 32) buyurmak suretiyle abdestin önemine işaret etmiştir. Usul ve adabına uygun bir şekilde abdest şöyle alınır: Abdeste niyet ve eûzü-besmele ile başlanır, parmak aralıklarıda dâhil eller bileklere kadar üçer defa yıkanır, dişler temizlenir, ağza ve buruna üçer defa su verilip yıkanır. Yüz ve dirseklerle beraber kollar üçer defa yıkanır. Sağ el ıslatılarak elin içiyle başın üstü bir defa mesh edilir. İki elin içi ile başın tamamının mesh edilmesi daha iyidir. Eller ıslatılarak parmaklarla kulakların içi ve dışı, sonra da ense birer defa mesh edilir. En son olarak da, üç defa ayaklar topukları ile birlikte yıkanır. Yıkamaya sağ uzuvlardan başlamak, suyu iktisatlı kullanmak, abdest esnasında ve sonunda dua etmek, kelime-i şahadet getirmek abdestin sünnetlerindendir.

Selef-i salihin olarak nitelendirilen İslâm âlimleri tarafından tanzim edilmiş ve abdest esnasında okunmasıtavsiye edilen bazı dualar vardır. Abdest alacak kimse, abdeste başlarken “Eûzü ve Besmele” çektikten sonra sırasıyla şu dualarıokur: a) Eller Yıkanırken Okunacak Dua

اَلحَمْدُ الَّذ۪ى جَعَلَ الْمَاءَ طَهُورًاوَجَعَلَ اْلاِسْلاَمَ نُورًاOkunuşu: “Elhamdulillâhillezî ce’alel-mâe tahûren ve ce’alel-İslâme nûra.”Anlamı: “Suyu temizleyici, İslâm’ı da nur kılan Allah’a hamdolsun.”

b) Ağız Yıkanırken Okunacak Dua

اَللّٰهُمَّ اَسْقِنِي مِنْ حَوْضِ نَبِيِّكَ كَاْسًا لاَ أَظْمَأُ بَعْدَهُ أَبَدًاOkunuşu: “Allahümme! Eskınî min havzı nebiyyike ke’sen lâ ezme’u ba’dehû ebedâ.”Anlamı: “Ey Rabbim, bana Peygamberinin havzından bir kâse içir, ondan sonra hiç susamayayım.”

c) Burna Su Verilirken Okunacak Dua

اَللّٰهُمَّ لاَتَحْرِمْن۪ى رَائِحَةَ نَعِيمِكَ وَجِنَانِكَOkunuşu: “Allahümme! Lâ tahrimnî râihate na’îmike ve cinânike.”Anlamı: “Allah’ım! Beni nimetlerinin ve cennetlerinin güzel kokularından mahrum etme.”

ç) Yüz Yıkanırken Okunacak Dua

اَللّٰهُمَّ بَيِّضْ وَجْهِى بِنُورِكَ يَوْمَ تَبْيَضُّ وُجُوهٌ وَتَسْوَدُّ وُجُوهٌOkunuşu: “Allahümme! Beyyıd vechî binûrike yevme tebyeddu vücûhun ve tesveddu vücûh.”Anlamı: “Ey Rabbim! Nice yüzlerin beyaz, nice yüzlerin kara olacağı günde yüzümü nurunla beyaz kıl, nurlandır.”

d) Sağ Kol Yıkanırken Okunacak Dua

اَللّٰهُمَّ أَعْطِنِى كِتَابِى بِيَمِنِى وَحَاسِبْنِى حِسَابًا يَسِيرًاOkunuşu: “Allahümme! A’tınî kitâbî bi-yemînî ve hâsibnî hısâben yesîra.”Anlamı: “Ey Rabbim! Kitabımı sağ elime ver ve hesabımıkolay gör.”

e) Sol Kol Yıkanırken Okunacak Dua

اَللّٰهُمَّ لاَ تُعْطِن۪ى كِتَابِى بِشِمَالِى وَلَامِنْ وَرَاءِ ظَهْر۪ى وَلاَتُحَاسِبْنِ حِسَابًاشَديِداًOkunuşu: “Allahümme! Lâ tu’tınî kitâbî bi şimâlî ve lâ min verâi zahrî ve lâ tuhâsibnî hısâben şedîdâ.”Anlamı: “Ey Rabbim! Kitabımı sol elime verme, arkamdan da verme ve hesabımı zorlaştırma.”

f) Baş Meshedilirken Okunacak Dua

اَللّٰهُمَّ غَشِّنِى بِرَحْمَتِكَ وَاَنْزِلْ عَلَىَّ مِنْ بَرَكَاتِكَ“Allahümme! Ğaşşinî bi rahmetike ve enzil ’aleyye min berakâtike.”“Allah’ım! Beni rahmetinle sar, üzerime berakâtından indir.”

g) Kulak Meshedilirken Okunacak Dua

الَلّٰهُمَّ اجْعَلْنِى مِنَ الَّذ۪ينَ يَسْتَمِعُونَ الْقَوْلَ فَيَتَّبِعُونَ اَحْسَنَهُOkunuşu: “Allahümmec’alnî minel-lezîne yestemi’ûnel - kavle fe yettebi’ûne ahsenehû.”Anlamı: “Ey Rabbim! Beni sözü dinleyip de ona en güzel şekilde tabi olanlardan kıl.”

ğ) Boynuna Meshederken Okunacak Dua

اَللّٰهُمَّ أَعْتِقْ رَقَبَتِى مِنَ النَّارِ“Allahümme a’tık rakabetî minen-nâri.”“Ey Rabbim! Benim boynumu ateş esaretinden kurtar.”h) Ayaklar Yıkanırken Okunacak Dua اَللّٰهُمَّ ثَبِّتْ قَدَمَىَّ عَلٰى الصِّرَاطِ يَوْمَ تَزُولُ ف۪يهِ اْلأَقْدَامُOِkunuşu: “Allahümme! Sebbit kademeyye ‘alas-sıratıyevme tezûlü fîhil-akdâm.”Anlamı: “Ey Rabbim! Nice ayakların kaydığı günde benim ayaklarımı sırat üzerinde sabit kıl.”

i) Abdest Bittikten Sonra Okunacak Dua

أَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ الٰهّلُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُوَرَسُولُهُ اَللّٰهُمَّ اجْعَلْن۪ي مِنَ التَوَّابِينَ وَاجْعَلْن۪ي مِنَ الْمُتَطَهِّرِينَسُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَبِحَمْدِكَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلٰهَ إِلاَّ أَنْتَ أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْكَOkunuşu: “Eşhedü ellâ ilâhe illallâhu vahdehû lâşerîke leh. Ve eşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve resûlühü. Allahümmec’alnî minet-tevvâbîne vec’alnî minelmutatahhirîn. Sübhanekellâhümme ve bi-hamdike eşhedü en lâ ilâhe illâ ente estağfiruke ve etûbü ileyke.”Anlamı: “Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur. O, birdir ve O’nun ortağı yoktur ve şehadet ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir. Allah’ım! Beni tövbe edenlerden ve çok temizlenenlerden eyle. Allah’ım! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim. Allah’ım! Şehâdet ederim ki Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Senden mağfiretini isterim ve Sana tövbe ederim.”


NAMAZ DUALARI

Namaz, Farsça kökenli bir kelime olup, Arapça’daki salât kelimesinin karşılığıdır. Sözlükte, dua, istiğfar, övgüanlamlarına gelen salât, dinî bir kavram olarak, İslâm’ın beş temel esasından biri olup, belli eylemler ve rükünleri bulunan özel bir ibadettir. Namaz; içerisinde zikir, tesbih, dua, kıyam, rükû, secde gibi ibadetleri toplayan önemli bir ibadettir. Namaz, amellerin Allah’a en sevimli olanı, mü’minin miracıdır. Namaz, insana devamlı olarak Allah’ı hatırlatır, kalplere sorumluluk duygusunun yerleşmesini sağlar, kötülük ve günahla kişi arasında bir perdedir. Namaz, insanın maddî ve manevî temizliğinin vasıtasıdır. Namazın içinde, muhtelif safhalarında ve namazdan selâmla çıktıktan sonra da okunacak dualar mevcuttur. a) Namaz İçinde Okunacak Dualar

1. Sübhâneke Duası

Peygamber Efendimiz (s.a.s.), namaza başlayınca “sübhâneke” duasını okumuştur. سُبْحَانَكَ اللّٰهُمَّ وَبِحَمْدِكَ وَتَبَارَكَ اسْمُكَ وَتَعَالٰى جَدُّكَ)وَجَلَّ ثَنَآئُكَ( وَلاَ اِلٰهَ غَيْرُكَOkunuşu: “Sübhanekellâhümme ve bi hamdik ve tebâra-kesmük. Ve te’alâ ceddük. (ve celle senâük - bu kısım; cenaze namazında okunur). Ve lâ ilâhe ğayrük.”Anlamı: “Allah’ım! Sen eksik sıfatlardan pak ve uzaksın. Seni daima böyle tenzih eder ve överim. Senin adın mübarektir. Varlığın her şeyden üstündür, şanın yücedir. Senden başka tanrı yoktur.” (Ebû Davud, Salât, 122; Tirmizi, Salât, 179) “Ve celle senâük” cümlesi cenaze namazında okunur. “Sübhâneke” duasından sonra euzü ve besmele çekilir, “Fâtiha” sûresi, farz namazların ilk iki rekatında, sünnet ve vacip namazların tamamında Fâtiha sûresinden sonra bir sûre veya uzunca bir ayet veya üç kısa ayet okunur.

2. Rükû ve Secdede Okunacak Dualar

Rükû, kıyamda kırâatıbitirdikten sonra, baş ile arka düz olacak şekilde eğilmektir. Bu esnada kadınlar, parmaklarınıdiz kapakları üzerine kor. Erkekler ise, parmaklarıyla kavrayarak diz kapakları üzerine kor. Secde ise, rükûdan doğrulduktan sonra alnını, burnunu, iki ayağının parmak uçlarını, iki eli ile iki dizini yani toplam yedi azasını yere koymaktır. Secdede gözler burnun iki yanına bakar. Eller yüzün hemen iki yanında, parmaklar kapalı ve kıbleye doğru tutulur. Resûlullah (s.a.s.) buyurdular ki: “Sizden biri rükû edince üç kere; سُبْحَانَ رَبِّيَ الْعَظِيمِ“Sübhâne rabbiye’l-azîm “Büyük Rabbim (her türlükusurdan) münezzehtir” desin. Bu, en az miktardır. Secde yapınca da üç kere; سُبْحَانَ رَبِّيَ الْأَعْلٰى“Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ (ulu Rabbim (her çeşit kusurdan) münezzehtir, desin. Bu da en az miktardır.” (Ebû Dâvud, Salât, 154; Tirmizî, Salât, 194) Bu itibarla kıyamdan “Allâhü ekber” deyip rükûa gidilince üç defa “Sübhâne Rabbiye’l-‘azîm” denir; doğrulurken “semi’allâhü limen hamideh (her tür övgü kendisine ait olan Allah işitti)” ve “Rabbenâ leke’l-hamd (ey Rabbimiz! Her türlü övgü sana mahsustur) der. “Allâhü ekber” denir ve secdeye gidilir. Secdede üç defa “Sübhâne Rabbiyela’lâ”denir. Sonra Allâhü ekber” cümlesi ile secdeden kalkılır, tekrar tekbir ile ikinci secdeye gidilir ve yine üç defa “Sübhâne Rabbiyel-a’lâ” denir. Sonra “Allâhü ekber” cümlesi ile ayağa kalkılır, besmele çekilir, Fâtiha sûresi ve bir sûre veya ayet okunur, rükû ve secdeler aynı şekilde yapılır ve oturulur. Farz, vacip ve sünnet bütün namazların ilk ve son oturuşunda “tahıyyât” diye anılan şu dua okunur:

3. Oturuşlarda Okunacak Dualar

3.1. Tahıyyât Duası

أَلتَّحِيَّاتُ وَالصَّلَوَاتُ وَالطَّيِّبَاتُ أَلسَّلاَمُ عَلَيْكَ اَيُّهَا النَّبِىُّ وَرَحْمَةُالِّٰهل وَبَرَكَاتُهُ أَلسَّلاَمُ عَلَيْنَا وَعَلٰى عِبَادِ الِّٰهل الصَّالِحِينَ اَشْهَدُ اَنْ لاَ اِلٰهَ اِلاَّالٰهّلُ وَاَشْهَدُ اَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُOkunuşu: “Ettehıyyâtü lillâhi ve’s-salevâtü ve’ttayyibâtüesselâmü ‘aleyke eyyühennebiyyü ve rahmetüllâhi ve berakâtühû esselâmü ‘aleynâ ve ‘alâ ‘ıbâdi’l-lâhi’s-sâlihîn. Eşhedü en lâ ilâhe illallâhü ve eşhedü enne Muhammeden ‘abdühû ve rasûlüh.”Anlamı: “Her türlü kavlî, bedenî ve mâlî ibâdetler Allâh’a mahsustur. Ey Peygamber, selâm ve Allah’ın rahmetiyle bereketleri senin üzerine olsun ve selâm bizlere ve Allâh’ın sâlih kullarına olsun. Ben şehâdet ederim (yakînen bilirim) ki, Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Ve şehâdet ederim ki Hazret-i Muhammed Allah’ın kulu ve Resûlüdür.” (Ebû Davud, Salât, 182. I, 591) Üç ve dört rekatlı farzlar ile müekket sünnetlerde “tahiyyat”duası okunduktan sonra kıyama kalkılır, üç rekatlınamazlarda üçüncü rekatın sonunda dört rekatlı namazlarda dördüncü rekatın sonunda oturulur, “tahıyyat” duasıokunur, peşinden “salli ve barik duaları” okunur.

3. 2. Salli ve Bârik Duaları

Salli ve bârik duaları; Hz. Peygamber (s.a.s.) için okunan ve Allah’ın rahmet ve selâmının O’nun üzerine olmasıdileğini dile getiren dualara denir. Kur’ân-ı Kerim’de “Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber’e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin.” (Ahzâb, 33/56) buyrulmaktadır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’e Allahu Teâlâ’nın salât etmesi, rahmet etmesi; meleklerin salât etmesi, şanının yüceltilmesini dilemeleri; mü’minlerin salât etmesi ise, dua etmeleri anlamını ifade eder. Kur’ân-ı Kerim’in, Hz. Peygamber (s.a.s.)’e salât-u selâm getirmeyi emreden bu ayetine paralel olarak, geçmiş dönemlerde tanzim edilmiş pek çok salât-u selâm örnekleri vardır. Peygamberimiz (s.a.s.)’e en kısa şekilde: “Allâhümme salli alâMuhammed” veya “Sallallahü aleyhi ve sellem” diye salât getirilir. Namazlarda “Allahümme salli”, “Allahümme bârik”dualarının okunması sünnettir. Bilinen ve yaygın olan salavat örneği aşağıdaki şekildedir: أَللّٰهُمَّ صَلِّ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا صَلَّيْتَ عَلٰى اِبْرَاهِيمَوَعَلٰى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌOkunuşu: “Allâhümme salli alâ Muhammediv ve ‘alââli Muhammed. Kemâ salleyte ‘alâ İbrahîme ve ‘alâ âli İbrahîm. İnneke hamîdün mecîd.”Anlamı: “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine rahmet eyle; şerefini yücelt. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine rahmet ettiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.”أَللّٰهُمَّ بَارِكْ عَلٰى مُحَمَّدٍ وَعَلٰى اٰلِ مُحَمَّدٍ كَمَا بَارَكْتَ عَلٰى اِبْرَاهِيمَوَعَلٰى اٰلِ اِبْرَاهِيمَ اِنَّكَ حَمِيدٌ مَجِيدٌOkunuşu: “Allâhümme bârik ‘alâ Muhammedin ve ‘alâ âli Muhammed. Kemâ bârekte ‘alâ İbrahime ve ‘alâ âli İbrahim. İnneke hamîdün mecîd.”Anlamı: “Allah’ım! Muhammed’e ve Muhammed’in ümmetine hayır ve bereket ver. İbrahim’e ve İbrahim’in ümmetine verdiğin gibi. Şüphesiz övülmeye lâyık yalnız sensin, şan ve şeref sahibi de sensin.” (Buharî, De’avât, 32; Müslim, Salât 66; Ebû Davud, Salât, 183; Tirmizî, Ebvabu’t-Tatavvu, 346)

4. Rabbenâ Âtina ve Rabbenağfirlî Duaları

Farz, vacip ve sünnet bütün namazların son rekatlarında salli ve bârik dualarından sonra şu dualar okunur: رَبَّنَا اٰتِنَا فِى الدُّنْيَا حَسَنَةً وَفِى الْاٰخِرَةِ حَسَنَةً وَقِنَا عَذَابَ النَّارِرَبَّنَا اغْفِرْلِى وَلِوَالِدَىَّ وَلِلْمُؤْمِنِينَ يَوْمَ يَقُومُ الْحِسَابُOkunuşu: “Rabbenâ âtinâ fid-dünyâ haseneten ve fil âhirati haseneten ve kınâ ‘azâben-nâr. Rabbenağfirlî ve li vâlideyye ve lil-mü’minîne yevme yekûmü’l-hısâb.”Anlamı: “Allah’ım! Bize dünyada iyilik, güzellik ve nimet ver; ahirette de iyilik, güzellik ve nimet ver. Bizi ateşazabından koru. (Bakara, 2/201) Rabbimiz! Beni, anamı, babamı ve bütün mü’minleri hesap gününde (herkesin sorguya çekileceği günde) bağışla.”(İbrahim, 14/41) Namazlardan “es-selâmü ‘aleyküm ve rahmetüllâh Allah’ın rahmeti ve selamı üzerinize olsun” denilerek çıkılır.

5. Kunût Duaları

Sözlükte Allah’a ihlâsla kulluk etmek, namaz ve duayıuzatmak, sükût etmek, dua etmek, ibadet kastıyla ayakta durmak gibi anlamlara gelen kunût, dinî bir kavram olarak, namazda rükûdan önce veya sonra ayakta dua etmeyi ifade eder. Kur’ân-ı Kerim’de kunût sözlük anlamında ibadet etmek, boyun eğmek (Rûm, 30/26; Ahzâb, 33/120; Zümer, 39/9), ibadet maksadıyla ayakta durmak (Âl-i İmrân, 3/43), sükût etmek (Bakara, 2/238) manalarında kullanılmıştır. Hanefîlere göre, vitir namazının üçüncü rekatında kunût yapmak vaciptir. İmam-ı Azam’a göre kunûtta tekbir almak ve kunût dualarını (Allahümme innâ neste’înuke ve Allahümme iyyâke na’büdü dualarını) okumak vaciptir. Ancak İmam Muhammed ve Ebû Yûsuf ’a göre ise, tekbir almak vacip, kunût dualarını okumak ise sünnettir. Bu duayı okuyamayan kimse “Rabbenâ âtinâ” duasını okur veya üç defa “Allahümmeğfirlî” der. Namazda kunûtu unutan kişi, namazın sonunda sehiv secdesi yapar.

Kunût Duaları şu şekildedir:

اَللّٰهُمَّ اِنَّا نَسْتَعِينُكَ وَنَسْتَغْفِرُكَ وَنَسْتَهْدِيكَ وَنُؤْمِنُ بِكَ وَنَتُوبُ اِلَيْكَوَنَتَوَكَّلُ عَلَيْكَ وَنُثْن۪ى عَلَيْكَ الْخَيْرَ كُلَّهُ نَشْكُرُكَ وَلاَ نَكْفُرُكَ وَنَخْلَعُوَنَتْرُكُ مَنْ يَفْجُرُكَ اَللّٰهُمَّ اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَلَكَ نُصَلّ۪ى وَنَسْجُدُ وَاِلَيْكَ نَسْعٰىوَنَحْفِدُ نَرْجُو رَحْمَتَكَ وَنَخْشٰى عَذَابَكَ اِنَّ عَذَابَكَ بِالْكُفَّارِ مُلْحِقٌOkunuşu: “Allahümme innâ neste’înüke ve nesteğfiruke ve nestehdîke ve nü’minü bike ve netûbü ileyke ve netevekkelü aleyke ve nüsnî ‘aleykel-hayra küllehû neşküruke ve lâ nekfüruke ve nahle’u ve netrukü meyyefcürük. Allâhümme iyyâke na’büdü ve leke nüsallî ve nescüdüve ileyke nes’â ve nahfidü nercû rahmeteke ve nahşâ‘azâbeke inne ‘azâbeke bil-küffâri mülhık.”Anlamı: “Allah’ım! Senden yardım isteriz, günahlarımızıbağışlamanı isteriz, razı olduğun şeylere hidayet etmeni isteriz. Sana inanırız, sana tevbe ederiz. Sana güveniriz. Bize verdiğin bütün nimetleri bilerek seni hayır ile överiz. Sana şükrederiz. Hiçbir nimetini inkâr etmez ve onları başkasından bilmeyiz. Nimetlerini inkâr eden ve sana karşı geleni bırakırız. Allah’ım! Biz yalnız sana kulluk ederiz. Namazı yalnız senin için kılarız, ancak sana secde ederiz. Yalnız sana koşar ve sana yaklaştıracak şeyleri kazanmaya çalışırız. İbadetlerini sevinçle yaparız. Rahmetinin devamını ve çoğalmasını dileriz. Azabından korkarız, şüphesiz senin azabın kâfirlere ve inançsızlara ulaşır.” (İbn Ebî Şeybe, II, 301; Abdürrezzak, III, 121)


Namaz Sonrası Yapılacak Dualar

1. Selâmdan Sonra Okunacak Dua

Sahabeden Abdullah ibn Mesûd, Peygamberimizin şu duayı üç defa okuyan kimsenin günahlarının bağışlanacağınısöylediğini bildirmiştir: اَسْتَغْفِرُ الٰهّلَ الْعَظِيمَ الَّذِي لَا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ وَ اَتُوبُ اِلَيْهِOkunuşu: “Esteğfirullâhel-āzîmellezî lâ ilâhe illâhüvel-hayyül-kayyûmü ve etûbü ileyhi.”Anlamı: “Ulu Allah’tan bağışlanmamı dilerim ki O’ndan başka ilâh yoktur. O, diridir ve kayyumdur. O’na tövbe ederim.” (Hâkim, Dua, I, 511) Selâmdan sonra bu duayı üç defa okuyan kimse her gün günahlarına tövbe etmiş olur. Bu duadan sonra, اَللّٰهُمَّ أَنْتَ السَّ مَالُ وَمِنْكَ السَّ مَالُ تَبَارَكْتَ يَا ذَا الْجَ لَالِ وَالْإِكْرَامِOkunuşu: “Allahümme entes-selâmü ve minkesselâmütebârekte yâ zel-celâli vel-ikrâm.”


Günlük Hayatla İlgili Dualar

  • Sabah, Akşam Ve Uyku Öncesi Okunabilecek Duâlar
  • Rüya Görenlerin Ve Uykuda Korkanların Okuyabilecekleri Duâ
  • Yeni Bir Elbise Giyilince Okunabilecek Duâlar
  • Evden Çıkarken Ve Eve Girerken Okunabilecek Duâ
  • Bir Meclisten Ayrılırken Okunabilecek Duâ
  • Veda / Uğurlama Duâsı
  • Yolculuk Duâları
  • Aksıran İçin Yapılacak Duâ
  • Yemek Duâsı
  • İkram Eden İçin Yapılabicek Duâ
  • Helâl Rızık / Kazanç DuâsıBereket Duâsı
  • Sağlık ve Afiyet DuâsıAna-Baba ve Müminlerin İyiliği İçin Yapabileceği Duâ
  • Tövbe ve İstiğfar Duası
  • Seyyidül İstiğfar Duâsı
  • (Günlük Dualar)

    Bu bölümde 30 kayıtlı dua bulunmaktadır.

    Seher Vaktinin Fazileti Abdest Duâları
    Aksırınca Okunacak Duâlar Alış-Verişte Okunacak Duâ
    Teheccüde Kalkınca Okunacak Duâ Camiye Girip-Çıkarken Okunan Duâlar
    Evden Çıkarken Eve Girerken Okunan Duâ Ezandan Sonra Okunacak Duâ
    Uykudan Kalkınca Okunacak Duâ Tuvalete Girerken ve Çıkarken Okunan Dûalar
    Sabah Namazından Sonra Okunacak Duâ Ayetleri Binite, Ata veya Arabaya Binerken Okunacak Duâ
    İstihare Namazı ve Duâsı Erken Kalkmak İçin
    Akşamleyin Okunacak Duâ Yatsıdan Sonra Okunacak Duâ Ayetleri
    Sabah Namazına Kalkmak İçin Yeni Elbise Giyerken Okunan Duâ
    Namazda Okunacak Duâlardan Namazdan Sonra Duâ
    Cuma Gününde Duâ Cuma Namazından Sonra Duâ
    Yatarken Okunacak Duâ Yemek Duâsı
    Su İçildiğinde Okunacak Duâ İmam-ı Azamın Tesbih Duâsı
    Secde Ayeti Okununca Yapılacak Duâ Rüyada Korkanın Okuyacağı Duâ
    Tecdid-i İman ve Nikah Duâsı Tevbe İstiğfar Duâları


    DUA-Dua










                • Cenab-ı Hak'tan hayır ve rahmet dilemek. Allah'ın rızâsını, hidayet ve istikamete muvaffakiyyeti dilemek, yalvarmak.




                • Peygamber'e (A.S.M.) salavat getirmek.




                • Birisini çağırmak.




                • Birisini bir şeye sevketmek.




                • Bir kimseyi bir isimle tesmiye etmek.




    Okuma parçası[]

    (... Duâ ubudiyyetin ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü, duâ eden adam duâsı ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki, en küçük işlerime ıttılaı var ve bilir; en uzak maksadlarımı yapabilir; benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise, bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki benim sesimi de işitiyor, bütün o şeyleri O yapıyor ki en küçük işlerimi de Ondan bekliyorum, Ondan istiyorum...Duânın en güzel, en lâtif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: "Duâ eden adam bilir ki; birisi var ki, onun sesini dinler; derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder; Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil, bir Kerim Zât var; ona bakar, ünsiyet verir... M.)(Duâ-yı kavli-i ihtiyarînin makbuliyeti, iki cihetledir. Ya aynı matlubu ile makbul olur veyahud daha evlâsı verilir.Meselâ: Birisi kendine bir erkek evlâd ister. Cenâb-ı Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. "Duâsı kabul olunmadı" denilmez. "Daha evlâ bir surette kabul edildi" denilir. Hem bâzan kendi dünyasının saâdeti için duâ eder. Duâsı âhiret için kabul olunur. "Duâsı reddedildi." denilmez. Belki, "Daha enfa bir sûrette kabul edildi." denilir. Ve hâkezâ... Mâdem Cenâb-ı Hak Hakim'dir, biz ondan isteriz, o da bize cevap verir. Fakat hikmetine göre bizimle muamele der. Hasta tabibin hikmetini ittiham etmemeli. Hasta bal ister; tabib-i hâzık, sıtması için sulfato verir. "Tabib beni dinlemedi." denilmez. Belki âh ü fizârını dinledi, işitti, cevap da verdi; maksudun iyisini yerine getirdi. M.) (Mü'minin mü'mine en iyi duâsı nasıl olmalıdır?Elcevap : Esbâb-ı kabul dairesinde olmalı. Çünkü, bâzı şerait dahilinde duâ makbul olur, şerait-i kabulün içtimaı nisbetinde makbuliyeti ziyadeleşir. Ezcümle: Duâ edileceği vakit, istiğfar ile mânevi temizlenmeli: sonra makbul bir duâ olan Salâvat-ı Şerifeyi şefaatçı gibi zikretmeli ve âhirde yine Salâvat getirmeli. Çünkü, iki makbul duânın ortasında bir duâ makbul olur. Hem $ yâni "Gıyaben ona duâ etmek"; hem hadiste ve Kur'an'da gelen me'sur duâlarla duâ etmek. Meselâ: $ $ gibi câmi duâlarla duâ etmek, hem hulus ve huşu ve huzur-u kalb ile duâ etmek; hem namazın sonunda, bilhassa sabah namazından sonra; hem mevâki-i mübârekede, hususan mescidlerde, hem cum'ada, hususan saat-i icabede, hem şuhur-u selâsede, hususan leyali-i meşhurede; hem Ramazan'da, hususan leyle-i Kadir'de duâ etmek kabule karin olması rahmet-i İlâhiye'den kaviyyen me'muldür. O makbul duânın ya aynen dünyada eseri görünür; veyahut duâ olunanın âhiretine ve hayat-ı ebediyesi cihetinde makbul olur. Demek aynı maksad yerine gelmezse, duâ kabul olmadı denilmez; belki daha iyi bir surette kabul edilmiş denilir. M.)(Dördüncü nevi ki; en meşhurudur...Bizim duamızdır. Bu da iki kısımdır: Biri, fiilî ve hâlî; diğeri, kalbî ve kalîdir. Meselâ: Esbaba teşebbüs, bir dua-yı fiilîdir. Esbabın içtimaı, müsebbebi icad etmek için değil, belki lisan-ı hâl ile müsebbebi Cenab-ı Hak'tan istemek için bir vaziyet-i marziye almaktır. Hattâ çift sürmek hazine-i rahmet kapısını çalmaktır. Bu nevi dua-yı fiilî, Cevad-ı Mutlak'ın isim ve ünvanına müteveccih olduğundan, kabule mazhariyeti ekseriyet-i mutlakadır. İkinci kısım: lisan ile, kalb ile dua etmektir. Eli yetişmediği bir kısım metalibi istemektir. Bunun en mühim ciheti, en güzel gayesi, en tatlı meyvesi, şudur ki: "Dua eden adam anlar ki: Birisi var; onun hatırât-ı kalbini işitir, herşey'e eli yetişir, herbir arzusunu yerine getirebilir.. Aczine merhamet eder, fakrına medet eder."İşte ey âciz insan ve ey fakir beşer! Duâ gibi hazine-i rahmetin anahtarı ve tükenmez bir kuvvetin medarı olan bir vesileyi elden bırakma. Ona yapış âlâ-yı illiyyin-i insaniyete çık, bir sultan gibi bütün kâinatın dualarını, kendi duan içine al. Bir abd-i küllî ve bir vekil-i umumî gibi de. Kâinatın güzel bir takvimi ol!... S.)




                • DUÂ-YI HAYR Hâyırlı dua, hayır isteyen dua.




                • DUÂ-YI FİİLÎ Fiil ile yapılan dua. Yâni: İstenilen şeyin sebeplerini yerine getirmeye çalışmak.




                • DUÂ-YI KAVLÎ Sözle yapılan dua ki bildiğimiz meşhur duâlardır.




                • DUÂ-YI MÜSTECAB Kabul olunan dua.




                • DUÂGÛ (Duâhân) f. Duâ okuyan. Duâ eden.




                • DUAT (Dâî. C.) Duâ edenler. Allah'a yalvaranlar. * Dâvet edenler.

    DUÂ




                • Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:




                • Bana (hâlis kalb ile) duâ ediniz. Duânızı kabûl ederim. (Mü'min sûresi: 60)




                • Allahü teâlâyı unutarak, gafletle edilen duâ kabûl olmaz. (Hadîs-i şerîf-Mevâhib-i Ledünniyye)




                • Mü'minin din kardeşi için, arkasından yaptığı hayır duâ kabûl olur. Bir melek, "Allahü teâlâ, bu iyiliği sana da versin!Âmin" der. Meleğin duâsı red edilmez. (Hadîs-i şerîf-Riyâz-üs-Sâlihîn)




                • Ümmetimin günâh işlemeyen gençlerinin duâları kabûl olur. (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik)




                • Beş vakit farz namazdan sonra yapılan duâ kabûl olur. (Hadîs-i şerîf-Merâk-il-Felâh)




                • Lânet etmek için gönderilmedim. Hayır duâ etmek için, her mahlûka merhamet etmek için gönderildim. (Hadîs-i şerîf-Berîka)




                • Kendinize, evlâdınıza, kötü duâ etmeyiniz. Allah'ın kaderine râzı olunuz. Nîmetlerini arttırması için duâ ediniz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)




                • Çalışmadan duâ eden, silâhsız harbe giden gibidir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)




                • Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır. Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler. Böyle duâ, nasıl kabûl olunur? (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)




                • Birinize derd ve belâ gelince, Yûnus peygamberin duâsını okusun. Allahü teâlâ muhakkak onu kurtarır. Duâ şudur: Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minez zâlimîn. (Hadîs-i şerîf-Tefsîr-i Mazharî)




                • Sabah kalkınca, üç kerre:Bismillâhillezî lâ-yedurru ma asmihî şey'ün filerdı velâ fissemâi ve hüvessemî'ul-alîm (duâsını) okuyana akşama kadar hiç belâ gelmez. (Hadîs-i şerîf-Tenbîh-ül-Gâfilîn)




                • Duâ etmekle emr olunduk. Kulun Rabbine duâ etmesi, yalvarması, yakarması, sığınması, ağlayıp sızlaması Rabbine hoş gelir. (İmâm-ı Rabbânî)




                • Duânızı öyle bir delîl (vesîle, vâsıta) araya koyarak edin ki, o, günah işlememişlerden olsun. O delîl, Allah dostları, Allah adamlarıdır. Onlara sevgi ve tevâzu gösterin ki, sizin için duâ etsinler. (Ali Râmitenî)




                • Allahü teâlâya itâat et, emirlerine uy. Sonra duâ et. Allahü teâlâ duânı kabul eder. (Ammâr-ı Yâser)




                • Zâlim kimseleri, âdil diye medh edenin ve din düşmanlarının ölüsüne, dirisine duâ edenin îmânı gider. (Abdülhakîm Arvâsî)




                • Binlerce top ve tüfek, yapamaz aslâ,




                • Gözyaşının seher vakti yaptığını.




                • Düşman kaçıran süngüleri, çok defa,




                • Toz gibi yapar, bir mü'minin duâsı.




                • (Muhammed Rebhâmî)

    DUA

    Sözlükte "çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek" anlamına gelen dua, din literatüründe, insanın bütün benliğiyle Allah'a yönelerek maddî ve manevî isteklerini O'na arz etmesi demektir. Duanın ana gayesi insanın Allah'a halini arzetmesi ve O'na niyazda bulunması olduğuna göre dua, Allah ile kul arasında bir diyalog anlamı taşır. Bir başka deyişle dua sınırlı, sonlu ve âciz olan varlığın sınırsız ve sonsuz kudret sahibi ile kurduğu bir köprüdür. Kur'ân'da yirmi yerde dua kelimesi geçmekte, ayrıca pek çok âyette dua kökünden fiiller yer almaktadır.

    Duada daima tâzim ve tâzimle birlikte istekte bulunma anlamı vardır. Dua aynı zamanda zikir ve ibadettir. Böylece duada biri zikir ve saygı, diğeri de dilek olmak üzere iki unsur hep yan yana bulunur. Bu sebeple "Dua ibadetin özüdür" (Tirmizî, Deavat, 1) ve aynı sebeple en önemli ibadet olan namaz dua (salât) kelimesiyle ifade edilmiştir (En'âm, 6/52 ; Kehf, 18/28). Bir âyette, "De ki; duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin" (Furkân, 25/77 ) buyrulmak sûretiyle insanın ancak Allah'a olan bu yönelişiyle değer kazanabileceği belirtilmiştir. Kur'ân'da insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendini emniyet içinde ve başarılı gördüğü durumlarda dua isteğinin zayıfladığı, Allah'tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterliliğini gözünde büyütüp nankör ve bencil olduğu, zalimâne tutum ve davranışlar sergilediği anlatılmaktadır (bk. İsrâ, 17/67; Lokmân, 31/32; Fussilet, 41/51). İnsanın başı dara düştüğünde dua etmesinin (Mü'min, 40/60) yanı sıra özellikle refah ve rahatlık durumlarında da Allah'ı hatırlaması kulluğun bir gereğidir. Duanın sadece Allah'a yöneltilmesi; Allah'tan başkasına, putlara veya kendilerine üstün nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua (ve ibadet) edilmemesi hususu Kur'ân'da ısrarla vurgulanmıştır (bk. Şu'arâ, 26/213; Kasas, 28/88).

    Özet olarak duanın âdâbı şöyledir: Dua gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılmalı, mübarek vakit ve yerler tercih edilmeli, kıbleye yönelinerek ve Allah'ın adıyla başlanarak, günahlara pişmanlık duyularak yapılmalı, kabulü için acele edilmemeli, kabul edileceğine inanılarak duaya ısrarla devam edilmeli, sebepler dünyasında yaşadığının bilincine ererek talep ettiği şey birtakım sebeplere bağlıysa önce bu sebepleri yerine getirmeli yani fiili duasını yapmalıdır. Ayrıca isteğini Allah'a arz etmeden önce Allah'a hamdü senâ Peygamberine de salâtü selâm getirmelidir. (M.C.)

    []

    []

    Ico libri Anlamlar




    Nuvola apps bookcase Köken




              • [1] Nuvola apps bookcase Köken

    Crystal Clear app Login Manager Deyimler

    Nuvola Turkish flag Türk Dilleri





    |} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

    |}

    |}

    []

    []

    Ico libri Anlamlar




    Endonezce
    []

    Lupa Ad , Lupa Sıfat[]

    Ico libri Anlamlar




              • [1] iki

    Gagavuzca
    []

    []

    Ico libri Anlamlar




    Nuvola apps bookcase Köken




              • [1] Nuvola apps bookcase Köken

    Crystal Clear app internet Çeviriler




                • (İngilizce): [1] [[prayer#(İngilizce)|prayer]] (en)

    |} | width=1% | |bgcolor="#FFFFE0" valign=top width=48%|

    |}

    |}

    Books-aj.svg aj ashton 01f Kaynaklar

                • Şablon:Kaynak-EtymDict

    Kürtçe
    []

    []

    Ico libri Anlamlar




    []

    []

    Ico libri Anlamlar




    Malayca
    []

    Lupa Ad , Lupa Sıfat[]

    Ico libri Anlamlar




    Abdulvahap Gözcü Abdulvahap Müftülük Abdulvahap Müftülük Yenişehir

    Advertisement