Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
  • Arapça karakterlerin görüldüğü pdf formatı için : tıklayınız

Dosya:66-Tahrim.pdf

66. Tahrim Suresi
سورة التحريم
66.- 66/1 - 66/2 - 66/3 - 66/4 - 66/5 - 66/6 - 66/7 - 66/8 - 66/9 - 66/10 - 66/11 - 66/12
Dosya:Tahrim Suresi.png
Anlamı Haram Kılmak
Başka İsmi “Lime Tuharrimu”, “Mutaharrim” (haram olmayan şeyi kendine haram kılmak)
Sınıfı Medeni
Nüzul Sırası 107
Sure Numarası 66
Cüz 28
Sayısal Bilgiler
Ayet Sayısı 12
Kelime Sayısı 254
Harf Sayısı 1105
Bakınız

Şablon:Tahrimbakınız - d


66.
66/1 - 66/2 - 66/3 - 66/4 - 66/5 - 66/6 - 66/7 - 66/8 - 66/9 - 66/10 - 66/11 - 66/12

التحريم
Tahrim
Et-Tahrim
At-Tahrim

KK/Tahrim-
سورة التحريم
Surah At-Tahrim
Tahrim suresi
Tahrim sûresi
Tahrîm suresi
Tahrim Suresi
Tahrim Sûresi
Tahri suresi/Tefsiri

Tahrim/Latin harfli
Tahrim suresi/Aslı
Tahrim suresi/Aslı/İnterWiki
Tahrim suresi/WP
Tahrim suresi/VP
Tahrim suresi/WP/Arabi
Tahrim suresi/Wikishia

Kavramlar
Kanitat

Mealler
Tahrim Suresi/Orijinal Elmalı meali
Tahri suresi/Tefsiri
Tahrim Suresi/HDKD/Sadeleştirilmiş
HDKD/Tahrîm/Meal
HDKD/Tahrim
Tahrim Suresi/Elmalı/1-7
Tahrim Suresi/8-12
Tahrim Suresi/Meal/Sadeleştirilmiş
Sadeleştirilmiş Elmalı Meali

Tahrim Suresi/Azerice
Tahrim Suresi/Albanian
Tahrim Suresi/Bulgarca
Tahrim Suresi 3 lü iyi
Tahrim suresi/Aslı-Türkçesi İngilizcesi

Tahrim Süresi/VİDEO
Tahrim suresi/FAZİLETİ
Tahrim suresi/HADİSLER
Tahrim suresi/Değerlendirmeler
Tahrim suresi/Olaylar

Tahrim Suresi/Elmalı Orijinal
Tahrim/Latin harfli
Dosya:66-Tahrim.pdf [1]

Tahrim suresi
Tahrim Suresi/1-7
Tahrim Suresi/8-12

Tahrim_•_Cevabul_Cevab-2

Tahrim • Cevabul Cevab-2

Mustafa_İsmail_Tahrim_Suresi-2

Mustafa İsmail Tahrim Suresi-2

Mustafa_İsmail_Tahrim_Suresi-3

Mustafa İsmail Tahrim Suresi-3

Mustafa_ismail_tahrim_suresi-2

Mustafa ismail tahrim suresi-2

Ahmet_Naina_Tahrim_Suresi_(Mustafa_İsmail_tavrı_ile)-2

Ahmet Naina Tahrim Suresi (Mustafa İsmail tavrı ile)-2

Ahmet_Naina_Tahrim_Suresi_(Mustafa_İsmail_tavrı_ile)-3

Ahmet Naina Tahrim Suresi (Mustafa İsmail tavrı ile)-3

From_the_masterpieces_of_Sheikh-_Mustafa_Ismail,_Surah-_-At-Tahrim-_The_Prohibtion_-_mercy_on_him_--2

From the masterpieces of Sheikh- Mustafa Ismail, Surah- -At-Tahrim- The Prohibtion - mercy on him --2

Mustafa_ismail_▫️Tahrim_▫️coşturan_nağmeler-2

Mustafa ismail ▫️Tahrim ▫️coşturan nağmeler-2

"Vemeryemebnete_İmran"_Özel_Terkip_vol3_Tahrim_Suresi_-_Kendini_Tekrar_Etmeyen_Adam!_Mustafa_İsmail-2

"Vemeryemebnete İmran" Özel Terkip vol3 Tahrim Suresi - Kendini Tekrar Etmeyen Adam! Mustafa İsmail-2

"Muslimatin_Mu'minatin"_Terkip_vol6_•_Tahrim_Suresi_5_-_Kendini_Tekrar_Etmeyen_Adam!_Mustafa_İsmail-3

"Muslimatin Mu'minatin" Terkip vol6 • Tahrim Suresi 5 - Kendini Tekrar Etmeyen Adam! Mustafa İsmail-3

Şeyh_Mustafa_İsmail_~_Hicaz-Rast_~_Tahrim_11-12_(1969)_Türkiye-2

Şeyh Mustafa İsmail ~ Hicaz-Rast ~ Tahrim 11-12 (1969) Türkiye-2

Merhûm_Hâfız_Mustafa_İsmâil_(TAHRÎM_SÛRESİ)-2

Merhûm Hâfız Mustafa İsmâil (TAHRÎM SÛRESİ)-2

Sheikh_Mustafa_Ismail-surah_At-Tahrim_(heart_melting_qirat)

Sheikh Mustafa Ismail-surah At-Tahrim (heart melting qirat)

Sheikh_mustafa_ismail_surah_tahrim-2

Sheikh mustafa ismail surah tahrim-2

Şeyh_Mustafa_İsmail_~_Nihavend_~_Tahrim_11-12_(1954)-2

Şeyh Mustafa İsmail ~ Nihavend ~ Tahrim 11-12 (1954)-2

Şeyh_Mustafa_İsmail_~_Tahrim_Suresi_(1960)_-_Beyyati_Ağlıyor-2

Şeyh Mustafa İsmail ~ Tahrim Suresi (1960) - Beyyati Ağlıyor-2

Mustafa_İsmâil_1949_Tahrim_Sûresi_Muslimêtin_Mu'minêtin(...)مصطفى_إسماعيل-2

Mustafa İsmâil 1949 Tahrim Sûresi Muslimêtin Mu'minêtin(...)مصطفى إسماعيل-2

Sheikh_Mustafa_Ismail-surah_At-Tahrim_(heart_melting_qirat)

Sheikh Mustafa Ismail-surah At-Tahrim (heart melting qirat)

Sheikh Mustafa Ismail-surah At-Tahrim (heart melting qirat)

Naina_Tahrim_1

Naina Tahrim 1

Naina Tahrim 1

Naina_Tahrim_2

Naina Tahrim 2

Naina Tahrim 2

Sheikh_Ahmed_Naina_Surah_At-Tahrim_(1-12)_Al-Haqqah_(1-4)_İran

Sheikh Ahmed Naina Surah At-Tahrim (1-12) Al-Haqqah (1-4) İran

Sheikh Ahmed Naina Surah At-Tahrim (1-12) Al-Haqqah (1-4) İran

Ahmed_Na'ina_-_Ajeti_sure_Et-Tahrim_-_www.kiraet.net

Ahmed Na'ina - Ajeti sure Et-Tahrim - www.kiraet.net

Ahmed Na'ina - Ajeti sure Et-Tahrim - www.kiraet.net

Sh:»5084[]

TAHRİYM

..................................

Tahrîm sûresi medenîdir. Buna «Müteharrim suresi» veya «Lime tüharrimü sûresi» de denilir.

  • Âyetleri - On ikidir.
  • Kelimeleri - İki yüz kırk dokuzdur.
  • Harfleri - Bin altmıştır.
  • Fasılası - ......................harfleridir.
  • Sebebi nüzulü - Baş tarafındaki âyetlerden anlaşılacağı üzere tahrîm hadisesidir.

Tahrîm - İ'tikadî veya fi'lî, aslî veya a'rızî, muvakkat veya gayri muvakkat surette haram etmek, haram kılmak veya men'eylemek, mahrum kılmak ma'nalarına gelebilirki ya teshıri ilâhî ile veya zorla veya akıl cihetinden, yâhud şer'î cihetten, yâhud resim ve adette emri sayılan biri cihetinden yasak veya men'edilmek, mahrum kılınmak suretlerine şamil olup talâk, zıhar, iylâ gibi ba'zı yemin aksamı da buna dahil olur. Burada ise Peygamberin kendine yaptığı bir tahrîm vak'asının ismi olarak bu Sûre ona muzaf kılınmıştır. Ve esasen tahrîm, Allaha aid olup Allahın halâl kıldığını haram kılmak iyi olmadığı anlatılmıştır.

Bu vak'anın hulâsası: Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerinin zevcelerinden birine sirr olarak söylediği bir sözü o zevce temamen ketm edemeyip yine

Sh:»5085[]

ezvacı tahirat içinden en ziyade hemhal olduğu diğer bir arkadaşına çıtlatmış, bundan haberdar olan Hazreti Peygamber ona o sirri ketm edemediğinden dolayı serzeniş buyurmuş ve buna karşı o ikisi birbirine arka çıkarak ve dünya refah ve ziynetine müteallık ba'zı dilekler arz ederek diğer zevcelerini de alâkadar edecek bir tazahürde bulunmuş olmaları dolayısiyle Aleyhissalâtü vesselâm hem Dünya hayatın nazarındaki ehemmiyyetsizliğini anlatmak hem de ailesine bir dersi tehzib vererek binnetice rızalarını yoklamak üzere kendisine halâlı haram eder yollu bir yemîn ile mu'tad olan tarzı hayatından ve haremlerinden iylâ şeklinde çekilip meşrebe denilen selâmlık odasında bir ay uzleti ihtiyar etmiş olması vak'asıdırki ba'zan i'tikâf sünneti seniyyeden olmak hasebiyle ibtidalarında bunun ne olduğu fark edilememiş fakat biraz sonra hanei saadette ezvacı tahiratın hepsi Resulullahı gücendirmiş olmak endişesiyle hücrelerinde hicran ve hirman elemleri içinde göz yaşları dökmeğe başlamış ve derken Peygamber bütün zevcelerini boşamış diye şayi' olmağa başlıyarak işiten eshabı kiramı birdenbire merak ve telâşe sarmış ve bu esnada Sûriyye cihetinde Rumların tabi'iyyetinde hukûmet edene Hırıstıyan Arablardan gassanîlerin Müslimanlara harbetmek için tedarükâtta bulunduklarına dair Medînede havadis işa'asiyle Münafıklar da eracîf ve tehyicata bir vesiyle buldukları zu'muna düşüp sevinmişlerdi. Nihayet yirmi dokuzuncu gün hitamında Resulullah uzletten çıkıp hanei saadetlerine avdet buyurmuştu. İşte bu Sûre bu tahrîm vak'ası sebebiyle nâzil olmuş olduğu gibi Tirmizînin rivayet ettiği vechile sûrei - Ahzâbda geçen ya eyyuhennebiyyu kul liezvacike in küntünne türidnelhayateddünya ve zineteha fetealeyne ümetti'ünne ve üserrihkünne serahen cemilen...(Ey peygamber! Eşlerine söyle: Eğer siz dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size boşanma bedeli vereyim ve güzellikle salayım...(Ahzab, 33- 28 ) âyeti de bu sebeble nâzil olmuş, ve Müslimin bir rivayetine

Sh:»5086[]

nazaran sûrei Nisadaki ve iza caehüm emrun minelemni evilhavfi ezau bihi ...(Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelse onu yayarlar...(Nisa, 4- 83 ) âyeti gde bu sırada inzal buyurulmuştur.

Bu hadise hakkında sahih, gayri sahih bir takım sözler söylenmiş ise de imam Ahmed, Buharî, Müslîm, Tirmizî, İbni hibban ve daha başkalarının sahih senedlerle tahric eylemiş oldukları vechile Hazreti Ömerin İbni Abbas Hazretlerine olan beyanatı ve Hazreti Aişe hadîsleri bizi en ziyade tenvir edecek sahih rivayetlerdendir.

Buharînin bir senedi: haddesena abdülazizibnü abdillahi, haddesena süleymanübnü bilalin an yahya, an ubeydibni cüneynin, ennehu semiabne abbasin radiyallahü enhüma yühaddisse ennehu kale

Müslimin bir senedi: haddesena harunübnü seıdileyliyyü, haddesena abdullahibnü vehbin ehberani süleymanü ya'nibne bilalin, ehberani yahya an ubeydibni huneynin, ennehu semia abdallahibne abbasin yühaddisü

Bu iki senedle Buharî ve Müslim şu iki rivayette müttefikler: İbni Abbas radıyallahü anhüma hadîs anlatarak dediki: Ömer ibni Hattaba bir âyetten sormak isterdim, bir sene durdum, mehabetinden soramadım, taki hacca çıktı beraberinde ben de çıktım, döndüğümüzde yolun birazında (Merri zahranda) idik bir haceti için erâke saptı, ben bekledim, nihayet fârig oldu, sonra beraberinde yürüdüm (o abdest alıyor, ben de suyunu döküyordum, bir sırasını buldum) ya emirelmü'minîn! Kimdir o iki kadın Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerinin zevcelerinden ki ona karşı tezahürde bulunmuşlar? Dedim, o, Hafsa ve Aişedir dedi. Ben vallahi bir senedenberi bunu sana sormak istiyordum, fakat saygımdan soramıyordum, dedim, öyle yapma dedi bende bir ılim olduğunu zannetiğin birşeyi hemen bana sorki bir bilgim varsa onu sana haber veririm. Sonra Ömer şöyle dedi: Vallahi biz doğrusu cahiliyyede kadınlar için bir emir sayıya almazdık tâ Allah tealâ onlar için indirdiğini indirinciye ve haklarında verdiği payı verinciye kadar. Ben, dedi: kendi kendime bir emirde düşünürken karım şöyle şöyle yapsan dedi, ben de o senin nene gerek?

Sh:»5087[]

Benim irade ettiğim bir işte senin tekellüfün ne oluyor? Dedim. Bana, ey ibni hattab: sen kendine karşı gevezelik edilmesini istemiyorsun, halbuki senin kızın Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerine karşı mırıldanıyor, hattâ o günü öfkeli bırakıyor deyiverdi, hemen Ömer kalktı, yerinden ridasını aldı, tâ Hafsaya kadar gitti, ona kızım dedi, sen Resulullaha mırıldanıyor, bütün gün öfkeli bırakacak kadar söyleniyormusun, vallahi dedi: biz hepimiz ona söylenir, mırıldanırız. Bunun üzerine dedim ki: bilirsin ben seni Allahın ukubetinden ve Resulü sallâllahü aleyhi vesellemin gadabından daima tahzir ederim, a kızım! Sakın seni arkadaşının güzelliği ve Resulullahın ona sevgisi mağrur etmesin -Aişeyi murad ediyordu -. Sonra dedi: çıktım, karabetim olduğu için Ümmi selemenin yanına girdim, ona söyledim Ümmi seleme dediki: teaccüb ederim sana ey ibni hattab! Her şey'e girdin de resulullah ile zevceleri arasına damı girmek istiyorsun? İşte bu söz beni öyle bir tutuş tuttuki vicdanımda duyduğum teessürü kısmen kırdı. Bunun üzerine onun yanından da çıktım. Ve benim Ensardan bir arkadaşım vardı. Ben gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği zaman da ben ona haber getirirdim. Bu esnada gassan Meliklerinden birisini de endîşe ediyorduk, bize yürüyeceği söyleniyor, yüreklerimiz ondan dolgun bulunuyordu. Bir de bakdımki arkadaşım Ensarî kapıyı çalıyor, aç aç dedi, Gassanîmi, geldi? dedim, hayır ondan daha eşedd, Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem zevecelerinden uzlete çekilmiş dedi. Gönlümden hafsa ile Aişenin burnu sürtüldü dedim, elbisemi aldım çıktım, nihayet vardım, anladımki Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem bir kaç basamakla çıkılır bir meşrebede (şerbetlik denilen sekili bir hörcede) siyah bir uşağı da kademenin

Sh:»5088[]

başında, söyle, Ömer ibni Hattab, dedim, nihayet bana izin verdi, resulullaha bu söylediğim sözleri hikâye ettim. Ümmi Selemenin sözüne geldiğimde Resulullah tebessüm buyurdu» bir hasır üzerinde bulunuyordu, onunla arasında bir şey yoktu, başının altında içi lif dolu bir meşin yasdık vardı, ayaklarının yanında dökülmüş biraz karaz (samğı ârabî denilen selem pusesi), baş ucunda da asılı bir pösteki vardı, böğründe hasîrin eserini gördüm ağladım, neye ağlıyorsun? Buyurdu, Yaresulallah dedim: Kisra ve Kayser bulundukları hal içindeler, sen ise Allahın Resulüsün, buyurduki Dünya onların âhıret bizim olmasına razı olmuyormusun.

Müslimin ve Tirmizînin mütekarib ve müttefık oldukları diğer bir rivayet:

Müslim, haddesena ishakubnü ibrahimelhanzeliyyü ve muhammedübnü ebi umera( tekaraba fi lenzilhadisi ) kalebnü ebi umera haddesena ve kale ishaku ehberana abdürrazzakı, ehbarana ma'merun anizzühriyyin, an ubeydillahibni abdillahibni ebi sevrin anibni abbasin

Tirmizî: haddesena abdübnü humeydin ehberana abdürrazzakı, an ma'merin anizzühriyyi, an ubeydillahibni abdillahibni ebi sevrin: kale semi'tübne aabbasin yekulü

Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerinin zevcelerinden iki kadını ki Allah tealâ in tedüba ilallahi fekat sağat kulübüküma...( Eğer ikiniz Allah tevbe ederseniz , kalbiniz gerçekten yönelmişti...(Tahrim, 66- 4 ) buyurmuştur. Hazreti Ömerden sormağa hırslanır dururdum, tâki Ömer haccetti, ben de beraberinde haccettim, yolun bir yerine geldiğimizde abdest alıyordu, ben de ellerine matharadan su döküyordum ya emirelmü'minîn! dedim: nebiy sallâllahü aleyhi vesellemin ezvacından o iki kadın kimdirki Allah azze ve celle onlara in tetuba ilallahi fekat sağat kulübüküma buyurmuştur? Ömer bana ve eaccebba leke yebne abbasin...(Tuhafına giden nedir, ey ibnü abbas ? Onlar Hafsa ve Aişedir ) dedi: o Hafsa ve Aişedir dedi, sonra hadîsi anlatmağa başladı: biz, dedi: ma'şeri kureyş kadınlara galib bulunuyorduk. Medîneye geldiğimizde bir kavm bulduk ki kadınları onlara galebe ediyorlardı. Bizim kadınlarımız da onlardan

Sh:»5089[]

öğrenmeğe başladılar, bir gün ben karıma öfkelendim, bakdım mırıldanıyor, mırıldanmasını münasib görmedim, azarladım, benim dedi mırıldanmamı neye münasib görmüyorsun? Vallahı Peygamberin zevceleri bile ona mırıldanıyorlar, ve birisi o gün geceye kadar yanına uğramıyor, ben gönlümden doğrusu onlardan öyle yapan muhakkak haybet ve husrana düşer, dedim. Ve menzilim avalide benî ümeyye (ibni zeyd) de idi ve Ensardan bir komşum vardı, Resulullaha gitmek için nevbetleşerek inerdik, birgün o iner vahıy haberini ve saireyi bana getirirdim, ve o sıra «gassanîler bize gazâ etmek için atlarını na'llatıyorlarmış diye havadis alıyorduk. Derken birgün o komşum yatsıleyin bana geldi, birdenbire kapıyı vurdu, hemen çıktım, çıkarçıkmaz «bir emri azîm hadis oldu» dedi. Gassanîlermi geldi dedim, ondan daha büyük: Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem kadınlarını tatlîk etmiş, dedi ben gönlümden, Hafsa haib-ü hasir oldu, bunun olacağını zannediyordum, dedim ve sabah namazını kılınca giyindim, sonra fırlayıp tâ Hafsanın yanına vardım. Gördümki ağlıyor [Müslimin diğer bir rivayetinde hucrelerin hepsinde de bükâ var] sizi Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem tatlîkmı etti? Dedim, bilmiyorum, o işte tâ şu meşrebede mu'tezil, dedi, bunun üzerine vardım, bir siyah kölesine (yine Müslimin diğer bir rivayetinde: dış kapının eşiğindeki Rebah nam kölesine) vardım, Ömer için istizan et dedim, girdi sonra bana çıktı, seni kendisine söyledim bir şey demedi dedi, bunun üzerine mescide fırladım, vardımki minberin etrafında bir takım kimseler oturmuş ağlıyorlar, yanlarında biraz oturdum sonra vicdanımdaki duygum bana galebe etti, yine o uşağa vardım: Ömer için istizan et dedim, yine girdi, çıktı, seni kendisine söyledim, bir şey demedi, dedi, sonra yine

Sh:»5090[]

mescide gittim oturdum, sonra yine vicdanım bana galebe etti, yine o uşağa vardım, Ömer için istizan et dedim, yine girdi sonra bana çıktı, kendisine seni söyledim, bir şey demedi, dedi, ben de döndüm giderken baktım uşak beni çağırıyordu, gir sana izin verdi dedi, bunun üzerine girdim, bakdımki Hazreti Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem bir ramele hasirahu hasîr örgüsüne dirseklemiş, böğründe hasîrın izini gördüm (Müslimin Ikrime rivayetinde: bir hasîr üzerinde yan gelmişti. Oturdum üzerine izarını çekti, ondan başka üzerinde bir şey yoktu hasîr bugrüne iz yapmıştı) Yaresulallah, dedim kadınlarını tatlîkmı ettin, hayır buyurdu - Allahüekber dedim, bizi bilirsinki Yaresulallah biz ma'şeri Kureyş kadınlara galib bulunur bir kavm idik, sonra Medîneye geldiğimizde bir kavm buldukki kadınları onlara galebe ediyorlar, bizim kadınlarımız da onların kadınlarından öğrenmeğe başladılar, birgün ben karıma öfkelendim bana karşı mırıldanıyordu mırıldanmasını münasib görmedim azarladım, neye azarlıyorsun dedi, Vallahi Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerinin zevceleri bile ona karşı mırıldanıyorlar. Hem onlardan birisi o gün geceye kadar yanına uğramıyor bunun üzerine ben Hafsaya dedimki sen Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerine karşı mırıldanıyormusun? Evet, dedi: her birimiz o gün geceye kadar yanına uğramaz, dedimki: içinizden her kim öyle yaparsa muhakkak haib-ü hasir olur. Her biriniz kendine Allahın, Resulünün gadabından dolayı, gadab etmiyeceğine emînmi bulunuyor? Alimallah bir lahzada helâk olur. Bakdımki Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem tebessüm buyurdu, Hafsaya demiştimki dedim Resulullaha karşı mırıldanma ve ondan bir şey isteme, sana iktiza ederse bana söyle ve sakın arkadaşının Resulullaha senden daha sevgili ve daha dilber olması da seni mağrur etmesin. Resulullah bir daha tebessüm buyurdu. Bunun

Sh:»5091[]

üzerine Yaresullah! Müsaade buyurmanızı rica ediyorum este'nisü dedim. Peki buyurdu, başımı kaldırdım baktımki odada üç şeyden başka levazim yok, Yaresulallah dedim: Allaha duâ et ümmetine genişlik versin, ona ibadet etmezlerken Faris ve Ruma genişlik vermiş. Böyle deyince doğrulup oturu verdi de sen şekk içindemisin yebne hattab! Onlar hoşlukları dünya hayatta geçiştirilen birer kavm, buyurdu (müslimde: ben de benim için istiğfar ediver Yaresulallah dedim) ve kadınlarına küsmüş olduğundan dolayı bir ay kadınlarının yanlarına girmemeğe yemîn etmişti: bu babda Allah tealâ ıtab buyurdu (Tirmizîde: ve onun için yemîne keffaret kıldı) Zührî, bir de dedi, Urve bana. Aişeden şöyle haber verdi, Hazreti Aişe dediki: vaktaki yirmi dokuz gece geçti, Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem bana geldi, benimle başladı (Müslimde: Yaresulallah sen bizim yanımıza bir ay girmiyeceğine yemîn etmiştin, halbuki yirmi dokuzdan girdin, ben onları sayıyorum dedim ay yirmi dokuzdur buyurdu) da ya Aişe ben sana bir emir anlatacağım, acele etme tâki Ebeveynine danışasın. Buyurdu. Sonra bana bu âyeti okudu ya eyyühennebiyyü kul li ezvacike ...(Ahzab, 33- 28 ) el'aye. Müslimde: ecran azimen ya kadar Aişe dedi: Vallahi ebeveynimin bana ondan ayrılmayı emretmiyeceklerini muhakkak bildirdi. Ben de dedim ki: ay, bunun hakkındamı ebeveynime danışacağım? Elbette Allahı ve Resulünü ve darı âhıreti isterim. Ma'mer, bir de, dedi, bana Eyyûb haber verdi, Aişe demişki: benim seni ihtiyar ettiğimi kadınlarına haber verme, Resulullah da ona buyurmuşki, Allah beni mübellig olarak gönderdi, muannit olarak göndermedi, Tirmizî derki: bu hadîs İbni Abbastan bir kaç vechile rivayet olunmuş, hasen sahîh bir hadîstir. Aynî hadîs hakkında Müslimin diğer bir rivayetinde: Hafsa ve Ümmi seleme demiş ve şu fıkraları ziyade etmiştir: hucrelere vardım, her evde bükâ vardı,

Sh:»5092[]

hepsinden bir ay iylâ yapmıştı. Yirmi dokuz olunca onlara indi.

Buharînin: Hazreti Enesten olan rivayetinde de Hazreti Ömer şöyle demiştir: Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerinin zevceleri ona karşı gayrette ictima' etmişlerdi. Ben onlara «o sizi boşarsa rabbı ona sizden daha hayırlısını verir demiştim asa rabbühü in tallekakünne...(Eğer o sizi boşarsa rabbi ona sizden daha iyi eşler verebilir...(Tahrim, 66-5 ) âyeti nâzil oldu.

Bunlar gösteriyorki: tahrîm meselesi yalnız Aişe ile Hafsaya veya Hafsa ile ümmi selemeye aid değil, hepsiyle alâkadardır. İkiden bahsedilmesi ikisinin diğerlerine nazaran daha ziyade hususıyetlerindeki ehemmiyyetten dolayı olup bir taraftan bu ikisi diğer taraftan obirleri iki zümre halinde olarak birleştiklerini anlatıyor. Bu babda Müslimin Cabir ibni Abdillah radiyallahü anhten olan şu rivayeti de bunu ve sebebini şöyle iyzah ediyor. Cabir dediki Ebu Bekir girdi Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem huzuruna istizan ediyordu, nâsı kapı önünde oturmuşlar buldu, içlerinden kimseye izin verilmemişti. Ebu Bekre izin verildi, girdi, sonra Ömer geldi o da istizan etti ona da izin verildi. Girince Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem Hazretlerini çevresinde kadınları oturmuş gayet durgun ve sakit bir halde bulmuş ve binaenaleyh herhalde bir şey söyliyeyim, Peygamberi güldüreyim deyip şöyle söylemişti. Ya Resulallah: görseydin Harice kızı benden nefaka istedi, ben de kalktım ona boynunu bükü verdim deyince Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem güldü de bunlar gördüğün gibi benim çevremde nefaka istiyorlar buyurdu. Bunun üzerine Ebû Bekir kalkıp Aişenin boynuna dürterek Omer de kalkıp hafsanın boynuna dürterek ikisi de siz Resulullah sallâllahü aleyhi vesellemin yanında olmıyan şeyler istiyorsunuz ha: der,

Sh:»5093[]

bunun üzerine cümlesi de vallahi bundan böyle ebeden Resulullah sallâllahü aleyhi vesellemden yanında olmıyan bir şey istemeyiz demişler, sonra da onlardan bir ay, yahud yirmi dokuz gün uzlete çekilmişti. Sonra ya eyyühennebiyyükul liezvacike âyeti nâzil oldu ta lilmühsinati minkünne ecran azimen...(Ahzab, 33-28-29 ) ye kadar vardı. Onun üzerine Aişeden başladı, ya Aişe sana bir emir arzetmek istiyorum dedi. İlââhirilhadîs. Yine Müslimde Ikrime tarikıyle mezkûr Hazreti Ömer hadîsinde: Hazreti Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem kadınlarından uzlete çekildiği vakıt mescide girdim, baktım nâs kederinden çakıllı yeri dürtüştürüyor ve resulullah sallâllahü aleyhi vesellem kadınlarını boşamış diyorlar, ve bu kadınların hicab ile emrolunmalarından evveldi. Ben bunu bugün öğrenirim, dedim, Aişeye vardım, ya Ebî Bekrin kızı senin şanın Resulullaha eza edecek dereceye vardımı? Dedim, benden sana ne? Ey ibni hattab sen kendi begbene bak dedi, onun üzerine Hafsaya girdim diye başlayan Hazreti Ömerin beyanatında şu fıkralar da vardır: iki istizanda izin verilmeyince sonra sesimi yükselttim, yarebah! Dedim, benim için Resulullahdan istizan et zannediyorum ki Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem beni Hafsa için geldim sanıyor. Vallahi Resulullah bana emrederse ben Hafsanın boynunu vururum, diye sesimi yükselttim, gel diye işaret etti, bunun üzerine girdim Resulullah bir hasîr üzerine dengilmişti, oturdum üzerine izarını çekti. Üstünde başka bir şey yoktu. İlââhirih... Kisrâ ve Kayser fıkrasından sonra, girdiğim vakıt yüzünde gadab görüyordum, Yaresulallah! Kadınlar yüzünden neşe meşakkati üzerine alıyorsun. Şayed sen onları boşarsan Allah seninledir, Melaikesi Cebrail ve Mikâil, ben ve Ebubekir ve mü'minler de seninleyiz demiştim ve Allaha hamdederimki ba'zan böyle bir kelâm söylediğimde Allah tealânın söylediğim sözü tasdık buyurmasını ümid ederdim, bu tahyir âyeti de böyle nâzil

Sh:»5094[]

olmuştur. asa rabbühü in tallekakünne ...(Tahrim, 66- 5 ) Aişe binti ebî Bekir ile Hafsa Peygamberin sair kadınlarına karşı ikisi tezahür ederler - birbirine zâhir olurlar - dı, Yaresulallah sen onları tatlîkmı ettin? Dedim, hayır, dedi, Yaresulallah! Dedim: ben mescide girdim Müslimanlar çakılları dürtüyor. Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem kadınlarını boşamış diyorlardı, ineyim de boşamadığını onlara haber vereyimmi? Dedim, peki istersen, buyurdu, yüzünden gadab açılıncıya kadar konuşmağa devam ettim, nihayet şeeldi, güldü, mübarek dişleri herkesten güzeldi, sonra nebiyyullah sallâllahü aleyhi vesellem indi, ben de indim, basamaklı kütüğe tutunarak indim, Resulullah yer üzerinde yürür gibi indi, elini sürmüyordu, Yaresulallah gurfede yirmi dokuz kadın dedim, ay yirmi dokuz olur buyurdu, ben mescidin kapısı üzere dikildim, Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem kadınlarını boşamadı diye en yüksek sesimle bağırdım ve şu âyet ve iza caehüm emrun minelemni evvilhavfi ezau bihi velev raddühü ilerrasuli ve ila ülilemri minhüm lealimehüllezine yestenbitunehü minhüm ...(Onlara güven veya korkuya dair bir haber gelince, hemen onu yayarlar: Halbuki onu resule ve aralarında yetki sahibi kimselere götürselerdi...(Nisa, 4-83 ) nâzil oldu, o emri istinbat eden ben olmuştum, Allah azze ve celle tahyîr âyetini de inzal buyurdu.

İbni mâce de bu iylânın sebebi olmak üzere Hazreti Aişeden şöyle bir rivayet vardır: Resulullah sallallahü aleyhi vesellem ancak şunun için iylâ yaptı, çünkü Zeyneb onun bir hediyyesini geri çevirmişti, Aişe de lekad ekmeetke ya'ni seni horlamış» dedi bunun üzerine resulullah gadaba gelip hepsinden iylâ etti. Bu da esbabdan biri olursa da ikisinden maadası hakkında sebebi kâfi değildir. Tahrîm âyetinin nüzulüne sebeb olmak üzere zikrolunan iylâ tahrîminden başka olarak iki yemînden daha bahsedilmiştir. Bunlardan birisi:

Peygamberin zevcelerinden birinin yanında bir bal şerbeti içmiş olmasından dolayı diğer ba'zı zevcelerinin sözleşerek magafir kokuyor diye lâtîfe etmeleri üzerine

Sh:»5095[]

Peygamberin bir daha bal içmemeğe bir yemîn etmiş olduğunu zikretmişlerdir.

Buharîde Aişeden: Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem «Zeyneb binti Cahş» ın yanında bal şerbeti içer ve onun nezdinde dururdu, ben ve Hafsa Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem hangimize gelirse magafîrmi yedin senden magafîr kokusu duyuyorum diyelim. Buyurdu ki la velakinni küntü eşrabü asalen ınde zeynebebneti cahşin felen eude lehü ve kad haleftü la tühbiri bizalike ehaden hayır ve lâkin ben Zeyneb binti cahşın yanında bal şerbeti içerdim, öyle ise bir daha içmem, işte yemîn ettim. Bunu kimseye söyleme». Bu hadîsin son fıkrası Müslimde ve nese'îde, yemîn kaydi olmıyarak şöyledir: fekale şeribtü asalen ınde zeynebe binti cahşin velen eude lehü fenezele lime tüharrimü ma ehallallahü leke intetüba hayır, Zeyneb binti hacşın yanında bal şerbeti içtim, onu bir daha da içmem» buyurdu. Binaenaleyh şu nâzil oldu lime tüharrimu ma ehallallahü leke ilâ kevlihi in tetuba...(Tahrim, 66- 4 ) Aişe ve Hafsa için ve iz eserran nebiyyü ila ba'di ezvacihi hadisen ...(Tahrim, 66-3 ) resulullahın: likavlihi belşeribtü asalen hayır bal şerbeti içtim dediği için).

Bununla beraber Müslim bu hadîsi daha mufassal olarak Hişam ibni urve tarikiyle yine Hazreti Aişeden diğer bir suretle de şöyle rivayet etmiştir: Aişe dediki: Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem tatlıyı ve balı severdi, ikindi namazını kılınca kadınlarını dolaşır, yanlarına varırdı, derken Hafsaya girdi onun yanında kala geldiğinden daha çok kaldı, sordum, bana denildiki Hafsaya kavmından bir kadın bir tulum bal hediyye etmiş, o da Resulullaha ondan bir şerbet içirmiş, ben buna her halde bir şaka yapalım dedim ve bunu Sevdeye anlattım ve dedimki o yakında sana gelecektir, yanına geldiği vakıt Yaresulallah magafîrmi yedin? De «o sana hayır diyecektir» o vakıt da bu koku nedir? De, (Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem kendisinde koku bulunmasını hiç istemezdi) diyecektirki «Hafsa bana bir bal şerbeti içirdi»

Sh:»5096[]

sen ona «o balın arısı urfut yalamış» de, ben de öyle diyeceğim, ya Safiyye, sen de öyle söyle. Hasılı Sevdenin odasına girdiğinde - Sevde vallahi ya Aişe, o bana söylediğini senden korkuma az daha o kapıda iken söyliye yazdım derdi - Resulullah yaklaşınca Yaresulallah! Magafîrmi yedin? Demiş, hayır, buyurmuş, o halde bu koku ne? Demiş, Hafsa bir bal şerbeti içirdi buyurmuş, oda ceraset nahletühülurfüta ...(Onun arası urfut yalamış ) demiş, bana geldiği zaman ben de öyle söyledim, Safiyyeye vardığında o da öyle söylemiş, sonra Hafsaya vardığında Ya Resulullah! Ondan takdim edeyimmi? Deyince bana onun lüzumu yok buyurmuştur. Sevde: sübhanallah vallahi onu mahrum ettik ya Aişe diyordu, ben ona sus sesini çıkarma dedim.

Görülüyorki lâtîf olmakla beraber sonu tatlı gelmemiş olan bu şerbet şakasını anlatan bu iki rivayet, esasta müttefık ve yekdiğerini mütemmim olsa da birinde bilittifak Zeynebe karşı, birinde de diğerleriyle bilittifak hafsaya karşı olduğu anlatılmak ı'tibariyle eşhasta mutearızdır. Şukadarki buharî Hazreti Ömer hadîsine muvafık gibi görünen evvelki rivayeti tercih etmiş olduğundan ba'zı müfsirîn bunu kıle...(denildi ) diyerek kaydeylemiştir. Lâkin hadîsin Müslimdeki ikinci rivayetinde şaka fıkraları hep tevriyeli olduğu için kizbi zâhir denecek hiç bir ciheti yoktur. Halbuki evvelkinde inni ecidü minke rihalmeğafiri ...(Sende megafir kokusu buluyorum ) fıkrasında minke kaydi zâhiren yalan olmak lâzım geliyor. Çünkü magafirin kokusunu sevmiyen Hazreti Peygamber öyle bir koku hissetmemiş olduğu halde berikilerin senden duyuyoruz demeleri asılsız bir şey söylemiş olmalarını iktiza eder. inne filma'ridı lemen duhaten anilkezibi...(Üstü kapalı sözler yalandan uzaktır ) buyurulduğunu bilen Hazreti Aişenin şanı, zekâ ve dirayeti ise şaka ve

Sh:»5097[]

lâtîfe tarzında bir hiyle için olsa bile böyle bir yalana tenezzül etmekten uzaktır. Fakat ikinci rivayetteki bu koku ne? Arısı urfut yalamış ta'birleri böyle değildir. Zira hoş bir kokuya da tevriye olabilir. Ve her hangi bir bal arısı urfuta konmuş da olabilir. Ve işte yüksek zekâlar yalanı irtikâbetmeksizin ledeliycab böyle cinaslı, tevriyeli, ta'rîz ve kinayelerden istifadenin yolunu da bilirler. Şu halde bu gibi ahvalde mütekellimin veya muhatabın hal-ü şanı da mecaz veya kinaye ile te'vile kerîne olacağından minke senden dolayı, senin sayende demek olabileceği gibi magafîr kokusundan murad da hakikat olmayıp bir gönül teessüründen kinaye veya mecaz olmak suretiyle ince bir ma'naya hamledilmek lâzım gelir. Bu ise Hazreti Aişeyi bu lâtîfeye sevkeden gayret teessürünü ifade edeceği cihetle en yakışan doğru ve daha ince bir ta'rîz olur. Ve Resulullahın bir şerbetten dolayı yemîn etmiş olmasına bu ma'na daha iyi yakışır.

İkincisi - Sûrei Ahzâb tefsirinde isimleri geçtiği üzere Hazreti Peygamberin en son dokuz zevcesi vardı, bunlardan evladı olmamıştı. illa ma meleket yeminuke ...(Ancak elinin altında bulunan cariyiler hariç...(Ahzabn, 33- 52 ) hukmünce milki yemîni bulunan bir kaç cariyesi de vardı. Zevcelerinin her birinin odasına nevbetle birer gün tahsıs etmişti. Bununla beraber ikindi namazından sonra hepsinin odalarını bir dolaşır, gönüllerini alır, akşam da nevbet hangisinin odasında ise orada yatsıya kadar cümlesi toplanır. Konuşurlar, sonra da herkes hucresine çekilirdi. Cariyeleri için ayrıca bir nevbet günü yapılmazdı. Halbuki ma'lûm olduğu üzere cariyelerinden Mısırlı Hazreti Mariye Resulullahın «Ümmi veledi» ya'ni küçükken vefat etmiş olan oğullarından Hazreti İbrahimin anası olmak bahtiyarlığına mazher olmakla temayüz etmişti. Resulullahın diğer zevcelerine talâk verebilmesi şer'an halâl olabileceği halde ümmi veledi olan cariyeyi ne boşamak, ne de satmak halâl olmazdı. Ondan ayrılmak isterse ancak

Sh:»5098[]

azad etmek suretiyle ayrılabilirdi. Azad ettikten sonra yeniden nikâh etmesi caiz ve mendub olurdu. İşte ezvacı tahırata karşı Hazreti Mariyenin böyle bir hususiyyeti vardı. Burada mevzuı bahsolan tahrîm ve sir mes'elesinde ba'zıları sıhhati sâbit olmıyan muhtelif ve muztarib şöyle bir rivayetten bahsetmişlerdir. Hazreti Aişenin bir gününde yâhud onun en sevgili arkadaşı olan Hafsanın odasında bulunmadığı bir nevbet gününde Resulullahın ümmi veledi Hazreti Mariyeyi odasında kabul buyurmuş olduğuna Hazreti Hafsa geldiği zaman vakıf olunca bunu kendisine bir tahkır addedip gayretine dokunarak gücenmiş olmakla ona bir tarzıye olmak üzere Peygamberin Mariyeyi bir daha yaklaştırmamak üzere o bana haram olsun. Yâhud vallahi bir daha yaklaştırmam diyerek kendine tahrîm etmiş ve bunu kimseye söylememesini tenbih eylemiş olduğu halde Hazreti Hafsa sabredemeyip bu yemîni arkadaşı Hazreti Aişeye söylemiş olduğundan dolayı lime tüharrimu ...(Tahrim, 66- 1 ) nâzil olmuş bulunduğunu söyliyenler olmuştur. Gerek Hazreti Peygamberin Mariyeyi nezdine çağırmış olmasında ve gerek Hafsanın vakıf olunca bundan dolayı gayrete gelmesinde aklen ve şer'an reva görülmiyecek. İ'zam edilecek hiç bir cihet yoktur. Ancak bir zevcesini gayretinden dolayı tatyib için Hazreti Peygamberin ümmi veledini kendinden mahrum etmiş olacağını farzetmek rivayeten sahih olmadığı gibi aklen kabule şayan da görülmez. Çünkü böyle bir hal karşısında hepsini tatyib ve taltîf etmek için Mariyeyi açıkça ı'tak edivermek gibi en kolay ve en basît bir çare dururken böyle yapmayıp da Mariyeyi mahrum etmesi veya hafsayı tatlîk eylemesi rivayet edilmiş bile olsa bunun sirr-ü hikmetini iylâ vak'ası gibi diğer bir sebebi mühimde aramak lâzım gelir. Buharî, Müslim, Tirmizî, Nese'î, İbni Mace gibi sıhahta Mariyeye dair böyle bir rivayet yoktur. Nevevî, Müslim şerhinde demiştir ki: sahîhaynın

Sh:»5099[]

gayride merviy olan Mariye kıssası sahîh bir tarık ile sâbit olmamıştır. Taberî bu tahrîmde kendisine muhtelif iki rivayet varid olduğunu bir taraftan: ba'zılarının Zeydibni eslemden ve ibni zeydden ve Hazreti Ömerin beyanatı cümlesinden olmak üzere ibni abbastan Hafsaya tarzıye için Mariyenin tahrîmine dair ba'zı rivayetler de bulunulduğunu, diğer taraftan da böyle değil, şerbet tahrîmi rivayet edilmiş olduğunu kaydettikten sonra birbiriyle mutearız görünen bu rivayetlerin birisine bağlanmayı tasvib etmiyerek demiştirki: bu babta sözün doğrusu, savabı şöyle demektir: Resulullah Allahın ona halâl etmiş bulunduğu bir şey'i nefsine haram etmişti, o şey cariyesi olmak da caiz olabilir, meşrubattan bir şey olmak da caiz olabilir. Bunların gayri bir şey olmak da caiz olabilir. Fakat hangisi olursa olsun kendine halâl olan bir şeyi tahrîm olmuştu. Onun için Allah tealâ ona halâl kıldığı şey'i nefsine tahrîm etmesinden dolayı ıtabetti ve yemîninin çözümlüğünü «tahillesini» beyan buyurdu. Aleyhissalâtü vesselâmın bu tahrîmi bir yemîn ile yaptığına bürhanin nedir? Denecek olursa bunda Peygamberden tahrîmden başka bir şey vaki' olmamıştır diyenlerin de tahrîm yemînidir diyenlerin de kavlini biliyorsun? Denilmişki «buna karşı bürhan vazıhtır. Çünkü gerek arabcada, gerek gayrisinde birisi cariyesi veya yiyecek yâhud içecek bir şey hakkında bu bana haramdır dediği zaman ondan aklen yemîn anlaşılmaz. Bu ma'kul olmayınca yemînin sade bir kimsenin halâl olan bir şey'e ona bana haramdır demesinden ibaret olmadığı ve binaenaleyh bunun hılâfına olan kavlin fesadı da ma'lûm olur.» Bununla beraber Peygamberin bu tahrîmi yemîn ile olmak da caizdir. Ve bu takdirde niçin yemîn ederde halâlı kendine haram edersin demek olur. Bizim böyle Peygamberin bu tahrîmi yemîn ile yapdığına kail olmamız ancak şu hadîsten dolayıdır. Nitekim

Sh:»5100[]

haddesenilhasenübnü kuzeate haddesena meslemetübnü alkamete, en davüde ebi hindin anişşa'biyyi an mesrukın an aişete : kalet ala resulüllahü sallahü aleyhi ve selleme ve harreme feemera fililai bikeffaratin ve kıle lehü fittahrimi lime tüharrimü ma ehallallahü leke Hazreti Aişe dediki: Resulullah sallâllahü aleyhi vesellem iylâ (yemîn) etti ve tahrîm etti. Binaenaleyh iylâ da keffaret ile emrolundu, tahrîmde de kendisine lime tüharrimü ma ehallallahü ...(Tahrim ,66-1 ) buyuruldu. İşte Taberînin ifadesi ve kararı bununla nihayet bulmuştur. Sonraki müfessirler de bunu ta'kıyb eylemişlerdir. Görülüyorki gerek evvelâ ba'zılarından naklettiği muhtelif Mariye rivayetlerini gerekse onlara mukabil daha toplu ve ekseriyyetli gösterdiği şerbet rivayetini mütearız vaz'iyyette gösterdikten sonra tefsirde onlara bağlanmayı tasvib etmeyip savabı son naklettiği Aişe hadîsile te'yid eylediği mutlak iylâ ve tahrîm kaziyyesinde olduğuna karar vermiştir. Yalnız bu iylânın zevcelerinden iylâ demek olduğunu ta'yin etmiyor.

İyla, lügaten mutlak yemîn demek ise de şer'an lillezine yü'lüne min nisaihim terabbüsu erbaati eşhürin ...(Kadınlardan uzak kalmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır ...(Bakara, 2- 226 ) âyetinde beyan olunduğu üzere kadına takarrüb etmemek üzere yapılan yemînin ismi olduğu da unutulmamak lâzım gelir.

Yukarıdan beri naklettiğimiz bütün bu rivayetleri ve bunlara dair gördüğüm tefsirlerde ve hadîs kitablarında mütalâa edebildiğim akvalı göre bildiğim kadar gözden geçirdikten sonra burada tahrîm yemînli veya yemînsiz mutlak tahrîme şamil olmakla beraber sebebi nüzul Hazreti Peygamberin bütün kadınlarından iylâ ya yemîn ve bu esnada mu'tadından fazla bir zühd-ü tecerrüd iltizam eylemiş olması vak'ası olduğuna kanaat hasıl etmiş bulunuyorum. Bunun başlıca sebebi de ya eyyühennebiyyü kul liezvacike in küntünne türidnelhayateddünya vezineteha ...(Ey peygamber!Eşlerine şöyle söyle: Eğer dünya hayatını ve süsünü istiyorsanız gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de, sizi güzellikle salıvereyim ...(Ahzab, 33-28 ) âyetinin işaretinden de anlaşıldığı vechile ezvacı tahiratın Dünya hayat ve ziynetine az çok taalluk edebilen nafaka hususuna aid ba'zı talebleriyle Hazreti Peygambere karşı gösterdikleri bir tezahürdürki Aişe ve hafsa bunun en başında görünüyorlar. Resulullah zevcelerinin aleyhine gibi görünen bu iylâ ile yine

Sh:»5101[]

zevcelerinin saadet ve hoşnudluklarını düşünmüş olduğu için talâka azmetmemiş ve ancak onlara fi'lî bir nasıhat ve ibret olmak üzere bir ay için yemîn ile uzlet ve tecerrüdü iltizam etmiş ve bu müddet zarfında onların odalarında dargın dargın oturmayı muvafık görmiyerek ayrıca bir odaya çekilmiş ve onları kendi hallerinde bırakmakla beraber Hazreti Ömerin beyanâtından anlaşıldığı vechile kendisi bir izar ile bir hasîr ve bir yasdık ile bir namaz pöstekisi ve yiyecek için de biraz selem tohumu ve biraz arpa ekmeğiyle iktifa ederek kendine halâl olan sâir meta' ve erzaktan nefsini men'eylemiş ve şu halde bal şerbeti içmediği gibi cariyesini de yanına yaklaştırmamış, bunda da zevcelerinin haleti ruhiyyesini gözeterek iylâda onlara ilhak eylemiştir. Ve aynî zamanda yemînini bozmayıp bir ay demek olan yirmi dokuz günü ikmal etmiştir. Bundan dolayı yemînini bozanlara farz kılınan keffaret lâzım gelmemiş olmakla beraber bir rivayete göre bir kul azadederek keffaret de vermiştir ki bunu ya tekmîli selâsiyn yapmadığı için ihtiyatan veya bal şerbeti yemîninin bir ay ile mukayyed olmamasından veya şükren yapmış olması da câizdir. Şunu da unutmamak lâzım gelirki sûrei Haşrde geçtiği üzere Resulullah fakrı ıztırarî ile fakîr değildi, ailesinin bir senelik nefakasını da ıddihar eylerdi. Lâkin fakrı ihtiyarî ile fukara hayatı yaşamağı sever, kendi hisabına iddihar etmez ve daima ihtiyacı olanlara infak eylerdi, ailesinin de böyle yaşamasını ve kendisine müşkilât göstermeyip daima Âhıreti düşünerek korunmalarını ve her hususta kendisine yar olmalarını isterdi ve onlardan dolayı Allahın kendisine halâl ettiğini haram ederek, ya'ni intifa' ve isti'malini câiz ve mübah kıldığı esbab ve vesaitten istifadeye kalkışmayıp nefisini men'

Sh:»5102[]

ederek uzlete çekildi. Bu ise Allahın emriyle teşriî bir tahrîm değil küllüddaami kane hıllen libeni israile illa ma harreme israilü ala nefsihi ...(Yakubun kendisine haram kıldıkları dışında yiyeceğin her türlüsü israil oğullarına helaldi...(Ali imran, 3- 93 ) âyetinde beyan buyurulduğu üzere Ya'kub Aleyhisselâmın yaptığı gibi kendi nefsine aid bir mahrumiyyete katlanmak ma'nasına ve bir sebebi zarurî olmaksızın ihtiyarî bir zühd idi. Halbuki Peygamberin böyle yapmasında teşriî bir ma'na olduğu zehabı hasıl olarak bunun, lâekâl i'tikâf gibi bir sünnet zannedilmesine ve bu suretle teşri'an dahi halâlı haram kılmak câiz olabileceği fikrine düşülmesine ve Iysevilerin hakkına riayet edemeyip fiska düştükleri rehbaniyyet meslekinin tervicine velhasıl la tüharrimu tayyibati ma ehallallahü leküm ve la ta'tedü ...(Allahı size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri haram kılmayın ve sınırı aşmayın ...(Maide, 5- 87 ) Nehyinin mesh olunmuş olması gibi bir takım yanlışlıklarla ümmetin tazyıkına ve Dünya mesalihinin muhtell olmasına sebebiyyet verilmiş olmak gibi, bir mahzûru melhuz bulunduğundan Allah tealâ bir cihetten Peygambere tenbih diğer cihetten de zevcelerine ıtab ederek onlar için lâzım gelen evsafı ta'lim ve ümmeti vikaye ve irşad için işbu lime tüharrimü Sûresini inzal buyurmuştu.Şöyleki ,

Sh:»5103[]

Meali Şerifi

Ey o Peygamber! Sana Allahın halâl kıldığını niçin harâm edersin, zevcelerinin hoşnudluğunu ararsın? Maamafih Allah gaffurdur rahîmdir 1 Allah sizin için yemînlerinizin çözümlüğünü farz kılmıştır ve Allah sizin mevlânızdır, hem de alîm

Sh:»5104[]

hakîm odur 2 Ve hani Peygamber zevcelerinin ba'zısına sirr olarak bir söz söylemişti, vaktâki o onu haber verdi, Allah da Peygambere onu açtı, açınca Peygamber - o zevcesine - birazını tanıttı, birazından da sarfınazar etti, ana bu suretle anlatıverince bunu sana kim haber verdi dedi, bana dedi, o alîm, habîr nübüvvetle haber verdi 3 Eğer Allaha tevbe ederseniz ne iyi, çünkü ikinizin de kalbleriniz eğildi, yok eğer ona karşı tezahüre kalkışırsanız haberiniz olsunki Allah onun mevlâsı, hem Cibrîl ve mü'minlerin salihi, onun arkasından da melâike zahîrdir 4 Gerekki rabbi, şayed o sizi boşarsa, yerinize ona sizlerden daha hayırlı zevceler verir öyleki müslimeler, mü'mineler, kaniteler, tâibeler abideler, saimeler, seyyibler ve bâkirler 5 Ey o bütün iyman edenler! Kendilerinizi ve ailelerinizi koruyun bir ateştenki yakacağı o insanlar, o taşlardır, üzerinde öyle Melekler vardırki yoğunmu yoğun, çetinmi çetin, Allah kendilerine ne emrettiyse ona ısyan etmezler ve her neye me'mur iseler yaparlar 6 Ey o küfredenler! O gün özür dilemeğe kalkmayın çünkü hep yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz 7

1. ya eyyühennebiyyü o Peygamber - bu nida evvelemirde bir tekrîm hıtabıdır. Sonra da edilecek ihtardan asıl murad kendi şahsı i'tibariyle değil, nübüvvet vasfı i'tibariyle ümmete tebliği matlûb olan ahkâm olduğuna işarettir.

lime tüharrimü Niçin tahrîm edersin? - Muzarı' sıygası halde zâhir olmakla beraber, ıstikbale de muhtemildir. Binaenaleyh niçin tahrîm ediyorsun demek olabileceği gibi niçin tahrîm edeceksin demek de olabilir. İstifham da inkârîdir. Bu cihetle bir nehiy ifade eder, iyi değildir etme demek olur. Balâda söylediğimiz vechile tahrîm, i'tikadî veya kavli veya fi'lî olabilir, Bir inşai hurmettir. Allahın haram kıldığını kimsenin halâl kılmak haddi olmadığı gibi

Sh:»5105[]

Allahın halâl kıldığında kimsenin hurmet inşa etmesi dahi kabil olamıyacağında ve la yüharrimune ma harramallahü ve rasulühü ve la yedinune dinelhakkı ...(Allah ve resulünün haram kıldığınıharam saymazlar ve hak dini din edinmezler ...(Tevbe, 9- 29 ) , liyüvatiu ıddete ma harramallahü feyühıllü ma harramallahü ...(Allahın haram kıldığının sayısını çiğnemek ve onun haram kıldığı , helal kılmak için ...(Tevbe, 9- 37 ) âyetlerinde geçtiği gibi Allahın hukmüne karşı haramı halâl veya halâlı haram i'tikad edecek veya ettirecek vechile bir hurmet inşasına kalkışmak küfür ve muhadde olarak menhiy bulunduğundan bu cihet Peygamberde şöyle dursun mü'minlerde bile mutasavver değildir. Binaenaleyh burada tahrîmden murad esas i'tibariyle fi'li veya terki halâl olan kavlî veya fi'lî bir tahrîmdir. Tahrîmi kavlî ya şu haramdır gibi ihbar sıygasiyle veya bana haram olsun gibi inşa suretinde bir sözle olur. Mücerred ihbar kasdiyle söylenildiği zaman «bana halâl olan şu şey bana haramdır» demek bir yalan olur, bir tahrîm olmaz. Fakat aldım, sattım, boşadım haram ettim gibi ihbardan inşa kasdedilebildiği takdirde veya haram olsun gibi inşa sıygasiyle söylendiği surette bir yemîn olur. Keşşaf tefsirinde böyle tahrîmi kavlî hakkındaki akvali telhıs ederek derki: halâlı tahrîmin hükmünde Ebu hanîfe onu her şeyde yemîn görür ve o kimsenin tahrîm ettiği şeyde maksud olan intifaa i'tibar olunur: bir taamı tahrîm etmişse onu yememeğe yemîndir, cariyesine ise vatı' etmemeğe, zevcesine ise muayyen bir niyyeti olmadığı takdirde ondan iylâya yemîndir. Zıhara niyyet ederse zıhar, talâka niyyet ederse bâyin bir talâk olur. İkiye veya üçe niyyet ederse niyyeti gibidir. Yalan söyledim derse beynehu ve beynellah veya niyyete bırakılır ve fakat kazaya gelince iylânın ibtaline gidilmemesi diyanet olur. «Her halâl bana haram» derse bir niyyeti olmadığı takdirde yiyeceğe ve içeceğe aid, niyyeti varsa niyyete göre yemîn olur. Şafiî tahrîmi yemîn addetmemiş ve lâkin yalnız kadınlar hakkında keffarete sebeb saymıştır. Ona göre talâka niyyet ederse rıc'îdir. Ebu Bekir ve Ömer ve ibni Abbas ve İbni Mes'ud radıyallahü anhüm Hazretlerinden menkul: haram yemîndir.

Sh:»5106[]

Ömerden: talâka niyyet ederse rıc'îdir. Aliyden: üçtür. Zeyidden: bâyin bir talâktır. Osmandan: zıhardır. Mesruk, bir şey olmadığı re'yinde idi, şa'bî kezalik, bunlar la tüherrimü tayyibati ma ehallallahü leküm ( Allahın size helal kıldığı iyi ve temiz şeyleri , haram kılmayın...(Maide, 5-87) ve ve la tekulü lima tesıfü elsinetükümülkezibe haze halalün ve haze haramün...(Dillerinizin yalan olarak vasfettiği, şeyler hakkında bu helaldir, bu da haramdır demeyin...(Nahl, 16-116 ) âyetleri ile ihticac etmişler ve Allahın tahrîm etmediğini kimse tahrîm edemez. Ederse onun tahrîmiyle haram olmaz demişler ve Resulullahın tahrîmi ayrıca yemîn ile olduğuna zâhib olmuşlardır.. Ancak la yüehizükümüllahü billağvi fi eymaniküm ve lakin yüehizüküm bima akkattümüleymane ...(Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutar ...(Maide, 5- 89 ) ve velakin yüehizüküm bima kesebet kulübüküm ...(Allah sizi yeminlerininzdeki kasıtsız yanılmadan dolayı sorumlu tutmaz lakin kalplerinizin kazandığı şeyler ile sorumlu tutar ...(Bakara, 2- 225 ) âyatleri mucebince yemîn ile tahrîm de Allahın tahrîmi cümlesindendir. Yemînler de urfe mübtenîdir. İhtilafın da menşe'i budur. Tahrîmi fi'lîye gelince: hiç bir şey söylemeksizin bir halâldan kendisini veya gayrisini men'eylemekten ibarettir. Meselâ, bililtizam kendi halâl malını yemekten çekinmek veya birisini su içmekten zorla men'etmek fi'lî bir tahrîmdir. Nitekim ve harramna aleyhilmeradıa ...(Biz daha önce onun süt analarının sütünü kabulüne müsaade etmedik ...(Kısas, 27- 12 ) de tahrîm böyle menı' ma'nasınadır. İşte Peygamberin burada mevzuı bahs olan tahrîmi sade böyle fi'lî bir tahrîmden ibaretmiydi? Yoksa kavlî bir tahrîm de varmı idi? Bu surette de yemînmi idi değilmi idi? İhtilâf edilen mes'ele budur. İkinci âyette yemîn zikredilmiş olmak karînesiyle bir yemîn dahi bulunduğu anlaşılıyor. Rivayetler de bunu gösteriyor. Fakat bu yemîn sade haram olsun demekten ve bununla iylâya niyyet eylemekten ibaretmi idi? İmamı A'zam gibi bir çokları birinciye diğer ba'zıları da ikinciye zâhib olmuşlardır. Yukarıki rivayetlerden anlaşıldığına nazaran aleyhissalâtü vesselâm kavlen yaptığı tahrîm veya yemînin hududundan ziyade olarak fi'len de kendisini bir takım şeylerden men'eylemiştir. Meselâ pöstekiyi bile sermeyip de bir hasîr üstünde oturması ve bir izardan başka bir şey örtünmemesi fi'len bir iltizamdan ibaret demektir. Yemîn ise kadınlara ve nihayet bir de bala tealluk etmiş bulunuyor. ma ehallallahü ...(Allahın helal kıldığı şeyler ) İstifhamdan

Sh:»5107[]

müstefad olan nehiy ma'nasına nazaran umum ifade eder. Binaenaleyh, nikâh, talâk ekil, şürb ve sair halâl ve mübah olan fiıllerin ve müteallekatının her birine şamil olur. Yalnız Peygamberin sebebi nüzul olan tahrîmine nazaran mahdud ve ma'hud şeylerdir. leke hem hıllin kaydidir, hem de tahrîmin müteallakını gösterir, lime tüharrimü aleyke ma ehallallahü leke ...(Allahın senin için helal kıldığını kendi üzerine niçin haram ediyorsun ) mea'lini ifade eder. Halâl olan bir şey'in herhalde işlenmesi vacib olmayıp vücub veya nedib tealluk etmiyen hususatta fi'li de terki de câiz ve mübah demek olduğundan icrası bir vazife değil, bir hak teşkil eder. Bir kimsenin kendi hakkından fedakârlık ederek kendini kendi halâlından kavlen veya fi'len mahrum etmesinde ise esas i'tibariyle bir memnu'iyyet yoktur. İki ciheti de halâldır. Hattâ küllüddami kane hıllen libeni israile illa ma harrame israilü ala nefsihi ...(Yakubun kendisine haram kıldıkları dışında yiyeceğin her türlüsü israiloğullarına helal idi...(Ali imran, 3-93 ) gibi terki ba'zan mendub olabildiği de olur. Ancak gayrin bir hakkına veya hukukullahdan birinin edasına mani' olacak surette nefsine muzırr olduğu surette kavlen veya fi'len mahrumiyyeti iltizam ederek halâlı haram gibi tutmak da câiz olmaz. Ve bu gibi hususta yemîn dahi edilmiş olsa keffaret verip o yemîni çözmek câiz olur. Peygamberin kendi kendine bir tazyikı demek olan bu tahrîmi mutlak olmayıp bir hal ile mukayyed olduğuna ve bunun bâısı Allahın emri değil, kadınlarının hoşnudluklarını gözetmekle alâkadar bulunduğuna tenbih için de buyuruluyorki:

tebteğı merdate ezvacike ...(Eşlerinin hoşnutluğunu ararsın ) Razî ve Ebu hayyan bu cümlenin tüharrimu nin failinden hal olmasında ısrar etmişlerdir. Zevcelerinin rızalarını arayarak hoşnudluklarını gözeterek veya gözetirken demek olur. Lâkin Keşşaf, Kazıy Beyzavî ve Ebüssüud gibi bir takımları tüharrimu yi tefsir veya de va'ıysini beyan için istiynaf olmasını da tecviz eylemişlerdirki niçin zevcelerinin rizasını ararsın da kendini sıkarsın

Sh:»5108[]

yâhud sen mücerred zevcelerinin hoşnudluklarını arıyorsun, o sebeble kendini sıkıyor, mahrumiyyete katlanıyorsun da Allahın seni serbes bıraktığı haklarından vaz geçiyorsun, halbuki Allah buna razıy değil, demek olur. Bu üçüncü istiynaf suretinde üzerinde leke akıf câizdir. Onun için secavendde cim konularak istiynafın muhtar olduğuna işaret olunmuştur. Tahrîmi bilhassa Mâriye veya bal yemîni hususlarına nazaran mülâhaza edip de zevcelerin hepsinden olan iylâya teallükunu göstermiyen müfessirler, bu ciheti işbu tebteğı merdate ezvacike ...(Eşlerinin hoşnutluğunu ararsın ) kaydına muhalif gibi görmüşe benziyorlar. Filvakı yeknazarda zevcelerin hepsini tahrîm onların rızalarını ve hoşnudluklarını aramak kasdına münafi gibi görünür. Lâkin şerbet yemîni de hepsinin değil, olsa olsa yalnız ba'zısının hoşnudluğunu gözetmekten ibaret olacağı gibi Mariye yemîni hepsini memnun edebilecek olsa da bunu rivayet edenler onun yalnız bir zevceyi hoşnud etmek ve diğerlerine duyurmamak üzere yapıldığını söyledikleri cihetle bunda da hepsinin hoşnudluğu gözetilmemiş demektir. Gerçi ezvacike lâfzı cinse masruf olarak bir veya ikisine de muhtemil olabilirse de zâhir olan hepsine şumulüdür. Bu kayidde ise nefsi tahrîm, zevcelerin marzıysi olduğu söylenmemiş, onların hepsinin rızalarını ve hoşnudluklarını aramak sebeb ve maksadiyle yapılmış olduğu beyan edilmiş ve yukarıda iyzah ettiğimiz vechile iylâdan maksad da bundan ibaret bulunmuş olduğu için bunu Mâriye veya bal şerbetine tahsıs etmek umum ifade eden ezvacike cem'inin zâhirine muhaliftir. Onun için bunu Mâriye ve şerbet sözlerini karıştırmıyarak iylâ, mes'elesini anlatmış olan Hazreti Ömerin yukarıda sıhahtan naklettiğimiz beyanâtı dairesinde anlamak lâzım gelirki. O da Peygamberin bütün zevcelerinden uzlet ile onların hoşnudluğunu gözetmek için bir ay tecerrüd ve meşakkati iltizam etmiş olmasıdır. Keşşaf haşiyesinde Ahmed ibni Münîr derki:

Sh:»5109[]

Peygambe lime tüharrimü ma ehallallahü leke ...(Allahın helal kıldığı niçin kendine haram ediyorsun ) buyurulması ona rifk-u şefakat ve onun kadr-u mansıbı kadınların hoşnudluğu için meşakkat iltizam eylemekten yüksek olduğuna tenbih içindir.Razî de ıtab için değil, tenbih için olduğunu ihtar eyler. Şu halde Hazreti Ömerin beyanatının nihayetindeki ıtab ta'birinin ifade ettiği serzeniş ve tekdir esas i'tibariyle Peygamberin kendisine değil, ona karşı tezahür gösteren zevcelerine müteveccihtir ki bu da üçüncü âyetle anlatılacaktır. vallahü gafururrahimü ...(Allah çok bağışlayıcır, çok merhamert edicidir ) Vâv, i'tirazıyye veya istiynafiyye olup Peygamberin te'essürünü izâle için bir tezyîldir.

2. kad faradallahü leküm ...(Allah size farz kıldı ) Farz kelimesi, Razî tefsirinde «sahibünnazm» dan nakledildiği üzere ba'zan icab ba'zan da sûrei tûrun evvelindeki feradnaha gibi beyan ma'nasına gelir. kad alimna ma feradna aleyhim ...(Biz mü'minlere neyi farz kıldığımızı bildirdik ...(Ahzab, 33- 50 ) gibi «alâ» ile sılalandığı zaman şübhesiz iycabdan başkaya ihtimali olmaz. Ve lâkin buradaki gibi «lâm» ile sılalandığı zaman iki veche de muhtemil olur. Onun için burada Mukatil beynellahü ...(Allah açıkladı ) diye, bâkıleri evcebe ...(Farz kıldı ) diye tefsir etmişlerse de ikisi de muhtemildir. tehıllete eymaniküm

Tehılle , aslı tecribe tekmile tekrime, kelimeleri gibi tahlile olarak tef'il babından alâ gayri kıyas masdar olup kıyas olan tahliyl ma'nâsına veya mabihit'tahlîl ma'nâsına isim halinde kullanılır ki halâl etmek, çözmek, çözülmek ve çözümlük, halâllık demek olur. Yemînin halâllığı, çözümlüğü de birincisi yaptığı yemîni sadık olarak icra edip bitirmek, ikincisi inşaallah kaydiyle istisnâ etmek, üçüncüsü de ısrarında bir günâh bulunduğu takdirde bozup keffaret vermektir. Yemînin keffareti de

  • Arapça karakterlerin görüldüğü pdf formatı için: tıklayınız
Dosya:66-Tahrim.pdf

Sh:»5110[]

Sûrei Mâidede ve iza semiu cüzünün baş tarafında la yüehızükümüllahü billağvi fi eymaniküm velakin yüehızüküm bima akkattümüleymane fekeffaratühü ...(Allah kasıtsız olarark ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar.Bunun da keffareti....(Maide, 5-89 ) âyetinde beyan olunmuştur. (Bak).

Burada Peygambere aid olan leke..(sana) hıtabından onunla beraber umum mü'minlere aid leküm ...(Size ) hıtabına geçilmiştir. Bunda Peygamberin tahrîmi bir yemîn ile alâkadar olduğuna bir işaret varsa da yemîni bozduğuna bir delâlet yoktur. Ancak vehfezü eymaneküm ...(Yeminlerinizi koruyun ...(Maide, 5- 89 ) emri mucebince yemîni muhafaza lâzım olmakla beraber iylâ ve tahrîm gibi muzır ve mahzurlu yemînlerde ısrar iyi olmayıp onu çözerek farz olan keffareti vermek evlâ bile olacağını iş'ar vardır. Nitekim hadîsi şerifte de men halefe ala yeminin feraa hayran minha felyükeffir an yeminihi sümmelye'ti billezi hüve hayrun her kim bir yemîn ile yemîn eder de sonra ondan hayırlısını görürse yemîninden keffaret versin, sonra o hayri yapsın» buyurulmuştur.

vallahü mevlaküm ve Allah sizin mevlânız - ya'ni sahibiniz ve malikiniz ve veliyyi emrinizdir. - Onun için kendi arzularınıza göre değil, onun emirlerine göre hareket ediniz ve hüvelalimülhakimü ...(O, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibidir ) Binaenaleyh size verdiği emirleri ve ahkâmı da sizin maslahat ve menfeatlerinizi bilerek ilm-ü hikmetiyle vermiştir. Tahrimin asıl sebebini ıhtar ile kadınların her hususta hoşnudluklarını aramak neden dolayı iyi olmadığı beyan ve zevc ve zevce beynindeki esrarın muhafazası lüzumuna tenbih ve kadınların kocalarına karşı tezahürü talâka sebebiyyet verebilecek ve binnetice ateşe sürükliyebilecek mahzurlardan olduğunu tefhim ve öyle bir halde tevbe etmeyip ısrar edecek olanları tehdid ile ezvacı tahirâta lâzım olan evsafı ve ahlâkı tafsıl siyakında buyuruluyor ki:

3. ve iz esarrannebiyyü ila ba'dı ezvacihi hadisen ...(Hani peygamber eşlerinin bazısına sır olarak bir söz söylemişti ) vav ibtidaiyyedir . İz mahzuf üzkür fi'line müteallık olarak vekti mazıyı ıhtar.

Sh:»5111[]

içindir. Bir ılliyyet ma'nasını da ifade edebilir. Hıtab umumadır. Ya'ni aile hususatının ehemmiyyetini ve tahrîm ve talâka sebebiyyet verebilecek ahvali anlamak için daima hatırda tutup anın o vaktı ki Peygamber zevcelerinden birine sirr olarak bir söz söylemiş, bu sözü kimseye söyleme demişti - bu sirr ne idi? Evvela hadisen buyurulmakla bunun bir fiıl olmayıp zevc ile zevce beyninde kalması icabeden sade bir sözden ibaret olduğu anlatılıyor. Fakat ne o zevcenin isminin tasrihine ne de bu sözün neden ıbaret bulunduğunun beyanına bir garaz ve maksad teallûk etmediği için Allah tealâ âyette ne onun ismini ne de bu sözün ne olduğunu bildirmiyerek bu gibi aile beynindeki sirri bilenler tarafından dahi ifşa ve i'lân etmenin câiz olmayacağına tenbih buyurmuştur. O halde en doğrusu bunların kim ve ne olduğunu Allah bilir deyip tecessüse kalkışmamaktır. Maamafih tefsir ve hadîs kitabları bunu sükût ile geçiştirmemiştir. Bunlar, bu zevcenin Hazreti Hafsa olduğunda müttefık bulunuyorlar. Sirr olan söze gelince: bunda ancak üç sözden bahsedilmiştir. Birisi ve en sahih olarak rivayet edileni bal şerbeti yemînidir. İkincisi esas rivayeti zaıyf olmakla beraber daha çok dile düşmüş olan Mâriye yemînidir. Fakat bunların ikisinin de diğer zevcelerden gizlenmesi lâzım gelen büyük bir sirr olacağını ve bundan dolayı iki kadına karşı geleceği vechile Peygamberin mazher bulunduğu bütün kudret ve kuvvetin beyaniyle fe innallahe hüve mevlahü ve cibrilü ve salihulmü'minine velmelaiketü ba'de zalike zahirun...(Şüphesiz ki onun dostu ve yardımcısı Allah, Cebrail ve mü'minlerin iyileridir.Bunların ardından meleklerde ona yardımcıdır...(Tahrim, 66- 4 ) diye gayet dehşetli bir ıhtar ve tehdidin reva görüleceğini akıl pek de kabul edebilecek gibi görünmez. Gerçi asıl mes'ele söylenen sirrin esas i'tibariyle büyüklüğünde değil, zâtında küçük de olsa sirr olması i'tibariyle büyüklüğündedir. Ehemmiyyetsiz gibi görünen bir takım şeyler vardırki sırasında pek büyük bir ehemmiyyeti haiz olabilir. Ve küçük bir sirri saklayamıyan büyüğünü hiç saklayamıyacağı cihetle kendisine

Sh:»5112[]

tevdi' edilen bir emaneti muhafaza edemiyeceğinden dolayı emniyyet ve i'timadı zayi' etmiş bir tühmet ve hıyanet mevkıine düşmüş olur. Bununla beraber ona yapılacak ıtab veya tevbih de onun mahiyyetiyle mütenasib olmak lâzım geleceği de Vecezaü seyyietin seyyietün mislühe femen afa veesleha feecruhü alallahi(Bir kötülüğün cezası ona denk bir kötülüktür. Kim bağışlar ve barışı sağlarsa, onun mükafatı Allaha aittir Şura 43/40) Düstüriyle ma'lûmdur. Bunun için bizim kanaatimizce burada söylenen sirr diğer bir söz olmak gerektir. Şöyle ki: Üçüncüsü; Hazreti Peygamberin kendisinden sonra imametin Ebu Bekre ve Ömere geçeceğini hafsaya bir tebşir olarak haber vermiş ve ketmini emreylemiş olmasıdır. Tefsirlerin bir çoğunda zikredilmiş olan bu haber gerçi kütübi sittede nakledilmemiştir. Lâkin Mâriye tahrîmini rivayet edenler içindede bunu dahi beraber rivayet eylemiş olanlar bulunduğu gibi başkaca da mevsuk zevattan rivayet olunmuştur. Bahirde Ebu Hayyan şöyle diyor: «hadîs Mâriye sebebiyledir, bir de bal içtim denilmiştir. Meymun ibni mihran da dediki: Hadîs, Peygamberin Hafsaya sirr olarak söylediği şu hadîstir. İn eba bekrin ve umera yemlikani emri min ba'di hılafeten Ebu Bekir ve Ömer benden sonra hılâfeten benim emrime malik olacaklardır» . Âlûsî de bu rivayetleri daha cem'iyyetli toplıyarak demiştirki: ibni Merduye ibni Abbastan ve İbni ebî hatim Mücahidden tahric etmişlerdir: Peygamber sallâllahü aleyhi vesellem Hafsaya Mâriye tahrîmini ve kendisinden sonra muhakkak Ebu Bekir ve Ömerin nâsa velâyetlerini sirren söylemişti, Hafsa da sirren Aişeye söyledi. Hakikaten bu emrin sirren söylendiği hakkında daha başka müteaddid haberler de vardır. İbni ebî adiy ve Ebu Nüaym Hazreti Sıddıkın fezailinde ve İbni Merduye bir kaç tarıyk ile Hazreti Ali ve İbni Abbastan şöyle rivayet eylemişlerdir: ikisi de dediler ki: Ebu Bekrin ve Ömerin emîrlikleri Allahın kitabında vardır: Veiz eserran nebiyyü ila ba'di ezvacihi hadisen (Peygamber,eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti... Tahrim 66/3) Peygamber Hafsaya demiştiki: baban ve Aişenin babası benden sonra nâsın valisidirler, Sakın kimseye söyleme. Ebu Nüaym bir

Sh:»5113[]

de fezaili sahabede Dahhâkten şöyle tahric eylemiştir. Âyette demiştirki: aleyhissalâtü vesselâm Hafsaya şunu isrâr eylemişdirki kendisinden sonra halîfe Ebu Bekir, ondan sonra da Ömer olacaktır. İbni ebî Hâtim bir de böyle meymun ibni Mihrandan tahric eylemiştir. Âlûsî bunları serdeyledikten sonra bir de şöyle der: Şıy'a ecillesinden tabresî mecmeulbeyânda zeccacdan naklen demiştirki: aleyhissalâtü vesselâm Mâriyeyi tahrîm ettiği vakit kendisinden sonra Ebu Bekir ve Ömerin mülke sahib olacaklarını haber vermişti. Iyaşînin senediyle Abdullah ibni Atâi mekkîden, Ebî Ca'fer Muhammed bakır radıyallâhü anh Hazretlerinden rivayet ettiği de buna yakındır. Âyetin bu haberlere nazaran tefsiri şübhe yok ki bal hadîsine göre tefsirinden daha zâhirdir. Ve lâkin bal hadîsi daha sahihtir. Bütün haberlerin hepsini cem'etmek de olacak gibi görünmüyor. Nihayet denebilecek olan hulâsa şudur: üçüde olmuş ve ravîlerin ba'zısı bir kısmını ba'zısı da bir kısmını rivayet ederek bunun üzerine Ya eyyühennebiyyü lime tüharrimü...(Ey Peygamber! Niçin haram ediyorsun?) nâzil oldu demiştir. Ve hiç biri hasr iddia etmemiş olduklarından bu kelâm da sadık olur. Bu sahih olursa ihtilâfın halli kolaylaşmış bulunur. Değilse başkasını ara vallahü a'lem.

Bu muhakeme hayli güzel olmakla beraber biz buna şunu ilâve etmek istiyoruz. Yukarıda tafsıyl ettiğimiz vechile Sûrenin asıl sebebi nüzulü ne yalnız Mâriye yemînidir, ne de bal şerbeti yemînidir. Doğrusu zevcelerin hepsinden iylâ yemînidir. Obirleri nihayet onun esbab ve mukaddimâtından sayılmak lâzım gelir. Netekim Hazreti Zeynebin hediyyeyi reddi ve Hazreti Aişenin Ekmeetke(Seni horlamış) demesi ve nefaka mütelabeleriyle tezahürleri hep onun esbab ve mukaddimatından olmuştur. Bu i'tibar ile cemi' ihtimali belki daha ziyadesiyle mümkindir. Ancak Mâriye tahrîminin sebebinde söylenen rivayetlerin ba'zısı gayri ma'kul ba'zısı da mütearız olduğu gibi beyan olunduğu

Sh:»5114[]

üzere şerbet rivayeti de Zeynebde mi, Hafsada mı olması noktasında mütearızdır. Halbuki imamet haberi hakkındaki rivayetler de hiç bir tearuz yoktur. Bunun kütübi sittede bulunmaması da sahih olmamasını ıktiza etmez. Bâhusus Meymun ibni Mihran Hazretlerinden vâkı' olan rivayet onun mevsukıyyetini te'yid eyler. Çünkü Meymun ibni Mihran tercemei hali Tehzibde ve sairede mazbut olduğu üzere Haseni Basrî Hazretleri ıyarında tabi'înin ekâbirinden olup Hazreti Ömerden, Hazreti Zübeyrden ve sair bir çok eshabdan hadîs rivayet etmiş ve kendisinden pek çok ekâbir ahzı feyzeylemiş ve Ömer ibni Abdil'azîzin son derece mahzeri i'timadı olarak kâtibliğini ve kadılığını yapmış ve yüz on yedi senesinde yüz yaşında olduğu halde on yedi günde on yedi bin rek'at namaz kılıp on sekizinci gün vefat etmiş, kibarı evliya'ullahdan bir zattır. Ömer ibni Abdil'aziz bunun senâsında şöyle dermiş, bu ve bunun gibi bir kaç kişi kaldı vefat ederlerse dünya muztarib olur. Eğer sir hadîsi hakkında Ebu Bekir ve Ömerin hilâfeti rivayetleri öyle mevsuk ve Hazreti Aliden dahi müteaddid tarik ile merviy olmasaydı şiy'anın ecillesinden bulunan zatlar bunu kâle bile almazlardı. Bir de bu sûreyi sûrei Mülkün ta'kıyb etmesi ve başında mevt ve hayatın zikredilmesi bize buradaki sirrin Peygamberin vefatından sonraki mülk ve imamet mes'elesiyle bir alâkası bulunduğunu iymadan halî kalmıyor. Hasılı bu tafsılâttan çıkacak olan netice şudur. Gerek Mâriyenin halveti kıssası ve gerek şerbet yemîni rivayetlerindeki tafsılât kısmen mütenakız, mütearız ve muztaribdir. Bununla beraber bir bal şerbeti içilmiş, Mariye hakkında dahi bir tahrîm yapılmış olduğu da tafsılâttan kat'ı nazarla mecmuundan mutlak surette anlaşılmaz değildir. Fakat imamet hadîsinin rivayetlerinde bir tearuz ve tenakuz bulunmadığı gibi büyük bir sirr olmağa yakışan ve sirr olduğu için fitneden hazeren diğerleri

Sh:»5115[]

kadar ifşa ve işaa edilmemiş bulunan da budur. Arrafe ba'dehü vee'rada an ba'dın(Peygamber bir kısmını bildirmiş bir kısmından da vazgeçmişti... Tahrim 66/3)dan anlaşılacağı üzere âyetde bahs olunan sirrin bir kaç kısmı bulunduğu da gösterilmiş olduğundan bunu yalnız Mariye veya esahh olan Şeribtü aselen(Bal şerbeti içtim) rivayetlerinin birine hasır doğru olmayıp imamet haberiyle beraber üç rivayetin cem'iyle zübdesi üzerinde mütalea etmek ve asıl sebebi nüzulün Hazreti Ömerin beyanâtı vechile bu gibi bir takım esbabdan neş'et eylemiş bulunan iylâ tahrîmi ile Peygamberin bir müddet uzlet ve tecerrüdü iltizam etmiş olması hâdisesi olduğu hakikatine varmaktır. Bu âyetten anlaşılan bunun meb'dei Peygamberin bir zevcesine karşı bir fiıl yapmış olması değil, sirr olarak mühim bir hadîs söylemiş olmasıdır.

Felamma nebbeet bihi Vaktâki o zevce bu sirr hadîsini haber verdi - rivayetlere göre Hafsa ketmedemeyip arkadaşı Aişeye gizlice duyurmuştu Veezherahüllahü aleyhi Allah da Peygamberine onu açtı. - Demekki Aişe söylememişti, lâkin Allah tealâ vahy ile anlatmış, Cibrîl haber vermişti. O vakıt Peygamber o söyleyen zevcesine Arrafe ba'dahü ba'zısını bildirdi Vee'rada an ba'dın ba'zısından da sarfı nazar etti - o zevcenin söylemiş olduğu sözün bir kısmını anlattı ise de bir kısmını yüzüne vurmadı, semahat gösterdi de tamamı kadar mahcub etmek istemedi. Ebüssüudun da kaydettiği vechile bu anlattığı imamet hadîsi idi denilmiş ve şöyle rivayet olunmuştur: aleyhissalâtü vesselâm ona, «ben sana bunu ketmet dememişmiydim» buyurmuş, o da «seni hakk ile gönderen zati a'lâya Kasem ederim ki arkadaşımın babasına Allah tealânın bahşetmiş olduğu keramete ferahımdan kendimi zabtedemedim» demiştir.

Sh:»5116[]

Ba'zıları burada Arrafe tanıttı- demek biraz azarladı, ıtab etti demek olduğunu söylemişlerdir. Netekim bu ma'naca «ben onu sana bildiririm veya tanıtırım» demek dilimizde de vardır. Kur'anın bir çok yerlerinde Feyünebbiüküm bima küntüm ta'melune de bu ma'nayadır. Şübhe yokki söylediğinin birazını yüzüne vurmak da bir serzeniş bir ıtabdır. Bununla beraber bir rivayete göre, Peygamber, Hazreti Hafsayı rıc'î bir talâk boşamış Hazreti Ömer de ona «ali hattabda bir hayrolsaydı peygamber seni boşamazdı» demiş, sonra da Peygambere Cibrîl nâzil olup «ona ric'at et çünkü o savvamedir kavvamedir, ve her halde senin Cennetteki kadınlarındandır» diye tebliğ eylemiş, ma'amafi bu rivayet te'yid olunmamış, balâda naklolunan Hazreti Ömer hadîsinde boşamadığı sâbit olmuştur.

Felamma nebbeeha bihi Ona bunu böyle anlatıverince o zevce söylediği sirrin duyulmuş olmasından müteessir olarak ve inkâra da kalkışmıyarak birdenbire heyecan ile Kalet men enbeeke haza kim haber verdi bunu sana? Dedi - Aişenin haber vermiş olup olmadığını öğrenmek istedi, buna karşı Peygamber de: Kale nebbeeniyel alimül habiru bana o alîm habîr olan Allah haber verdi, dedi - işte kendine tevdi' edilmiş olan bir sirri muhafaza edemeyip de söyleyeni ne kadar gizli ve yakınına söylemiş olsa bile Allah tealâ onu böyle mahcubeder ve hele aile arasında, bilhassa zevc ve zevce beyninde geçmiş olan bir sirri söylemek büyük büyük nedametlere sebebiyyet verebilir. İşte sizin hayırlınız, kadınlarına hayırlı olanınızdır Hayruküm hayruküm linisaihi buyurmuş olan Peygamber bu kadar söylemekle iktifa etti, yine onların hoşnudluklarını düşündü, sonra bu yüzden onlarda gördüğü ba'zı temenni ve tezahür karşısında da başka bir

Sh:»5117[]

şey yapmayıp mahza bir dersi ibret olmak üzere bir ay onları hallerine bırakarak bir yemîn ile kurbi iltifattan mahrum ediverdi öyle büyük ırfanı olan kadınların daha ziyade tehzibleri için de bu acı bir ders olmak lâzım gelirdi. Onun için bu beyandan sonra tarafı ilâhîden zevcelere hıtaben buyuruluyor ki 4. İn tetüba ilallahi eğer her ikiniz Allaha tevbe ederseniz - ki Hazreti Ömer hadîsinde bu ikisinin Aişe ve Hafsa olduğu geçmişti Fekad sağat kulübüküma Çünkü kalbleriniz ısga etmiştir. - Ya'ni kalblerinizde tevbeyi mucib bir kusur bir meyloldu: bir sirr söylenmekle gönlünüz de o cihete temayül edip birbirinize uyarak Resulullaha karşı ıhlâs vazifesinde kusur ettiniz, binaenaleyh tevbe ederseniz kalbleriniz edilen nasıhatı dinlemiş yünetine gelmiş olur.

SAGAT, aslı (sagavet) olub bir cihete meyil demek olan Sağav masdarından fi'li mazi müfred müennestir. MuzarîTesği gelir. Velitesğa ileyhi söz dinlemek veya dikkat edip kulak vermek, imalei gûş etmek demek olan ısga da bundan muştaktır. Buharîde: Sağavtü veesğaytü miltü, velitesğa li temile denildiği gibi Müslimde de me'sûr tefsir Malet kulübüküma(İkinizin kalbi meyletti) diyedir. Müfessirîn Fekad de Kad kelimesinden dolayı bu cümleyi doğrudan doğru İn tetüba şartının cezası yapmayıp fai ta'liliyye olarak ceza makamına kaim ıllet olduğunu söylemişlerdir. Ma'lûmki meyil denilince haktan meyil tebadür eder, bu tevbeyi mucibdir. Na haktan hakka meyil de tevbenin lâzımı ve nasîhate ısga demektir. Bu suretle iki cihete de işaret edilmiş olmak için Malet denilmeyip Fekad sağat diye ıllet, ceza makamına ikame olunmuştur. Sonra Kulübüküma izafeti de şayanı dikkattir Kalbaküme denilmeyip kulub, cem'i tesniyeye muzaf kılınmıştır. Halbuki iki kişinin ikiden ziyade kalbi olmaz. Mufessirler bunun maksad zâhir

Sh:»5118[]

olduğu yerde iki tesniye bir yere getirilmemek nüktesiyle böyle cemi' veya müfred sıgasiyle isti'mâl olunduğunu söylüyorlar.

Maamafih biz bundan diğer bir nükte anlamak istiyoruz. Murad yalnız şahsan iki zevcenin değil, ezvaci Peygamberînin iki zümre halinde toplandıklarına işaretle iki zümrenin hepsinin de kalblerine tenbih olmalıdır. Çünkü Peygamberin zevcelerinin böyle iki zümre halinde tezahür ettikleri ve Aişe ile Hafsa bir taraf, Zeyneble diğerleri de bir taraf olduğu rivayet de olunmuştur. Ve ihtimalki bu kerre hep birlikte olarak arzettikleri dileklerinde Aişe ile Hafsa önde bulunmuş olduklarından dolayı diğerlerinin onlar etrafında toplanmış bulunduklarına ve hepsinin tahrîmi bundan neş'et ettiğine işaret edilmiştir. Bundan sonraki âyette hıtabın İn tallekakünne(Eğer sizleri boşarsa) diye mecmuuna tevcih olunmuş bulunması da bize bu fikri telkıyn etmektedir. Şu halde Hazreti Ömerin beyanatında Aişe ve Hafsa demiş olması bunların önde bulunmuş olmalarından dolayı olsa gerektir.

Ve in tezahera aleyhi Ve eğer Peygambere karşı ikiniz veya her iki taraf tezahür edecek olursanız - Tezahera, aslıTetezahera dır. Böyle ta tekerrür eden sıygalarda muzareat tasının hazfı kıyasîdir. Tezahür, birbirine arka verip yardımlaşmaktır. Ala ile sılalandığı zaman da diğer birine karşı tesanüd edip yardımlaşarak üstün olmağa çalışmak ma'nasını ifade eder. Burada teavün ma'nasiyle tefsir edilmiş olmakla beraber Aleyhi bunun Peygambere karşı birbiriyle bir teavün ve tesanüd demek olduğunu gösterir. Vein tezahera(Her ikisi de birbirine arka verecek olursa.) denilmekle bu tezahürün bilfiil yapılmış olduğu ifade edilmiş olmaz. Çünkü farz vukuu istilzam etmez. Ancak tekabül karînesi tevbe teklifini iycabeden meylin böyle bir tezahürü andırdığını ve bu sebeble büyük bir tehdide müstehikk olduklarını iş'ar eyler, onun

Sh:»5119[]

için Peygambere karşı öyle bir tezahür yapacak olanların kendilerini pek büyük bir muhataraya atmış olacaklarından dolayı sakınmaları lüzumu anlatılmak üzere yine cezanın ılleti, ceza makamına ikame olunarak Peygamberin hakk-u salâhiyyeti, maddî ve ma'nevî her kuvveti cami' bulunan şanı bülendi maddiyyetten ziyade ma'neviyyetinin büyüklüğü şöyle tefhîm olunuyor. Feinnellahe hiç şübhesiz haberiniz olsun ki: Allah Hüve o Allah Mevlahü o Peygamberin mevlâsı, yardımcısıdır. - Ya'ni hak onun ve her şeyden evvel onun sahibi ve yardımcısı o alîm ve hakîm ve habîr olan Allah zülcelâldir. Ve cibrilü hem de Cibril - ruhulemîn olan ve Peygambere vahiy getiren o ma'nevî ve ruhanî kuvvet de onun yardımcısıdır. Ve salihul mü'minine ve mü'minlerin salihi - o iki zevcenin pederleri Ebu Bekir ve Ömerden her biri ve alel'umum mü'minlerin salih olan her ferdi onun yardımcısıdır. Burada salih lâfzı bütün salihler cinsini iş'ar etmekle beraber müfred getirilmiş, iki kadının tezahürüne karşıSulehaül mü'minine veya Salihul mü'minine diye maddî kuvveti teksir ile cem'ıyyet halinde mukabele reva görülmemiş, iki zevceden her birine nazaran izafette ahd ile en güvenebilecekleri babalarına, ya'ni Aişeye nazaran Ebu Bekre, Hafsaya nazaran Ömere işaret olmak üzere 'Salihul mü'minine buyurulmuştur. Yukarıda müslimin ıkrime hadîsinde geçtiği vechile Hazreti Ömer «ben ve Ebu Bekir» demiş olduğu ve bu ikisi Hazreti Peygamberin vezîri halinde bulundukları cihetle mü'minlerin salıhleri cinsinden evvelemirde bu iki zattan her birinin ferden kıymetleriyle Peygambere sevgi ve hizmet hususundaki salâh ve sadakatlerine işaret için Cibrilin akıbinde Salihul mü'minine

Sh:»5120[]

denilmiş olduğunu müfessirînin çoğu beyan eylemişlerdir. Bundan başka bu ifradda iki nükte daha vardır: birisi: mü'minlerin sulehasından her ferdin Peygambere nusret hususunda cem'iyyet bulunup bulunmadığını gözetmeksizin Cibrîl gibi tek başına koşacağını ifade eyler. Netekim eshabı kiram gerek münferiden ve gerek müctemian Peygamberin emr-ü hizmetine kemali sadakatle koşarlardı. İkincisi Salihul mü'minine terkibinin yazîde değilse bile telâffuzda Salihul mü'minine(Mü'minlerin salihleri) cem'inden farkı olmadığı cihetle kıra'et halinde bundan hem ferd hem cemaat ma'nası ihtimal üzere anlaşılır. Bu suretle salih ferdlerin bir cemaat mesabesinde olduğuna ve sair mü'minlerin ferden değilse de cemaat halinde onların arkasından gideceklerine delâlet eyler. Bu haysiyyetle bunu ma'hud, gayri ma'hud alelumum salih ferdler cinsi diye anlamak doğrudur. Bu kadar da değil Vel melaiketü ba'de zalike onun arkasından - ya'ni Allahın ve Cibrilin ve mü'minlerin salihinin sevgi ile yardımından sonra bütün Melekler de Zahirun zahîrdir. - İşte Peygamber böyle bütün ma'nevî ve maddî kuvvetlerin sevgi ve yardımına mahzerdir. O halde ona karşı tezahürde bulunmanın nasıl bir felâkete müncerr olabileceğini düşünmeli ve bütün mü'mîn ve mü'mineler korunup sakınmalıdırlar. Böyle bir kudret karşısında bir kaç kadının tezahür de bulunmasının ne hükmü olur?

5.Ase rabbühü in tallekakünne Görülüyorki burada hıtab, tesniye değil, cem'i müennes zamiriyle zevcelerin hepsine teşmil edilmiştir. Ve Peygamber onlara talak vermemiştir. Onların hoşnudluğunu gözettiği için kendini, kendine Allahın halâl kıldığı talâktan da men'eylemiştir. Ve böyle yapması onları boşarsa hayırlı kadınlar bulamıyacağı gibi bir mülâhazadan nâşi değildir.

Sh:»5121[]

Gerektir ki onun rabbı olan Allah, şayed o, onları boşarsa En yübdi lehü ezvacen hayran minkünne sizin yerinize ona sizlerden daha hayırlı zevceler verir. - Tefsirler burada şöyle bir suâl hatıra gelebileceğini söylerler: Peygamberin zevceleri ümmehatı mü'minîn ünvanını hâizdirler. Yeryüzünde onların bedeli olabilecek onlardan daha hayırlı kadınlar nasıl tesavvur olunabilir? Bu suâlin cevabı da şu olduğunu beyan ederler: onların o imtiyazları, Peygamberin sevgili, itaatli zevcesi olmaları haysiyyetiyledir. Eğer eza ve ısyan ederler de Peygamber onları boşayacak olursa o vakıt o sıfatları kalmaz o vakıt onların yerine gelecek ve ona her hususta itaat ile riza ve mahabbetine nâil olacak olan kadınlar onlardan hayırlı olmuş olurlar. Netekim bu sıfatlara işaret için buyuruluyor ki Müslimatin mü'minatin kanitatin taibatin abidatin saihatin seyyibatin veebkaran. müslimeler, mü'mineler, kaniteler, tâibeler, âbideler, sâihalar, gerek seyyibeler ve gerek bâkirler - bu vasıflar, Ezvacen e sıfat olup zevcelerde bulunması matlûb olan ahlâk ve ahvali gösterirler. Min künne den hal olarak da mülâhaza edildiği surette doğrudan doğruya Peygamberin zevcelerinin hallerini ifade eder. Bu nükteye mebniy Min künne den te'hır olunmuştur.

İlk vasfı islâm, şirkten ve ahlâkı şirkten sâlim olarak Allahın birliğine ve Resulünün hakkıyyetine ıkrar verip Allahın emrine ve Peygamberin kavline inkıyad ve teslimiyyet, ikincisi iyman, diliyle ıkrar ettiği gibi kalbiyle de tasdık ederek içi dışı müsliman olmak. Üçüncüsü, kanitat: kunut, can-u gönülden itaatte kaim olmak. Dördüncüsü tâibât, tevbekârlık, en küçük bile olsa kusur ve günâhtan daima tevbe ve ihtiraz üzere bulunmak. Beşincisi, âbidât, gerek feraız ve gerek nevafil ıbadata devam. Altıncısı

Sh:»5122[]

sâihât, Dünya hayatı bir yolculuk bilip meışette bir yolcu gibi bulduğuna kanaat ederek sıyam ve perhizkârlığı ahlâk edinip daima ilerisini akıbet ve encamı, Allahın sevab ve ıkabını mülâhaza etmek. Siyahatten müştakk olan bu kelime hakkında üç kavil vardır: ba'zılarıLa siyahate illel hicrate(Seyahat hicret etmek demektir.) mazmununca muhacirât demişler, ba'zıları da tâate müteallık her işe koşar, Peygamberin git dediği yere gider hacca, cihada, sefere gidelim dese dahi gider ma'nâsını vermişler. Ekser müfessirîn ise Resulullahdan dahi rivayet olunduğu cihetle bu gibi mevakı'de siyahat «savmden kinaye» olduğunu ve çünkü saimin hali azığı yanında olmıyan ve bulduğu yerde yemek yiyebilen seyyahın haline benzediğini söylemişlerdir ki bizim iyzah ettiğimiz meâl de buna raci'dir. Sûrei tevbede Ettaibünel abidünel hamidünessaihune âyetinin tefsirine bak. Yedincisi seyyibât ve ebkâr, bu iki vasıf obirleri gibi ictima' etmeyip mütekabil bulunduğundan evvelkiler atıfsız getirilmiş olduğu halde bu ikisi bir «vav» ile fasl olunmuştur. Ba'zıları da bu «vav» a vavi semaniye demişlerdir ki yedi ile sekizin arasına gelir. Resulullahın zevcelerinde de bikr olarak aldığı yalnız Hazreti Aişe olup diğerlerini seyyibe oldukları halde tezevvüc ettiği de ma'lûmdur.

Ezvacı tahirâta bu vechile nasîhat olunduktan sonra umum mü'minlere hıtaben de buyuruluyor ki:

6.Ya eyyühellezine amenü ku enfüseküm veehliküm naran ey o bütün iyman edenler! Kendilerinizi ve ehillerinizi ateşten koruyun - Cehennem ateşine süküklenmelerine sebeb olacak fitne ve ısyandan koruyarak Allahın emirlerine, tâate sevk edin. Çünkü aile sahibi kendinden mes'ul olduğu gibi ailesinden de mes'uldür. Küllüküm ra'ın ve küllüküm müs'ülün an raıyyetihi(Hepiniz çobansınız ve hepiniz teb'anızdan sorumlusunuz.) kezalik Hayruküm hayruküm liehlihi(Sizin hayırlı olanınız ehline karşı hayırlıolanınızdır.) hadîsi şerifleri ma'lûmdur. Ebu Hayyanın kayd ettiği vechile Hazreti Ömer, ya Resulallah! Nefislerimizi vikaye ederiz, fakat ehillerimizi nasıl vikaye edebiliriz? Demişti,

Sh:»5123[]

Resulullah şöyle buyurdu: Allahın sizi nehyettiği şeylerden onları nehyedersiniz ve Allahın size emrettiği şeyleri onlara emreylersiniz, işte o, onları vikaye olur. Keşşafta da şu hadîsleri kayd eylemiştir: «Allah o kimseye rahmet buyura ki ey ehlim: ailem! Namazınıza, orucunuza, zekâtınıza, miskîninize, yetîminize, komşularınıza dikkat edin bakın dir, ola ki Allah tealâ onları onunla beraber Cennette cem'eder.». Evlâd, ehilde dahildir. Ba'zıları da enfüste dahil demişlerdir. Çünkü evlâd atadan cüzdür.

O Cehennem ateşi öyle bir ateştir ki Ve kudühennasü vel hıcaratü yakacağı o insanlar ve o taşlardır. Sûrei Bakare de Feinlem tef'alü velen tef'alü fettekunneralleti ve kudühennasü vel hıcaratü(Bunu yapamazsınız ki, elbette yapamayacaksınız, yakıtı insan ve taş olan ateşten sakının.) âyetine bak. Aleyha melaiketün ğılazun şidedün o ateşin üzerine me'mur galîz galîz, çetin çetin Melekler vardır. - Ki bunlara zebanî denilir. Bunların gılzatları ve şiddetleri ehli Cehenneme karşıdır. Çünkü Allah onlara öyle emretmiştir. Bütün Melâikenin vasfı da La ya'sünellahü ma emerahüm ve yef'alüne ma yü'merune dur. Onlar da Allahın emrine ısyan ve muhalefet olmaz, kendilerine her ne emr olunursa onu icra ederler. Bu inzardan sonra kâfirlere hıtaben de şöyle buyuruluyor:

7.Ya eyyühellezine keferu la ta'tezirul yevme ey o küfredenler bu gün ı'tizara kalkışmayın - ya'ni Âhırette o Cehennem ateşine atılacakları gün kâfirlere böyle denecektir. Çünkü o gün ı'tizarın hiç bir fâidesi olmıyacaktır. Onun için Dünyada iken küfürden ve ı'tizar edilmek mecburiyyetinde kalınacak kötülüklerden sakınmak lâzım gelir. İnnema tüc'zevne ma küntüm ta'melüne o gün ancak Dünyada yaptıklarınızın cezasını

Sh:»5124[]

çekeceksiniz. - Bu âyet, tahrîm vak'ası hakkında kâfirler tarafından mu'tad olduğu vechile Peygamberi ve mü'minleri rencîde edecek ba'zı lâkırdılar edildiğini veya ba'zı harekâtta bulunulduğunu iş'ar eder.

Herkes ameline göre mücazat edileceği için bundan sonra da mü'minleri tevbei nasuh ile tehzib ve tekemmüle tergib ve Peygamberi kâfirlere ve münafıklara karşı teşvık siyakında buyuruluyor ki:

Sh:»5125[]

Meali Şerifi

Ey o bütün iyman edenler! Allaha öyle tevbe edin ki nasuh (gayet ciddî, müessir, öğütcü) bir tevbe olsun, gerek ki rabbınız sizden kabahatlerinizi keffaretle örter de sizleri altından ırmaklar akar Cennetlere koyar, 8 o gün ki Allah Peygamberini ve onun maıyyetinde iyman edenleri utandırmıyacak, nûrları önlerinde ve sağlarında koşacak, şöyle diyecekler: ya rabbenâ! Bizlere nûrumuzu tamamla ve bizleri mağfiretinle yarlığa, şübhesiz ki sen her şey'e kadîrsin 9 Ey o Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara mücahede et ve onlara karşı kalın bulun, onların varacakları yer Cehennemdir, ona gidiş de ne fena gidiştir, Allah küfredenlere Nuhun karısiyle Lûtun karısını bir mesel yaptı, o iki kadın kullarımızdan birer salih kulun tahti ısmetinde idiler de onlara hıyanet ettiler, onun için o iki salih kul da onları Allahın azâbından zerrece kurtaramadılar, o iki kadının ikisine de denildi ki: girin ateşe girenlerle beraber 10 Allah, iyman edenlere de Firavnin hatununu bir mesel yaptı: o vakıt o hatun demişti ki: ya rabbi! Nezdi ülûhiyyetinde benim için Cennetle bir ev yap ve beni Firavinden

Sh:»5126[]

ve onun amelinden kurtar, beni o zalimler kavmından necate çıkar 11 Bir de Imranın kızı Meryemi ki ırzını pek sağlam korudu, fakat biz ona ruhumuzdan nefh ettik, hem rabbının kelimâtını ve kitablarını tasdık etmişti, hem Kanitine den idi 12

8.Tevbeten nasuhan Tevbei nasuh: nasuh bir tevbe - tevbe, makamatı iymaniyyenin evveli, hak yolculuğunun mebdei, vuslet kapısının anahtarıdır. Yukarılarda da geçtiği üzere lügatte rücu' etmek demek olan tevbe, şer'an de kabahatten kabahat olduğu için nedamet ederek vaz geçmektir. Vicdanında o çirkinliğinden dolayı değil de bedenine, veya malına veya haysiyyetine bir zarar gibi herhangi bir korku veya ümid sebebiyle vaz geçmek, geçenlere tevbe değildir. Tevbe yaptığı kabahatin bir menfeatini bile görse onun haddı zatında çirkinliğini duyup tiksinerek vaz geçmektir. Burada tevbenin sıfatı olan nasuh ise gafur vezninde mübalega sıygası olup nush, nasahat, nasîhat maddesindendir. Bu madde Kamus sahibinin de Besairde beyan ettiği vechile esasen iki ma'naya mevzu'dur. Birisi halıslık ve safîlik ma'nasıdır. Netekim mumu alınmış halıs bala Aselün nasihun denilir. Bu ma'naca nasuh çok halıs ve temiz demek olur. Birisi de söküğü dikmek, yırtığı yamamak suretiyle onarıp düzeltmek ma'nasınadır. Netekim elbisenin dikişine «nesahatüssevb» denilir. Bu ma'naca nasuh, çok ıslâh edici, hiç bir gedik bırakmıyacak vechile eksiklikleri düzeltip iyi onarıcı demek olur. Bu iki ma'nanın mecmuundan me'huz olarak da nush, hüsni niyyet ve hulûsıkalb ile hayırhahlık ederek eksiklikleri düzeltip ıslâh edecek öğüt vermek, va'zetmek, nasîhat eylemek ma'nasına gelir ki nasîhat o verilen öğüdün ismidir. Bu ma'naca da nasuh, çok iyi nasîhat edici demek olur. Evvelki ikisinde nasuh, tevbenin doğrudan

Sh:»5127[]

doğru sıfatı olarak halıs, ciddî, temiz bir tevbe veya insanın dînini, ahlâkını çok ıslâh edecek müessir bir tevbe demektir. Üçüncü ma'naca ise nasuh hakikatte tevbe eden kimsenin vasfı olup tevbeye mecazı aklî suretiyle isnad edilmiş olur. Ya'ni bir tevbe ki onunla tevbe eden kimse evvelâ kendi nefsine, sonra da dolayısiyle diğerleri ne çok iyi nasîhat verip düzeltmiş olacağından nefsin hakkiyle düzelmesine sebeb olan o tevbesine izafet terkibi ile çok iyi nasıhatcının tevbesi ma'nasına tevbei nasuh demek doğru olacağı gibi tavsıf terkibiyle çok iyi nasîhat edici nasuh tevbe ma'nasına tevbei nasuh demek de daha belig olarak doğrudur. Bu tevbe nasıl olur? Kabahatlerden başka bir sebeble değil, mahza çirkinlikleri ya'ni Allahın rizasına muhalif bir kabahat oldukları için vicdanında nedamet ederek ve irtikâbından şiddetli gam duyarak ve bir daha bir çirkinlik yapmamağa azmeyliyerek vaz geçmek ve nefsini buna alıştırıp hiç bir sebeb ve mania, karşısında dönmemeğe karar vermekle olur. İbni Merduyenin rivayet eylediği bir hadîsi şerifte: Muaz ibni Cebel radıyallahü anh, Yaresulallah! Dedi, tevbei nasuh nedir? Buyurduki: kul yapmış olduğu günaha öyle nedamet etmek ve Allaha öyle arzı i'tizar, sonra da öyle dönmemektir südün memeye dönmediği gibi, Hazretî Ali radıyallahü anhten mervîdirki: a'rabînin birini Allahümme inni estağfiruke ve etübü ileyke(Ey Allahım senden beni bağışlamanı diliyor ve sana -günahlarımdan dolayı- tevbe ediyorum.) derken işitmiş, ya haza demişti: tevbeye dil çabukluğu yalancılar tevbesidir. O halde tevbe nedir? Deyince de demiştirki: onu altı şey cemetmiştir: geçmiş günahlara nedamet, feraizı iade, mezalimi redd, hasımlarla halâllaşmak ve bir daha dönmemeğe azmetmek, nefsi ma'sıyette büyüttüğün gibi Allaha tâatte eritmek ve ona maasînin tadını tattırdığın gibi tâatın da acısını tattırmaktır. Tevbenin kabulu mes'elesi hakkında sûrei Nisâda geçen İnnemettevbetü alallahi lillezine ye'melünessüe bicehaletin sümme yetübüne min karibin(Allahın kabul edeceği tevbe ancak bilmeden kötülük edipte sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir.Nisa 4/17) ve Veleysetittevbetü lillezine ya'melünesseyyiati hatte iza hadara ehadehümül mevtü kale inni tübtül ane velellezine yemütüne vehüm küffarun(Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca -Ben şimdi tevbe ettim- diyen ve kafir olarak ölenler için tevbe yoktur. Nisa 4/18)

Sh:»5128[]

âyetlerine bak. Gereği gibi yapılan tevbenin kabulu vaid buyurulmuş olduğuna dair hayli âyât ve ehadîs vardırki şu da o cümledendir. Asa rabbüküm en yükeffira anküm seyyiatiküm gerekki rabbınız sizden kabahatlerinizi örter ilh. - Zira Kur'anda Asa vaid ve ıtma' ifade eder. Maamafih bunda dikkat olunacak bir kaç nokta vardır:

BİRİSİ, bunun haddi zatında Allah tealâ üzerine aklen vacib olmayıp nihayet bir va'di ilâhî muktezası olmasıdır. Tevbei nasuh hakkında böyle olunca onun madununda olan tevbeler hakkında da bundan daha ileri bir va'di ilâhî olmıyacağı da derkârdır. Şu halde İnnemettevbetü alallahideki Ala den anlaşılabilecek olan vücub da nihayet fevrî olarak yapılan tevbei nasuh ma'nasında bir vaid ve teahhüd muktezasından başka bir vücub olmamak lâzım gelir.

İKİNCİSİ, mağfiret ve sevab ile hüsni kabul ümidini besliyerek tevbe etmek tevbenin halıs ve nasuh olmasına mani' değil belki şevk ve müeyyid olduğu anlaşılır. Kabahati, seyyiâti kabahat olduğu, çirkin bulunduğu için nedamet edip terk etmek hem yalnız kendi nazarında değil, haddi zatında hak tealânın ındinde çirkin olduğu için terk etmek, onun rizasına tevfikı hareketle mazıy olan seyyiâtın dahi yapılmamış gibi örtülmesini ve bu suretle tam bir ma'sum gibi rizaya irmesini istemekten başka bir şey değildir.

Maamafih ÜÇÜNCÜSÜ, burada az çok ihtimal ifade etmekten hali de olmıyan Asa bir de şunu ifade ederki: tevbe ile gûnahın örtülmesi hiç işlenmemiş gibi ılmi ilâhîden silinmesi demek olmıyacağı cihetle onun her hususta tam bir ma'suma müsavi olması lâzım gelecek derecede örtülmesi ma'nasına umumî bir vaid ve teahhüd anlaşılmasın, kabahat mademki yapılmış o yapılmıştır. İlmi ilâhîden silinmesine imkân ve ihtimal yoktur. Ancak

Sh:»5129[]

tevbei nasuh ile, hasanât ve keffaret ile örtülür, bağışlanır cezası afvolunur. Mazısi hisab defterinden silinir, hattâ ondan sonra hale göre tam bir ma'sum gibi muamele edilir. Fakat haddi zatında ma'sum olmadığı cihetle o derece yükseltilmesi hususunda te'minât verilmez, bununla beraber ümid de kestirilmez, çünkü Allah her şey'e kadîrdir. Nuruhüm yes'a beyne eydihim ve bieymanihim(Onların nuru önlerinde ve sağlarında koşar.) Sûrei Hadîdde Yevme teral mü'minine vel mü'minati yes'a nuruhüm beyne eydihim ve bieymanihim..(Mü'min erkeklerle mü'min kadınları önlerinden ve sağlarından nurları koşarken gördüğün günde...) âyetine bak - Yekulüne rabbena etmimlena nürana vağfirlena(Onlar: Ey rabbimiz! Nurumuzu tamamla ve bizi bağışla derler.) bununla Münafıkların halinden ihtiraz ile iymanda devam ve tarakkı taleb olunuyor. Rivayet olunduğuna göre bunu Münafıkların nuru sönüverdiği zaman Mü'minler hazer ederek söyliyeceklerdir.

9. Ya eyyühennebiyyü cahidil küffara vel münafikıne veğlüz aleyhim(Ey peygamber! Kafirlerle ve münafıklarla savaş ve onlara sert davran. Bu âyet de bâlâda beyan edildiği üzere tahrîm vak'ası sırasında Peygamber şöyle şöyle kadınlarını boşamış, gassanîler Medineye hücum için hazırlanıyorlarmış gibi şayialar çıkararak, eracîf neşrederek zihinleri dırmalayıp fesad çıkarmağa çalışan kâfirlerin, münafıkların halleriyle alâkadar ve sûrei Ahzabda geçen Lein lem yentehil münafikune vellezine fi kulubihim merazun vel mürcifüne fil medineti lenüğriyenneke(And olsun ki iki yüzlüler, kalplerinde hastalık bulunanlar,şehirde kötü haber yayanlar,-bu hallerinden- vazgeçmezlerse seni onlara musallat ederiz.) âyetinin mazmuniyle mütenazırdır. Bunun bir nazîri de sûrei tevbede geçmiştir. Kâfirlere karşı mücahede ve kalınlık «Veeı'ddü lehüm mesteta'tüm min kuvvetin(Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın...Enfal 8/60) mazmunu üzere hazırlıkla Münafıklara karşı mücahede de ıhtar ve ihticac ile tebligât, ikamei hudud ve sırasına göre sirlerini ifşa ve her ikisinde de teyakküz, basîret ve metanetle olur. 10. Darabellahü meselen lillezine keferu bu gibi mevki'lerde darbı mesel garib bir haleti misal olarak irad edip garabette ona benziyen diğer bir haleti tanıtmaktır. Ya'ni Allah ona küfredenlerin hal ve meallerine şayanı dikkat acib ve garib bir misal olarak şunların hal ve meallerini irad buyurmuştur: İmraete nuhın vemraete lutin

Sh:»5130[]

ki Nuhun karısı ve Lûtun karısı - birinin adı Vâile, birinin adı Vâhile veya Vâlihe denilmiş. Bunlar ne oldu bilirmisiniz? Kaneta tahte abdeyni min ı'badina salihayni kullarımızdan iki salih kulun salâhı tahtinde idiler - her biri Allahın halis kulları içinden salâh ile temayüz etmiş birer şanlı Peygamberin, biri Nuh aleyhisselâmın biri de Lût aleyhisselâmın tahtı nikâh ve ısmetinde zevcesi ve bu sayede Dünya ve Âhret hayr-ü saadetini kazanabilecek bir mevki'de idiler Fehanetahüma öyle iken onlara hıyanet ettiler - nankörlükle küfredip onlara inanmadılar. Nuhun karısı ona mecnun demiş, nemmamlık etmiş, sirr olarak talâkkı ettiği vahıy haberlerini Müşriklere duyurmuştu. Lûtun karısı da öyle münafıklık ediyor, evinde duyduğunu kavmına iriştiriyordu. Lûtun gizli gelen müsafirlerini haber vermişti. Bu babdaki rivayetlerin hülâsası budur. Saıyd ibni Cubeyr Nuhun karısı ne yaptığını bilmiyorum, Lûtun karısı müsafirlerini haber veriyordu demiştir. Râgıb derki: hıyanet ile nifak birdir. Ancak hıyanet ahd-ü emanet i'tibariyle söylenir, nıfak da dîn i'tibariyle söylenir, sonra da bunlar tedahul ederler. Şu halde hıyanet gizlice ahdi bozarak hakka muhalefet etmektirki bunun nekîzı emanettir. Bu âyetteki hıyanet de bu ma'nayadır. Her hıyaneti yaptılar demek değil, münafıklık ederek bir emanete hıyanet eylediler demektir. Burada döşeklerine hıyanet, ya'ni fucur ve zina ma'nası murad edilmek câiz olamıyacağı bütün tefsirlerde beyan olunmuştur. Ma zenet imraetü nebiyyin kattu hiç bir Peygamberin karısı zina etmemiştir» diye bir hadîs varid olmuştur. Vezzaniyetü la yenkehuhe illa zanin ev müşrikün(Zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenebilir... Nur 24/3) âyetinden de bu ma'na mütebadir olur. Hem zina yalnız salihler nazarında değil, herkes nazarında leke ve tab'an menfurdur. Enbiya' ise menfur olan ahvalden müberradırlar. Fakat bir Peygambere

Sh:»5131[]

karşı en küçük bir hıyanet de küfürdür. Hakkı inkârdır. Velev bir söz olsun emanete hıyanetin her türlüsü de hıyanettir. Gerek Nuh aleyhisselâmın gerek Lût aleyhisselâmın tahti nikâhındaki karıları da ıffetsizlik etmiş değil, lâkin onlara zevce olmak şerefinin ıktıza ettiği iyman ve tâate, salâh-u istikamete sahib olamamış, nâil oldukları ni'metin kadrini takdir etmiyerek küfr-ü küfrana meyletmiş, hayr u salâha çalışan zevcelerinin muvaffakıyyetlerini teshîle çalışacak yerde onlara eza ve hak düşmanlarının fesadlarına yardım edecek gizli ıhbarât ile fitneyi tahrik etmek suretiyle emanete hıyanet ederek Allahın gadabına gitmişler Felem yüğniya anhüma minallahi şey'en onun için iki salih kul olan o iki Peygamber onları, o karılarını, Allahın azâbından kurtaramadılar. - O karıları kocalarının salâhı, Peygamberliği ve kurtarmak için himmetleri zerrece fâide vermedi, Nuh gemisine alamadıVehleke illa men sebeka aleyhil kavlü(Aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında ailenin ve iman edenleri gemiye yükle...Hud 11/40) buyuruldu, Lût da karyesinden çıkaramadıİllemraeteke(Karından başka sizden hiçbiri geri kalmasın...Hud 11/81) buyuruldu. Ve kıledhulennera meaddehıline ve o iki karıya şöyle denildi: girin ateşe girenlerle beraber - ikisi de helâk olan kâfirlerle beraber Cehenneme gittiler. Demekki yalnız kocalarının salâhı, Allah indindeki büyük derecesi, Peygamberliği bile küfreden karılarını Allahın azâbından, o çetin Meleklerin me'mur oldukları Cehennem ateşinden kurtaramaz. İşte bu, bütün kâfirler için mesel olmuş bir misaldir. Peygamberler hernekadar küfredenleri, islâh etmek, kurtarmak isteseler de iymana gelmiyen, küfr-ü hıyanete tevbe etmiyenleri karıları bile olsa Alahın azâbından kurtaramazlar. Herkes kendi ameline göre cezasını bulur. Onun için gerek Peygamberin zevceleri ve gerek sair salihlerin zevceleri, bütün kadınlar kocalarının ve yakınlarının salâhıne, Allah indindeki makamına mağrur olmayıp Allahdan korkmalı ve kendileri salâha çalışmalıdır.

Sh:»5132[]

11. Ve darabellahü meselen lillezine amenü Allah iyman edenler için de - şu iki kadını mesel yapmıştır. Birisi İmraete firavne Fir'avnin hatunu - ki Müzahimin kızı Asiyedir. Ba'zıları Hazreti Musanın ammesi, ya'ni halası denildiğini de söylemişlerdir. Hazreti Musâ Fir'avne karşı asasını salıverdiği zaman iyman etmiş, Fir'avn de onu iymanından dolayı şiddetli azâba çekmişti. Ebu Hüreyreden mervîy olduğuna göre güneşe karşı dört çivi ile çivileyip üzerine koca bir kaya bıraktırıvermişti İz kalet o vakıt o hatun demişti kiRabbibni li ı'ndeke beyten fil cenneti yarab! Nezdi ülûhiyyetinde benim için Cennette bir evyap - ruhunun Allah yolunda iyman ile şehid olarak kabzolunup bu sebeble Allah indinde kurbı rahmete nâil olmasını ve Arşı rahmana en yakın bulunan Sidrei müntehanın yanında Cennetülma'vâda kendisine ebedî bir âramgâh inşa edilmesini istemişVe demişti ki: bu suretle Neccini min firavne ve amelihi beni hem Fir'avnden ve amelinden kurtar - hem onun habîs nefsinden ve hem kötü amelinden: şirk ile, zülm ile icra etmekte bulunduğu hukmünden, tesallûtundan halâs et Veneccini minel kavmizzalimine hem de beni o zalimler kavmından - zulümde Fir'avne tabi' olup Ali Fir'avn unvanını takınmış olan kıptîlerden kurtarıp ebedî necata çıkar. - Böyle deyince rivayet olunduğu üzere ona derhal Cennetteki makamı keşf ile gösterilmiş ve hiç bir azâb duymaksızın ruhu nezı' olunmuş üstüne bırakılan kaya ruhsuz kalan cesedinin üstüne düşmüştür. Bu da Sahib Yasin gibi doğrudan doğru Cennetlik olarak rahmet-ü rıdvana kavuşmuştur. Evet öbürleri de Dünyadan gitmiş bu da gitmiştir. Fakat arada ne büyük fark vardır. Onlar kavımlarını Cennete götürmek istiyen

Sh:»5133[]

iki Peygamberin elinde hayir ve salâh içinde Cennete götürülecek halde iken küfürleri yüzünden canları Cehenneme, ateşe gittiler. Bu ise kavımlarını ateşe sürükleyenlerin başı ve şirk-ü zulmün en büyük timsali bulunan Fir'avnin elinde ateşe sürüklenmek istenirken iymanı ve hakka ihlâsı yüzünden Cennetin en yüksek makamına, kur-bı rahmana uçmuştur. Demekki herkes kendi amelinden mes'ul olduğu için kötü kocaların eline düşmüş bulunan yüksek kadınlar her tehlikeye rağmen fenalıktan sakınarak Allaha karşı iyman ve ıhlâslarını muhafaza ettikleri surette kocalarının fenalığından mes'ul olmazlar. Allah onları akıbet kurtarır. Hem yalnız evli olanları değil 12. Ve meryemebnete ı'mrane bir de Imranın kızı Meryemi -dahi Allah iyman edenler için bir mesel yapmıştır. Elleti o kız ki, Ehsanet ferceha ırzını sağlam korumuştu - ıffetini iyi muhafaza etmiş, yakasını, eteğini kal'a gibi muhkem tutup kimseye açmamıştı. Hattâ sûrei Meryemde geçtiği üzere ruh kendisine temessül ediverdiği vakıt bil İnni euzü birrahmani minke Ben senden Rahmana sığınırım»(Meryem 19/18) diye korunmuştu. Ya meryemü lekad ci'ti şey'en feriyyen ya ühte harune ma kane ebükimrae sev'in ve ma kanet ümmüki beğıyyen(Ey meryem!Hakikaten sen çok garip bir iş yapmışsin. Ey harunun kız kardeşi!Senin baban kötü bir adam değildi;annende ifffetsiz değildi. Meryem 19/27,28) diye iftira ve kazf etmek istiyenlerin zu'mettikleri gibi tühmetli değil, eteği sağlam temiz bir kızdı. Fenefahna fihi fakat biz ona ruhumuzdan nefh eylemiştik - bir cesedden değil, doğrudan doğru ruhtan, ya'ni «kün» emriyle yaradılmış yüksek ve temiz bir mebdei hayat ve kuvvet olmak hasebiyle zati ülûhiyyete izafetle müşerref kılınmış bir emri rabbolan mukaddes ruhtan, Cibrilden bir kelime üfürülür gibi ona Isâ min tarafillah nefholunmuştu. Bize bu âyetin mazmunu şu fikri telkın etti. Demekki bir erkeğin sulbünde nutfe hüceyresi, bir kadının rahiminde yumurtacık hüceyresi nasıl yaratılıyorsa bakir Meryemin

Sh:»5134[]

rahiminde ikisi de öyle bir emri rabbanî ile yaratılıvermişti demek Meryem o nefih lâhzasında hem dişi hem erkek hasletini câmi' fevk'alâde bir ıstifa halinde bulunmuşVetahheraki vestafaki ala nisail alemine(Seni tertemiz yarattı ve seni bütün dünya kadınlarına tercih etti. Ali imran 3/42) buyurulduğu üzere âlemin kadınlarında görülmemiş bir mazheriyyetle mümtaz kılınarak haricî bir telkıha muhtac olmaksızın kendine temessül eden bir ruhun nefhinden hâmil oluvermişti. Bu âyette Meryemin hem müennes hem müzekker vasfında tasvir olunması bize bu ma'nayı ifham eden bir karîne gibi görünmüştür. Bu âyetin sûrei Enbiyada geçen nazîrinde Velleti ehsanet ferceha fenefahna fiha min ruhina ve cealnaha ayeten lil alemine(Irzını iffetle korumuş olanı an!Biz,ona ruhumuzdan üfledik;onu ve oğlunu bütün alem için bir ibret kıldık. Enbiya 21/91) buyurulmuştu. Oradaki zamirlerin hepsi müennes olduğundan Fiha zamiri de müennesi semaı olan ferce ircaı muhtemil olmakla beraber diğer zamirlerden tefkiki lâzım gelmemek için Meryemin kendisine irca' olunmuştu. Halbuki burada müzekker zamiriyle Fihi buyurulmuş, bu suretle diğer zamirlerden tefrık edilmiş olmakla bunun mercii bittabi' câlibi dikkat bulunuyor. Zâhiri ferce raci' olarak ötedeki Fiha yı da bir tefsir olmasıdır. Evvelcede sözü geçtiği vechile ( Fe, Ra,Cim ) maddesi esası lügatte açmak ve ayırmak ma'nasına mevzu' olmakla (ferc) kelimesi masdar olduğu zaman gam ve gussayı açmak ma'nasına geldiği gibi ism olduğu zamanda şakk ve fürce gibi iki şey arasındaki açıklık ma'nasına olarak yaka paça gibi herhangi bir yarığa, yırtığa, çatlağa, aralığa ıtlak olunur. Ve açıklık mefhumiyle bilhassa insanın bacakları arası demek olan apış arası ma'nasında hakikattir. Sonra bununla gerek erkek ve gerek dişinin avret mahalli olan uzvundan kinâye yapılır. Ve bu kinaye dişininkinde mefhumı aslîsiyle müterafık olduğundan dolayı daha ziyade şayi' olarak sarih gibi olmuştur. İnsanın çift a'zalarının isimleri Arabcada müennesi semaî olduğundan bu kelime de uzuv ma'nasına olduğu zamaz, ayn, uzn, yed, ricl gibi te'nisi vacib olup müennes zamiri gönderilir. Diğerlerinde ise

Sh:»5135[]

fürce veya şakk ma'naları mülahazasiyle te'nisi de, tezkiri de câizdir. Kur'anın ebedi nezaheti bu bilgi lâfızları hep kinaye olarak iyrad eder. İşte yukarıda Nefehna fihaburada Nefehna fihi diye bir müennes bir de müzekker olarak ifade edilmesi iki zamirin de mercii ferc olduğunu tefsir ettiği gibi bundan murad sarih olan uzuv değil, kinaye veya diğer bir ma'na olduğu da anlatılmış demektir. Onun için bu hususta İbni Abbastan menkul ve merviy olan tefsirde, Cibril gömleğin yakası içine üfledi Nefeha cibrilü fi ceybiddir'ı denilmekle bu nefhın aşağıdan değil, yukarıdan olduğu ifade edilmiştir. Nefıh ta'bir olunması da ruhun sereyaniyle hamlin kabarmasından kinayedir. HasılıVesaddekat bi kelimati rabbiha ve kütübihi hem Rabbının kelimelerini ve kitablarını tasdık etti - kitablar, Peygamberlere indirilmiş olan bütün kitablar, kelimat da onlarda ifade olunan ve Allahın her şey'e kadir bulunduğunu İnnema emruhü iza erade şey'en en yekule lehü kün feyekünü(O'nun işi birşey yaratmak istediği vakit sadece ol demektir ve o şey derhal oluverir. Yasin 36/82) mısdakı üzere dilediğini yaratır olduğunu anlatır. Harikul'âde vakıât ve mu'cizata müteallık vahiy haberleridir ki Meryem onlara inanmış olduğu gibi bu suretle Isâya hâmil olarak kendisi de onlardan bir kısmına bilfiıl mâsadak olarak o haberleri doğru çıkarmıştıVe kanet minel kanitine ve kanitînden, ya'ni kunut ve tâate, salât ve ıbadete müdavim mutı'în cümlesinden idi - kanitîn cem'i müzekker sıygası olmakla burada Meryem «kânet» in tahtinde «hiye» zamiri ile müennes olarak ifade edilirken erkek olan kanitlerden sayılarak ayni zamanda hem dişi hem erkek vasfını câmi' bir halde gösterilmiştir. Netekim Âli İmranda da Üknüti li rabbiki vescüdi verke'ı mearraki'ne(Rabbine ibadet et:Secdeye kapan,eğilenlerle beraber sen de eğil. Ali imran 3/43) âyetinde de bu ma'na vardır. Müfessirîn buna iki vecih söylemişlerdir. Birisi, mescidde namaz ve itaat hizmetine müdavim bulunan erkekler, miyanında ve o zümreden ma'dud olmasıdır. Birisi de öyle kanitîn sülâlesinden gelmiş bulunmasıdır. Maamafih her

Sh:»5136[]

iki takdirde kendisinde iki haysiyyetin de ictimaını ifadeden hâlî olmadığı cihetle biz bunda arzettiğimiz ma'naya da bir işaret bulunduğunu görüyoruz. Allahü a'lem.

İşte Allah tealâ iki şanlı Peygamber olan Nuh Aleyhisselâmın karısıyla, Lût Aleyhisselâmın karısı küfr ile hîyanetlerinden dolayı bednam edip Cehennem ateşine atılmağa mahkûm olan en kötü kimselerle beraber o kötü âkıbete uğratarak kâfirlere küfrün fena âkıbetini göstermek için birer mesel yapmış olduğu gibi kaderinde Firavnin eline düşüp onun hatunu olmak mukadder bulunmuş olan Müzâhim kızı Âsiyeyi iyman ve şehadetle Allaha tekarrüb yolundaki o güzel dileklerine muvaffak ederek onun ve etbaının şerrinden ebediyyen necata çıkarıp yükselterek, kezalik Imranın kızı Meryemi de öyle akılları hayran edecek temiz ve ruhanî bir mazhariyyete erdirerek ikisini de iyman edenlere iymanın güzel âkıbetini anlatmak için birer mesel yapmıştır. Gerçi bunlar Allah tealânın akıllar fevkinde garib, harıkul'âde keramât ve mu'cizât kabîlinden takdir ve ihsan buyurduğu tecelliyâtdan iseler de küfür ve hıyanet iyman ve ıhlâs ile ciddî dilek, ihsan ve ıffet, tasdık ve ıbadet gibi insanların iradî fiılleri ile de alâkası gösterilmiş iyman mevzu'larından oldukları cihetle tasdik ve imtisali, akıl ve iz'an' kalb ve vicdan sahibi her insan için dersi ıbret olacak kelimâtı ilâhiyye olduğu da anlatılmıştır. Muhakkak ki Peygamberin âilesi: ümmehatı mü'minîn olan zevceleri ve kızları ile ehli beyti, Sûrei Ahzabda geçen Li yezhebe ankümürricse ehlel beyti ve yü tahhiruküm tathiran(Allah sizden,sadece şek ve şüpheyi gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.) buyurulduğu üzere en güzel misali ıbreti alanların en önündedirler. Hazreti Hadicenin, sonra Hazreti Aişenin, Hazreti Fâtımanın ve sair ümmehatı mü'minînin fezail ve menakıbı hakkında hadîs ve tefsîr kitablarında nice menakıb zikrolunmuş ve nice âsar yazılmıştır. Binaenaleyh bütün mü'minler ve âileleri bunları hiç bir zaman nazarı dikkatten dur dutmıyarak kendilerini ve âilelerini o dehşetli

Sh:»5137[]

ateşten koruyup bu nûri ilâhîden temamen istifade etmek için çalışmalıdırlar. Bu suretle Sûrei Tahrîmde âile hukuk ve terbiyesinde Sûrei Talâkın bir mütemmimi olarak Sûrei Teğabünün âhirindeki Ya eyyyühellezine amenü inne min ezvaciküm ve evladiküm adüvven leküm fahzeruhüm veen te'fü ve tesfehu feinnellahe ğafürün rahimün,innema emvaleküm ve evladeküm fitnetün vellahü ı'nehü ecrun azımün.(Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının.Ama affeder,kusurlarını başlarına kakmaz,hoşgörür ve bağışlarsanız bilin ki Allah çok bağışlayan,çok esirgeyendir; Doğrusu mallarınız ve çocuklarınız sizin için bir imtihandır. Büyük mükafat ise Allahın yanındadır.) âyetlerini tevzîh ederek Sûrei Teğabünün bir tetimmesi halinde hıtam bulmuş olduğundan şimdi burada ta Sûrei Teğabünün başındaki Yüsebbihu lillahi ma fissemevati ve ma fil ardi lehül mülkü velehül hamdü ve hüve ala külli şey'in kadirun(Göklerde ve yerde ne varsa hepsi Allahı tesbih eder. Mülk O'nundur,hamd O'nadır, her şeye gücü yeten O'dur. 64/1) âyetine ve oradan da Sûrei Hadîdin evveliyle Sûrei Vâkıanın âhirindeki Fesebbih bismi rabbikel azımi(Öyleyse rabbini O büyük adıyla tesbih et..56/96) emrine kadar bütün bu beyanâtın cezrine muntabık ve semeresinin istihsaline müteallık bir safhaya intikal siyakında Sûrei Mülk başlayacaktır.

Yenişehir..

Şablon:Sadeleştirilmiş ET


Advertisement