Yenişehir Wiki
Register
Advertisement
Zariyat Suresi/1-23- Zariyat Suresi/Elmalı/1-23 Zariyat Suresi/24-46 Zariyat Suresi/47-60- Zariyat Suresi/Elmalı/47-60
Ayet No
Ayet Metni
Elmalı Meali (Orijinali)
İngilizce Meali (M. Pickthall )
هَلْ أَتَاكَ حَدِيثُ ضَيْفِ إِبْرَاهِيمَ الْمُكْرَمِينَ
Geldi mi sana İbrahimin ikram edilen müsafirlerinin kıssası?
Ey Muhammed! İbrahim'in şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Hath the story of Abraham's honored guests reached thee (O Muhammad)?
إِذْ دَخَلُوا عَلَيْهِ فَقَالُوا سَلَامًا ۖ قَالَ سَلَامٌ قَوْمٌ مُنْكَرُونَ
O vakıt ki üzerine girdiler de «selâm» dediler. «Selâm, görülmedik bir kavım» dedi
Hani onlar İbrahim'in huzuruna girmişlerdi de "Selam sana!" demişlerdi. İbrahim: "Size de selam" demiş, ve içinden: "Bunlar tanınmamış bir topluluk!" diye geçirmişti.
When they came in unto him and said: Peace! he answered, Peace! (and thought): Folk unknown (to me).
فَرَاغَ إِلَىٰ أَهْلِهِ فَجَاءَ بِعِجْلٍ سَمِينٍ
Hemen bir bahâne ile ehline gitti, bir semiz daha getirdi de
İbrahim, sonra ailesine giderek semiz bir buzağı (eti) getirdi.
Then he went apart unto his housefolk so that they brought a fatted calf;
فَقَرَّبَهُ إِلَيْهِمْ قَالَ أَلَا تَأْكُلُونَ
Onu yakınlarına koydu, yemeğe buyurmaz mısınız? Dedi
Onu önlerine sürerek: "Yemez misiniz?" dedi.
And he set it before them, saying: Will ye not eat?
فَأَوْجَسَ مِنْهُمْ خِيفَةً ۖ قَالُوا لَا تَخَفْ ۖ وَبَشَّرُوهُ بِغُلَامٍ عَلِيمٍ
O vakıt onlardan içine bir korku düştü Korkma dediler ve kendisine alîm bir oğlan tebşir ettiler
Yemediklerini görünce onlardan içine bir korku düştü. Onlar İbrahim'e: "Korkma!" dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
Then he conceived a fear of them. They said: Fear not! and gave him tidings of (the birth of) a wise son.
فَأَقْبَلَتِ امْرَأَتُهُ فِي صَرَّةٍ فَصَكَّتْ وَجْهَهَا وَقَالَتْ عَجُوزٌ عَقِيمٌ
Bunun üzerine hatunu bir çığlık içinde döndü de elini yüzene çarptı ve akîm bir kocakarı, dedi
Bunun üzerine karısı (Sâre) bir çığlık atarak geldi ve elini yüzüne vurarak: "Ben kısır bir kocakarıyım, nasıl çocuğum olur?" dedi.
Then his wife came forward, making moan, and smote her face, and cried: A barren old woman!
قَالُوا كَذَٰلِكِ قَالَ رَبُّكِ ۖ إِنَّهُ هُوَ الْحَكِيمُ الْعَلِيمُ
Dediler: öyle Rabbın buyurdu, şübhesiz alîm o, hakîm o
Misafir melekler: "Evet bu böyledir. Rabbin böyle buyurdu. Gerçekten O hüküm ve hikmet sahibidir. Herşeyi hakkıyla bilir." dediler.
They said: Even so saith thy Lord. Lo! He is the Wise, the Knower.
قَالَ فَمَا خَطْبُكُمْ أَيُّهَا الْمُرْسَلُونَ
İbrahim, o halde asıl me'muriyyetiniz nedir? ey mürselûn, dedi
İbrahim, kendisine misafir olarak gelen meleklere: "Acaba sizin asıl önemli işiniz nedir ey elçiler?" dedi.
(Abraham) said: And (afterward) what is your errand, O ye sent (from Allah)?
قَالُوا إِنَّا أُرْسِلْنَا إِلَىٰ قَوْمٍ مُجْرِمِينَ
Biz, de dediler: Mücrim bir kavme gönderildik
Onlar: "Gerçekten biz günahkâr bir kavim (olan Lût kavmine) gönderildik.
They said: Lo! we are sent unto a guilty folk,
لِنُرْسِلَ عَلَيْهِمْ حِجَارَةً مِنْ طِينٍ
Üzerlerine çamurdan taşlar salmak için
Onların üzerine çamurdan pişirilmiş sert taşlar yağdıracağız.
That we may send upon them stones of clay,
مُسَوَّمَةً عِنْد رَبِّكَ لِلْمُسْرِفِينَ
Rabbının nezdinde damgalanmışlar müsrifler için
O taşlardan herbirinin haddi aşanlardan kime isabet edeceği Rabbin katında işaretlenmiştir." dediler.
Marked by thy Lord for (the destruction of) the wanton.
فَأَخْرَجْنَا مَنْ كَانَ فِيهَا مِنَ الْمُؤْمِنِينَ
Binnetîce orada bulunan mü'minleri çıkardık
Nihayet biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
Thee We brought forth such believers as were there.
فَمَا وَجَدْنَا فِيهَا غَيْرَ بَيْتٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ
Fakat bir haneden başka orada Müsliman da bulmadık
Fakat biz orada müslümanlardan bir ev halkından başka kimseyi de bulamadık.
But We found there but one house of those surrendered (to Allah).
وَتَرَكْنَا فِيهَا آيَةً لِلَّذِينَ يَخَافُونَ الْعَذَابَ الْأَلِيمَ
Ve öyle elîm azabdan korkacaklar için orada bir âyet bıraktık
Biz orada acı bir azabdan korkan kimseler için bir ibret nişanesi bıraktık.
And We left behind therein a portent for those who fear a painful doom.
وَفِي مُوسَىٰ إِذْ أَرْسَلْنَاهُ إِلَىٰ فِرْعَوْنَ بِسُلْطَانٍ مُبِينٍ
Bir de Musada: ki onu bir sultanı mübîn ile Fir'avne gönderdikde
Musa'nın kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu apaçık bir delille Firavun'a göndermiştik.
And in Moses (too, there is a portent) when We sent him unto Pharaoh with clear warrant,
فَتَوَلَّىٰ بِرُكْنِهِ وَقَالَ سَاحِرٌ أَوْ مَجْنُونٌ
O bütün kuvvetiyle tersine gitti: sâhir veya mecnun, dedi
Firavun ise ordusuyla birlikte yüz çevirmiş, onun hakkında: "Bu bir sihirbazdır, ya da bir delidir." demişti.
But he withdrew (confiding) in his might, and said: A wizard or a madman.
فَأَخَذْنَاهُ وَجُنُودَهُ فَنَبَذْنَاهُمْ فِي الْيَمِّ وَهُوَ مُلِيمٌ
Onun üzerine biz de tuttuk kendisini ve ordularını deryaya fırlatıverdik: namerdlik ederken o leîm
Nihayet biz onu ve ordularını yakalayıp hepsini denize attık. Firavun ise o sırada (inadından dolayı pişmanlık duyarak) kendi kendini kınıyordu.
So We seized him and his hosts and flung them in the sea, for he was reprobate
وَفِي عَادٍ إِذْ أَرْسَلْنَا عَلَيْهِمُ الرِّيحَ الْعَقِيمَ
Bir de Âd de: ki üzerlerine o köklerini kesen rüzgarı salıvermiştik
Âd kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani biz onların üzerine köklerini kesecek bir rüzgar göndermiştik.
And in (the tribe of) Aad (there is a portent) when We sent the fatal wind against them.
مَا تَذَرُ مِنْ شَيْءٍ أَتَتْ عَلَيْهِ إِلَّا جَعَلَتْهُ كَالرَّمِيمِ
Uğradığı bir şey'i bırakmıyor, mutlak onu çürütüp kül gibi ediyordu
O rüzgar üzerine uğradığı hiçbir şeyi bırakmıyor, mutlaka onu kül gibi dağıtıyordu.
It spared naught that it reached, but made it (all) as dust.
وَفِي ثَمُودَ إِذْ قِيلَ لَهُمْ تَمَتَّعُوا حَتَّىٰ حِينٍ
Bir de Semudda: ki onlara bir zamana kadar istifade edin denilmişti de
Semud kavminin helâkinde de bir ibret vardır. Hani onlara: "Belirli bir süreye kadar dünyadan yararalanıp, geçinin!" denmişti.
And in (the tribe of) Thamud (there is a portent) when it was told them: Take your ease awhile.
فَعَتَوْا عَنْ أَمْرِ رَبِّهِمْ فَأَخَذَتْهُمُ الصَّاعِقَةُ وَهُمْ يَنْظُرُونَ
Rablarının emrinden azgınlık ettiler, bu yüzden o sâika kendilerini yakalayıverdi, bakınıp duruyorlardı
Onlarsa Rablerinin emrine karşı büyüklük tasladılar. Bunun üzerine kendilerini, bakıp dururlarken yıldırım yakalayıp, çarptı.
But they rebelled against their Lord's decree, and so the thunderbolt overtook them even while they gazed;
فَمَا اسْتَطَاعُوا مِنْ قِيَامٍ وَمَا كَانُوا مُنْتَصِرِينَ
O vaktı bir kalkınmaya da güç yetiremediler, bir yardım da görmediler
Artık onlar, ne kendi kendilerine ayağa kalkabildiler, ne de yardım gördüler.
And they were unable to rise up, nor could they help themselves.
وَقَوْمَ نُوحٍ مِنْ قَبْلُ ۖ إِنَّهُمْ كَانُوا قَوْمًا فَاسِقِينَ
Daha evvel de Nûh kavmini, çünkü hep onlar yoldan çıkmış fâsık birer kavm idiler
Daha önce de Nuh kavmini helâk etmiştik. Çünkü onlar yoldan çıkmış fâsık bir kavimdiler.
And the folk of Noah aforetime. Lo! they were licentious folk.
Disambig Bakınız: ZariyatSuresi, ZariyatSuresi/MEALZariyatSuresi/VİDEO, ZariyatSuresi/TEFSİR, ZariyatSuresi/TEZHİB, ZariyatSuresi/HAT, ZariyatSuresi/FAZİLETİ, ZariyatSuresi/HİKMETLERİ, ZariyatSuresi/, ZariyatSuresi/KERAMETLERİ, ZariyatSuresi/AUDİO, ZariyatSuresi/HADİSLER, ZariyatSuresi/NAKİLLER, ZariyatSuresi/EL YAZMALARI, ZariyatSuresi/VP
Yenişehir..

Şablon:Sadeleştirilmiş ET


Advertisement