Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Adobe Post 20190408 202144
Taif dönüşü dua

Taif dönüşü göz yaşları içerisinde Mekke'ye hamisizlikten giremememkten ve taifte olan müessif olaylardan dolayı ebu kubeys dağında yapılan peygamber duası . Dağlardan müvekkel melek temessül edip "ya Muhammed dilersen bu dağları başlarına geçireyim" demeden önce yapılan duadır.

Bakınız

Şablon:Taif - d


Taif -Taife
Taif duası -Büyük hacet duası
PEYGAMBER EFENDİMİZİN (S.A.V) TAİF DÖNÜŞÜ EBU KUBEYS’İN TEPESİNDE GİREMEDİĞİ MEKKE’SİNE DÖNEREK YAŞLI GÖZLERLE YAPTIĞI DUADIR.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم اللهم إليك أشكو ضعف قوتي، وقلة حيلتي وهواني على الناس، يا أرحم الراحمين، إلي من تكلني إلي عدو يتجهمني أم إلي قريب ملكته أمري؟ إن لم تكن ساخطاً علي فلا أبالي غير أن عافيتك أوسع لي. أعوذ بنور وجهك الكريم ـ الذي أضاءت له السماوات والأرض وأشرقت له الظلمات وصلح عليه أمر الدنيا والآخرة ـ أن تحل على غضبك أو تنزل علي سخطك ولك العتبى حتى ترضى ولا حول ولا قوة إلا بك اللهم امن
İlahi ! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çaresiz kaldığımı, halk nazarında hor görüldüğümü, ancak sana arz eder, sana şikayet ederim!
Ey merhametlilerin en merhametlisi !
Herkesin zayıf görüp de dalına bindiği çaresizlerin Rabbi sensin. İlahi ! Huysuz, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar bana merhametlisin... İlahi ! Eğer bana karşı azaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam. Fakat, senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir. Sana sığınırım. Senin cemalinin nuruna sığınırım. Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerinin ıslahının yalnız ona bağlı bulunduğu Nur’a sığınırım. İlahi ! Sen razı olasıya dek affını diliyorum. Bütün kuvvet, her kudret ancak senindir. ALLAHumme amin... ALLAHumme amin ... ALLAHumme amin....

HAYATINIZI_DEĞİŞTİRECEK_28_DAKİKA_-_TAİF_-_Mehmet_Yıldız

HAYATINIZI DEĞİŞTİRECEK 28 DAKİKA - TAİF - Mehmet Yıldız

Taif duası

Taif duası بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يم

اللهم إليك أشكو ضعف قوتي،

وقلة حيلتي

وهواني على الناس،

يا أرحم الراحمين،

إلي من تكلني إلي عدو يتجهمني

أم إلي قريب ملكته أمري؟

إن لم تكن ساخطاً علي

فلا أبالي غير أن عافيتك أوسع لي.

أعوذ بنور وجهك الكريم ـ

الذي أضاءت له السماوات والأرض

وأشرقت له الظلمات

وصلح عليه أمر الدنيا والآخرة ـ

أن تحل على غضبك أو تنزل علي سخطك ولك العتبى حتى ترضى

ولا حول ولا قوة إلا بك

اللهم امن

Hz Peygamberin taif dönüşü duası[]

Manası[]

İlahi !

Kuvvetimin zaafa uğradığını,

çaresiz kaldığımı,

halk nazarında hor görüldüğümü, ancak sana arz eder, sana şikayet ederim!

Ey merhametlilerin en merhametlisi !

Herkesin zayıf görüp de dalına bindiği çaresizlerin Rabbi sensin.

İlahi ! Huysuz, yüzsüz bir düşman eline beni düşürmeyecek, hatta hayatımın dizginlerini eline verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar bana merhametlisin...

İlahi ! Eğer bana karşı azaplı değilsen, çektiğim mihnetlere, belalara hiç aldırmam.

Fakat, senin esirgeyiciliğin bunları göstermeyecek kadar geniştir.

Sana sığınırım. Senin cemalinin nuruna sığınırım. Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerinin ıslahının yalnız ona bağlı bulunduğu Nur’a sığınırım.

İlahi ! Sen razı olasıya dek affını diliyorum. Bütün kuvvet, her kudret ancak senindir.

ALLAHumme amin... ALLAHumme amin ... ALLAHumme amin....

Duanın izahı ve özellikleri- ESK izahı[]

  • Peygamberimizin Taif’te taşlandığı zaman Rabbimiz Teâlâ ve tekaddes hazretleri’ne iltica ederek yaptığı, tarihin kaydettiği müstesna dualardan biridir:
  • Düşmana bırakılmama istenmektedir.
  • Yakup as,  oğlu Yusuf aleyhisselâmdan ümit kesildiğinde babasının  yaptığı mücerrep duasıda bunun gibi "EŞKÛ"  yani "şikayet ediyorum" diyerek başlamaktadır 
Yakup as şöyle diyerek dua etmiş ve öldü denen oğluna kavuşmuştur: "inne ma eşku bessi ve hüzni ilalllah" .
  • Duada ilginç bir "Nur" talebi vardır.
"Dünya ve ahiret işleri ıslah edecek bir Nur'a iSana sığınırım. Senin cemalinin nuruna sığınırım. Bütün karanlıkları parlatan, dünya ve ahiret işlerinin ıslahının yalnız ona bağlı bulunduğu Nur’a sığınırım."
O Nur'a iltica edilmektedir.
  • Duada da ki   kavramlardan""kuvvete zaafi" ile kuvvetinin zayıflığı şikayet edilmektedir. Malumdur toplumda Yasama - Yürütme - Yargı - STKlar- Medya asker emniyet dış güçler gibi zahiri kuvvetler ile nefis heva istek arzu keyfince yaşama isteği zulüm damarı gibi batıni kuvvetler vardır. Bunlar insanın aleyhine olabilir . İşte o zaman kuvvetinin zayıflığını kuvveti ihsan edene bu sözlerle dua ederek arz ı şikayet etmek esaslı bir dua oluşturmaktadır.
  • "Kıllete hıletii " yani hile yapabilmenin azlığı şikayet edilmektedir. Yani meşru dairede düşmanlara karşı hile ve oyun yapabilmekılletim (yani azlığım) beni çaresiz bırakıyor, diyerek ÇARESİZLERİN ÇARESİne iltica edilmektedir.
  • "Ve Hevani Alen Nas" , yani

Okunuşu:[]

Allâhumme ileyke eş’kû dâ’fe kuvvetiy ve kîllete hiletiy ve hevâniy alennâs; Yâ Erhamerrahimiyn, ente Rabbül müstad’âfiyn; ente erhamu biy min entekileniy ilâ aduvvin bağiydin yetecehhemuniy, ev ilâ sadıykın karîbin mellektehu emrî. İn lem tekûn gadbane aleyye, felâ ubâliy, gayre enne âfiyeteke ev seûliy. Euzü binûri vechikellezi eşrekat lehu zulûmatu ve salâha aleyhi emriddünya vel âhıreti en yenzile bi gadabüke ev yehılle aleyye sehatük; ve lekel utba hatta terda ve lâ havle velâ kuvvete illâ bike.

Ahmet Hulusi yorumu[]

Anlamı[]

"Allâhım, kuvvetimin yetersiz kaldığını, çaresiz olduğumu, halk nazarında hor hakîr hale düştüğümü görüyorsun. Ya erhamer rahimiyn, zayıf görülüp ezilenlerin Rabbi sensin. Kötü huylu ve kötü tavırlı yabancı düşmanın eline beni terketmiyecek, hatta himayemi ellerine verdiğin akrabadan bir dosta bile beni bırakmayacak kadar Rahimsin.

Allâh’ım, bana karşı gazablı değilsen; çektiğim eziyet ve belâlara hiç aldırış etmem. Ancak şu da var ki, koruma sahan bunları da çektirmeyecek kadar geniştir. Allâh’ım, gazabına maruz kalmaktan, yahud rızasızlığından, senin bütün zulmeti parıl parıl aydınlatan, dünya ve âhıret hallerinin yegâne selâmete çıkartıcısı olan NUR’u Vechine sığınırım. Allâh’ım rızan olasıya senden affını diliyorum. Havl ve kuvvet ancak seninledir."

Bilgi:[]

Efendimiz Rasûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem, görev alışının ilk zamanlarında, gerçeği tebliğ etmek üzere Taif şehrine gitmişti.

Taif halkına elinden geldiğince gerçekleri göstermek için gayret sarfetti. Ama onlardan aldığı cevap sadece hakaret oldu. Hatta bu kadarla da kalmayıp çoluk çocuk onu şehirden kovup, taş yağmuruna tuttular. Atılan taşlardan mübarek ayakları kan - ter içinde kalmıştı.

Nihayet akrabalarından birinin bağına ulaşarak, bu son derece insafsız saldırıdan kurtulabildiler. Ama çok da gücüne gitmişti bu davranışları.

O hiç bir karşılık beklemeden, sadece gerçeği tebliğ etmek üzere onların ayaklarına gidiyor, aldığı cevap ise hakaret ve taşlanmak oluyordu!. Gayrı ihtiyari gözünden yaşlar dökülerek yukarıda verdiğimiz DUA’yı yaptı.

İşte o zaman, Allâh’ın emri ile dağlara vazifeli melek huzuru Resûle gelerek, vazifeli olduğunu ve şayed isterse, iki dağı birleştirerek Taif halkını helâk edebileceğini söyledi.

Oysa Hazreti Resûl intikam peşinde bir kişilik sahibi değildi!..

-Umarım Allâh onların neslinden İslâm’a hizmet verecek imanlı bir topluluk getirir.’ diye duâda bulundu. Ve Mekke’ye döndü.Cenâb-ı Hak, O’nun bu duâsını kabul etmişti. Bir süre sonra, Taifte iman nurları yayıldı ve Taif müslüman oldu!..

Büyük belâya, haksızlığa, derde, azaba düşenlerin okumasını hararetle tavsiye edeceğimiz bir duâdır bu. Gece kılınan namazdan sonra, mümkünse secdede; veya beş vakit namazın farzlarının arkasından devam edilirse bu duâya, kısa zamanda selâmete erilir inşâallah.

Taifte ne oldu[]

Hz peygamberin hayatında En zor dönem[]

O sene tarihe “Hüzün Yılı” olarak geçer. Aynı sene içinde Hz. Hadice ve Ebu Talib vefat etmiş ve Taif yolculuğu gerçekleşmiştir. Üç büyük musibetin en ağırı olan Taif yolculuğu… Hz. Muhammed’in kendi diliyle yaşamının en kara, en acı günü…

Hz. Muhammed Mekke’de İslam için artık denizin bittiğini görür. Habeşistan’a sığınanlar ve kendini gizlemekte olanlarla birlikte 300-400 civarında insan iman etmiştir gerçi ama işte hepsi o kadar… Şehir nüfusunun en az onda dokuzu gene putperest olarak kalmıştır. Ve bu noktaya da on senede gelinmiştir. Fakat Rabbinin O’na verdiği “Kalk ve uyar!” emri geçerliliğini devam ettirmektedir. Öyleyse ne yapması lazımdır? İşte o günün şartları içerisinde Hz. Muhammed’e göre bu sorunun cevabı “Mekke’nin dışına çıkmak gerekir” şeklindedir. O da öyle yapar. Bu durumda akla gelecek ilk yer olan Taif’e gitmeye karar verir.

Mekke’ye iki günlük mesafede yer alan Taif, havası hoş bir sayfiye şehridir. Yayladadır. Zengindir. Mekke kadar olmasa da kalabalıktır. Mekke ve Kureyş’le iyi ilişkiler içindedir.

Yanına evlatlığı Zeyd’i de alır. Ve yayan olarak Taif yoluna düşer. Yayan olarak, çünkü üç senelik boykot, Hz. Muhammed’e bir binek bile bırakmamıştır. Taif’i elinde bulunduran Sakif kabilesinin üç önde geleniyle görüşür. Bunlar, Abdi Yalil, Mesud ve Habib isminde üç kardeştir. Kendisinin ALLAH tarafından peygamber olarak gönderildiğini, insanları ALLAH’ın dinine davetle gönderildiğini ve Kureyş’in kendisine iman etmek yerine var gücüyle engellediğini anlatır. Gerçi bunlar Taif’lilerin mutlaka çok iyi bildiği şeylerdir. Ve onlara, kendisine iman edip, dinini duyurma davasında destek olmalarını, sahip çıkmalarını ister. Aldığı cevap ise neredeyse Kureyş’i de aratacak türdendir.

Üç reis kardeşten biri:

“Eğer ALLAH peygamber olarak Seni göndermiş ise ben de Kâbe’nin örtüsünü çalmış olayım” der. Bu, Araplar arasında bir şeyin olanaksızlığını ifade etmek üzere kullanılan bir deyimdir. Diğerinin cevabı:

“ALLAH peygamber olarak göndermek için bula bula Seni mi buldu!” olur. Üçüncüleri ise:

“Ben artık Seninle konuşamam Sen koskoca bir peygambersin! Ben ise kimim ki!” olur. Bu konuşma Kur’an kaydına da geçer:

“Ve dediler ki:’Bu Kur’an iki şehirden bir büyük adama indirilseydi olmaz mıydı?’Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık.” (Zuhruf, 43:31-32)

Sonuç belli olmuştur. Sonra da belki yüzlerce Taif’li hep aynı şeyleri tekrar eder:

“Kendi kabilen Seni reddetmiş ve Sen de kalkıp bize gelmişsin. Biz buna razı değiliz. Bu gelişten ürktük ve Seni aramızda istemiyoruz. Bizim yurdumuzdan uzak dur da nereye gidersen git!” Bir konuk ya da sığınmacı herhalde bundan daha kötü bir karşılık göremez. Ama O, bundan kötüsünü de görür.

Taif’te toplam 10 gün kadar kalır.

Ve ayrılacağına yakın reis kardeşlere bir rica da bulunur:

“Hiç olmazsa” der, “buraya gelişim ve konuştuklarımız aramızda kalsın. Kureyş duymasın!” olup biteni öğrendiği takdirde Kureyş’in şımarıp, Müslümanlara karşı daha da saldırganlaşacağından endişe eder. Fakat bu dileği bile kabul görmez. Ve en acısı kendisine çok özel bir “güle güle töreni” düzenlenir.

Taşlanması[]

Taif’te ne kadar ipsiz, ayak takımı varsa hepsi Hz. Muhammed ile Zeyd’in şehri terk edeceği gün üç reis kardeş tarafından organize edilerek yolun iki yanına dizilir. Sonra da güle güle(!) anlamında bir taş ve tükürük yağmuru başlar. Bunda bile ince bir hesap güdülür. Tükrükler bol bol her ikisinin de yüzüne yollanırken, taşlar, ölümüne neden olup ta bir kan davası başlatmaması için Hz. Muhammed’in belden aşağısına, Zeyd’in ise bir önemi olmadığından(!) gövdesine savrulur. Zavallı Zeyd, bir yandan peygamberini ve babalığını korumak için:

“Ne olursunuz atmayın!” diye yalvarırken, diğer yandan da iki kolunu açıp siper olarak O’nu olabildiğince yağan taş ve tükürük yağmurundan korumaya çalışır. Ve günümüzden bir şairin belirttiği gibi Zeyd’in asıl canını yakan taşlar vücuduna isabet edenler değil etmeyenlerdir. Çünkü onlar Hz. Muhammed’e isabet etmektedir. Ama öyle bile olsa ne kadar koruyabilir ki?. Taş ve tükürük yağmuru 360 derece, dört bir yandan gelmektedir. Ayakları kan içinde kalır. Zaman zaman gücünün, soluğunun kesildiğini hisseder, olduğu yere çöker. O anlarda Taif serserileri atışlarına ara verir, gülüşüp, yılışıp, alay ederek kollarına girip ayağa kalkmasına yardımcı olurlar ve bombardıman tekrar başlar. Ünlü İslam tarihçisi İbn Kesir’e göre bu durum 2.5 km. boyunca devam etmiştir. Hz. Muhammed de, Zeyd de Taif’ten iyice uzaklaşıp atış menzilinden tamamen çıkana kadar. Kendilerini bir üzüm bağına atarlar. Kan kaybetmiş, yaralanmış, yorulmuş ve en acısı tepeden tırnağa serseri tükürüğüne bulanmış, incinmiş, kırılmıştır. Taif’in bu akıl almaz vahşeti sergilemesinin arkasında da aslında bir dünya hesabı vardır. Böylece Kureyş’in gözündeki değerlerini arttırıp, ranta dönüştürebilmek…

Sadece Zeyd’de yüze yakın taş yarası vardır. Ve sonraki çağların bazı Hak Dostları meczup/velilerin her yerde çocuklar tarafından taşa tutulmalarını ve onların da bu halden hiç kaçmayıp adeta isteyerek katlanmalarını o günün hatırasına bir saygı ve O’na ait çok özel bir hali kendi nefislerinde de yaşama arzusu olarak yorumlayacaktır.

Namaza durması[]

Bağ kenarında biraz soluklanıp, yaralarını ve akan kanları yıkarlar. Ve Hz. Muhammed, zaman geçirmeden namaza durur. İki rekât kılar. Bu haliyle de bir ders verir, Kur’an’dan aldığı bir dersi:

“Ey iman edenler’ Sabırla ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz ki ALLAH sabredenlerle beraberdir!” (Bakara, 2:153)

Namaz akabindeki dua[]

Namazın ardından da duaya durur. Maddi ya da manevi her bunalımda bütün Müslümanlara örnek olacak çok özel, rehber bir dua olur bu:

“ALLAH’ım! Gücümün yetersizliğini, çare ve vasıtalarımın acizliğini, insanların gözünde hakir görülüşümü Sana arz ediyor! Sana şikâyet ediyorum!

Ey Merhametlilerin En Merhametlisi! Sensin zayıfların Rabbi ve Sensin benim Rabbim!

Sen beni kimlerin eline bırakıyorsun?

Senden uzak olan ve beni gördükçe suratını asan haşin kimselere mi?

Yoksa davam da bana üstün getireceğin bir düşmana mı?

Benim üzerime çöken bu musibet ve bela gerçekte Senin bana karşı gadab ve öfkenden ileri gelmiyorsa hiç gam çekmem.

Ben, Senin Vechi’nin Nur’una sığınırım!

O Nur’a ki, karanlıklar O’nun sayesinde açılmış, dünya ve ahiret işleri O’nunla düzelmiştir.

Benim için Senin bağışlaman, gazabından daha geniştir. Ve her şey Senin hoşnutluğun içindir. Bütün kuvvet ve kudret ancak Senin elindedir.”

Bu duanın manevi derinliklerinden birini, Mustafa Sıbai şöyle değerlendirir:

“O, Rabbine şöyle dua etmekte idi: ‘Gazabına uğramayayım da çektiğim sıkıntılara, belalara aldırmam.’ O, ALLAH’a, davasının tebliğinde kendisine kuvvet vermesi için yalvarırken, bizlere de davetçi için en büyük korkunun insanların düşüncelerinden öte ALLAH’ın gazabı olduğunu öğretmiştir.”

Sığındıkları bağ Utbe ve şeybenindir addasla üzüm gönderirler[]

Garip bir tevafuk olarak sığındıkları bağ Kureyş’ten iki kardeşe aittir. İki hızlı İslam düşmanına… Rebi’nın oğulları Utbe ve Şeybe’ye. Hz. Ebubekir’in burnunu kırıp, dümdüz eden Utbe’ye… Onlar da Hz. Muhammed’e ve Zeyd’e yapılanları bağlarında, uzaktan izlerler. Ne hissederler, tahmin etmek güçtür. Fakat kendi hemşerileri olan birilerinin yabancı bir diyarda gördükleri bu davranış ve sonrasında da bilmeden de olsa gelip kendi bağlarına sığınmış olmaları herhalde biraz insaf duygularını harekete geçirir. Bağda çalıştırdıkları köle Addas’ı bir tabak üzümle Hz. Muhammed’e ve Zeyd’e gönderirler. O, elini üzüme uzatırken:

“Bismillah” der. Addas, şaşırır:

“Ben bu sözü buralar da hiç duymadım” der. Hz. Muhammed, ona nereli olduğunu sorar. Addas:

Ninova” deyince de O:

“Demek sen salih insan Meta oğlu Yunus’un halkındansın” diye cevap verir. Addas bunun üzerine heyecanlanır. O’na Metta oğlu Yunus’u nereden bildiğini sorar. Çünkü o bölgelerde Hz. Yunus’u bilen yoktur. Hz. Muhammed:

“Çünkü” der. “ben ALLAH’ın Elçisiyim ve o da ALLAH’ın Elçisiydi. Bunu bana ALLAH bildirdi.” Sonra da kendisine Hz. Yunus ile ilgili vahyedilen ayetleri okur. Dikkat ve saygı ile dinleyen Addas, okuma bitince ellerine kapanır. Hıristiyanlıktan İslam’a geçer. Ve böylece daha sonraları “hayatımın en kara günü” diyeceği Taif yolculuğunun hikmeti de kendini göstermiş olur.

Cüneyt Suavi’nin anlatımıyla:

“İman hizmeti o kadar büyüktü ki, yüce ALLAH, bir kölenin imana gelmesi için, en kıymetli peygamberinin taşlanmasına izin vermişti.”

Utbe ve Şeybe kardeşler uzaktan olup biteni izlemektedir. Addas’ın Hz. Muhammed’in ellerine kapandığını gördüklerinde birbirlerini kınarlar:

“Adam” derler, “köleyi de bozdu, yoldan çıkardı.”

Sonra dönüş yolculuğu başlar. Yarı yol olan “Karnüssealib”e geldiklerinde Cebrail, bir bulutun içinde görünür, yanında bulunan ikinci bir meleği işaret eder:

“ALLAH’ın Elçisi!” der, “ALLAH, o insanların size yaptıklarını gördü ve onlar için dilediğin emri veresin diye Sana dağlarla görevli meleği gönderdi.” Sonra dağlarla görevli melek konuşur:

“Eğer onların üzerine dağları kapatmamı emredersen, söyle, dilediğini yerine getireyim.” Ama O, her şeye rağmen kıyamaz Taif halkına:

“Hayır!” der, “ben sadece onların nesillerinden yalnız ALLAH’a ibadet edecek, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak insanlar gelmesini dilerim.”

Nahle de cinlerin tabi olması[]

O gece Nahle denilen yerde konaklarlar. Mekke’ye iyice yaklaşmışlardır. Hz. Muhammed, teheccüd namazı kılmakta iken bir grup cin oradadır. O’nun okuyuşunu dinlerler. Etkilenirler. Kendisine görünür ve iman ederler. Sonra da İslam’ın cinler arasındaki ilk duyurucuları olmak için yeryüzüne dağılırlar. Bu olay da Kur’an kaydına geçer:

“Hani Biz, cinlerden bir grubu Kur’an dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Onlar, O’nun huzuruna geldiklerinde birbirlerine: ‘Susun!’ dediler. Kur’an okunması bitince, uyarıcılar olarak toplumlarına döndüler. Şöyle dediler: ‘Ey kavmimiz! Kuşkusuz biz, Musa’dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri onaylayan, hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! ALLAH’ın davetçisine uyun. O’na iman edin. Böylelikle ALLAH günahlarınızdan bir kısmını bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” (Ahkaf, 46:29-31)

Çileli Taif yolculuğunun ikinci meyvesi de Müslüman cinler olur.

Korumasız ( mevalisiz )kalması ve Adiyy oğlu Mutim’in mevalisiz olması[]

Fakat kendisi Zeyd’le birlikte Nahle’de günlerce kalır. Mekke’ye girememektedir. Çölün kurallarına göre şimdi şehrini ve kabilesini terk etmiş sayılmakta, üzerindeki bütün korumalar, kendi boyununki de dâhil olmak üzere, kalkmış sayılmaktadır. Artık Kureyş içinde meşru bir statüye sahip değildir. Ve Taif’te yaşananlar da Mekke’de çoktan duyulmuştur. Şu an Mekke’de herhangi biri tarafından rahatlıkla öldürülebilir ve bu olay da hiçbir sonuç doğurmaz. Kan davası başlatmaz. Nahle’de bekler ve Kureyş’in etkin isimlerinden bazılarına haber göndererek korunma talep eder. Ama Rabbine hiçbir kırgınlığı yoktur. Bu şartlar altında bile tam bir tevekkül içindedir. Kendisine:

Şimdi Mekke’ye nasıl gireceksin?” diye soran Zeyd’e:

“Hiç şüphesiz ALLAH senin göremediğin yerden bir kapı, bir çıkış yolu açacaktır. Şüphe yok ki ALLAH dininin ve Elçisinin yardımcısıdır” der.

Hira dağı civarında rastladıkları Uraykıt isminde bir çobandan kendisine ulaklık yapmasını rica eder. Ricayı kabul eden Uraykıt, Şerik oğlu Ahnes’e gidip, Hz. Muhammed’in koruma talebini iletir. Ahnes, reddeder. Uraykıt red cevabını getirdikten sonra ikinci bir kez daha Mekke’ye döner. Bu defa korunma Amr oğlu Süheyl’den istenir. O da reddeder. Geri dönen Uraykıt’a:

“Üçüncü defa Mekke’ye gider misin” demek kendisine çok zor gelir, mahcup olur ama çaresizdir. Fakat Uraykıt, gidip gelmeleri sorun yapmaz. Bir daha gider. Bu kez de boykotun bitişinde etkin rol oynamış isimlerden biri olan Adiyy oğlu Mutim’e… nihayet o koruması altına almayı kabul eder ve Hz. Muhammed ile evlatlığı Zeyd, günlerce Mekke kapılarında korunma bekledikten sonra en sonunda şehre girebilirler. O gece Mutim’in evinde yatılır. Sabah olunca da Mut’im ve oğulları silahlanmış olarak ortalarına Hz. Muhammed’i alıp Kâbe’ye giderler ve korumalarını orada bütün Kureyş’e duyururlar. Ebu Cehil ilk önce şaşırır, korkar, telaşlanır. Mut’im’e:

“Muhammed’e iman mı ettin yoksa koruma mı verdin?” diye sorar. Koruma verdiğini öğrenince de derin bir nefes alır, sevinir:

“Senin korumana aldığını biz de korumamıza aldık” der. Ve Hz. Muhammed, yapılan bu iyiliği hiç unutmaz. Mut’im birkaç sene sonra ölür. Bu olaydan 5 sene sonra Bedir’de alınan esirleri Mut’im’in oğlu Cübeyr’e gösterecek ve:

“Eğer baban sağ olsaydı ve benden bu kokmuşları hiç karşılıksız serbest bırakmamı isteseydi, sözünü ikiletmez, hemen bırakırdım.” diyecektir.

Yazar: Said Alpsoy

Kaynak[]

Bilindiği gibi Efendimiz(sav) amcası Ebu Talib’in vefatıyla Kureyş müşriklerinin baskılarını alabildiğine artırması üzerine Taif şehrine gitmiş, orada on gün kalmış, ama davetine karşı horlanma, tezyif ve tahkir görmüş, taşlanmıştı. Bunu üzerine geri dönerken gönlü kırık bir şekilde bir çardağın gölgesinde şu duayı yapmıştı:


Allahım! Kuvvetimin za'fa uğradığını, çaresizliğimi, halkın gözünde hor ve hakir görüldüğümü ancak sana arz ederim. Ey merhametlilerin en merhametlisi, herkesin zayıf görüp de dalına bindiği biçarelerin Rabbi sensin, İlâhî, huysuz ve yüzsüz bir düşmanın eline beni düşürmeyecek, hatta hayâtımın dizginlerini eline verdiğim akrabamdan bir dosta bile bırakmayacak kadar bana merhametlisin.

Ya Rabb, eğer bana karşı gazablı değilsen, çektiğim belâ ve sıkıntılara hiç aldırmam, fakat senin esirgeyiciliğin bunları da göstermeyecek kadar geniştir.


Ya Rabb gazabına uğramaktan, rızandan mahrum kalmaktan, senin karanlıkları aydınlatan, din ve dünya işlerini dengeleyen nuruna sığınırım. Razı oluncaya kadar işte affını diliyorum. Bütün kuvvet ve kudret ancak seninledir..." (Bkz. Tecrid Tercemesi, 2/614 (431 No'lu Hadis ve açıklaması) İbn; Hişâm, 2/61; İbnü'l-Esîr, 2/91–92; Zâdü'l-Meâd, 2/123–124)

Advertisement